11. Hukuk Dairesi 2018/1359 E. , 2019/2917 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ : İSTANBUL BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 13. HUKUK DAİRESİ
TÜRK MİLLETİ ADINA
Taraflar arasında görülen davada Bakırköy 6. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen 30/06/2017 tarih ve 2015/592 E. - 2017/616 K. sayılı kararın davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, istinaf isteminin esastan reddine dair İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesince verilen 27/12/2017 tarih ve 2017/688-2017/879 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, davacı şirket ortaklar kurulu tarafından 28.01.2010 tarihinde alınan kararla, 500.000 TL tutarındaki tamamı ödenmiş sermeyenin 2.000.000 TL’ye yükseltildiğini, anılan kararda davacı şirketin %10 oranında ortağı olan davalının da imzası bulunduğunu, söz konusu karara istinaden davalının hissesine düşen 150.000 TL ek sermaye koyma borcu altına girdiğini, taahhüt edilen sermaye tutarının zamanında ödenmemesi üzerine davalı aleyhine Küçükçekmece 4. İcra Müdürlüğü’nün 2012/6040 E. sayılı dosyası üzerinden takibe girişildiğini, takibin davalı yanın itirazı üzerine durduğunu, anılan itirazın iptali için açılan dava neticesinde, takip tarihi itibariyle taahhüt edilen sermeye borcunun 1/4’üne tekabül eden 37.500,00 TL’nın muaccel olduğu, bakiye kısmın henüz muaccel olmadığı ve erken ödemeye ilişkin bir karar da bulunmadığı gerekçesiyle itirazın 37.500,00 TL’lik kısmı bakımından iptaline karar verildiğini, bunun üzerine bakiye 112.500,00 TL sermaye koyma borcunun tahsili için davalı aleyhine girişilen takibin davalının haksız itirazı üzerine durduğunu ileri sürerek, itirazın iptalini ve asıl alacağın %20’sine tekabül eden icra inkar tazminatının davalıdan tahsilini istemiştir.
Davalı vekili, şirketin sermaye artırımı nedeniyle ortağından talepte bulunabilmesi için sermaye artırım işlemlerinin geçerli olması gerektiğini, davacı şirketin 14.07.2011 tarih ve 21 sayılı yeni bir ortaklar kurulu kararı almak suretiyle 28.01.2010 tarihli eski kararı ortadan kaldırdığını, 14.07.2011 tarihli ortaklar kurulu kararının tescil ve ilan edilmediğini, ayrıca toplantıya katılmayan müvekkilinin sermayenin erken ödenmesine ilişin ihtarnamenin de keşide edilmediğini, bu itibarla ortada sermeye artırımına ilişkin geçerli bir kararın bulunmadığını savunarak, davanın reddini talep etmiştir.
İlk derece mahkemesince, iddia, savunma ve benimsenen bilirkişi raporu doğrultusunda, davalının, davacı şirket tarafından usulüne uygun olarak alınan sermeye artırım kararı doğrultusunda 150.000,00 TL ek sermeye koyma borcu altına girdiği, davacı şirket ortaklar kurulu kararı iptal edilmediği sürece davalının bu tutarı ödemekle yükümlü olduğu, bu doğrultuda davalının sorumlu olduğu tutarın 112.500,00 TL olduğu, davaya konu alacağın likit ve bilinebilir olduğu, davalının kötü niyetli itirazıyla takibin durmasına sebebiyet verdiği gerekçesiyle, davanın kabulüne, itirazın iptaline, alacağın %20"sini oluşturan 28.915,73 TL icra inkar tazminatının davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
Karara karşı davalı vekilince istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.
İstinaf mahkemesince yapılan yargılama neticesinde, davacı yanın alacağını 28.01.2010 tarihli davalının da katıldığı ortaklar kurulu toplantısında alınan ve 10.02.2010 tarihinde tescil ve ilan edilen sermaye arttırım kararına dayandırdığı, somut olayda TTK’nın 481. maddesinin uygulanma olanağı bulunmadığı, zira, davaya dayanak icra takip tarihi itibariyle ortaklar kurulu tarafından sermeye koyma borcunun ödenmesi için öngörülen sürenin 10/02/2013 tarihinde dolduğu, davaya konu ortaklar kurulu kararıyla, bakiye sermaye borcunun ilan tarihinden itibaren 3 yılda ödeneceğinin kararlaştırıldığı, kararın 10.02.2013 tarihinde ilan edildiği gözetildiğinde davalının en geç 10.02.2013 tarihinde sermeye koyma borcunu ifa etmesi gerektiği, bu süreye kadar borç ifa edilmediği için davalının, TTK’nın 482. maddesine göre ihtara gerek bulunmaksızın temerrüde düştüğü, belirtilen nedenlerle davalı yanca ileri sürülen istinaf sebeplerinin yerinde olmadığı gerekçesiyle davalı vekilinin istinaf isteminin esastan reddine karar verilmiştir.
Kararı davalı vekili temyiz etmiştir.
1- Dava, sermeye artırım kararından kaynaklanan ek sermeye koyma borcunun tahsili amacıyla başlatılan takibe vaki itirazın iptali davası olup, ilk derece mahkemesi tarafından davanın kabulüne dair verilen karara karşı davalı vekilince yapılan istinaf başvurusu bölge adliye mahkemesince yazılı gerekçelerle esastan reddedilmiştir.
HMK"nın 297 ve 298. maddeleri uyarınca mahkeme kararları, asgari olarak iki tarafın iddia ve savunmalarının özetlerini, incelenen maddi ve hukuki olayın özünü, mahkemeyi sonuca götüren gerekçelerin neler olduğu hususlarını ihtiva etmelidir. Anayasanın 141. maddesinin 3. fıkrası hükmü de mahkeme kararlarının gerekçeli olması gerektiğini düzenlemektedir. Dolayısıyla gerekçe, bir hükmün olmazsa olmaz unsurudur. Taraflar, ancak kararlara konulması gereken gerekçeler sayesinde hükmün hangi maddi ve hukuki nedene dayandırıldığını anlayabilirler. Ayrıca, karar aleyhine yasa yollarına başvurulduğunda da Yargıtay incelemesi sırasında gerekçe sayesinde kararın usul ve yasaya uygun olup olmadığı denetlenebilir. Diğer bir anlatımla, Yargıtay incelemesi ancak bir kararın somut olaya uygun gerekçe taşıması halinde mümkün olabilir. Öte yandan, yazılacak kararın gerekçesiyle hüküm kısmı arasında bütünsellik esastır. Başka bir anlatımla, gerekçe ile hüküm birbirine bağlı olup, çelişki bulunmaması gerekir. Nitekim, HMK’nın 298/2. maddesinde de gerekçeli kararın, tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olamayacağı açıkça düzenlenmiş bulunmaktadır. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu’nun 10.4.1992 gün ve 1991/7 esas 1992/4 sayılı kararında da kısa karar ile gerekçeli kararın çelişik bulunmasının bozma nedeni sayılacağı içtihat edilmiştir.
Somut olayda, davacı yanca, davalı aleyhine 112.500,00 TL asıl alacak ve 32.078,69 TL işlemiş faizin tahsili için ilamsız takip başlatılmıştır. İlk derece mahkemesince benimsenerek hükme esas teşkil ettirilen bilirkişi raporunda, davacının asıl alacağı talep hakkı olduğu ancak 28.01.2010 tarihli ortaklar kurulu kararında sermaye artırım borcunun ödeneceği tarihin kesin olarak belirlenmemiş olması ve davacının ödeme talebine ilişkin ilanı ve ihtarı bulunmaması sebebiyle davalının takipten önce temerrüde düştüğünün kabulünün ./..
mümkün olmadığı, bu nedenle icra takibine konu temerrüt faizi talebinin haksız olduğunun mütala edildiği anlaşılmaktadır. İlk derece mahkemesi kararının gerekçe kısmında bilirkişi raporunun benimsendiği ve davalının sermeye artırım kararı sebebiyle sorumlu olduğu miktarın 112.500,00 TL olduğunun belirtilmesine karşın, hüküm kısmında, takibin tümüyle iptaline karar verildiği ve bu suretle hüküm ve gerekçe arasında çelişki oluşturulduğu anlaşılmaktadır. Belirtilen nedenlerle, bölge adliye mahkemesince, hüküm ve gerekçe arasında çelişki ihtiva eden ilk derece mahkemesi kararının kaldırılması gerekirken yazılı gerekçelerle başvurunun esastan reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, bölge adliye mahkemesi kararının re’sen bozularak kaldırılmasını gerektirmiştir.
2-Bozma sebep ve şekline göre, davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz isteminin kabulü ile İlk Derece Mahkemesince verilen karara yönelik istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin Bölge Adliye Mahkemesi kararının re’sen BOZULARAK KALDIRILMASINA, HMK"nın 373/1. maddesi uyarınca dava dosyasının İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz edene iadesine, 15/04/2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.