Abaküs Yazılım
3. Hukuk Dairesi
Esas No: 2022/2036
Karar No: 2022/3660
Karar Tarihi: 18.04.2022

Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 2022/2036 Esas 2022/3660 Karar Sayılı İlamı

3. Hukuk Dairesi         2022/2036 E.  ,  2022/3660 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
    DAVACILAR :

    Taraflar arasındaki tazminat davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın davacılar ..., ... ve ... yönünden reddine; davacılar ... ve ... yönünden kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde taraf vekillerince temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçelerinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

    Y A R G I T A Y K A R A R I

    Davacılar; 1987 ve 1988 tarihli satış mukaveleleri ile davalıların kök murisi ...'tan satış bedelini ödeyerek zilyetliğini teslim aldıkları taşınmaz üzerine ev yaptıklarını, 28/11/2013 tarihinde belediyeye vergi yatırılacağı, alan kişilerin birleşerek ödemeleri gerektiği söylenerek tüm davacılardan 143 TL tahsil edildiğini, ancak davalıların tapu devrini vermeyip söz konusu taşınmazı dava dışı üçüncü kişiye sattığını ileri sürerek; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, şimdilik 100'er TL'nin davalılardan müştereken ve müteselsilen dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile tahsiliyle davacılara verilmesine, davacı ... hakkında satış tarihinden itibaren bileşik kredi faizi işletilecek ise bu davacı açısından davanın terditli değerlendirilerek dava değerinin şimdilik ve fazlaya ilişkin tüm hakları saklı kalmak kaydıyla o zamanki değerle 100 TL olarak değerlendirilmesine ve faizin satış tarihinden itibaren yürütülmesine, tüm davalılar açısından ödeme tarihinden itibaren faiz işletilmesine karar verilecek ise davanın terditli değerlendirilerek dava değerinin şimdilik ve fazlaya ilişkin tüm hakları saklı kalmak kaydıyla o zamanki değerle 100 TL olarak değerlendirilmesine ve faizin satış tarihinden itibaren yürütülmesine karar verilmesini talep etmişlerdir.
    Davalılar; murisleri ile davacılar arasında düzenlendiği belirtilen "Tutanak Tapu Sözleşmesi"nin 26/09/1988, 01/07/1988, 08/04/1988 ve 02/11/1987 tarihli olduğunu, imar planı olmayan yerlerde yapılaşma amacıyla hisseli satışlara kısıtlama getiren 07/11/1985 tarihli ve 1477 sayılı genelgenin 03/10/1997 tarihinde 1997/12 sayılı genelge ile yürürlükten kaldırıldığını yani taraflar arasında tapu devrini gerçekleştirme koşulları oluştuğunu, taraflar arasında sözleşmelerin imzalanmasından itibaren yaklaşık 25 yıl geçtiğini, kısıtlamanın kaldırıldığı tarihten itibaren ise yaklaşık 16 yıl geçtiğini, mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 125. maddesi ile 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 146. maddesi gereği davanın zamanaşımına uğradığını, 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu gereği zamanaşımı süresinin dolduğunu, ayrıca davacıların dilekçe ekinde dosyaya sunduğu ...'a ait 26/09/1988 tarihli Tutanak Tapu Sözleşmesi incelendiğinde düzenleme tarihinin 26/09/1988 tarihli olmasına rağmen muhtarlığın onay tarihinin 24 Nisan 1998 olduğunu, tarihler arasında çelişki bulunduğunu, davacıların iddialarının yersiz olduğunu, davayı kabul etmediklerini savunarak, davanın reddini istemişlerdir.
    Mahkemece; davacıların talepleriyle ilgili olarak Türk Borçlar Kanunu’nun 146. maddesinde düzenlenen 10 yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu, davalıların da zamanaşımı itirazında bulunduğu gerekçesiyle, davanın zamanaşımından reddine dair verilen karar, davacıların temyizi üzerine, Dairece verilen 10/11/2016 tarihli ve 2015/15431 E. 2016/12716 K. sayılı kararla, ‘’...uyuşmazlığın harici taşınmaz satış sözleşmesine dayalı sebepsiz zenginleşmeden doğan alacak istemine ilişkin olduğu, 07/06/1939 tarih ve 1936/31 E.1939/47 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına göre "Taşınmaz malın haricen satışına ve satış vaadine ilişkin akit ve işlemler yasaca geçerli değilse de, bir tarafın tapu dairesinde ferağın yapılmasını üstlenmesi koşuluna karşı diğer tarafın taşınmaz malın bedelini verdiğine, bedelin geri verilmesi de üstlenilmiş olduğuna göre; bu gibi davaların 10 yıllık genel zamanaşımına bağlı olduğu, sürenin başlangıcının da ferağdan cayma ve çekinme tarihi olduğu, davacı alıcı, taşınmazda halen zilyet ise bu 10 yıllık zamanaşımı süresinin dolduğundan söz edilemeyeceği, ancak, davacıların taşınmazda zilyetliği sürdüğü sürece alacak muaccel olmadığından zamanaşımı süresinin işlemeye başlamayacağı, mahkemece dava konusu taşınmazı satın aldıktan sonra sözkonusu taşınmaz üzerine ev inşa ettiğini ve 28/11/2013’te söz konusu taşınmaza ait vergileri ödediğini iddia eden davacıların zilyetliklerinin devam edip etmediği araştırılarak, sonucuna uygun bir karar verilmesi gerektiği...’’ gerekçesiyle bozulmuştur.
    Mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda; bozma kararı uyarınca davacılardan delillerinin sorulduğu, davacılardan ...’a ait abonelik ve vergi borcu ödemelerine ilişkin 2018 yılına kadar devam eden ödeme dekontları ile davacılardan ... tarafından 2003 tarihli vergi ödeme belgesinin ibraz edildiği, mahkemece yapılan keşifte ise dava konusu taşınmazın boş olduğunun ve üzerindeki gecekonduların ise yıkılmış olduğunun görüldüğü, bunun dışında davacıların taşınmazda zilyetliklerine ilişkin delil bulunmadığı, bu durumda ise davacılardan ..., ... ve ...’ın talepleri ile ilgili 10 yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu, davacılardan ...’un ise kısmi olarak açılan davada 2003 tarihinden dava tarihine kadar zamanaşımı süresinin dolmadığı, ancak ıslah tarihi olan 09/09/2021 tarihi itibariyle 10 yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu, davacılardan ... yönünden ise 2018 yılına kadar ödemelerin dosyaya sunulduğu, zilyetliğin bu yıla kadar devam ettiği, bu nedenle bu davacı yönünden talebin zamanaşımına uğramadığı, keşif sonrası alınan bilirkişi kurul raporu ile dava konusu taşınmaz değerinin 153.505,87 TL olarak belirlendiği gerekçesiyle; davacılar ..., ... ve ... yönünden davanın zamanaşımı nedeniyle reddine, davacı ... yönünden davanın kısmen kabulü ile 100 TL'nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacı tarafa verilmesine, fazlaya ilişkin talebin zamanaşımı nedeniyle reddine, davacı ... yönünden davanın kısmen kabulü ile 153.505,87 TL'nin 100 TL’lik kısmının dava tarihinden, 153.405,87 TL’lik kısmının ıslah tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiş; hüküm, taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
    1)Dosyadaki yazılara, mahkemece uyulan bozma kararı gereğince hüküm verilmiş olmasına ve bozma kapsamı dışında kalarak kesinleşmiş yönlere ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesinin artık mümkün olmamasına göre, taraf vekillerinin sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.
    2)Davacılardan ..., ... ve ...'ın temyiz itirazlarının incelenmesinde;
    Kural olarak, bozma kararına uyulmakla; orada belirtilen biçimde işlem yapılması yolunda, lehine bozma yapılan taraf yararına kazanılmış hak, aynı doğrultuda işlem yapılması yolunda mahkeme için zorunluluk doğar. Öte yandan, bozma kararı dışında kalan yönler ise kesinleşir.
    Belirtilmelidir ki; bir mahkemenin Yargıtay Dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak, yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğü doğar. “Usuli kazanılmış hak” olarak tanımlanan bu olgu mahkemeye, hükmüne uyduğu Yargıtay bozma kararında belirtilen çerçevede işlem yapma ve hüküm kurma zorunluluğu getirmektedir (09/05/1960 tarihli ve 21/9 sayılı YİBK).
    Bu ilke kamu düzeni ile ilgili olup, Yargıtayca kendiliğinden dikkate alınması gerekir. Hakimin değişmesi dahi açıklanan bu hukuki ilkeye etki yapamaz.
    Somut olayda; her ne kadar mahkemece mahallinde keşif icra edilerek yapılan gözlem ve değerlendirme sonucunda, dava konusu taşınmazın boş olduğu, üzerindeki gecekonduların ise yıkılmış bulunduğu, bunun dışında davacıların taşınmazda zilyetliklerine ilişkin delil bulunmadığı gerekçesiyle, davacılardan ..., ... ve ... yönünden davanın reddine karar verilmiş ise de, mahkemece uyulan bozma kararı uyarınca zilyetlik olgusunun tanık dahil her türlü delille ispat edilebileceği gözetilmeden, gerekirse dava konusu taşınmaza ait hava fotoğraflarının da temini ile davacılar vekilince aşamalarda ileri sürülen itirazlar da karşılanmadan, bu davacılar yönünden yazılı şekilde davanın zamanaşımından reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.
    3)Davacılardan ...’un temyiz itirazlarının incelenmesinde;
    01/10/2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 107. maddesiyle mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir.
    6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 107. maddesi;
    "1-Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
    2-Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.
    3-Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir." şeklinde düzenlenmiş olup 28/07/2020 tarihli ve 31199 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7251 Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkındaki Kanunu’nun (7251 sayılı Kanun) 7. maddesi ile ikinci ve üçüncü fıkralarında değişiklik yapılmıştır.
    7251 sayılı Kanun’un 7. maddesiyle değişik HMK’nın 107. maddesi; “(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
    (2) (Değişik:22/7/2020-7251/7 md.) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda, hâkim tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın talebini tam ve kesin olarak belirleyebilir. Aksi takdirde dava, talep sonucunda belirtilen miktar veya değer üzerinden görülüp karara bağlanır.
    (3) (Mülga:22/7/2020-7251/7 md.)” şeklindedir.
    Hükümet tasarısında yer almayan belirsiz alacak davasını düzenleyen 107. madde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından esasen baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama durumunda olan kişinin, hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama özgürlüğü çerçevesinde mümkün olduğunca en geniş şekilde korunmasının sağlanması gerekçesi ile ihdas edilmiş ve kanunlaşmıştır.
    Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hâli, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen, miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkânsızlığa dayanmalıdır.
    Madde gerekçesinde; "Bu davanın kabul edilmesinin artık salt hukukî korumanın ötesine geçilerek “etkin hukukî koruma”nın gündeme gelmiş olmasının da bunu gerektirdiği belirtildiği gibi, hak arama durumunda olan kişi, talepte bulunacağı hukukî ilişkiyi, muhatabını ve bu ilişkiden dolayı talep edeceği miktarı asgarî olarak bilmesine ve tespit edebilmesine rağmen, alacağının tamamını tam olarak tespit edemeyebilecektir. Belirsiz alacak ve tespit davalarına ilişkin hükümlerin mukayeseli hukukta da yer aldığı dikkate alınarak, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklının, hukukî ilişki ile asgarî bir miktar ya da değer belirterek belirsiz alacak davası açabilmesi kabul edilmiştir. Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Belirsiz alacak veya tespit davası açıldıktan sonra, yargılamanın ilerleyen aşamalarında, karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneğin, bilirkişi ya da keşif incelemesi sonrası), baştan belirsiz olan alacak belirli hâle gelmişse, davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilmesi benimsenmiştir. Miktarı belirsiz alacaklarda zamanaşımının dolmasına çok kısa sürenin varolduğu hâllerde yalnızca tespit yahut kısmi eda ile birlikte tespit davasının açılabileceği genel olarak kabul edilmektedir. Alacaklı, yalnızca eda davası veya yalnızca tespit davası yahut kısmi eda ile birlikte külli tespit davası açabilme seçeneklerine sahiptir. Hak arama özgürlüğünün (Any.m.36, İHAS.m.6) özünde varolan bu seçenekler, yasa veya içtihat yoluyla yasaklanamaz. Esasen tam veya kısmi olmasına bakılmaksızın her eda davasının temelinde bir külli tespit unsuru vardır. Başka deyimle eda hükmünde tertip olunan her durumun arkasında sorumluluk saptanmasını içeren bir zorunlu ön tespit kabulü mevcuttur." şeklinde tespit ve değerlendirme yapılarak, alacağın belirsiz olarak kabulü bakımından bazı kıstaslar kabul edilmiştir.
    Bu kıstaslar, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin;
    i-Davacının kendisinden beklenememesi,
    ii-Bunun olanaksız olması,
    iii-Açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olması olarak belirtilmektedir.
    Dava açılmasının sonuçlarından birisi de zamanaşımının kesilmesidir. Zamanaşımı dava dilekçesinde belirtilen talep sonucu miktar için kesilecektir. Belirsiz alacak davasında zamanaşımının dava dilekçesinde belirtilen geçici talep sonucu için mi yoksa yargılama sonucunda miktarı tam olarak belirlenen kesin talep sonucunun tümü için mi dava tarihinde kesileceği konusunda HMK'da açık bir hüküm bulunmamaktadır.
    Belirsiz alacak davasının düzenlenme nedeni, davacının dava açarken alacağının tümü için dava açmak istediği hâlde, alacağının miktarını belirlemesi imkânsız veya kendisinden beklenemeyecek olmasıdır. Davacının belirsiz alacak davası açarken amacı alacağının tümünü dava etmek ve tümü hakkında karar verilmesini sağlamaktır. Kısmî dava açmakta olduğu gibi, alacağının bir kısmını dava etmek değildir. Dava dilekçesinde belirttiği talep sonucu da geçicidir, dava açarken asıl amacı alacağının belirlenir belirlenmez bu miktar üzerinden karara bağlanmasıdır. Belirsiz alacak davasında davacıya alacağını belirlemesinin imkânsız veya kendisinden beklenemeyecek olduğu istisnai bir durumda böyle bir dava açma olanağı tanınmıştır. Kanun koyucu alacağın belirlenmesinin imkânsız veya kendisinden beklenemeyecek durumda olması hâlinde belirsiz alacak davası açma imkânı tanıdığına göre, böyle bir davanın sonuçlarının da amaca uygun olarak değerlendirilmesi gerekir. Bu nedenle talep sonucu hangi tarihte kesin olarak belirtilirse belirtilsin, dava açıldığı tarihte kesin talep sonucu miktarınca zamanaşımı süresi kesilmiş sayılmalıdır (Pekcanıtez, H.: Belirsiz Alacak Davası (HMK m.107), Ankara 2011, s. 59).
    Diğer taraftan belirsiz alacak davasını açan davacı, alacağı belirlenebilir hâle geldikten sonra kesin talep sonucunu mahkemeye bildirecektir. Talep sonucunun kesin olarak belirlenmesi genellikle geçici talep sonucunun artırılması şeklinde olacaktır. Kanun talep sonucunun artırılmasına açıkça izin verdiğinden, ayrıca karşı tarafın iznine veya ıslah yoluna başvurmasına gerek bulunmamaktadır. Davacı tarafça talep sonucunun kesinleştirilmesi üzerine geçici talep sonucu değil, kesin talep sonucu esas alınmalıdır (Pekcanıtez, s. 56).
    6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 107. maddesinin 2. fıkrası ile tahkikatın sona ermesine kadar davanın başında belirtilen talebin artırılabileceği kabul edilmişken, 7251 sayılı Kanun’un 7. maddesi ile HMK’nın 107. maddesinin 2. fıkrasında yapılan değişiklikle talep sonucunun belirlenmesi mümkün olduğunda hâkim tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde davacının talebini artırabileceğine dair düzenleme yapılmıştır.
    Yine HMK’nın 107. maddesinin 3. fıkrası “Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir." şeklindeki düzenlenmişken, 7251 sayılı Kanun’un 7. maddesi ile bu düzenleme yürürlükten kaldırılmıştır.
    Öte yandan yine belirsiz alacak davasının Kanuna konuluş amacı ve davanın niteliği dikkate alındığında, dava tarihinden önce gerçekleşen bir temerrüt olgusunun bulunmadığı durumlarda belirsiz alacak davasında yargılama sonucunda miktarı tam ve kesin olarak belirlenen alacağın tümü için temerrüt, davanın açıldığı tarihte gerçekleşeceğinden faize de dava tarihinden itibaren hükmedilmesi gerekir.
    Belirsiz alacak davasında zamanaşımı süresi alacağın tamamı için davanın açıldığı tarihten itibaren kesilmekte yine temerrüd sebebiyle faiz talebi de davanın açıldığı tarihten itibaren istenebilmektedir. Alacağın geri kalan kısmının talep edilebilmesi için ise davalı tarafın iznine veya ıslah yoluna başvurulmasına gerek bulunmamaktadır. HGK’nın 06/07/2021 tarihli 2020/9-1 E. 2021/931 K. sayılı kararı da aynı yöndedir.
    Bu açıklamalara göre; eldeki davanın yukarıda ifade edildiği üzere belirsiz alacak davası olarak kabulü gerektiği açık olduğundan, mahkemece davanın kısmi dava olarak nitelendirilmesi suretiyle davacılardan ... yönünden ıslah edilen kısmın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi de usul ve kanuna aykırıdır.
    4)Davalıların temyiz itirazlarının incelenmesinde;
    Davaya konu harici taşınmaz satış sözleşmeleri TMK'nın 706, BK'nın 213 (TBK'nın 237), Tapu Kanunu'nun 26 ve Noterlik Kanunu'nun 60 ve 89 uncu maddeleri uyarınca resmi şekilde yapılmadıkları için geçersizdir. Bu nedenle, taraflar verdiklerini sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre geri isteyebilirler.
    Geçerli bir sebebe dayanmaksızın, bir kişinin mal varlığından diğerinin mal varlığına kayan değerin eksiksiz iadesi, denkleştirici adalet düşüncesine dayanır. Denkleştirici adalet ilkesi ise, haklı bir sebep olmaksızın başkasının mal varlığından istifade ederek kendi mal varlığını artıran kişinin elde ettiği bu kazanımı geri verme zorunda olduğu ve gerçek bir eski hale getirme yükümlülüğü bulunduğunu ifade eder. Belli bir miktar paranın verildiği tarihteki alım gücü ile aynı miktar paranın aradan geçen zamana ve enflasyon oranlarına bağlı olarak iade günündeki alım gücünün farklı ve az olduğu da bilinen bir gerçektir.
    Hukuken geçersiz sözleşmeler, sebepsiz zenginleşme kurulları uyarınca tasfiye edilirken, denkleştirici adalet ilkesi hiçbir zaman gözardı edilmemelidir. Bu husus, hakkaniyetin ve adaletin bir gereğidir. Bu bakımdan iade kararı verilirken, satış bedeli olarak verilen paranın alım gücünün, ilk ödeme tarihindeki alım gücüne ulaştırılması ve bu şekilde iadeye karar verilmesi gerekmektedir.Bu güncelleme yapılırken, güncellemeye esas alınan somut veriler tek tek uygulanarak, ödeme tarihinden ifanın imkânsız hale geldiği tarihe kadar paranın ulaştığı değer her bir dönem için hesaplanmalı, sonra bunların ortalaması alınmalıdır.
    Başka bir deyişle, denkleştirici adalet kuralı gereğince iadeye karar verilirken, satış bedeli olarak verilen paranın alım gücünün, ifanın imkansız hale geldiği tarihteki alım gücüne uyarlanması zorunluluğu bulunmaktadır. Ödenen satış bedelinin, ifanın imkansız hale geldiği tarih itibariyle (çeşitli ekonomik etkenlerin ... artış oranları, altın ve döviz kurlarındaki artışlar, memur maaş ve işçi ücretlerindeki artışlar, faiz ve benzeri ekonomik göstergelerin ortalamaları alınmak suretiyle) ulaşacağı alım gücü, yukarıda açıklanan ilke ve esaslar çerçevesinde, uzman bilirkişi heyetinden denetime elverişli rapor alınmak suretiyle belirlenmeli; bu yolla belirlenecek miktara hükmedilmelidir.
    Bu açıklamalar ışığında; somut olay incelendiğinde; mahkemece mahallinde icra edilen keşif sonucunda alınan bilirkişi raporunda, dava tarihi itibariyle belirlenen ‘’rayiç’’ değere göre davacılardan ... ve ... yönünden hüküm tesisi yoluna gidilmiş ise de, eldeki davada yapılması gereken ifanın imkansız hale geldiği tarihin, davacıların taşınmazın devrinden ümitlerini keserek zilyetliklerini sonlandırdıkları tarihin tespiti ile bu tarihe göre, yok ise dava tarihine göre ödenen bedellerin yukarıda ifade edilen yöntem uyarınca güncellenmesi suretiyle bulunan miktarlara hükmetmek olması gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile dava tarihi itibariyle belirlenen ‘’rayiç’’ değere göre hüküm tesisi yoluna gidilmesi de doğru görülmemiştir.
    Bu itibarla mahkemece; davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığının öncelikle dikkate alınması, davanın zamanaşımı yönünden reddine karar verilen davacılar ..., ..., ... yönünden gerekirse mahallinde yeniden keşif icra edilerek zilyetlik olgusunun tanık dahil her türlü delille ispat edilebileceği de dikkate alınarak davacıların aşamalarda zilyetlik olgusuna ilişkin dosyaya sundukları ve toplanmasını istedikleri tüm delillerin celbi suretiyle zilyetlik hususunda kapsamlı araştırma yapılması ve yine hakkında kısmen kabul kararı verilen davacılardan ... ... ve ... yönünden ise, yukarıdaki ilkelere göre denkleştirici adalet kuralına göre ifanın imkansız hale geldiği tarihe göre, yok ise dava tarihine göre ödenen bedelin güncellenmesi suretiyle sonucuna uygun hüküm tesisi yoluna gidilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.
    SONUÇ: Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle taraf vekillerinin sair temyiz itirazlarının reddine, HUMK'nın 428. maddesi gereğince hükmün ikinci ve üçüncü bentte açıklanan nedenlerle davacılar yararına, dördüncü bentte açıklanan nedenlerle davalılar yararına BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harçlarının istek halinde temyiz edenlere iadesine, 6100 sayılı HMK'nın Geçici Madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK'nın 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren 15 günlük süre içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 18/04/2022 gününde oy birliğiyle karar verildi.





    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi