10. Hukuk Dairesi 2020/11657 E. , 2021/2448 K.
"İçtihat Metni"Mahkemesi :Asliye Hukuk (İş) Mahkemesi
...
Dava, iş kazasında sürekli iş göremezliğe uğrayan sigortalının maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.
Mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama neticesinde ilamında belirtilen gerekçelerle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Hükmün davalı Türkiye Şeker Fabrikaları AŞ vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi ... tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
1- Dosyadaki yazılara, toplanan delillere ve hükmün dayandığı gerektirici sebeplerle temyiz kapsam ve nedenlerine göre, davalı Türkiye Şeker Fabrikaları AŞ vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2- Mahkemenin, Yargıtay Dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak, yine, o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğü doğar. “Usuli kazanılmış hak” olarak tanımlayacağımız bu olgu; mahkemeye, hükmüne uyduğu Yargıtay bozma kararında belirtilen çerçevede işlem yapma ve hüküm kurma zorunluluğu getirdiği gibi, mahkemenin kararını bozmuş olan Yargıtay Hukuk Dairesince; sonradan, ilk bozma kararı ile benimsemiş olduğu esaslara usuli kazanılmış hakka aykırı bir şekilde, ikinci bir bozma kararı verilememektedir (09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı, Hukuk Genel Kurulu’nun 12.07.2006 gün, 2006/9-508 E., 2006/521 sayılı Kararı).
Mahkemenin, Yargıtay’ın bozma kararına uyması ile bozma kararı lehine olan taraf yararına bir usuli kazanılmış hak doğabileceği gibi, bazı konuların bozma kararı kapsamı dışında kalması yolu ile de usuli kazanılmış hak gerçekleşebilir. (Prof. Dr. Baki Kuru, Usuli Müktesep Hak (Usule İlişkin Kazanılmış Hak) Dr. A. Recai Seçkin’e Armağan, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları No. 351 Ankara, 1974, sayfa 395 vd.)
Yargıtay tarafından bozulan bir hükmün bozma kararının kapsamı dışında kalmış olan kısımları kesinleşir. Bozma kararına uymuş olan mahkeme kesinleşen bu kısımlar hakkında yeniden inceleme yaparak karar veremez. Bir başka anlatımla, kesinleşmiş bu kısımlar, lehine olan taraf yararına usuli kazanılmış hak oluşturur. (04.02.1959 gün ve 13/5 sayılı YİBK).
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunun 55. Maddesinde ise “Destekten yoksun kalma zararları ile bedensel zararlar, bu Kanun hükümlerine ve sorumluluk hukuku ilkelerine göre hesaplanır. Kısmen veya tamamen rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemeleri ile ifa amacını taşımayan ödemeler, bu tür zararların belirlenmesinde gözetilemez; zarar veya tazminattan indirilemez.” hükmüne yer verilmiştir.
Adalet Komisyonu"nun 55. madde gerekçesine göre; “sosyal güvenlik ödemelerinin, denkleştirme (indirim) işlevi görebilmesi, onun sorumluluğu doğuran olaya sebebiyet verenlere rücu edilebilmesine bağlıdır. Bu kural gereği, rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemeleri; teknik arıza, tam kaçınılmazlık hallerindeki ödemeler, bu tazminatlardan indirilemez. Bağlanan gelirlerin, işçinin kusuru ve kaçınılmazlık gibi nedenlerle rücu edilemeyen kısmı da indirilemez. Bir kısmı rücu edilemeyen miktar dahi denkleştirilemeyeceği gibi, zarar görenin kusuruna (müterafik kusura) yansıyan sosyal güvenlik ödemeleri, tahsis tarihinden sonra meydana gelen sosyal güvenlik ödemelerindeki artışlar, kısmi kaçınılmazlık ve teknik arıza halindeki ödemeler ve benzerleri rücu edilemediğinden bu miktarlar dahi denkleştirilemez.”
Öte yandan, 6101 sayılı Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanun 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Kanunun 2. maddesine göre “Türk Borçlar Kanununun kamu düzenine ve genel ahlaka ilişkin kuralları, gerçekleştirildikleri tarihe bakılmaksızın bütün fiil ve işlemlere uygulanır” Dairemizin ve giderek Yargıtay"ın yerleşmiş görüşleri, Kurumca bağlanan gelirlerin peşin sermaye değerinin ve geçici iş göremezlik ödeneklerinin hesaplanan zarardan indirilmesi, Kurumun rücu hakkının korunması ve mükerrer ödemeyi önleme ilkesine dayandığından, kamu düzenine ilişkin olarak kabul edilmiştir. Kaldı ki, 6098 sayılı Kanunun 55. maddesi de emredici bir hükme yer verdiğinden gerçekleştiği tarihe bakılmaksızın tüm fiil ve işlemlere uygulanmalıdır.
Anayasa Mahkemesinin 21.03.2007 gün ve 26649 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan 23.11.2006 gün ve E: 2003/10, K: 2006/106 sayılı Kararı ile 26. maddedeki “sigortalı veya hak sahibi kimselerin işverenden isteyebilecekleri miktarla sınırlı olmak üzere...” bölümünün Anayasaya aykırılık nedeniyle iptaline karar verilmiştir. 26. maddedeki anılan cümlenin iptali ile Kurumun rücu hakkının yasadan doğan kendine özgü ve sigortalı yada hak sahiplerinin hakkından bağımsız basit rücu hakkına dönüşmüş olması karşısında, rücu davasında, ilk peşin değerli gelirin tazmin sorumlularının kusuruna isabet eden miktarla sınırlı şekilde hüküm kurulması gerekir.
Anayasa Mahkemesinin iptal kararının gerekçesinde, açıkça gelirlerde meydana gelen artışların istenemeyeceği belirtilmiştir.
Bu nedenle, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra 26. maddeye dayanılarak açılan rücu davalarında artışlar istenemeyeceğine göre, böyle bir ibare bulunmayan 10. maddeye dayanan rücu davalarında da gelirlerdeki artışların istenemeyeceği açıktır. HGK.19.03.2008 gün ve 2008/10-254E.-2008/266 K. sayılı Kararı da bu yöndedir.
Eldeki davada mahkemece verilen 11/12/2014 tarihli bir önceki kararın davalı tarafça temyiz edilmesi üzerine, 21. Hukuk Dairesi’nin 14/03/2016 tarih ve 2015/10359 E- 2016/4141 K sayılı ilamıyla “Somut olayda iş kazası olduğu iddia olunan olayın Sosyal Güvenlik Kurumuna bildirilip bildirilmediğinin anlaşılamadığı, zararlandırıcı olayın iş kazası niteliğinde olup olmadığının tespitinin ön sorun olduğu, bu nedenle davacıya iş kazasını Sosyal Güvenlik Kurumuna ihbarda bulunmak, olayın Kurumca iş kazası olarak kabul edilmemesi halinde ise Sosyal Güvenlik Kurumuna ve hak alanını etkileyeceğinden işveren aleyhine “iş kazasının tespiti” davası açması için önel verilmesi, Kurumca olayın iş kazası olduğunun kabul edilmesi halinde ise davacının Kuruma müracaat ederek iş kazası sigorta kolundan gelir bağlanması için önel verilmesi, aynı zamanda davacının sürekli iş göremezlik oranının Kurumdan sorulmadığı, Adli Tıp 3. İhtisas Kurulundan rapor alınmakla yetinildiği belirtilerek, davacı sigortalının sürekli iş göremezlik oranının tespit edilip edilmediğini Sosyal Güvenlik Kurumundan sorulması, Kurumdan gelecek belgelere göre sürekli iş göremezlik oranına ilişkin çelişki oluşması halinde ise prosedüre göre sürekli iş göremezlik oranın kesinleştirilmesine işaret edilerek” bozma kararı verilmiştir. Bozmaya uyularak yapılan yargılamada, 02/04/2008 tarihinde gerçekleşen iş bu davaya konu olayın Kurum tarafından iş kazası olarak kabul edildiği, bozmadan önceki kabule göre davacının sürekli iş göremezlik oranı Adli Tıp 3. İhtisas Kurulu tarafından 29/02/2012 tarihli raporunda %41 olarak kabul edilmişken, bozmadan sonra kurum sağlık kurulundan alınan 23/10/2017 tarihli rapora göre ise %45,2 olarak tespit edildiği ve bu oranının Adli Tıp 2. Üst Kurulundan alınan 02/05/2019 tarihli raporla doğrulandığı anlatılmıştır. Aynı zamanda bozmadan önce hükme esas alınan 11/09/2014 tarihli hesap raporunda davacının %41 oranındaki sürekli iş göremezlik oranı üzerinden hesap yapılıp, işlemiş (bilinen) devre sonu olarak 31/12/2014 tarihi esas alınmak ve kurumca bağlanan gelirin rücuya kabil kısmı tenzil edilmemek suretiyle davacının maddi tazminat alacağı 71.979,89 TL olarak hesap edilmiş iken; bozmadan sonra hükme esas alınan 17/12/2019 tarihli raporda, sürekli iş göremezlik oranı olarak %45,2 oranı esas alınıp, işlemiş (bilinen) devre sonu olarak 31/12/2019 tarihi esas alınmak suretiyle kurumca bağlanan %45,2 üzerinden ilk peşin sermaye değerli gelir ile geçici iş göremezlik ödeneğinin rücuya kabil kısmının bu hesaptan tenzil edilmek suretiyle, davacının maddi tazminat alacağının 92.357,69 TL olarak hesap edildiği, mahkemece verilen son kararda da iş bu hesaba itibar edilerek, ama taleple bağlı kalmak suretiyle 71.979,89 TL olarak belirlendiği anlaşılmıştır.
Bu açıklamalar doğrultusunda mahkemece yapılacak iş, davacının mahkemece verilen bir önceki kararı temyiz etmemiş olması nedeniyle, o kararda esas alınan verilerin davalı lehine usuli kazanılmış hak oluşturacağı dikkate alınarak, maddi tazminatın hesabında bir önceki kararda esas alınan 11/09/2014 tarihli hesap raporundaki maluliyet oranını %41 işlemiş (bilinen) devre sonunu ise o raporda esas alınan 31/12/2014 tarihi olarak esas almak suretiyle maddi tazminat alacağını hesaplatmak, işaret olunan işlemiş (bilinen) devreden sonra yürürlüğe giren asgari ücretteki farkları rapora yansıtmamak, öte yandan davacıya kurumca %45,2 düzeyindeki sürekli iş göremezlik oranı üzerinden gelir bağlanmış ise de; davacının iş bu davada hesaba esas sürekli iş göremezlik oranının %41 olduğunu dikkate alarak bu oran üzerinden bağlanması gereken gelirin ilk peşin sermaye değerini tespit ederek, yapılacak hesaptan geçici iş göremezlik ödeneği ile beraber bu gelirin rücuya kabil kısmını tenzil etmek suretiyle davacının maddi tazminat alacağı hakkında bir karar vermekten ibarettir.
Mahkemece, açıklanan bu maddi ve hukuki esaslar gözetilmeden yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı biçimde hüküm kurulmuş olması, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davalı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davalıya iadesine, 02/03/2021 gününde oybirliğiyle karar verildi.