1. Hukuk Dairesi 2017/4434 E. , 2020/3008 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ:ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ: TAPU İPTALİ VE TESCİL-TAZMİNAT
Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı vekili tarafından yasal süre içerisinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 23.06.2020 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davalı vekili Avukat ... ile temyiz edilen davacılar vekili Avukat ... geldiler, duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:
-KARAR-
Dava, inançlı işlem hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.Davacılar, davacı ... ... Ticaret A.Ş."nin 1764 ada 37 parsel sayılı taşınmazdaki 1/2 payını, şirketin ekonomik sıkıntıya girmesi nedeniyle emaneten davalıya devrettiğini, davalının da talep halinde taşınmazın davacı şirket yetkilisi davacı ..."ya devrini kabul ettiğini, bu hususun taraflar arasında akdedilen 05.06.2009 tarihli sözleşme ile de belirlendiğini, ancak davalının taşınmazı iadeye yanaşmadığını ileri sürerek, 1764 ada 37 parseldeki 2, 4 ve 12 nolu bağımsız bölümlerin 1/2 paylarının tapu kayıtlarının iptali ile adlarına tesciline, olmadığı takdirde tazminata karar verilmesini istemişler, 10.06.2014 tarihli dilekçeleri dava konusu parselde yer alan 11 nolu bağımsız bölümün sehven eksik gösterildiğini belirterek anılan bağımsız bölümün 1/2 payının da dava konusu olduğunu belirtmişlerdir.
Davalı, dava konusu taşınmazdaki 1/2 payı ...Ticaret A.Ş."den 30.06.2009 tarihinde satın aldığını, 05.06.2009 tarihli sözleşmedeki imzanın da kendisine ait olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden; 1764 ada 137 parselin tamamı Ziraat Bankası A.Ş., adına kayıtlı iken 30.06.2009 tarihinde 1/2"şer paylar ile İnci Saat Telekom Elektronik Pazarlama A.Ş., ile davacı ...Ticaret A.Ş."ye, davacı ... Ticaret A.Ş.,’yi temsilen davacı ...’nın 30.06.2009 tarihinde 1/2 payını davalı ..."a, ...Telekom Elektronik Pazarlama A.Ş.,’nin 1/2 payını, 1/4"er pay ile 15.1.2010 tarihinde ...ve ..."ya satış suretiyle devrettiği, taşınmaz üzerinde 22.6.2010 tarihinde tesis edilen kat mülkiyetinin 28.12.2010 tarihinde terkin edildiği 14.01.2011 tarihinde kat irtifakı tesis edilerek 2, 4, 11, 12 ve 14 bağımsız bölümlerin davalı ... Unsuz adına tescil edildiği, davacı ... ile davalı ... arasında düzenlenen 05.06.2009 tarihli sözleşme başlıklı belge ile ...’un 1764 ada 347 parselde kayıtlı taşınmaz üzerindeki ...Tic A.Ş."ye ait olan %50 mülkiyet hakkını emaneten devralacağının düzenlendiği, Adli Tıp Kurumu, Fizik İhtisas Dairesi Adli Belge İnceleme Şubesi’nin 30.06.2015 tarihli raporuna göre inceleme konusu 05.06.2009 tarihli belgede ..."a atfen atılı imzanın ..."un eli ürünü olduğu ya da olmadığı yönünde bir tespite gidilemediğinin tespit edildiği anlaşılmaktadır. Bilindiği üzere; inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek ve iade edilmek üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar.Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır. Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır.
Uygulamada mesele, 05.02.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir.Söz konusu kararda; eski hukuka göre mümkün ve geçerli olan muvazaa ve nam-ı müstear iddialarının, Medeni Kanunun yürürlüğünden sonra taşınmaz mallar hakkında dinlenip dinlenemeyeceği tartışılmıştır. Anılan kararda; çeşitli sebep ve amaçlarla bir taşınmaz kaydına gerçek malik yerine başka bir nam ve bir sözleşmede akitlerden biri yerine üçüncü bir şahsın gösterilmesinin mümkün olduğu, bu gibi hallerde vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına yaptığı tasarruflarda olduğu gibi hukuki bir durum veya herhangi bir maksatla üçüncü şahıslardan gerçeği gizleme gayesi güdülebileceği, “kötüniyetli ve haksız gizlemeler” dışında, belirtilen olasılıklara göre açılacak bir davanın, gerçekten, ya mevcut bir hakka dayanarak bir el değiştirme veya bir hakkın korunması niteliğini taşıyacağı; bu durumun da, temsil ve vekalet ilişkisinde, mülkiyette halefiyet esası olarak kabul edilmiş bir husus olup, halefiyeti düzeltme amacıyla öncelikle mülkiyetin vekile aidiyeti düşünülse bile, temsil hükümlerine aykırı olduğundan bunun korunması ve devamına hükmolunamayacağı, zira TBK"nin 509. maddesindeki “Vekilin, kendi adına ve vekâlet veren hesabına gördüğü işlerden doğan üçüncü kişilerdeki alacağı, vekâlet verenin vekile karşı bütün borçlarını ifa ettiği anda, kendiliğinden vekâlet verene geçer.” hükmünün bu düşünceyi doğruladığı, öte yandan gerek taşınır, gerek taşınmaz mallara ilişkin olsun nam-ı müstear hadiselerinde, meselenin bir istihkak ve mülkiyet davası niteliğini geçemeyeceğinden, ne resmi senet, ne de şekil meselesinin bahse konu olamayacağı, meselenin akitte ve isimde muvazaayı kapsamına alan TBK"nin 19. maddesi kapsamında düşünülmesinin kanunun amacına uygun düşeceğine, değinildikten sonra sonuçta, nam-ı müstear davalarının dinlenebilir ve yazılı delil ile ispatının mümkün olduğuna, hükmolunmuştur.İçtihadı Bileştirme kararlarının konularıyla sınırlı, sonuçlarıyla bağlayıcı bulunduğu tartışmasızdır. Nam-ı müstear için düzenleme getiren 1947 tarihli kararın, teminat amacıyla temlike dair inanç sözleşmelerini kapsadığı da kuşkusuzdur. Uygulamada anılan sözleşmeler gerek özü, gerek işleyişi açısından, genelde muvazaa, özelde ise nam-ı müstear başlıkları altında nitelendirilegelmektedir.Belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararında da değinildiği üzere; inanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları bağlayıcı, diğer yandan, mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi açısından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmelerdir. Bu durumda koşulların oluşması halinde taşınmaz mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı kabul edilmelidir. İçtihadı Birleştirme kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların ispatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi gereklidir. Bunun dışındaki bir kabul, hem İçtihadı Birleştirme kararının kapsamının genişletilmesi, hemde taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz.Hemen belirtilmelidir ki, davacı ... ile davalı ... arasında yapılan 05.06.2009 tarihli “sözleşmedir” başlıklı belgedeki davalı ...’a atfen atılı imzanın Abdurrahman’a aidiyetinin tespit halinde, anılan belgenin 05.02.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca inançlı işlemin belgesi niteliğinde olduğu tartışmasızdır.Somut olayda, hükme esas alınan Adli Tıp Kurumu Fizik İhtisas Dairesinin 05.06.2009 tarihli raporunda, “sözleşmedir” başlıklı belgedeki davalı ...’a atfen atılı imzanın davalı ...’ın eli ürünü olup olmadığının tespit edilemediği bildirilmiş olup, rapor kanaat verici nitelikte bulunmamasına rağmen yeni bir uzman raporu temini yoluna gidilmemiş, ayrıca 05.06.2009 tarihli belgede 1764 ada 347 parselden sözedildiği, dava konusunun ise 1764 ada 37 parsel olmasına rağmen, sözleşmede belirtilen 1764 ada 347 parselin tapu kaydı getirtilmemiş, anılan belgedeki parselin dava konusu 1764 ada 37 parsel olup olmadığı da saptanmamıştır.
Öte yandan, davacı taraf dava dilekçesinde 1764 ada 37 parseldeki 11 nolu bağımsız bölüm yönünden istekte bulunmamış, 10.6.2014 tarihli dilekçesi ile 11 nolu bağımsız bölümün de dava konusu olduğunu belirterek maddi hatanın bu şekilde giderilmesini istemiş ise de; HMK"nun 183.maddesinde ancak açık yazı ve hesap hataları yönünden maddi hata düzeltim talebinde bulunabileceği düzenlemesi karşısında, dava konusu edilmeyen bir şeyin maddi hata düzeltme dilekçesi ile dava konusu haline getirilmesine yasal açıdan olanak bulunmadığı, bu bağlamda 11 nolu bağımsız bölüm yönünden usulünce açılmış bir dava olmadığı gözetilmeksizin, 11 nolu bağımsız bölüm yönünden hüküm kurulması da doğru olmamıştır.Hal böyle olunca; 05.06.2009 tarihli “sözleşmedir” başlıklı belgedeki imzanın davalının eli ürünü olup olmadığı hususunda grafoloji alanında uzman üç kişilik bilirkişi heyetinden rapor alınması, anılan belgedeki 1764 ada 347 parselin tedavüllü tapu kaydının getirtilmesi, dava konusu parselle ilişkisinin saptanması, soruşturmanın eksiksiz tamamlanması ve hasıl olacak sonuca göre bir hüküm kurulması, 11 nolu bağımsız bölüm yönünden açılmış bir dava bulunmadığının gözetilmesi gerekirken noksan soruşturma ile yetinilmek suretiyle yazılı olduğu şekilde karar verilmesi doğru değildir.Davalının yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK"un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 02.01.2020 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 2.540.00. TL. duruşma vekâlet ücretinin temyiz edilenden alınmasına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 23.06.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.