9. Hukuk Dairesi 2012/32111 E. , 2013/7214 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :İŞ MAHKEMESİ
Davacı vekili tarafından verilen 25.07.2012 havale tarihli dilekçede, Dairemizin 28.05.2012 tarih, 2010/ 10621 E ve 2012/ 18447 K sayılı bozma kararının 4. bendinin bir bölümünün maddi hataya dayalı olarak verildiği ileri sürülerek ilgili bölümün düzeltilmesine karar verilmesi talep olunmuştur.
Dairemizce verilen bozma kararında 2007 ve 2008 yılları için zam protokolü olmadığı belirtilerek bu yıllar için fark hesabının hatalı olduğu hükme bağlanmıştır. Dosyaya bozma öncesinde 26.06.2007 tarihli çerçeve protokolü sunulmamıştır. Hükme esas alınan bilirkişi raporunda toplu iş sözleşmeleri ile 2005 yılına ait çerçeve protokolüne göre hesaplama yapılmış, 2007 yılı çerçeve protokolü hükümleri değerlendirmeye alınmamıştır. Kararı davacı vekili temyiz etmemiştir. Böyle olunca usulü kazanılmış hak ilkesi gereği 26.06.2007 tarihli çerçeve protokolü hükümlerine göre hesaplama yapılması mümkün değildir. Bozma ilamının 4. bendinde 2007 ve 2008 yıları için zam protokolü olmadığı yönünde gerekçe hatalı ise de somut olayda 2007 ve 2008 yıllarını kapsayan çerçeve protokolünün davacı işçi yönünden uygulanması mümkün olmadığından bozma ilamının 4. bendinin maddi hataya dayalı olarak verildiği anlaşılmaktadır. Dairemiz bozma kararında yazılı 4 nolu bendin ortadan kaldırılmasına ve kararın aşağıdaki gibi diğer yönlerden bozulmasına dair karar vermek gerekmiştir.
Y A R G I T A Y K A R A R I
A) Davacı İsteminin Özeti:
Davacı fark ücret, ikramiye ve ilave tediye isteklerinde bulunmuştur.
B) Davalı Cevabının Özeti:
Davalı davanın reddini savunmuştur.
C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece istek gibi hüküm kurulmuştur.
D) Temyiz:
Kararı yasal süresi içinde davalı temyiz etmiştir.
E) Gerekçe:
1.Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre davalının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2. Taraflar arasında işçiye ödenen aylık ücretin miktarı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.
4857 sayılı İş Kanununda 32 nci maddenin ilk fıkrasında, genel anlamda ücret, bir kimseye bir iş karşılığında işveren veya üçüncü kişiler tarafından sağlanan ve para ile ödenen tutar olarak tanımlanmıştır.
Ücret kural olarak dönemsel (periyodik) bir ödemedir.
Kanunun kabul ettiği sınırlar içinde tarafların sözleşme ile tespit ettiği belirli ve sabit aralıklı zaman dilimlerine, dönemlere uyularak ödenmelidir. Yukarıda değinilen Yasa maddesinde bu süre en çok bir ay olarak belirtilmiştir.
İş sözleşmesinin tarafları, asgarî ücretin altında kalmamak kaydıyla sözleşme özgürlüğü çerçevesinde ücretin miktarını serbestçe kararlaştırabilirler.
İş sözleşmesinde ücretin miktarının açıkça belirtilmemesi, taraflar arasında iş sözleşmesinin bulunmadığı anlamına gelmez. Böyle bir durumda dahi ücret, Borçlar Kanunun 323 üncü maddesinin ikinci fıkrasına göre tespit edilmelidir. İş sözleşmesinde ücretin kararlaştırılmadığı hallerde ücretin miktarı, işçinin kişisel özellikleri, işyerindeki ya da meslekteki kıdemi, meslek unvanı, yapılan işin niteliği, iş sözleşmesinin türü, işyerinin özellikleri, emsal işçilere o işyerinde ya da başka işyerlerinde ödenen ücretler, örf ve adetler göz önünde tutularak belirlenir.
4857 sayılı Yasanın 8 inci maddesinde, işçi ile işveren arasında yazılı iş sözleşmesi yapılmayan hallerde en geç iki ay içinde işçiye çalışma koşullarını, temel ücret ve varsa eklerini, ücret ödeme zamanını belirten bir belgenin verilmesi zorunlu tutulmuştur.
Aynı yasanın 37 nci maddesinde, işçi ücretlerinin işyerinde ödenmesi ya da banka hesabına yatırılması hallerinde, ücret hesap pusulası türünde bir belgenin işçiye verilmesinin zorunlu olduğu hükme bağlanmıştır. Usulünce düzenlenmiş olan bu tür belgeler, işçinin ücreti noktasında işverenden sadır olan yazılı delil niteliğindedir. Kişi kendi muvazaasına dayanamayacağından, belgenin muvazaalı biçimde işçinin isteği üzerine verildiği iddiası işverence ileri sürülemez. Ancak böyle bir husus ileri sürülsün ya da sürülmesin, muvazaa olgusu mahkemece resen araştırılmalıdır. (Yargıtay 9.HD. 23.9.2008 gün 2007/27217 E, 2008/24515 K.)
Çalışma belgesinde yer alan bilgilerin gerçek dışı olmasının da yaptırıma bağlanması, belgenin ispat gücünü arttıran bir durumdur.
Kural olarak ücretin miktarı ve ekleri gibi konularda ispat yükü işçidedir. Ancak bu noktada, 4857 sayılı Kanunun 8 inci ve 37 nci maddelerinin, bu konuda işveren açısından bazı yükümlülükler getirdiği de göz ardı edilmemelidir.
Bahsi geçen kurallar, iş sözleşmesinin taraflarının ispat yükümlülüğüne yardımcı olduğu gibi, çalışma yaşamındaki kayıt dışılığı önlenmesi amacına da hizmet etmektedir. Bu yönde belgenin verilmemesi ispat açısından işveren lehine olmakla birlikte, belgenin düzenlenerek işçiye verilmemesi, işçinin ücret, sigorta primi, çalışma koşulları ve benzeri konularda yasal güvencelerini zedeleyebilecek durumdadır.
Çalışma belgesi ile ücret hesap pusulasının düzenlenerek işçiye verilmesi, iş yargısını ağırlıklı olarak meşgul eden, işe giriş tarihi, ücret, ücretin ekleri ve çalışma koşullarının belirlenmesi bakımından da önemli kolaylıklar sağlayacaktır. Bu bakımdan ücretin ispatı noktasında delillerin değerlendirilmesi sırasında, işverence bu konuda belge düzenlenip, düzenlenmediğinin de araştırılması gerekir.
Çalışma yaşamında daha az vergi ya da sigorta pirimi ödenmesi amacıyla zaman zaman, iş sözleşmesi veya ücret bordrolarında gösterilen ücretlerin gerçeği yansıtmadığı görülmektedir.
Bu durumda gerçek ücretin tespiti önem kazanır.
İşçinin kıdemi, meslek unvanı, fiilen yaptığı iş, işyerinin özellikleri ve emsal işçilere ödenen ücretler gibi hususlar dikkate alındığında imzalı bordrolarda yer alan ücretin gerçeği yansıtmadığı şüphesi ortaya çıktığında, bu konuda tanık beyanları gözetilmeli ve işçinin meslekte geçirdiği süre, işyerinde çalıştığı tarihler, meslek unvanı ve fiilen yaptığı iş bildirilerek sendikalarla, ilgili işçi ve işveren kuruluşlarından emsal ücretin ne olabileceği araştırılmalı ve tüm deliller birlikte değerlendirilerek bir sonuca gidilmelidir.
Somut olayda; 15.03.1995 tarihinde davalı işyerinde çalışmaya başlayan davacı işçi, 01.01.1997-31.12.2004 tarihlerinde işyerinde yürürlükte olan dört TİS indeki zamların kendisine eksik uygulandığını, 01.01.2005 sonrası dönem artışlarının da sözleşmenin devamlığı ilkesi gereğince eksik ve geç yatırıldığını iddia ederek fark ücret ve buna bağlı olarak fark ikramiye ve ilave tediye isteklerinde bulunmuştur.
Davalı işveren TİS zamlarının davacıya tam olarak uygulandığını savunarak davanın reddini talep etmiştir.
Mahkemece istek gibi hüküm kurulmuştur.
Öncelikle işe girişten 13 yıl sonra açılan ve oldukça uzun bir dönem için hesap yapılan bu davada, davalı işverenin ödediği aylık ücret ile bilirkişinin hesapladığı aylık ücret arasında ilk fark oluştuğunda, bu farkın nedeninin uzun hesap silsilesi içinde değil, ilk fark oluşmaya başladığında dayanağının ve ne kadar eksik uygulandığının denetlemeye elverişli olacak şekilde açıklanması gerekmektedir.
3-Davacının 22.07.2004 tarihinde taraf sendikadan çekilip başka bir sendikaya üye olduğu mahkemenin de kabulündedir. Böyle olunca üyelikten çekilme tarihinden bir ay sonrasından itibaren davacı hakkında TİS zamlarının uygulanması ve TİS in hizmet akti olarak devam etmesi mümkün olmadığı halde, fark ücretin 22.08.2004 tarihinden sonrası içinde TİS zamları uygulanarak hesaplanması, ilave tediye alacağının da bu şekilde belirlenen ücret miktarından hesaplanması da yine yerinde değildir.
F) Sonuç:
Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten BOZULMASINA, 28.02.2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.