Esas No: 2009/37896
Karar No: 2012/1804
Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 2009/37896 Esas 2012/1804 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
DAVA :Davacı, kıdem ve ihbar tazminatı, ücret alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Yerel mahkeme, isteği kısmen hüküm altına almıştır.
Hüküm süresi içinde davalı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
Y A R G I T A Y K A R A R I
A) Davacı İsteminin Özeti
Davacı, davalı işyerinde çalıştığını, 10.04.2008 günü ... isimli davalı şirket müşterisinin aracına fazla mal yüklendiği gerekçesiyle elinden zorla alacağının kalmadığına ve işyerinden kendi isteğiyle ayrıldığına dair belge alındığını, iş sözleşmesinin haksız suçlamalar yapılarak baskı altında elinden ibra ve işten ayrılma belgesi alındığını, ibra ve belgenin gerçek iradesini yansıtmadığını belirterek kıdem tazminatı ile ihbar tazminatı ve ücret alacağının tahsilini talep etmiştir.
B) Davalı Cevabının Özeti
Davalı, davacının kantar işleminde oynama yaparak ..."a çıkar sağladığını, işvereni zarara uğrattığını, işten bu sebeple istifa ederek ayrıldığını, davacıya herhangi bir baskı ya da zorlama yapılmadığını savunarak davanın reddine talep etmiştir. .
C)Yerel Mahkeme Kararının Özeti
Mahkemece dosyada toplanan delillerle dinlenen tanık beyanlarından davacının sorumlusu olduğu sevkiyat bölümünde 10.04.2008 tarihinde kırpıntı yüklenen bir araçta fabrika çıkışında denetim için yapılan tartımda fazla yükleme yapıldığı ve çuvallarda parça kumaşların da bulunduğunun tespit edildiği, işveren yetkililerince durumun tespiti üzerine aracın çıkışının engellendiği, işyerinin avukatının da durumdan haberdar edildiği, bu durumdan davacının sorumlu tutulduğu, olay nedeniyle paniğe kapılan ve işverenin bu yöndeki baskısıyla karşılaşan davacının polise haber verilmemesi için istifa dilekçesi imzalamayı kabul ettiği anlaşılmıştır.
Bu durumda davacının istifa dilekçesi aksi takdirde polise haber verileceği baskısı altında alındığından gerçek iradesini yansıtmamaktadır. Yargıtay’ın yerleşik içtihatları gereğince hata, hile ikrah gibi iradeyi bozucu hallerin varlığı halinde istifa dilekçesi geçerli kabul edilemez. Davalı işveren davacının sorumsuz davranışıyla kendisini zarara uğrattığını savunmuşsa da 4857 sayılı İş Kanunu’nun 25/II-ı maddesinde belirtilen şekilde bir zararın varlığı da kanıtlanamadığından davacının iş akdinin davalı işverence haklı olmayan bir nedenle feshedildiği düşünülmüş, davacının 4857 sayılı İş Kanunu’nun 17/4. maddesi gereğince ihbar tazminatına, fesih şekli ve sebebine göre de 1475 sayılı İş Kanunu’nun 14. maddesine göre kıdem tazminatına hak kazandığı anlaşılmıştır. Davacıya zorla senet
imzalatıldığı iddiası ise kanıtlanamamıştır.
Davacı 2007 yılı Aralık, 2008 yılı Ocak, Şubat, Mart aylarına ait ücretlerinin ödenmediğini ileri sürmüştür. Kanıt yükü kendisinde olan işveren davacının anılan aylara ait ücretlerini ödediğini kanıtlamalıdır. Davalı işverence dosyaya sunulan ücret hesap pusulalarında davacının imzası bulunmamaktadır. Bu nedenle davacının anılan aylara ilişkin ücretlerinin ödenmediği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
D)Temyiz
Kararı davalı vekili temyiz etmiştir.
E) Gerekçe
1- Taraflar arasında, iş ilişkisinin işçinin istifası ile sona erip ermediği konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.
Genel olarak iş sözleşmesini fesih hakkı, karşı tarafa yöneltilmesi gereken tek taraflı bir irade beyanı ile iş sözleşmesini derhal veya belirli bir sürenin geçmesiyle ortadan kaldırabilme yetkisi veren, bozucu yenilik doğuran bir haktır. İşçinin haklı nedenle iş sözleşmesini derhal feshi 4857 sayılı İş Kanununun 24 üncü maddesinde düzenlenmiştir. İşçinin önelli fesih bildiriminin normatif düzenlemesi ise aynı yasanın 17 nci maddesinde ele alınmıştır. Bunun dışında Yasada işçinin istifası özel olarak düzenlenmiş değildir.
İşçinin haklı bir nedene dayanmadan ve bildirim öneli tanımaksızın iş sözleşmesini feshi, istifa olarak değerlendirilmelidir. İstifa iradesinin karşı tarafa ulaşmasıyla birlikte iş ilişkisi sona erer. İstifanın işverence kabulü zorunlu değilse de, işverence dilekçenin işleme konulmamış olması ve işçinin de işyerinde çalışmaya devam etmesi halinde gerçek bir istifadan söz edilemez. Bununla birlikte istifaya rağmen tarafların belirli bir süre daha çalışma yönünde iradelerinin birleşmesi halinde, kararlaştırılan sürenin sonunda iş sözleşmesinin ikale yoluyla sona erdiği kabul edilmelidir.
Şarta bağlı istifa ise kural olarak geçerli değildir. Uygulamada en çok karşılaşılan şekliyle, işçinin ihbar ve kıdem tazminatı haklarının ödenmesi şartıyla ayrılma talebi istifa olarak değil, ikale (bozma sözleşmesi) yapma yönünde bir icap olarak değerlendirilmelidir.
İşçinin istifa dilekçesindeki iradesinin fesada uğratılması da sıkça karşılaşılan bir durumdur. İşverenin tazminatların derhal ödeneceği sözünü vermek ve benzeri baskılarla işçiden yazılı istifa dilekçesi vermesini talep etmesi ve işçinin buna uyması halinde, gerçek bir istifa iradesinden söz edilemez. Bu halde feshin işverence gerçekleştirildiği kabul edilmelidir.
İşverenin baskı uygulaması sonucu düzenlenen istifa dilekçesine değer verilemez. Dairemizce bu gibi hallerde feshin işverence gerçekleştirildiği, bununla birlikte işveren feshinin haklı olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiği kabul edilmektedir (Yargıtay 9.HD. 3.7.2007 gün 2007/14407 E, 2007/21552 K.).
İşçinin haklı nedenle derhal fesih nedenleri mevcut olduğu ve buna uygun biçimde bir fesih yoluna gideceği sırada, iradesi fesada uğratılarak işverence istifa dilekçesi alınması durumunda da istifaya geçerlilik tanınması doğru olmaz. Bu durumda işçinin haklı olarak sözleşmeyi feshettiği sonucuna varılmalıdır.
İstifa belgesine dayanılmakla birlikte, işçiye ihbar ve kıdem tazminatlarının ödenmiş olması, Türkiye İş Kurumuna yapılan bildirimde işveren feshinden söz edilmesi gibi çelişkili durumlarda, her bir somut olay yönünden bu çelişkinin istifanın geçerliliğine etkisinin değerlendirilmesi gerekir.
İstifa belgesindeki ifadenin genel bir içerik taşıması durumunda, işçinin dava dilekçesinde somut sebepleri belirtmesinde hukuka aykırı bir yön bulunmamaktadır. Bu halde de istifanın ardındaki gerçek durum araştırılmalıdır.
İş sözleşmesinin istifa ile sona ermesi halinde, işçinin iş güvencesi hükümlerinden yararlanması mümkün olmadığı gibi, ihbar ve kıdem tazminatlarına da hak kazanamaz. İstifa durumunda işçinin işverene ihbar tazminatı ödemesi yükümü ortaya çıkabileceğinden, istifa türündeki belgelerin titizlikle ele alınması gerekir. İmzaya itiraz ya da metin kısmına ilaveler yapıldığı itirazı mutlak olarak teknik yönden incelenmelidir.
İstifa halinde dahi işçiye kıdem tazminatı ödeneceğini öngören sözleşme hükümleri ile işyeri uygulamaları, 4857 sayılı Yasaya göre geçerli olup, bu halde kıdem tazminatı 1475 sayılı Yasanın 14 üncü maddesine göre hesaplanmalı ve anılan maddedeki kıdem tazminatı tavanı gözetilmelidir. Belirtmek gerekir ki, sözü edilen Yasada düzenlenen kıdem tazminatı tavanı mutlak emredici niteliktedir.
Somut olayda davacı istifa dilekçesinin baskıyla alındığını iddia etmiştir.
Davalı ise istifa dilekçesi yönünde herhangi bir baskı yapılmadığını, istifanın davacının gerçek iradesine dayandığını savunmuştur.
Mahkemece istifanın polise haber verileceği baskısı altında alındığından gerçek iradesini yansıtmayacağı sonucuna varılmıştır.
Ancak; dosya kapsamından ve tutulan tutanaktan anlaşıldığı üzere 10.04.2008 tarihinde mal sevkiyat bölümünde yapılan kontrol sırasında irsaliyeli olarak fabrikadan çıkartılan, satışı yapılan, kırpıntı tabir edilen malların eksik olarak kayıtlara geçirildiği, kantara tekrar gönderilmesi neticesinde yaklaşık 300 kg fazla malın beyan edilmediği anlaşılmıştır.
Söz konusu tutanak altında davacının imzası olup, yargılama aşamasında bu tutanağın doğru olmadığına dair davacının bir iddiası da bulunmamaktadır. Görüleceği üzere davacı tarafından tanzim edildiği anlaşılan bu tutanakta olayın mevcudiyeti kabul edilmiş olup, iş sözleşmesinin sonlandırılmasına dair davalı tarafından kendisine baskı yapıldığına dair hiçbir somut beyan yer almamaktadır. Kaldı ki bu tutanağın son paragrafında yer alan "şirketin zarar toplamının 15000 TL olduğu anlaşılmakla bu zararın karşılanmasına yönelik senet tesis edilmiştir" şeklindeki irade beyanı mahkemece dikkate alınmamış olup, davacının söz konusu senet yönünden borçlu olmadığının tespiti ile iptaline ilişkin talebinin kanıtlanmadığından reddine karar verildiği de görülmüştür.
Davacı olay tarihi olan 10.04.2008 tarihinde "başka yerde iş bulduğumdan ve kendi rızamla isteğimle ayrılmak istiyorum" şeklinde dilekçe vermiştir.
Dinlenen davacı tanıkları söz konusu olay nedeniyle davacının istifa etmesi yönünde davalı işveren tarafından baskı yapıldığına ilişkin beyanda bulunmamışlardır.
Buna karşılık dinlenen davalı tanığı ... beyanında davacı ile yapılan görüşmede davacının durumdan polisin haberdar edilmemesini ve kendisinin işi bırakacağını söylediğini beyan ettiği de görülmüştür. Diğer davalı tanığı bu hususta beyanda bulunmamıştır.
Davacı olay tarihi olan 10.04.2008 tarihinde "ücretlerini" aldığını ve herhangi bir alacağının kalmadığını beyan ederek ibraname imzalamıştır. Söz konusu ibranamede ayrılma nedeni olarak da istifa belirtilmiştir. İbranamede herhangi bir ihtirazi kayıt bulunmamaktadır.
Hal böyle olunca davacının istifa dilekçesinin baskıyla alındığına dair iddiası ile mahkemenin bu yöndeki kabulünün aksine davacıya baskı yapıldığına ve iradesini sakatlayan bir işveren eylemi bulunmadığı, davacıdan, polis baskısıyla belge alındığı hususu da kanıtlanamamıştır.
Bu nedenle davacının gerçek iradesi ile işyerinden istifa ettiğinin kabulü ile kıdem ve ihbar tazminatı yönünden davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanlış değerlendirme sonucu kabulüne karar verilmesi hatalıdır.
2- Taraflar arasında düzenlenen ibranamenin geçerliliği konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.
İbra sözleşmesi, İsviçre Borçlar Kanununun 115 inci maddesinde düzenlendiği halde, halen yürürlükte olan 818 sayılı Borçlar Kanununda bu yönde bir düzenlemeye yer verilmemiştir. Türk Hukukunda ibra sözleşmesi 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe girecek olan 6098 sayılı Borçlar Kanununda düzenlenmiş olup, kabul edilen Yasanın 132 inci maddesi “Borcu doğuran işlem kanunen veya taraflarca belli bir şekle bağlı tutulmuş olsa bile borç, tarafların şekle bağlı olmaksızın yapacakları ibra sözleşmesiyle tamamen veya kısmen ortadan kaldırılabilir” hükmünü getirmiştir.
İbranameyle ilgili olarak diğer önemli bir düzenleme ise 6098 sayılı Yasanın 420 inci maddesinde yer almıştır. Sözü edilen hükme göre, işçinin işverenden alacağına ilişkin ibra sözleşmesinin yazılı olması, ibra tarihi itibarıyla sözleşmenin sona ermesinden başlayarak en az bir aylık sürenin geçmiş bulunması, ibra konusu alacağın türünün ve miktarının açıkça belirtilmesi, ödemenin hak tutarına nazaran noksansız ve banka aracılığıyla yapılması şarttır. Bu unsurları taşımayan ibra sözleşmeleri veya ibraname kesin olarak hükümsüzdür. Hakkın gerçek tutarda ödendiğini ihtiva etmeyen ibra sözleşmeleri veya ibra beyanını muhtevi diğer ödeme belgeleri, içerdikleri miktarla sınırlı olarak makbuz hükmündedir. Bu hâlde dahi, ödemelerin banka aracılığıyla yapılmış olması zorunludur.
Değinilen maddenin ikinci ve üçüncü fıkra hükümleri, destekten yoksun kalanlar ile işçinin diğer yakınlarının isteyebilecekleri dâhil, hizmet sözleşmesinden doğan bütün tazminat alacaklarına da uygulanır.
6098 sayılı Kanunun 420 inci maddesinde, iş sözleşmesinin sona ermesinden itibaren bir ay içinde yapılan sözleşmelere geçerlilik tanınmayacağı bildirilmiştir. Aynı maddede alacağın bir kısmının ödenmesi şartına bağlı ibra sözleşmeleri (ivazlı ibra) ancak ödemenin banka kanalıyla yapılmış olması halinde geçerli sayılmıştır. 4857 sayılı İş Kanununun 19 uncu maddesinde, feshe itiraz bakımından bir aylık hak düşürücü süre öngörülmüş olmakla, feshi izleyen bir ay içinde işçinin işe iade davası açma hakkı bulunmaktadır. Bu noktada feshi izleyen bir aylık süre, işçinin eski işine dönüp dönmeyeceğinin tespiti bakımından önemlidir. O halde feshi izleyen bir aylık sürede işverenin olası baskılarını azaltmak, iş güvencesinin sağlanması için de gereklidir. Geçerli ve haklı neden iddialarına dayanan fesihlerde dahi ibraname düzenlenmesi için feshi izleyen bir aylık sürenin beklenmesi gerekir. Bir aylık bekleme süresi kısmi ibra açısından işçinin bir kısım işçilik alacaklarının ödenmesinin bir ay süreyle gecikmesi anlamına gelse de temelde işçi yararına bir durumdur. Hemen belirtelim ki bir aylık bekleme süresi ibra sözleşmelerinin düzenlenme zamanı ile ilgili olup ifayı ilgilendiren bir durum değildir. Başka bir anlatımla işçinin fesih ile muaccel hale gelen kıdem tazminatı, ihbar tazminatı ve izin ücreti gibi haklarının ödeme tarihi bir ay süreyle ertelenmiş değildir.
6098 sayılı Yasanın değinilen maddesinde, işverence yapılacak olan ödemelerin banka yoluyla yapılması zorunluluğunun getirilmesi de ödemeye dair ispat sorunlarını ortadan kaldıracaktır. Sözü edilen yasal düzenleme, sadece işçinin alacaklı olduğu durumlar için işçi yararına kısıtlamalar öngörmektedir. İşverenin cezai şart ve eğitim gideri talep ettiği yine işçinin vermiş olduğu zararın tazminine dair uygulamalarda ve hatta sebepsiz zenginleşme hükümleri çerçevesinde işçinin işverene borçlu olduğu durumlarda, taraflar, herhangi bir sınırlamaya tabi olmaksızın işçinin borçlarını ibra yoluyla sona erdirebilirler.
Sözü edilen hüküm 01.07.2012 tarihinde yürürlülüğe girecek olup belirtilen tarihten sonra düzenlenen ibra sözleşmeleri için yasal koşulların varlığı aranmalıdır. Başka bir anlatımla 6098 sayılı Borçlar Kanununun yürürlükte olmadığı bir dönem için ibranamenin geçerliliği sorunu, Dairemizin konuyla ilgili ilkeleri çerçevesinde değerlendirilmelidir. Feshi izleyen bir aylık süre içinde ibraname düzenlenememesi ve ödemelerin banka kanalıyla yapılması zorunluluğu 01.07.2012 tarihinden sonra düzenlenecek ibra sözleşmeleri için geçerlidir.
İbra sözleşmesi çalışma ilişkilerinde “ibraname” adıyla yaygın bir uygulama alanı bulmaktadır. İbra sözleşmelerinin geçerliliği sorunu, İş hukukunda “işçi yararına yorum” ilkesi çerçevesinde değerlendirilmiş ve ağırlıklı olarak Yargıtay kararları ışığında bir gelişim izlemiştir.
İşçi emeği karşılığında aldığı ücret ve diğer parasal hakları ile kendisinin ve ailesinin geçimini temin etmektedir. Bu açıdan bakıldığında bir işçinin nedensiz yere işvereni ibra etmesi hayatın olağan akışına uygun düşmemektedir. İş hukukunda ibra sözleşmeleri dar yorumlanmaktadır. İşverenin işçiye olan borçlarının asıl sona erme nedeni ifa olarak ele alınmaktadır. Borcun sona erme şekillerinden biri olan ibra sözleşmelerine İş hukuku açısından sınırlı biçimde değer verilmektedir.
Dairemizin kökleşmiş içtihatları çerçevesinde, iş ilişkisi devam ederken düzenlenen
ibra sözleşmeleri geçersizdir. İşçi bu dönemde tamamen işverene bağımlı durumdadır ve iş güvencesi hükümlerine rağmen iş ilişkisinin devamını sağlamak veya bir kısım işçilik alacaklarına bir an önce kavuşabilmek için iradesi dışında ibra sözleşmesi imzalamaya yönelmesi mümkün olup, Dairemizin kararlılık kazanmış uygulaması bu yöndedir (Yargıtay 9.HD. 15.10.2010 gün, 2008/41165 E, 2010/29240 K.).
İbranamenin tarih içermemesi ve içeriğinden de fesih tarihinden sonra düzenlendiğinin açıkça anlaşılamaması durumunda ibranameye değer verilemez (Yargıtay 9.HD. 5.11.2010 gün, 2008/37441 E, 2010/31943 K).
İbranamenin geçerli olup olmadığı 01.07.2012 tarihine kadar yürürlükte olan 818 sayılı Borçlar Kanununun irade fesadını düzenleyen 23-31. maddeleri yönünden de değerlendirilmelidir. İbra sözleşmesi yapılırken taraflardan birinin esaslı hataya düşmesi, diğer tarafın veya üçüncü şahsın hile ya da korkutmasıyla karşılaşması halinde, ibra iradesinden söz edilemez.
Öte yandan 818 sayılı Borçlar Kanununun 21 inci maddesinde sözü edilen aşırı yararlanma (gabin) ölçütünün de ibra sözleşmelerinin geçerliliği noktasında değerlendirilmesi gerekir.
İbranamedeki irade fesadı hallerinin, 818 sayılı Borçlar Kanununun 31 inci maddesinde öngörülen bir yıllık hak düşürücü süre içinde ileri sürülmesi gerekir (Yargıtay 9.HD. 26.10.2010 gün, 2009/27121 E, 2010/30468 K). Ancak, işe girerken alınan matbu nitelikteki ibranameler bakımından iş ilişkisinin devam ettiği süre içinde bir yıllık süre işlemez.
İbra sözleşmesi, varlığı tartışmasız olan bir borcun sona erdirilmesine dair bir yol olmakla, varlığı şüpheli ya da tartışmalı olan borçların ibra yoluyla sona ermesi mümkün değildir. Bu nedenle, işçinin hak kazanmadığı ileri sürülen bir borcun ibraya konu olması düşünülemez. Savunma ve işverenin diğer kayıtları ile çelişen ibra sözleşmelerinin geçersiz olduğu kabul edilmelidir (Yargıtay 9.HD. 4.11.2010 gün 2008/37372 E, 2010/31566 K).
Miktar içeren ibra sözleşmelerinde ise, alacağın tamamen ödenmiş olması durumunda borç ifa yoluyla sona ermiş olur. Buna karşın kısmi ödeme hallerinde, Dairemizin kökleşmiş içtihatlarında ibraya değer verilmemekte ve yapılan ödemenin makbuz hükmünde olduğu kabul edilmektedir (Yargıtay 9.HD 21.10.2010 gün 2008/40992 E, 2010/39123 K.). Miktar içeren ibranamenin çalışırken alınmış olması makbuz etkisini ortadan kaldırmaz (Yargıtay 9.HD. 24.6.2010 gün 2008/33748 E, 2010/20389 K.).
Miktar içermeyen ibra sözleşmelerinde ise, geçerlilik sorunu titizlikle ele alınmalıdır. İrade fesadı denetimi yapılmalı ve somut olayın özelliklerine göre ibranamenin geçerliliği konusunda çözümler aranmalıdır (Yargıtay 9.HD. 27.06.2008 gün 2007/23861 E, 2008/17735 K.). Fesihten sonra düzenlenen ve alacak kalemlerinin tek tek sayıldığı ibranamede, irade fesadı haller ileri sürülüp kanıtlanmadığı sürece ibra iradesi geçerli sayılmalıdır (Yargıtay HGK. 21.10.2009 gün, 2009/396 E, 2009/441 K).
Yine, işçinin ibranamede yasal haklarını saklı tuttuğuna dair ihtirazi kayda yer vermesi ibra iradesinin bulunmadığını gösterir (Yargıtay 9.HD. 4.11.2010 gün 2008/40032 E, 2010/31666 K).
İbranamede yer almayan işçilik alacakları bakımından, borcun sona erdiği söylenemez. İbranamede yer alan işçilik alacaklarının bir kısmı yönünden savunma ile çelişkinin varlığı ibranameyi bütünüyle geçersiz kılmaz. Savunma ile çelişmeyen kısımlar yönünden ibra iradesine değer verilmelidir (Yargıtay 9.HD. 24.6.2010 gün, 2008/33597 E, 2010/20380 K). Başka bir anlatımla, bu gibi durumlarda ibranamenin bölünebilir etkisinden söz edilebilir. Bir ibraname bazı alacaklar bakımından makbuz hükmünde sayılırken, bazı işçilik hak ve alacakları bakımından ise çelişki sebebiyle geçersizlikten söz edilebilir. Aynı ibranamede çelişki bulunmayan ve miktar içermeyen kalemler bakımından ise borç ibra yoluyla sona ermiş sayılabilir.
İbraname savunması, hakkı ortadan kaldırabilecek itiraz niteliğinde olmakla yargılamanın her aşamasında ileri sürülebilir (Yargıtay HGK. 27.1.2010 gün 2009/9-586 E, 2010/31 K. ; Yargıtay 9.HD. 13.7.2010 gün, 2008/33764 E, 2010/23201 K.).
Somut olayda davacı baskıyla elinden ibraname alındığını iddia etmiştir.
Davalı, ibranamenin davacının gerçek iradesine dayandığını savunmuştur.
Mahkemece, ibraname tartışılmamış olup, ücret alacağı yönünden davacının talep ettiği Aralık 2007 ile 2008 yılı Ocak, Şubat ve Mart aylarına ait ücretlere ilişkin ibraz edilen ücret hesap pusulalarında davacının imzası bulunmadığı gerekçesi ile kabule ilişkin hüküm kurulmuştur.
Ancak dosya kapsamından ve tutulan tutanaktan anlaşıldığı üzere 10.04.2008 tarihinde mal sevkiyat bölümünde yapılan kontrol sırasında irsaliyeli olarak fabrikadan çıkartılan satışı yapılan, kırpıntı tabir edilen malların eksik olarak kayıtlara geçirildiği, kantara tekrar gönderilmesi neticesinde yaklaşık 300 kg fazla malın beyan edilmediği anlaşılmıştır.
Söz konusu tutanak altında davacının imzası olup, yargılama aşamasında bu tutanağın doğru olmadığına dair davacı tarafın bir iddiası da bulunmamaktadır.
Görüleceği üzere davacı tarafından tanzim edildiği anlaşılan bu tutanakta olayın mevcudiyeti kabul edilmiş olup iş sözleşmesinin sonlandırılmasına dair davalı tarafından kendisine baskı yapıldığına dair hiçbir somut beyan yer almamaktadır. Kaldı ki bu tutanağın son paragrafında yer alan şirketin zarar toplamının 15000 TL olduğu anlaşılmakla bu zararın karşılanmasına yönelik senet tesis edilmiştir şeklindeki irade beyanı mahkemece dikkate alınmamış olup davacının söz konusu senet yönünden borçlu olmadığının tespiti ile iptaline ilişkin talebi kanıtlanmadığından reddine karar verildiği anlaşılmıştır.
Davacı olay tarihi olan 10.04.2008 tarihinde "ücretlerini" aldığını ve herhangi bir alacağının kalmadığını beyan ederek ibraname imzalamıştır. Söz konusu ibranamede ayrılma nedeni olarak da istifa belirtilmiştir. İbranamede herhangi bir ihtirazi kayıt bulunmamaktadır.
Dinlenen davacı tanıkları ibranamenin baskıyla alındığına dair beyanda bulunmamışlardır.
Davalı tanıklarının da bu yönde beyanı yoktur.
Mahkemece söz konusu ibranamenin davacının gerçek iradesine dayandığının kabulü ile ibranamenin ücret alacağı açısından da geçerli olduğu kabul edilerek karar verilmelidir.
Mahkemenin geçerli ibranameyi gözetmeksizin yalnızca ücret bordrolarının imzasız olması nedeniyle ücret alacağına karar vermesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebeplerden dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine 25.01.2012 tarihinde karar verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.