1. Hukuk Dairesi 2016/3207 E. , 2019/190 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL- TENKİS
Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil, tenkis davası sonunda, yerel mahkemece davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi ..."nun raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
-KARAR-
Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı miras payı oranında tapu iptal tescil, olmadığı takdirde tenkis istemine ilişkindir.
Davacı, mirasbırakan...’in 6 parsel sayılı taşınmazdaki 42 nolu büro vasfındaki taşınmazını mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla muvazaalı olarak davalıya devrettiğini ileri sürerek dava konusu taşınmazın tapu kaydının iptali ile miras payı oranında adına tesciline, bunun mümkün olmaması halinde tenkisine karar verilmesini istemiştir.
Davalı, satış bedeli olarak eşinin bileziklerini mirasbırakana verdiğini, mirasbırakanın davacıya da taşınmaz temlik ettiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davanın reddine dair verilen karar Dairece ‘’derdestlik itirazına konu olan 2011/708 Esas sayılı davanın, HMK"nun 119. maddesi çerçevesinde dava dilekçesindeki esaslı unsurların eksikliğinden ötürü 30.12.2011 tarihinde reddine karar verildiği ve süresi içerisinde temyiz edilmediği; her ne kadar anılan davada "davanın reddine" şeklinde hüküm kurulmuş ise de, HMK"nun 119/1. maddesinde sayılan eksikliklerin aynı maddenin 2. fıkrası hükmü uyarınca "davanın açılmamış sayılması" hukuki sonucunu doğuracağı ve "davanın reddine" karar verilmesinin değinilen hukuki sonucu ortadan kaldırmayacağı; bu durum karşısında da, 2011/708 Esas sayılı davanın 04.01.2012 tarihinde açılmış bulunan eldeki dava bakımından HMK."nun 114. maddesinin 1. fıkrasının (ı) bendinde belirtilen derdestlik koşulu kapsamında değerlendirilemiyeceği açıktır. Hal böyle olunca, işin esasının incelenmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi yerine, yanılgılı değerlendirme ile yazılı biçimde hüküm kurulması isabetsizdir.’’ gerekçesi ile bozulmuş, bozmaya uyularak yapılan yargılama neticesinde temlikin muvazaalı olduğu gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; mirasbırakanın 09.07.2011 tarihinde öldüğü, geride davacı kızı ...., davalı oğlu...., dava dışı oğlu ... ile kendisinden önce 1995 yılında ölen oğulları ... ve ...’dan olma torunları ...., ..., ...., ..., ... ve ...’ın mirasçı olarak kaldığı, mirasbırakanın 13.10.1993 tarihinde maliki olduğu 7489 ada 6 parsel sayılı taşınmazdaki 42 nolu büro vasfındaki taşınmazın, intifa hakkını üzerinde bırakarak çıplak mülkiyetini davalıya satış suretiyle devrettiği anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere; uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 1.4.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu"nun (TMK) 706., Türk Borçlar Kanunu"nun (TBK) 237. (Borçlar Kanunu"nun (BK) 213.) ve Tapu Kanunu"nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle mirasbırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Somut olayda, davalı tanığı olarak dinlenen dava dışı mirasçı ..., mirasbırakanın dava konusu taşınmazı davalıya yardım etmek amacıyla vermeye karar verdiğini, diğer kardeşlerinin de bunu kabul ettiklerini beyan etmiştir. Öte yandan mirasbırakanın davacı ile birlikte yaşadığı ve ölünceye kadar bakma akdiyle davacıya da pay temliki yaptığı, çocukları ile bir problemi olmadığı, mirasçılarından mal kaçırmasını gerektiren bir nedenin varlığına dair delilde sunulmadığı; mirasbırakanın davaya konu taşınmazı ekonomik durumu iyi olmayan oğlunu koruyup kollamak ve maddi-manevi yardım sağlamak amacıyla devrettiği, mal kaçırma düşüncesiyle hareket etmesi halinde başkaca taşınmazlarını da davalıya devredebilecekken sadece davaya konu olanla yetindiği, anılan temlikin muris muvazaasına dayalı tapu iptali ve tescil davasına konu olamayacağı sonuç ve kanaatine varılmaktadır.
Hal böyle olunca, muvazaa iddiasının kanıtlanamadığı gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile davanın kabulüne karar verilmesi doğru değildir.
Davalının yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK"un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 16.01.2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.