1. Hukuk Dairesi 2017/552 E. , 2020/4156 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL-TAZMİNAT
Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil- tazminat davası davası sonunda yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi ...’ın raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü.
-KARAR-
Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil olmazsa bedel isteğine ilişkindir.
Davacı, babası ..."ın, mirasbırakan ..."dan intikal eden 103 ada 76 ile 104 ada 26 ve 23 parsel sayılı taşınmazların miras payları oranında adlarına intikali ve doğrudan gelir desteği alımları için davalıyı vekil olarak tayin ettiğini, ancak davalının vekalet görevini kötüye kullanarak intikal işlemini yaptırdıktan sonra taşınmazları önce dava dışı üçüncü şahıslara sattığını, sonra da kendi adına tescil ettirdiğini ileri sürerek dava konusu taşınmazların tapu kayıtlarının iptali ile payı oranında adına tesciline, olmadığı takdirde dava konusu taşınmazların ilk satış tarihi ile tespit edilecek değerlerinin bu tarihlerden itibaren işleyecek yasal faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı, açılan davanın haksız ve mesnetsiz olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davacının babası ..."ın il dışında yaşamasına rağmen hemen hemen her yıl ..."a geldiği, tapuların ... adına kayıtlı olduğunu bildiği, ancak herhangi bir sorun çıkarmadığı, aralarında herhangi bir uyuşmazlık olmadığı, ... öldükten sonra açılan bu davanın hayatın olağan akışına uygun düşmediği gibi Türk Medeni Kanununun 2.maddesine uygun bir davranış da olmadığı, yapılan işlemlerin vekil edenin iradesine uygun yapıldığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; tarafların kök mirasbırakanı ...’ın 18.11.1994 tarihinde ölümü ile geriye mirasçı olarak davalı oğlu ...,...,...,...,...,...,...,... kaldıkları, davacının; kök murisin 2015 yılında ölen oğlu İhsan’ın oğlu olduğu, davacının babası ...’ın ... 1.Noterliği’nin 24.12.2004 tarihli vekaletnamesi ile vekil olarak tayin ettiği davalının, İhsan’ın adına kayıtlı
çekişme konusu 104 ada 23 ve 26 ile 103 ada 76 parsel sayılı taşınmazlardaki (kök muristen intikal eden) paylarını 23.5.2005 tarihli satış işlemi ile dava dışı ...’a temlik ettiği, söz konusu taşınmazların ...tarafından 11.11.2005 tarihinde dava dışı ...’e, bu şahıs tarafından da 18.10.2006 tarihli satış işlemi ile davalı ...’ye devredildiği, dava konusu taşınmazlardan 26 parselin davalı ... tarafından 08.02.2008 tarihinde satış yolu ile dava dışı ... İnce’ye devredildiği, ... tarafından 20.01.2010 tarihli satış işlemi ile tekrar davalıya devredildiği, dava dışı diğer mirasçıların da davalı ...’yi vekil olarak tayin ettikleri, bu mirasçılar adlarına kayıtlı payların da aynı resmi akitle dava dışı mirasçılara vekaleten davalı ... tarafından dava dışı ...’a satıldığı, diğer mirasçılar tarafından davalı aleyhine dava konusu taşınmazlarla ilgili olarak ... 2.Asliye Hukuk Mahkemesinin 2015/71 E sayılı dosyası ile açılan davanın kabulüne karar verildiği, söz konusu kararın derecattan geçmek suretiyle 20.11.2019 tarihinde kesinleştiği anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere, Borçlar Kanununun temsil ve vekalet akdini düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
6098 s. Türk Borçlar Kanununda (TBK) sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 506. maddesinde (818 s. Borçlar Kanununun 390.) maddesinde aynen; "Vekil, vekâlet borcunu bizzat ifa etmekle yükümlüdür. Ancak vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün mümkün kıldığı hâllerde vekil, işi başkasına yaptırabilir.
Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür.
Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Vekâletin kapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmemişse, görülecek işin niteliğine göre belirlenir. (TBK"nin 504/1) Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin son fıkrası uyarınca sorumlu olur. Bu sorumluluk BK"de daha hafif olan işçinin sorumluluğuna kıyasen belirlenirken, TBK"de benzer alanda iş ve hizmetleri üslenen basiretli bir vekilin sorumluluğu esas alınarak daha da ağırlaştırılmıştır.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi 4721 s. Türk Medeni Kanunu"nun (TMK) 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK"nin 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Somut olaya gelince; toplanan deliller ve tüm dosya kapsamı yukarıda değinilen ilkeler ışığında hep birlikte değerlendirildiğinde, davalının vekalet görevini kötüye kullanmak suretiyle dava konusu taşınmazlardaki davacının murisi İhsan adına kayıtlı payları önce dava dışı şahıslar adına devrettiği, daha sonra tekrar bu taşınmazların devrini üzerine aldığı, bu hususun özellikle dava dışı mirasçılar tarafından aynı taşınmazlarla ilgili olarak davalı aleyhine vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı olarak açılan davada da tespit edildiği ve davanın kabulüne karar verildiği, bu kararın derecattan geçmek suretiyle kesinleştiği, eldeki temyize konu dosya yönünden de güçlü delil oluşturduğu hususlarında kuşku bulunmamaktadır.
Hal böyle olunca, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm kurulması doğru değildir.
Davacının yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK"un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 16.09.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.