3. Hukuk Dairesi 2017/5720 E. , 2019/3751 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :SULH HUKUK MAHKEMESİ
Taraflar arasındaki tazminat davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davacı tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
Y A R G I T A Y K A R A R I
Davacı, ... mevkiinde Hazineye ait toplam 276.000 m2 arazide balık yetiştiriciliği yapmak üzere hazırladığı projenin, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından 29/12/2003 tarih ve 19554 sayılı işlemle onaylanması üzerine, bu proje kapsamında faaliyet göstermek üzere yetkili kurum olan ....İl Özel İdaresi ile aralarında 15 senelik kira sözleşmesi akdedildiğini, 2004 yılında yapılan sözleşmenin.... İl Özel İdaresi tarafından 06/07/2010 tarih ve 237 sayılı yazı ile haksız yere feshedildiğini, bunun neticesinde zarara uğradığını belirterek dava konusu sözleşmenin idare tarafından haksız olarak feshedildiğinin tespiti ile uğramış olduğu yatırım masrafları ile birlikte mahrum kalınan kar ve diğer tüm zararların tespiti ile şimdilik 5.000,00 TL tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalılardan Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, yargı yolu itirazında bulunarak davanın reddine karar verilmesini istemiş, diğer davalı ise; zamanaşımı ve yetki itirazlarının olduğunu belirterek dava konusu yerin davacı şirket yetkilisi tarafından rızaen tahliye edildiğinden davanın reddine karar verilmesini dilemiştir.
Mahkemece; talebe konu mevcut ve müspet zararla birlikte yoksun kılınan karın tespit edilemediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir.
1- Davacının davalılardan Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı hakkındaki hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde; davacı, davaya konu olan ve kira sözleşmesinin konusu haline gelen yerin Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından verilen onay ve izin sonrası kiralandığını belirterek dava açmış ve ilgili Bakanlık davalı gösterilmiştir.
Bir kamusal görevin kusurlu tertibi, yanlış düzenlenmesi kötü yürütülmesi sonucunda doğan zarar, hukuki nitelikçe hizmet kusurundan doğan zarar niteliği taşımaktadır. 11/02/1959 tarih ve 17/15 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nda belirtildiği üzere; bir kamu kurumunun görevlerinden olan bir işi yapmayı kararlaştırması idari bir karar olduğu gibi bu kararı yerine getirmek üzere plan ve projeler yapıp o plan ve projeler gereğince iş görmesi de idari kararın neticesi olan birer idari eylemdir. Kamu yasaları uyarınca “sit kararı” alınmış olması idari işlem niteliğindedir. Kamusal görevin hiç veya gereği gibi yerine getirilmemesi hizmet kusuru niteliğindedir.
İdare’nin işlemi ya da eylemi nedeni ile doğan zararlardan dolayı; İdari Yargılama Usulü Yasası’nın 2/1-b maddesi gereğince İdare’ye karşı, idari yargı yerinde tam yargı davası açılması gerekir. Görev sorunu, açıkça veya hiç ileri sürülmese de kendiliğinden dikkate alınır. Açıklanan nedenle adı geçen davalı yönünden yargı yolu bakımından davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile ret kararı verilmiş olması doğru değildir.
2-Davacının kar kaybına ve taşınmaza yapılan faydalı ve zorunlu masraflara yönelik temyiz itirazına gelince; Türk Borçlar Kanunu’nun 112. maddesine göre alacaklının, borçludan borcun hiç veya gereği gibi ifa edilmemesi nedeniyle tazminat isteyebilmesi için, bu yüzden bir zarara uğramış olması gerekir. Sözleşmeden kaynaklanan zarar müspet zarar olacağı gibi, menfi zarar da olabilir.
Müspet zarar; borçlu edayı gereği gibi ve vaktinde yerine getirseydi alacaklının mameleki ne durumda olacak idiyse, bu durumla eylemli durum arasındaki farktır. Diğer bir anlatımla, müspet zarar, sözleşmenin hiç veya gereği gibi yerine getirilmemesinden doğan zarardır kuşkusuz kâr mahrumiyetini de içine alır. Kâr kaybı, kardan mahrum kalma karşılığı meydana gelen zarardır. Aslında kâr kaybı açısından kârdan yoksun kalan tarafın malvarlığında fesihten önce ve sonra bir değişiklik yoktur. Burada kârdan yoksun kalan, fesih yüzünden mal varlığında ileride meydana gelecek çoğalmadan mahrum kalır. Kâr kaybı zararının müspet zarar kapsamında bulunduğu şüphesizdir.
Taraflar arasında düzenlenen 02.04.2004 başlangıç tarihli ve onbeş yıl süreli kira sözleşmesinin süresi bitmeden 01.06.2010 tarihinde davalı tarafından feshedilerek, davacının dava konusu yerden 30.12.2010 tarihinde tahliye edildiği tartışmasızdır. Sözleşmeye bağlılık ilkesi uyarınca taraflar akdettikleri sözleşmedeki hüküm ve koşullar ile bağlı olup kural olarak akdin süresinden önce feshi mümkün değildir. Aksi durumda haklı bir neden olmaksızın sözleşmeyi fesheden tarafın giderim yükümlülüğü doğar. Kiraya verenin ruhsatın iptaline neden olması bu kapsamda sözleşmenin ihlali niteliğindedir. Bu durumda davalı kiraya verenin tazminat sorumluluğu bulunmakta olup sözleşmeden dönmeyen kiracı, haksız fesih nedeniyle kiraya veren davalıdan kar kaybı zararı adı altında bir miktar paranın kendisine ödenmesini isteyebilecektir. Ancak kar kaybının hesabında kiracının aynı şartlarla bir yeri kiralaması için gereken makul süre tespit edilip bu süre içindeki kiracı karının ne olabileceği tespit edilip mahrum kalınan karın belirlenmesi gerekmektedir. Ayrıca, iki taraflı sözleşmelerin karşı tarafça haksız feshedildiği hallerde Türk Borçlar Kanunu’nun 125. madde hükmü gereğince kâr kaybı zararına uğrayan tarafın isteyebileceği zararın saptanmasında kıyasen yine aynı Kanun’un 325. maddesi hükmünde gösterilen kesinti yönteminin uygulanması gerekir. Bu yönteme göre kâr kaybı ise sözleşme ifa ile bitse idi zarar görenin elde etmesi muhtemel bütün gelirlerden yapması gereken bilcümle zorunlu harcama kalemleri ile sözleşme süresinden evvel feshedildiğinden süresinden evvel fesih nedeniyle
sağladığı yani tasarruf ettiği haklar ve yine bu süre içerisinde başka işten sağlayacağı veya kasten sağlamaktan kaçındığı kazanç miktarları toplamı indirilerek bulunur. Elde edilecek fark miktara da net kâr denilir. Bu yönteme uygun kâr kaybı zararı hesaplanırken davacının davalıya ödemesi gereken kira paraları da elbette davacının yapması zorunlu giderler içindedir.
Olayımızda, kar mahrumiyeti bedeli belirlenirken hükme esas alınan bilirkişi raporu denetime elverişli ve ayrıntılı düzenlenmemiştir. Mahkemece yukarıda açıklandığı şekilde öncelikle davacı şirketin kiralananda yaptığı iştigal konusuna ilişkin sektör çalışanı uzman bir bilirkişinin de bulunduğu bilirkişi heyeti oluşturulmak suretiyle emsal işletmelerin ekonomik faaliyetleri de dikkate alınarak kiracının aynı şartlarla başka bir yeri kiralaması için gereken makul süre tespit edilip bu süre içindeki kiracı karının ne olabileceği tespit edilip mahrum kalınan karın belirlenmesi ve daha sonra TBK’nun 125. madde hükmü gereğince kâr kaybı zararına uğrayan tarafın isteyebileceği zararın saptanmasında kıyasen yine aynı Kanun’un 325. maddesi hükmünde gösterilen kesinti yönteminin uygulanması ve hakim tarafından belirlenen bu mahrum kalınan kar üzerinden hakkaniyete uygun bir indirim yapılması gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm verilmesi doğru değildir.
Öte yandan yerleşik uygulama, kiracının kiralanana yaptığı faydalı ve zorunlu masrafların yapıldığı tarih itibariyle TBK’nun 530. maddesi kapsamında vekaletsiz iş görme hükümlerine göre davalı kiraya verenden isteme hakkı olduğu yönündedir. Kural olarak bu gibi zorunlu ve faydalı masrafların kira sözleşmesinin başlangıcında yapılmış olduğu kabul edilmektedir. Kiralananın tahliyesi sonunda kiralayan bunları benimsemiş ve kiracı aleyhine sebepsiz zenginleşme meydana gelmiştir. Kiraya verenin sorumluluğu faydalı imalatların imal tarihindeki değerinden yıpranma payı düşülmek suretiyle bulunacak değer kadardır. Bu durumda davacı kiracı tarafından fiziken kiralanan sahada yapılan zorunlu ve faydalı imalatların neler olduğu açıklattırılarak gerekirse yerinde yeniden keşif yapılıp buna ilişkin tüm delillerin değerlendirilmek suretiyle yapılan zorunlu ve faydalı masraflar tespit edilerek, ilgili imalatların imalat tarihi itibariyle yıpranma payı düşülmüş bedellerinin kalan kira süresi ile orantılı olarak tespiti ile sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken; eksik araştırma ve inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Yukarıda 1 ve 2 nolu bentte açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK"nun geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK’nun 440.maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren 15 günlük süre içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 24.04.2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.