Esas No: 2019/175
Karar No: 2020/6235
Karar Tarihi: 25.11.2020
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2019/175 Esas 2020/6235 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : ... BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 1. HUKUK DAİRESİ
Taraflar arasında birleştirilerek görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece asıl ve birleştirilen davaların kısmen kabul kısmen reddine karar verilmiş, verilen karara karşı, davacı ile davalılar ... ve ... istinaf yoluna başvurmuşlar, ... Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince, davalılar ... ve ...’in istinaf başvuruları HMK’nin 353/1-b-1 maddesi uyarınca esastan reddedilmiş, davacının istinaf başvurusu ise HMK’nin 353/1-b-2 uyarınca kabul edilerek, yerel mahkeme kararı kaldırılarak yeniden hüküm kurulmuş, asıl dava, davanın açıldığı tarihte kayıt maliki olmadıkları gerekçesiyle 165 parsel sayılı taşınmaz yönünden husumetten reddedilmiş, 535 parsel sayılı taşınmaz yönünden kısmen kabul edilerek davalı ... adına kayıtlı ½ payın iptali ile davacı adına tesciline karar verilmiş, birleştirilen davada ise 165 parsel sayılı taşınmaz yönünden iptal tescile, davalı ..."nin 535 parsel sayılı taşınmazın ½ payını iyi niyetli olarak temlik aldığı gerekçesiyle, anılan taşınmaz yönünden ise davacının iptal tescil isteğinin reddine, terditli tazminat isteğinin kabulüyle, taşınmazın ½ payına karşılık 257.850,00 TL tazminatın inanç sözleşmesine aykırı davranan davalı ..."den alınarak davacıya verilmesine karar verilmiş, diğer davalı ... yönünden iptal tescil isteğiyle açılan dava husumetten reddedilmiştir. Verilen karar birleştirilen davada davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi ..."nin raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
-KARAR-
Asıl dava, inançlı işleme dayalı tapu iptali ve tescil, birleştirilen dava ise inançlı işleme dayalı tapu iptali ve tescil olmazsa tazminat isteğine ilişkindir.
Asıl ve birleştirilen davada davacı, davalı ... ile aralarında imzaladıkları 15.04.2013 tarihli inanç sözleşmesi uyarınca 165 parsel sayılı taşınmazdaki 5/18 payının tümü ile 535 parsel sayılı taşınmazının tamamını davalı ...’ye satış suretiyle ancak bedelsiz devrettiğini, ancak davalı tarafından sözleşme gereğinin yerine getirilmediğini ileri sürerek asıl davada tapu iptali ve tescile, birleştirilen davada ise tapu iptali ve tescile, mümkün olmazsa taşınmaz bedelinin davalı ...’den tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Asıl ve birleştirilen davada davalı ..., taşınmazları başta davacı ile aralarında yaptıkları inanç sözleşmesi gereğince temlik aldığını ancak banka tarafından kredi talebinin 535 parsel sayılı taşınmaza bağlı nedenlerle reddedildiğini, davacının piyasa borçlarının olduğunu, taşınmazları gerçekten satmak istediğini söylemesi üzerine tapu devir işlemleri hali hazırda yapıldığından davacıya yardımcı olmak maksadıyla taşınmazların karşılığında davacıya 250.000,00 TL ödediğini, 165 parseldeki payının tamamını davalı ..."e, tümü adına kayıtlı 535 parselin ise 1/2 payını davalı ..."ye bedelleri karşılığında devrettiğini belirtip davanın usulden ve esastan reddini savunmuştur.
Asıl davada davalı ..., 165 parsel sayılı taşınmazı davalı ..."den bedelini ödeyerek iyiniyetli olarak satın alıp yine bedeli mukabilinde birleştirilen davada davalı ..."e devrettiğini belirtip davanın husumetten ve esastan reddini savunmuştur.
Birleştirilen davada davalı ..., taşınmazı iyiniyetle bedelini ödeyerek devraldığını belirtip davanın reddini savunmuştur.
Birleştirilen davadaki diğer davalılar, savunma getirmemişlerdir.
İlk Derece Mahkemesince, asıl ve birleştirilen davaların kısmen kabul, kısmen reddine karar verilmiş, karara karşı, davacı, ile davalılar ... ve ... istinaf yoluna başvurmuşlar, ... Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince, davalılar ... ve ...’in istinaf başvuruları HMK’nin 353/1-b-1 maddesi uyarınca esastan reddedilmiş, davacının istinaf başvurusu ise HMK’nin 353/1-b-2 uyarınca kabul edilip, yerel mahkeme kararı kaldırılarak yeniden hüküm kurulmuş, asıl dava, davanın açıldığı tarihte kayıt maliki olmadıkları gerekçesiyle 165 parsel sayılı taşınmaz yönünden husumetten reddedilmiş, 535 parsel sayılı taşınmaz yönünden kısmen kabul edilerek davalı ... adına kayıtlı ½ payın iptali ile davacı adına tesciline karar verilmiş, birleştirilen davada ise 165 parsel sayılı taşınmaz yönünden iptal tescile, davalı ..."nin 535 parsel sayılı taşınmazın ½ payını iyi niyetli olarak temlik aldığı gerekçesiyle, anılan taşınmaz yönünden ise davacının iptal tescil isteğinin reddine, terditli tazminat isteğinin kabulüyle, taşınmazın ½ payına karşılık 257.850,00 TL tazminatın inanç sözleşmesine aykırı davranan davalı ..."den alınarak davacıya verilmesine karar verilmiş, diğer davalı ... yönünden iptal tescil isteğiyle açılan dava husumetten reddedilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden, asıl ve birleştirilen davada davacı ... ile asıl ve birleştirilen davada davalı ... arasında 15.04.2013 tarihli inanç sözleşmesinin imzalandığı, sözleşmede; çekişme konusu 535 ve 165 parsel sayılı taşınmazların davacı ... tarafından 24 aylığına ipotek olarak davalı ...’ye verildiği, taşınmazın karşılığında bankadan temin edilecek 250.000,00 TL kredinin davacı tarafından ödenmesi halinde taşınmazın davacıya geri verileceği, 24 aylık süre içerisinde taşınmazın bütün bakım ve mahsul satışının davacıya ait olacağı hususlarına yer verildiği, davacının 535 parsel sayılı taşınmazı ile 165 parsel sayılı taşınmazdaki 5/18 payının tamamının 19.04.2013 tarihinde davalı ...’ye satış suretiyle temlik edildiği, Ali’nin davacıdan temlik aldığı 165 parsel sayılı taşınmazki payı 17.05.2013 tarihinde asıl davada davalı ...’e, Ahmet’in de 24.05.2013 tarihinde birleştirilen davada davalı ...’e devrettiği, diğer taraftan davalı ...’nin davacıdan edindiği 535 parsel sayılı taşınmazın yarısını kendi üzerinde bırakıp geriye kalan yarısını 12.02.2014 tarihinde birleştirilen davada davalı ...’ye devrettiği, ...’nin de 17.09.2015 tarihinde birleştirilen davada davalı ...’a satış yoluyla temlik ettiği anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere; inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir.
Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.
Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek ve iade edilmek üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar. Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.
Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır.
Uygulamada mesele, 05.02.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir. Söz konusu kararda; eski hukuka göre mümkün ve geçerli olan muvazaa ve ...-ı müstear iddialarının, Medeni Kanunun yürürlüğünden sonra taşınmaz mallar hakkında dinlenip dinlenemeyeceği tartışılmıştır. Anılan kararda; çeşitli sebep ve amaçlarla bir taşınmaz kaydına gerçek malik yerine başka bir ... ve bir sözleşmede akitlerden biri yerine üçüncü bir şahsın gösterilmesinin mümkün olduğu, bu gibi hallerde vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına yaptığı tasarruflarda olduğu gibi hukuki bir durum veya herhangi bir maksatla üçüncü şahıslardan gerçeği gizleme gayesi güdülebileceği, “kötüniyetli ve haksız gizlemeler” dışında,belirtilen olasılıklara göre açılacak bir davanın, gerçekten, ya mevcut bir hakka dayanarak bir el değiştirme veya bir hakkın korunması niteliğini taşıyacağı; bu durumun da, temsil ve vekalet ilişkisinde, mülkiyette halefiyet esası olarak kabul edilmiş bir husus olup, halefiyeti düzeltme amacıyla öncelikle mülkiyetin vekile aidiyeti düşünülse bile, temsil hükümlerine aykırı olduğundan bunun korunması ve devamına hükmolunamayacağı, zira TBK"nin 509. maddesindeki “Vekilin, kendi adına ve vekâlet veren hesabına gördüğü işlerden doğan üçüncü kişilerdeki alacağı, vekâlet verenin vekile karşı bütün borçlarını ifa ettiği anda, kendiliğinden vekâlet verene geçer.” hükmünün bu düşünceyi doğruladığı, öte yandan gerek taşınır, gerek taşınmaz mallara ilişkin olsun ...-ı müstear hadiselerinde, meselenin bir istihkak ve mülkiyet davası niteliğini geçemeyeceğinden, ne resmi senet, ne de şekil meselesinin bahse konu olamayacağı, meselenin akitte ve isimde muvazaayı kapsamına alan TBK"nin 19. maddesi kapsamında düşünülmesinin kanunun amacına uygun düşeceğine, değinildikten sonra sonuçta, ...-ı müstear davalarının dinlenebilir ve yazılı delil ile ispatının mümkün olduğuna, hükmolunmuştur.
İçtihadı Bileştirme kararlarının konularıyla sınırlı, sonuçlarıyla bağlayıcı bulunduğu tartışmasızdır. ...-ı müstear için düzenleme getiren 1947 tarihli kararın, teminat amacıyla temlike dair inanç sözleşmelerini kapsadığı da kuşkusuzdur. Uygulamada anılan sözleşmeler gerek özü,gerek işleyişi açısından,genelde muvazaa, özelde ise ...-ı müstear başlıkları altında nitelendirilegelmektedir. Belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararında da değinildiği üzere; inanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları bağlayıcı, diğer yandan, mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi açısından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmelerdir. Bu durumda koşulların oluşması halinde taşınmaz mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı kabul edilmelidir. İçtihadı Birleştirme kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların ispatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi gereklidir. Bunun dışındaki bir kabul, hem İçtihadı Birleştirme kararının kapsamının genişletilmesi, hemde taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz.
05.02.1947 tarihli 20/6 sayılı İnançları Birleştirme kararı uyarınca, inançlı işleme dayalı iddianın, şekle bağlı olmayan yazılı delille kanıtlanması gerekeceği kuşkusuzdur. Şayet, ispat külfeti kendisinde olan tarafın yazılı bir belgesi yok ise ancak taraflar arasında gerçekleştirilen mektup, banka dekontu, yazışmalar gibi birtakım belgeler var ise bunların yazılı delil başlangıcı sayılacağı ve iddianın her türlü delille kanıtlanmasının olanaklı hale geleceği sabittir. Şayet, yazılı delil başlangıcı sayılacak böylesi bir olgu da bulunmuyor ise iddia sahibinin son başvuracağı delilin karşı tarafa yemin teklif etme hakkı olduğu da şüphesizdir.
Bununla birlikte, hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla 4721 s. Türk Medeni Kanununun (TMK) 2.maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989., tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023. maddesinin özel hükümleri getirilmiştir.
Öte yandan, bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır. İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarak da tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke TMK"nin 1023. maddesinde aynen "tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024.maddenin 1. fıkrasına göre "Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu tescile dayanamaz" biçiminde öngörülmüştür.
Ne var ki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi, hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır.
Bu nedenle, yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyi niyetli gözükeni değil, gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir.
Nitekim bu görüşten hareketle, "kötü niyet iddiasının def"i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden (resen) nazara alınacağı” ilkeleri 8.11.1991 tarih l990/4 esas l99l/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir.
Somut olayda, 535 parsel sayılı taşınmazın ½ payı bakımından son kayıt maliki ...’un iyiniyetli olduğu gerekçesiyle hakkında açılan davanın reddine karar verilmiş ise de, bu davalının önceki malik ... ile aynı soyadı taşıdığı görülmekle akraba olup olmadıklarının araştırılmadığı, bu yöndeki araştırma ve incelemenin hüküm kurmaya yeterli olmadığı anlaşılmaktadır.
Hal böyle olunca, son malik davalı ...’un iyiniyetli olup olmadığının yukarıdaki ilkeler doğrultusunda araştırılarak sonucuna göre 535 parsel sayılı taşınmazın ½ payı yönünden bir karar verilmesi gerekirken eksik araştırma ve inceleme ile yazılı yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.
Kabule göre de, 535 parsel sayılı taşınmazın imar işlemine tabi tutularak kaydının pasif hale geldiği anlaşılmakla kaydı kapatılan parsel numarası üzerinden infazda tereddüt oluşturacak şekilde tapu iptali ve tescile karar verilmesi de doğru görülmemiştir.
Davacının yerinde görülen temyiz itirazlarının kabulü ile 6100 sayılı HMK"nun 371/1-a maddesi gereğince ... Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi kararının BOZULMASINA, HMK"nun 373/2. maddesi gereğince dosyanın kararı veren ... Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesine gönderilmesine, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 25.11.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.