Esas No: 2020/3077
Karar No: 2020/5741
Karar Tarihi: 19.10.2020
Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 2020/3077 Esas 2020/5741 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
Davacı ... ile davalı ... vd. aralarındaki kişisel eşyanın iadesi davasına dair ... 17. Aile Mahkemesi’nden verilen 28/02/2019 günlü ve 2017/183 E.-2019/201 K. sayılı hükmün bozulması hakkında dairece verilen 24/12/2019 günlü ve 2019/3543 E.-2019/10480 K. sayılı ilama karşı davacı vekili tarafından kararın düzeltilmesi istenilmiştir.
Düzeltme isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
Y A R G I T A Y K A R A R I
Davacı, davalılar ile evlilik öncesinde 25.09.2003 tarihli sözleşmenin imzalandığını, sözleşmede yazılı olan çeyiz eşyalarının müşterek eve getirildiğini, ziynet eşyalarının ise kayınpederi ve kayınvalidesi olan davalılar ... ve ... tarafından saklanmak amacıyla alındığını, eşi olan davalı ... tarafından evden kovulması nedeni ile çeyiz eşyalarını alma fırsatını bulamadığını, sözleşme uyarınca davalıların boşanma halinde belirtilen ziynet ve çeyiz eşyalarının o günkü rayiç değerlerinin ödenmesini taahhüt ettiklerini ileri sürerek; ziynet ve çeyiz eşyalarının aynen iadesini, aynen iadesinin mümkün olmaması halinde fazlaya dair hakkı saklı kalmak kaydıyla, ziynet ve çeyiz eşyalarının dava tarihindeki rayiç bedelinin faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalılar, davanın yetkisiz mahkemede açıldığını zira tarafların imzaladıkları sözleşmede yetkili mahkemenin ...mahkemeleri olarak belirlendiğini, sözleşmede yazılı çeyiz ve ziynet eşyalarının 2003 yılında davacıya teslim edildiğini ve bu hususun sözleşme içeriği ile sabit olduğunu, davacı ve eski eşi olan davalılardan Hacı"nın çalışmaması nedeniyle giderlerini ziynet eşyalarını satarak karşıladıklarını savunarak, davanın reddini dilemişlerdir.
Mahkemece, davaya konu sözleşmenin 25.09.2003 tarihinde düzenlendiği, davacı ile davalılardan ..."ın 21.09.2005 tarihinde evlendiği, sözleşmenin niteliği ve içeriği göz önüne alındığında Türk Borçlar Kanunu kapsamında değerlendirilebileceği, bu haliyle davanın değeri göz önüne alındığında görevli mahkemenin Asliye Hukuk Mahkemesi olduğu gerekçesiyle; davanın görev yönünden reddine karar verilmiş, hükmün davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine Dairemiz 27.12.2016 T. 2016/22470 E. 2016/16674 K. sayılı ilamı ile, “...Hal böyle olunca, mahkemece; kişisel eşyaların iadesi istemine ilişkin davanın, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun İkinci Kitabından (md. l18 ila 395) kaynaklanması nedeniyle Aile Mahkemesinde görülmesi gerektiğinin gözetilmesi ve uyuşmazlığın esasının incelenmesi gerekirken, yanılgılı gerekçe ile davanın görev yönünden reddine karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırıdır.” gerekçesi ile bozmuştur.
Mahkemece, bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda davanın kabulüne, dava konusu 11 adet 22 ayar burma bilezik (24.528,00TL), 1 takım 22 ayar düğün seti (8.500,00TL), 2 çift 14 ayar küpe (704,00TL), 1 adet kol saati (300,00TL), 1 adet 14 ayar yüzük (440,00TL) nin davalıdan alınarak davacıya aynen iadesine, aynen iadenin mümkün olmaması halinde ise ziynet eşyalarının değeri olan 34.472,00TL nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan alınarak davacıya verilmesine, dava konusu 1 adet yün yatak (100,00 TL),3 adet atlas marka halı (750,00TL), 4 adet yün yorgan (400,00TL), 5 adet yün yastık (250,00TL), 3 adet battaniye (150,00TL), 1 yatak odası takımı (500,00TL), 1 adet singer dikiş makinası (400,00TL), 1 takım mutfak takımı (500,00TL), 1 adet arçelik fırın (350,00TL), 1 adet çeyiz sandığı (100,00TL) 1 adet ütü (75,00TL ) ve 1 adet dörtlü sehpa (80,00TL)" nin davalıdan alınarak davacıya aynen iadesine, aynen iadenin mümkün olmaması halinde ise çeyiz eşyalarının değeri olan 3.655,00 TL"nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiş, hükmün davalılar vekilince temyiz edilmesi üzerine Dairemiz 24/12/2019 günlü ve 2019/3543 E.-2019/10480 K. sayılı ilam ile “...1- Davalılar, davanın yetkisiz mahkemede açıldığını zira tarafların imzaladıkları sözleşmede yetkili mahkemenin ...mahkemeleri olarak belirlendiğini ileri sürerek süresinde verdikleri cevap dilekçesinde yetki itirazında bulunmuş, mahkemece yapılan yargılamada ise bu husus değerlendirilmeksizin hüküm kurulmuştur. Mahkemece davanın taraflarının tüm talepleri hakkında karar vermek zorunluluğu bulunmaktadır. Davalının yetki itirazı değerlendirilmeden hüküm kurulması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.
Kabule göre ise;
a. ...Somut olayda; davacının davayı 14.575TL bedel üzerinden açtığı ve bu kısma ilişkin harç yatırmadığı ancak bu hususun hükümle birlikte tamamlanabilir nitelikte olduğundan bozma sebebi yapılmadığı, dairemiz bozması sonrası bozmaya uyularak yapılan yargılamada 23.10.2018 tarihinde ıslah dilekçesi vererek davayı 38.127TL ye ıslah ettiği, mahkemece, bozmaya uyularak yapılan yargılama neticesinde, davacı vekilinin 23.10.2018 havale tarihli ıslah dilekçesi dikkate alınmak suretiyle hüküm tesis edildiği anlaşılmıştır.
Hal böyle olunca, mahkemece; bozma sonrası ıslah edilen miktar üzerinden yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiştir.
b. ....Somut olayda mahkemece; hükümde aynen iadesine karar verilen bir kısım ziynetler yönünden tek tek değerlerinin belirtilmediği bir kısım ziynetler yönünden ise cins, nitelik, miktar ve değerlerinin yazılmadığı görülmüştür. Karar bu hali ile açık ve infaza elverişli olmayıp, davalının infaz sırasında seçimlik hakkını (aynen iade veya bedeli tercih etmesi) bertaraf edici niteliktedir. Bu sebeple infazda tereddüt yaratacak şekilde HMK"nın 297. maddesine aykırı hüküm tesisi doğru görülmemiştir.
c. ....Somut olayda; davacının bir tanesi gerdanlık setinin içindeki 1 tanesi de ayrıca olmak toplamda 2 çift küpe talep ettiği, ancak mahkeme tarafından bu husus dikkate alınmaksızın 1 adet takıma hükmedilmekle beraber 2 adet ayrıca küpeye hükmedilmiş, davacı lehine toplamda 3 çift küpeye hükmederek talepte aşım gerçekleştirilmesi doğru görülmemiştir.
2- Bozma nedenine göre, davalıların sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir.” gerekçeleri ile bozulmasına karar verilmiş, kararın düzeltilmesi davacı vekili tarafından talep edilmiştir. Her ne kadar bozma ilamımızda davacı yönünden karar düzeltme yolunun kapalı olduğu belirtilmiş ise de, karar düzeltme yolunun davacı yönünden de açık olduğu anlaşılmakla;
1-Düzeltilmesi istenilen Yargıtay ilamında benimsenen mahkeme kararındaki gerekçelere göre, HUMK"nın 440 ıncı maddesindeki yazılı hallerden hiç birisine uymayan davacı tarafın sair karar düzeltme isteminin reddi gerekir.
2-Bütün davalar için uygulanan yetki kuralına genel yetki kuralı denilmekte olup, genel yetkili mahkeme, davalının ikametgahı mahkemesidir. Eş deyişle, her dava, kanunda aksine hüküm bulunmadıkça açıldığı tarihte davalının ikametgahı sayılan yer mahkemesinde görülür (HMK md.6, HUMK.md.9/1). Bundan ayrı, bazı davalar için davalının ikametgahımahkemesinin yanında, başka yer mahkemeleri de yetkili kılınmıştır. Bu istisnai nitelikteki yetki kurallarına “özel yetki” kuralları denilmektedir. İlke olarak, özel yetki kuralları genel yetkiyi kaldırmaz, onunla birlikte uygulanır. Ancak istisna olarak, bazı davaların mutlaka belli bir yer mahkemesinde açılması öngörülmüştür ki, bu halde kesin yetki söz konusudur. Kesin yetki halleri, genel yetkiye istisnadır. Bunun dışında, bir dava için özel yetki kuralı bulunsa bile, davacının genel yetki ile özel yetki arasında bir seçim hakkı vardır. Özel yetki kuralları ilke olarak kamu düzenine ilişkin değildir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 08.07.2009 gün 2009/10-236-345 sayılı kararında da aynı ilkeler benimsenmiştir.
Ayrıca 6100 sayılı HMK’nın 19/2. maddesine göre, yetkinin kesin olmadığı davalarda yetki itirazının cevap dilekçesinde ileri sürülmesi gerekir. Kesin yetki kuralının bulunmadığı durumlarda, hâkim doğrudan yetkisizlik kararı veremez.
Yetki sözleşmesi ya da sözleşmeye konulan yetki şartı ile belirlenen bir veya birden fazla mahkemenin yetkili kılınması hususu kesin yetki olarak değerlendirilemez. (Yargıtay 3. H. D. 2014/20059 E - 2015/16891 K sayılı ilamı, Yargıtay 20. H. D. 2018/5573 E - 2018/7532 K sayılı ilamı, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu"nun 2014/13-104 E ve 2016/15 Karar sayılı ilamları)
Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde, kesin yetkinin söz konusu olmadığı eldeki davada, davalı tarafça süresinde yetki itirazında bulunulmuş, mahkemece yetki itirazı değerlendirilmeden hüküm kurulmuştur; ancak davalı mahkeme kararını temyiz ederken, yetki itirazının değerlendirilmemesini temyiz sebebi olarak ileri sürmemiştir.
Zaman itibariyle uygulanması gereken 1086 sayılı HUMK’nın 5236 sayılı Yasa ile değişik 435/1. maddesi, Yargıtay’ın temyiz incelemesi sırasında, tarafların ileri sürdükleri temyiz sebepleri ile bağlı olmayıp kanunun açık hükmüne aykırı gördüğü diğer hususları da inceleyebileceğini öngörmektedir. Maddenin düzenleniş biçimi itibariyle, temyiz dilekçesinde belirtilmese de incelenebilecek hususlar, hukuka açık aykırılıklar ile sınırlı olup uygulama da açıklanan şekilde gelişmiş ve yerleşmiştir.
Şu halde, davalı yanın temyiz dilekçesinde ileri sürülmeyen hususa, mahkemenin davalıların yetki itirazını değerlendirmeden hüküm kurmuş olmasına ilişkin Daire bozma gerekçemizin, temyiz incelemesinin sadece ileri sürülen hususlara hasren yapılması gerektiğinden, yerinde olmadığı bu defaki incelemeden anlaşılmakla bozma ilamımızdaki bu bozma nedeninin kaldırılmasına karar verilmesi gerekmiştir.
3-Türk Medeni Usul Hukukuna yön veren en önemli ilkelerden biri teksif ilkesidir. Teksif ilkesi tarafların bütün iddia ve savunma sebeplerini belli bir usul kesitine kadar mahkemeye sunmalarını öngörmektedir. Bu ilke uyarınca taraflar dava malzemelerini yargılamanın herhangi bir aşamasında değil, ancak kanunca öngörülen süre dâhilinde mahkemeye hasredeceklerdir. Teksif ilkesiyle davaların gereksiz ve kötü niyetli olarak uzamasının önlenmesi ve yargılamanın sürüncemede bırakılmasının önüne geçilmesi amaçlanmaktadır. Teksif ilkesi hem tarafları hem de Hâkimleri kanunda belirtilen süreye uymaya zorlayarak yargılanmanın hızlanmasını sağladığından usul ekonomisi ilkesinin gerçekleşmesine de hizmet etmektedir. Teksif ilkesinin yargılamadaki en önemli yansıması iddia ve savunmanın değiştirilmesi ve genişletilmesi yasağıdır. 6100 Sayılı HMK’nın 141/1. maddesinde tarafların yargılamada iddia ve savunmalarını ne zamana kadar değiştirebilecekleri düzenlenmiştir. Buna göre, taraflar cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Bu düzenleme ile kural olarak dilekçeler aşamasında tarafların iddia ve savunmalarını sunmaları istenmektedir. İddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi yasağının ancak ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati ile aşılabileceği yine HMK’nın 144/2.maddesinde belirtilmiştir. Karşı tarafın rızasının olmadığı durumlarda ıslah, yasağın başladığı andan itibaren iddia ve savunmaları değiştirme noktasında taraflar için tek enstrüman olacaktır.
Islah, iddia ve savunma yasağının kapsamına giren taraf usul işlemlerini tamamen veya kısmen düzeltmeye yarayan bir hukukî imkândır. Taraflar ihmal, unutma, yetersiz bilgi ve benzeri sebeplerle eksik ya da hatalı şekilde iddia ve savunmada bulunmuş olabilirler. Yine, yargılama sırasında meydana gelen gelişmeler neticesinde taraflar yargılamanın başında sundukları iddia ve savunmalarında değişiklik yapma ihtiyacı duyabilirler. Teksif ilkesinin sert bir biçimde uygulanması ve belli bir zaman kesitinden sonra taraflara iddia ve savunmada değişiklik yapma imkânının tanınmaması halinde, şekilcilik esası engeller hale gelir ve yargılamanın adaletli bir karar ile sonuçlanmama tehlikesi doğabilir. Bu noktada ıslah, iddia ve savunmanın değiştirilmesi yasağı başladıktan sonra tarafların kendi usul işlemlerini kısmen ya da tamamen değiştirmelerine imkân tanımak suretiyle, Medeni Usul Hukukunun katı şekilciliğini yumuşatan ve adaletli bir yargılamanın tesis edilmesini sağlayan bir kurum olarak Hukukumuzda ön plana çıkmaktadır. Kanundaki koşullara riayet edilmesi durumunda ıslahın sonuç doğurması için tek taraflı irade beyanı yeterli olacak, mahkemenin veya karşı tarafın rızası aranmayacaktır. HMK’da ıslah ile ilgili öngörülen koşullardan biri de zamanla ilgilidir. HMK’nın 177/1.maddesinde tahkikatın sona ermesine kadar ıslaha başvurulabileceği düzenlenmiştir. Islahın zaman bakımından sınırı, bozmadan sonra ıslahın yapılıp yapılamayacağı meselesi ile doğrudan alakalıdır. Bu noktada yargılamanın hangi aşamasına kadar ıslahın mümkün olacağını daha net ortaya koymak için tahkikat kavramının ve tahkikatın ne zaman başlayıp ne zaman sona erdiğinin üzerinde durmak uygun olacaktır.
Tahkikat, yazılı yargılama usulünde de basit yargılama usulünde de ön inceleme aşamasının sona ermesi üzerine başlamaktadır. HMK’nın 147.maddesinde ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra tarafların tahkikat için duruşmaya davet edileceği düzenlenmiştir. Tarafların duruşmaya çağrılmasıyla tahkikat başlayacaktır.
Tahkikat evresi, taraflar arasındaki ihtilaflı vakıaların incelenip hakikatin ortaya çıkarılması için yapılan işlemlerin zaman itibariyle işgal ettiği yargılama aşamasıdır. Mahkeme bu aşamada tarafların talep sonucunu dayandırdıkları, davanın halli bakımından önem taşıyan ve ön inceleme tutanağında çekişmeli olarak belirtilen vakıaların, yine kural olarak tarafların sunduğu deliller çerçevesinde doğruluğunu araştırır. Taraflarca getirilen delillerin değerlendirilmesi ve ispat faaliyeti neticesinde uyuşmazlığın aydınlanmasıyla birlikte, Hâkimin davayı sonlandıracak kararı vermesi mümkün hale gelmektedir. Bu yönüyle tahkikat, davanın en önemli ve uzun aşaması olarak nitelendirilmektedir. Tahkikat aşamasından sonra taraflara yargılamayla ilgili son sözlerinin sorulacağı sözlü yargılama aşamasına geçilecek ve ardından mahkeme nihai kararını verecektir. HMK’nın “Tahkikatın Sona Ermesi” başlığı altındaki 184. ve 185. maddelerinde, tahkikatı gerektiren bir husus kalmadığında Mahkemenin, tahkikatın bittiğini taraflara tefhim edeceği düzenlenmiştir. Tahkikat aşamasının bitimi bu tefhim ile birlikte gerçekleşecektir.
Bu bağlamda, 22.07.2020 yürürlük tarihli 7251 sayılı Kanun ile değişen 6100 sayılı HMK’nın 177/2.maddesinde; “Yargıtayın bozma kararından veya bölge adliye mahkemesinin kaldırma kararından sonra dosya ilk derece mahkemesine gönderildiğinde, ilk derece mahkemesinin tahkikata ilişkin bir işlem yapması halinde tahkikat sona erinceye kadar da ıslah yapılabilir. Ancak bozma kararına uymakla ortaya çıkan hukuki durum ortadan kaldırılamaz.” düzenlemesine yer verilerek bozmadan sonra ıslah konusuna yasal açıklık getirilmiştir.
Bu noktada aydınlatılması gereken diğer bir husus da usulü kazanılmış hak kavramıdır. Karar tarihinde yürürlükte olan 6100 sayılı HMK"da (ayrıca mülga 1086 sayılı HUMK içeriğinde) “usulü kazanılmış hak” kavramına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır. Bu kurum, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrarı sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez ana ilkelerinden biri haline gelmiştir. Usulü müktesep hak, anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.
Mahkemenin, Yargıtay’ın bozma kararına uyması ile bozma kararı lehine olan taraf yararına bir usulü kazanılmış hak doğabileceği gibi, bazı konuların bozma kararı kapsamı dışında kalması yolu ile de usulü kazanılmış hak gerçekleşebilir. Yargıtay tarafından bozulan bir hükmün bozma kararının kapsamı dışında kalmış olan kısımları kesinleşir. Bozma kararına uymuş olan mahkeme kesinleşen bu kısımlar hakkında yeniden inceleme yaparak karar veremez. Bir başka anlatımla, kesinleşmiş bu kısımlar, lehine olan taraf yararına usulü kazanılmış hak oluşturur (04.02.1959 gün ve 13/5 sayılı YİBK).
Kazanılmış haklar “Hukuk Devleti” kavramının temelini oluşturan en önemli unsurlardandır. Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar Anayasa"nın 2.maddesinde açıklanan “Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve kabul edilemez.
Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usulü kazanılmış hak” olgusunun, bir çok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır. Örneğin Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı (09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı YİBK) ya da geçmişe etkili yeni bir kanun çıkması karşısında, Yargıtay bozma ilamına uyulmuş olmakla oluşan usulü kazanılmış hak hukukça değer taşımayacaktır.
Usulü kazanılmış hakkın hukuki sonuç doğurabilmesi için; bir davada ya taraflar ya mahkeme ya da Yargıtay tarafından açık biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş uyulması zorunlu olan bir hakkın varlığından söz edilebilmesi gerekir. (...nun 12.07.2006 T., 2006/4-519 E, 2006/527 K, 03.12.2008 T., 2008/10-730 E., 2008/732 K.) Zira usulü kazanılmış hak ilkesi kamu düzeniyle ilgilidir. (09.05.1960 T., 21/9; 04.02.1959 gün 13/5 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı)
Bu açıklamalar ışığında, Mahkemece verilen görevsizliğe ilişkin ilk kararın Mahkemenin görevli olduğu gerekçesi ile Dairemizce bozulduğu; bozma ilamına uyulmak sureti ile Mahkemece tahkikata dair işlemler tesis edildiği, bu doğrultuda davacı vekilinin talebini 23.10.2018 tarihli ıslah dilekçesi ile arttırdığı ve Mahkemece ıslaha itibar edilerek karar verildiği, söz konusu kararın Dairemizin 24/12/2019 günlü ve 2019/3543 E.-2019/10480 Karar sayılı ilamı ile Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunca alınan 06.05.2016 tarih ve 2015/1 Esas, 2016/1 Karar sayılı ilam doğrultusunda bozmadan sonra ıslah yapılamayacağı gerekçesi ile bozulduğu anlaşılmaktadır.
22.07.2020 yürürlük tarihli 7251 sayılı Kanun ile değişen 6100 sayılı HMK’nın 177/2.maddesi ile Yargıtayın bozma kararından sonra tahkikata ilişkin bir işlem yapılması halinde, tahkikat sona erinceye kadar da ıslah yapılabileceğine dair açık düzenleme yapıldığı gözetilerek, yukarıda açıklandığı üzere usulü kazanılmış hakkın istisnası niteliğindeki yasa değişikliği uyarınca karar verilmesi gerekliliği hasıl olmuştur. Açıklanan nedenlerle Mahkemece davacı tarafın 23.10.2018 tarihli ıslahına değer verilerek hüküm tesis edilmesinin yerinde olduğu bu defaki incelemeden anlaşılmakla bozma ilamımızdaki bu bozma nedeninin de kaldırılmasına karar verilmesi gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle davacının sair karar düzeltme isteminin reddine, ikinci ve üçüncü bentte açıklanan nedenlerle davacının karar düzeltme isteminin kabulü ile Dairemizin 24/12/2019 günlü ve 2019/3543 E.-2019/10480 K. sayılı bozma ilamının 1 no’lu bendinde bulunan davalının yetki itirazı değerlendirilmeden hüküm kurulmasına ilişkin bozma kısmı ile a. bendinde yer alan bozmadan sonra ıslah yapılmayacağına yönelik bozma kısmının ilamdan çıkartılarak, mahkeme kararının ilamda belirtilen diğer gerekçelerle BOZULMASINA ve peşin alınan karar düzeltme harcının istek halinde düzeltme isteyene iadesine, 19/10/2020 tarihinde oy birliği ile karar verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.