7. Hukuk Dairesi 2015/2537 E. , 2015/3183 K.
"İçtihat Metni"Mahkemesi : KDZ.Ereğli 1. İş Mahkemesi
Tarihi : 26/12/2014
Numarası : 2014/203-2014/612
Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün, Yargıtayca incelenmesi taraf vekillerince istenilmekle, temyiz isteklerinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dosya incelendi, gereği görüşüldü:
1-Dosyadaki yazılara, hükmün uyulan önceki Yargıtay bozma ilamına uygun biçimde verilmiş olmasına, bozma ile kesinleşen ve karşı taraf yararına kazanılmış hak durumunu oluşturan yönlerin yeniden incelenmesine hukukça ve yasaca cevaz bulunmamasına ve özellikle bu delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, davalının tüm, davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazlarının yerinde olmaması nedeni ile reddine,
2-Davacı vekili, davacının, davalıya ait işyerinde 17/02/1994 tarihinde taşeron işçisi olarak çalışmaya başladığını, 03/03/1999 tarihinde davalı işverenin kadrosuna girdiğini, 07/01/2013 tarihinde iş sözleşmesinin feshedildiğini, 17.02.1994-03.03.1999 dönemi için hiçbir ödemede bulunulmadığını, davalı işyerinde taşeron firmalar değiştiği halde davacının vardiya aksatmaksızın aynı işi yapmaya devam ettiğini, davalı işverenin 01.03.1999 tarihinde istifa dilekçesi verdirdiğini, iki gün sonra 03.03.1999 tarihinde davalı işverenin kadrosunda çalışmasına devam ettiğini, taşeronlarda geçen sürelerden davalı işverenin sorumlu olduğunu bildirerek bu döneme ait fark kıdem ve ihbar tazminatı ile fark yıllık izin ücretinin davalıdan tahsilini talep etmiştir.
Davalı vekili, davacının kendi işyerinide dahi doğmamış bir hakkı müvekili şirketten bunca yıl sonra talep edemeyeceğini, davacının taşeron firmadan istifa ederek ayrılması nedeniyle taşeron işçisi olarak çalışmış olduğu döneme ilişkin kıdem ve ihbar tazminatı ile yıllık izin alacaklarını isteyemeyeceğini, istifa ile sona eren dönemin kıdemden sayılamayacağını, taşeron firmalarda çalıştığı süreler için yıllık izinlerini kullandığını, dava konusu yapılan işçilik alacaklarının zamanaşımına uğradığını bildirerek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece yapılan yargılama sonucu toplanan delillere ve alınan bilirkişi raporuna göre istek hüküm altına alınmış, davalı vekilinin temyizi üzerine Dairemizin 04.07.2014 tarihli ilamı ile özetle, “...Somut olayda davacının davalıya ait işyerinde 3.3.1999 tarihinde işe başlamadan önce alt işverenler bünyesinde 17.2.1994-31.8.1994 ve 11.6.1998-1.3.1999 tarihleri arasında çalıştığı anlaşılmaktadır.Dava tarihi 25.9.2013 tarihi olup davalı taraf cevap dilekçesinde zamanaşımı def"inde bulunmuştur.Şu halde yukarıda yapılan tespitler ışığında davacının davalıya ait işyerinde alt işverenler üzerinden yaptığı çalışmalar bakımıdan 11.6.1998-1.3.1999 tarihleri arasında yaptığı çalışma kesintisiz olarak davalı bünyesinde devam etmekle ve en son 7.1.2013 tarihinde sona ermekle toplam çalışma süresine eklenmesi doğru ise de; 17.2.1994-31.8.1994 tarihleri arasındaki çalışması zamanaşımına uğramıştır.Söz konusu dönemi de dahil etmek suretiyle talebe konu alacakların hesaplanıp hüküm altına alınması hatalıdır.” gerekçesi ile bozulmuştur.
Mahkeme bozma kararına uymuş, ek hesap raporu aldıktan sonra davanın kısmen kabulü yönünde hüküm kurmuştur.
Bilindiği üzere, her iki tarafın da bozmaya uyulması yönündeki beyanları ve mahkemenin de bozmaya uyma kararı, taraflar yönünden usulü kazanılmış hak doğurur. Usulü kazanılmış hakkın varlığı halinde mahkemece bunun ihlali anlamına gelecek şekilde hüküm kurulamaz.
Daha açık ifadeyle; 09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da açıklandığı üzere bir mahkemenin Yargıtay Dairesince verilen bozma kararına uyulması sonunda kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğü meydana gelir. Usulü kazanılmış hak olarak tanımlayacağımız bu durum mahkemeye, hükmüne uyduğu Yargıtay bozma kararındaki esas çerçevesinde işlem yapma ve hüküm kurma zorunluluğu getirir. Uzun yıllardan beri Yargıtay uygulamaları ve öğretide benimesenen usulü kazanılmış hak müessesi, usul hukukunun dayandığı vazgeçilmez ana temellerinden biridir. Bu kuralın uygulanmasında bazı istisnalar öngörülmüştür. Bunlara örnek verilecek olursa, mahkemece Yargıtay Dairesi bozma kararına uyulduktan sonra görülmekte olan davaya uygulama imkanı bulunan yeni bir İçtihadı Birleştirme Kararı çıkması, 04.02.1959 gün 13/5 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında vurgulandığı üzere hükmüne uyulan bozma kararından sonra göreve ilişkin yeni bir yasal düzenlemenin getirilmiş olması, usulü kazanılmış hak gereğince uygulanması gereken bir kanun hükmünün sonradan (hüküm kesinleşmeden önce)Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi, işin kamu düzenini ilgilendirmesi ve en önemlisi ve somut olayda uygulanması gereken maddi yanılgıya dayanan bozma kararına uyulması hallerinde usulü kazanılmış hak meydana gelmez.
Maddi yanılgıya dayalı bozma kararına uyulmuş olması itibariyle kazanılmış hakkın bulunmadığından söz edilebilmesi için, Yargıtay Dairesinin vardığı sonuç, her türlü değer yargısının dışında hiçbir suretle başka biçimde yorumlanamayacak, tartışmasız ve açık bir maddi hataya dayanıyorsa ve onunla sıkı sıkıya bağlı ise, o takdirde usulü kazanılmış hak kuralının hukuki sonuç doğurmayacağı açıktır.
Kıdeme esas hizmet sürelerinin birleştirilmesinde Dairemizin ve Yargıtay"ın iş davalarına bakan dairelerinin öteden beri yerleşik uygulaması, 1475 sayılı Yasanın 14/2 maddesi uyarınca işçinin aynı işverene bağlı olarak bir ya da değişik işyerlerinde çalıştığı sürelerin kıdem hesabı yönünden birleştirileceği, zamanaşımı def"inin ileri sürülmesi halinde, önceki çalışma sonrasında on yıllık zamanaşımı süresinin dolması halinde önceki hizmet bakımından bu sürenin kıdem süresine eklenmesi suretiyle kıdem ve ihbar tazminatı ile yıllık izin ücreti hesaplanmasının mümkün olmadığı yönündedir.
Somut olayda Dairemizin 04.07.2014 tarihli ilamı ile davacının 17.2.1994-31.8.1994 tarihleri arasındaki çalışmasının dava tarihinden geriye doğru 10 yıl geçmesi nedeni ile zamanaşımına uğradığı gerekçesi ile karar bozulmuş ise de, davacının 17.02.1994-31.8.1994 tarihleri arasındaki ilk dönem çalışması ile 11.6.1998-1.3.1999 ve 03.03.1999-13.01.2013 tarihleri arasındaki çalışma dönemleri arasında 10 yıllık zamanaşımı süresinin dolmadığı ve bu hali ile ilk dönem çalışmasının zamanaşımına uğramadığı görülmektedir. Bu itibarla dairenin davacının ilk dönem 17.2.1994-31.8.1994 tarihleri arasındaki çalışmasının zamanaşımına uğradığına ilişkin bozma ilamı maddi hataya dayanmaktadır. Maddi hataya dayalı bozma kararına uyulması ile davalı yararına kazanılmış hak oluştuğundan sözedilemez.
Bu itibarla davacının 17.2.1994-31.8.1994 ve 11.6.1998-1.3.1999 tarihleri arasındaki kıdem ve ihbar tazminatı ile yıllık izin ücreti hesabında dikkate alınmayan sürenin toplamı üzerinden fark kıdem ve ihbar tazminatı ile yıllık izin ücretinin hesap edilerek hüküm altına alınması gerekmektedir.
O halde davacı vekilinin bu yönü amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve karar bozulmalıdır.
SONUÇ:Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı nedenlerle BOZULMASINA, aşağıda yazılı temyiz harcının davalıya yükletilmesine, temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, 03.03.2015 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY
İlk derece mahkemesi Yargıtay bozma ilamına uyulması yönünde karar vermiş ise bu kararıyla bağlıdır. Yargıtay bozma ilamına uyulmasına dair karar, bozma kararı lehine olan taraf için usûlî müktesep hak doğurur.
Bozma kararına uyan mahkeme, bozma kapsamı içeriğine göre tahkikat yapmak ve yeniden karar vermek zorundadır. Uyulan bozma kararında bazı hukuki ve fiili sebepler yanlış bile olsa artık bunlar yeniden incelenemez. Bu hem bozma kararına uyan yerel mahkeme için hem de bundan sonra kararı inceleyecek Yargıtay Dairesi içinde geçerlidir. Gerek yerel mahkeme gerekse Yargıtay, usûlî müktesep hak ile bağlıdır. Mahkemenin bozma kararına uygun karar vermesine rağmen Yargıtay Dairesinin ilk bozmasıyla benimsenmiş olan kanuna veya usule ait hükümlere aykırı şekilde ikinci bir bozma kararı vermesi, usul hükümleriyle hedef tutulan istikrarı zedeler ve hatta mahkeme kararlarına karşı güveni sarsar. (04/02/1959 gün 13/5 sayılı İBK, 09/05/1960 gün 21/9 sayılı İBK)
Bilindiği üzere görev konusu, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı, harç, yeni bir içtihadı birleştirme kararının çıkması, bir kanun hükmünün Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilmesi, maddi hataya dayalı bozma kararına uyma kamu düzeni ile doğrudan bağlantılı olup, taraflar yararına usûli kazanılmış hak oluşturmamaktır.
Maddi hata (hukuki yanılma) maddi veya hukuki bir olayın olup olmadığı veya koşul veya niteliklerinde yanılmayı ifade eder. Burada belirtilen maddi yanılgı kavramındaki amaç; hukuksal değerlendirme ve denetim dışında, tamamen maddi olgulara yönelik, ilk bakışta yanılgı olduğu açık ve belirgin olup, hernasılsa inceleme sırasında gözden kaçmış ve bu tür bir yanlışlığın sürdürülmesinin kamu düzeni ve vicdanı yönünden savunulmasının mümkün bulunmadığı düzeltilmesinin zorunlu olduğu açık yanılgıdır. Yargıtay denetimi sırasında uyuşmazlık konusuna ilişkin maddi olgularda, davanın tarafların da, uyuşmazlık sürecinde, uyuşmazlığa esas başlangıç ve bitim tarihlerinde, zarar hesaplarına ait rakam ve olgularda ve bunlara benzer durumlarda, yanlış algılama sonucu, açık ve belirgin yanlışlıklar yapılması mümkündür. Bu tür açık hatalarda açık maddi yanlışlık sonucu verilen Yargıtay bozma kararına mahkemece uyulması dair karar, bozma kararı lehine olan taraf için usûli kazanılmış hak doğurmaz.
Ancak maddi hatanın bir kanun hükmünün yorumu ya da hukuksal anlayışı da kapsamına alacak genişlikte kabul edilmesi olanaksızdır. (HGK, 20/01/1988 T. 1/249-28, 10/02/1988 T. 2/520-89, 20/12/1989 T. 12/539-662, 05/12/1990 T. 1/450-608.)
Maddi yanılgıya dayalı bozma kararına uyulmuş olması itibariyle usûli kazanılmış hakkın bulunmadığından sözedilebilmesi için, ancak Yargıtay Dairesinin vardığı sonuç, hertürlü değer yargısının dışında hiçbir suretle başka biçimde yorumlanamayacak, tartışmasız ve açık bir maddi hataya dayanıyorsa ve onunla sıkı sıkıya bağlı ise, o takdirde usûli kazanılmış hak kuralı hukuki sonuç doğurmaz.
Bozma kararında hukuki yönden bir niteleme yapılmış veya deliller belli doğrultuda değerlendirilerek bozma kararı verilmiş ise bu karara uyulması halinde bozmayı yapan daire hukuki görüş değiştirse yada delil değerlendirmesinin yanlış olduğunu sonradan benimsese dahi maddi hatadan söz edilemeyeceğinden usûli kazanılmış hakkın doğduğunun kabulü gerekir.
Somut olayda davacı davalı işyerinde 17/02/1994-31/08/1994, 11/06/1998-01/03/1999, 03/03/1999-13/01/2013 tarihleri arasında kesintili olarak üç dönem çalışmıştır.
Dairemizin 04/07/2014 tarihli bozma kararında açıkça "işçinin işverenin aynı yada değişik işyerlerinde çalıştığı kesintili sürelerin kıdem süresi hesabı yönünden birleştirilebileceği, ancak zamanaşımı def"inin ileri sürülmesi halinde önceki çalışma sonrasında on yıllık zamanaşımı süresi dolmuş ise önceki hizmet bakımından bu sürenin kıdem süresine eklenmesi suretiyle kıdem ve ihbar tazminatı ile yıllık izin ücretinin hesaplanmasının mümkün olmayacağı" açıkça yazılmak suretiyle hukuki nitelendirme yapıldıktan sonra davacının 17/02/1994-31/08/1994 tarihleri arasındaki çalışma süresi yönünden dava tarihi olan 25/09/2013 tarihi itibariyle 10 yıllık sürenin dolmuş olması sebebiyle bu alacakların zamanaşımına uğradığı, söz konusu dönemi de dahil etmek suretiyle talebe konu alacakların hesaplanıp hüküm altına alınması isabetsiz bulunarak bozma nedeni yapılmış, Mahkemece bozma kararına uyulmak suretiyle bu dönem kıdem süresi hesabında dikkate alınmayıp bozma kararına uygun karar verilmiştir.
Dairemizin bozma kararında hukuki yönden bir niteleme yapılmış olduğundan ve bu karara mahkemece uyulmasına karar verildiğinden davalı yararına usûli kazanılmış hakkın doğduğunun ve usûli kazanılmış hak ilkesi ile Dairemizinde bağlı olduğunun kabulu gerekir.
Hukuki yönden yapılan bu niteleme ve değerlendirmenin "maddi hata" kavramı içinde kabul edilmesi mümkün olmayıp artık maddi hata değil anlayış farkının varlığından söz edilebilir.
Bu nedenle Sayın Çoğunluğun bozma kararının maddi hataya dayandığı görüşüyle 31/08/1994 tarihinde iş akdi sona erdikten sonra 10 yıl dolmadan yeniden 11/06/1998 tarihinde işe girmesi ve en son çalışma döneminin 13/01/2013 tarihinde sona ermesi ve 13/01/2013 tarihinden on yıl geçmeden 25/09/2013 tarihinde davanın açılmış olması sebebiyle 17/02/1994-31/08/1994 tarihleri arasındaki çalışma süresi yönünden alacakların zamanaşımına uğramadığı gerekçesiyle bu süreninde kıdem süresi hesabında dikkate alınması gerektiği gerekçesiyle davalı yararına oluşan "usûli kazınılmış hak ilkesi"ni bertaraf edecek şekilde verdiği bozma kararına katılmıyoruz.03/03/2015