Esas No: 2021/5385
Karar No: 2022/462
Karar Tarihi: 26.01.2022
Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 2021/5385 Esas 2022/462 Karar Sayılı İlamı
3. Hukuk Dairesi 2021/5385 E. , 2022/462 K."İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : ANKARA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 3. HUKUK DAİRESİ
İLK DERECE
MAHKEMESİ : ANKARA BATI 2. TÜKETİCİ MAHKEMESİ
Taraflar arasında ilk derece mahkemesinde görülen tazminat davasının reddine dair verilen karar hakkında bölge adliye mahkemesi tarafından yapılan istinaf incelemesi sonucunda; davacılar vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine dair verilen kararın, süresi içinde davacılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
YARGITAY KARARI
Davacılar; davacı ...’nın hamile kalması üzerine başvurduğu davalı şirketin işlettiği hastanede diğer davalı doktor tarafından düzenli olarak muayene edildiğini, bu süreçte gebelikle ilgili herhangi anormal bir durum gözlenmediğini, 30/11/2011 tarihinde doğum sancılarının başlaması üzerine gittikleri hastanede saat 06.30 itibariyle davacı ...’nın gözlem altına alındığını, davalı doktor tarafından yapılan muayene sonucunda normal doğuma yönlendirilerek doğumhaneye alınan davacı ...’ya ilk etapta NST cihazının bağlanmadığını, doğum gecikince bağlanan NST cihazında bebeğin kalp atışlarının zayıflamaya başladığının tespit edildiğini, buna rağmen normal doğumda ısrar edilerek davacı ...’ya epizyotomi (hazne girişinin kesilmesi) yönteminin uygulandığını, saat 14.00 itibariyle NST’de çocuğun kalp atışlarının sorun göstermeye başladığını, buna rağmen davacı ...’nın ancak saat 15.00’te ameliyathaneye alındığını, sezaryene alınmasına kadar geçen süreçte anne karnındaki bebeğin oksijensiz kaldığını, doğumun sorunlu gerçekleşmiş olmasına ve hastanede yeni doğan yoğun bakım ünitesinin bulunmamasına rağmen davacı küçük...nin ancak iki saat sonra anoksik doğum tanısı ile bir başka hastaneye sevk
sevk edildiğini, doğum ve sevk sürecinde yaşanan gecikme nedeniyle davacı ...’de telafisi mümkün olmayacak fiziksel ve zihinsel hasarlar oluştuğunu, doğumdan sonra dahi davalılar tarafından davacı ...’deki engel durumuna ilişkin yeterli bilgilendirme yapılmadığını, zaman içerisinde davacı ...’nin maluliyet oranının arttığını, çalışma hayatları haricinde tüm zamanlarını engelli davacı ...’ye bakmakla geçirdiklerini, işte oldukları zamanda bir başkasının yardımından faydalandıklarını, bakım, tedavi ve yol masraflarının külfet oluşturduğunu, yaşanan olay nedeniyle manevi olarak da yıprandıklarını ileri sürerek; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere, tedavi, bakım ve yol masrafları ile davacılardan ...,'nin gelecekteki kazanç kaybı ile ekonomik yönden uğradığı zarar yönünden şimdilik 1.000TL maddi ve 500.000TL manevi, ...için ayrı ayrı 100.000TL manevi tazminatın olay tarihinden işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müteselsilen tahsilini talep etmişlerdir.
Davalı şirket; doğumun gerçekleştiği tarih ile davanın açıldığı tarih arasında haksız fiil için öngörülen iki yıllık zamanaşımı süresinin geçtiğini savunarak, davanın reddini istemiştir.
Davalı doktor; zararın öğrenildiği tarih ile davanın açıldığı tarih arasında vekalet sözleşmesi için öngörülen beş yıllık zamanaşımı süresinin geçtiğini savunarak, davanın reddini istemiştir.
İlk derece mahkemesince; ön inceleme duruşmasında davadaki uyuşmazlık konularının hasta ile doktor arasındaki vekalet ilişkisi ile adam çalıştıranın sorumluluğuna ilişkin olduğu tespit edildikten sonra, davacılar ile davalı doktor arasında vekalet sözleşmesinin bulunduğu, davacı çocuğun engel durumunun davacı anne ve baba tarafından Başkent Üniversitesi tarafından düzenlenen 24/12/2012 tarihli rapor ile öğrenildiği, davacıların zararı öğrendikleri tarihin üzerinden vekalet sözleşmeleri için öngörülen beş yıllık süre geçtikten sonra 26/04/2019 tarihinde eldeki davayı açtıkları, haksız fiil yönünden yapılan değerlendirmede de, davacıların zararı öğrendikleri 24/12/2012 tarihi ile davanın açıldığı tarih arasında gerek mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda öngörülen bir yıllık zamanaşımı süresinin, gerek 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda öngörülen iki yıllık zamanaşımı süresinin dolmuş olduğu, dava konusu olayla ilgili olarak bir ceza soruşturması ya da kamu davasının bulunduğu yönde bir iddia veya belgeye dosyada rastlanmadığı gerekçesiyle, davanın zamanaşımı nedeniyle usulden reddine karar verilmiş; karara karşı, davacılar vekili tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur.
Bölge adliye mahkemesince; davaya esas doğum olayının gerçekleştiği tarih itibariyle yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun vekalet akdini düzenleyen 386 ve devamı maddeleri kapsamında, taraflar arasındaki davanın temelinin vekalet sözleşmesi olduğu, zamanaşımının başlangıcına esas olanın doğumun meydana geldiği tarih olduğu, doğumun meydana geldiği tarih ile davanın açıldığı tarih arasında söz konusu vekalet sözleşmesi bakımından kanunda öngörülen beş yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu, mahkemece verilen kararda bir isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle, davacı tarafın istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiş; karar, davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
1) Dava, davalı şirket tarafından işletilen hastanede çalışan davalı doktor tarafından gerçekleştirilen doğum sırasında ve sonrasında gerekli özenin gösterilmemesi nedeniyle, davacılardan küçük...nin beden ve ruh bütünlüğünün bozulduğu iddiasıyla tazminat istemine ilişkin olup, uyuşmazlık zamanaşımı süresi ile bu sürenin hangi tarihte başlayacağı hususunda toplanmaktadır.
Bu noktada hemen belirtilmelidir ki, bir uyuşmazlığın tabi olacağı zamanaşımı süresinin ve onun hangi tarihte başlayacağı sorununun, o uyuşmazlığın esasının tabi bulunduğu hukuksal kavrama ilişkin yasal düzenlemeler ve ilkelere göre belirlenmesi gerekeceğinde kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır. Eş söyleyişle, uyuşmazlık maddi hukuk yönüyle hangi hukuksal kavrama ilişkinse, zamanaşımı konusu da o kavramla ilgili yasal düzenlemelere göre değerlendirilmelidir. Davacılar ile davalı doktor..., arasındaki ilişkinin 818 sayılı Borçlar Kanunu (BK)’nun 386 ve devamı maddelerinde düzenlenen vekalet sözleşmesi hükümlerine tabi bulunduğu konusunda derece mahkemeleri arasında uyuşmazlık yoktur. Diğer taraftan davalı doktor ...ile birlikte diğer davalı şirkete ait hastanenin de istihdam eden ve işleten sıfatıyla, davacılara karşı müştereken ve müteselsilen sorumluluğunun bulunduğu açıktır. Zira, özel hastahane işleteni, öncelikle tacir sıfatıyla basiretli bir tacir gibi davranması gereği yanında, yaptığı hizmetin yaşama hakkını yakından ilgilendiren kamusal nitelik taşıyan sağlık hizmeti olması nedeniyle de hastanın ve özel durumlarda yakınlarının zarar görmemesi için gerekli olan sadakat ve özeni göstermek durumundadır. Bu özen, başta doktor ve diğer yardımcı personeli seçme ve denetleme açısından yüksek oranda gösterilmeli, diğer şartların hazırlanmasında da aynı ilke unutulmamalıdır(Hukuk Genel Kurulunun 2004/13-291 E. 2004/370 K., Yargıtay (Kapatılan) 13. Hukuk Dairesinin 2014/10135 E. 2014/29243 K., 2014/10961 E. 2014/29245 K., 2014/22646 E. 2015/17269 K., 2014/47286 E. 2016/5299 K., Dairemizin 2020/6078 E. 2021/6384 K. sayılı kararları da aynı yöndedir.).
Davadaki talepler; davalı doktor ...nun vekalet görevini ifada, davalı şirketin işlettiği hastanenin ise gerek davalı doktoru seçmede gerekse doğum ve sonrasındaki diğer şartları hazırlamada özen borcuna aykırı davrandıkları iddiasına dayalı bulunmaktadır. Bu nedenle, uyuşmazlığa davalı doktor ...yönünden vekalet hükümleri, davalı şirket yönünden ise haksız fiil hükümleri uygulanmalı ve doğal olarak, zamanaşımı süreleri ile bunun hangi tarihten itibaren başlayacağı sorunu da bu çerçevede değerlendirilmelidir. Davacı küçük...nin annesi ve babası olan diğer iki davacının iddia ve talepleri, yine bu ilişkilere dayalı olduğundan, tümüne aynı hükümlerin uygulanması gerekmektedir.
Bu aşamada, zarar kavramı üzerinde kısaca durulmasında yarar bulunmaktadır. Bilindiği üzere zarar, zarar verici fiil veya olayın zarar görenin hukuki varlık ve değerleri üzerindeki olumsuz etki ve sonuçlardır. Zararın öğrenilmesinden amaç, zarar verici olayı değil, zararın varlık ve niteliğini, unsurlarını, kapsamını öğrenmektir. Zararın varlığı ve bütün unsurları öğrenilmeden, zarar görenin dava yoluyla talep edeceği tazminat hakkında yeterli bir değerlendirme yapamayacağı açıktır. Hukuka aykırı bir eylem işlenilmesine karşın, onun doğuracağı zarar henüz ortaya çıkmamış, zararın ortaya çıkması için eylem tarihinden itibaren bir takım etkenlerin gerçekleşmesi veya belli bir zamanın geçmesi gerekiyor ise zararın bütün unsurlarıyla birlikte öğrenilmesi mümkün değildir. Oysa ki, zarar görenin mahkeme önünde ciddi bir dava açarak tazminat isteminde bulunabilmesi ve bu istemini objektif bir şekilde destekleyen, etkili gerekçelerini ortaya koyabilmesi için oluşan zararın niteliğini, kapsamını ve bütün unsurlarını öğrenmesi gerekir. Aksi hâlde, doğal olarak zamanaşımı süresi de işlemeye başlamayacaktır.
Bazı hâllerde, gerek zararı doğuran eylem veya işlemin ne olduğu ve kim tarafından gerçekleştirildiği ve gerekse zararın kapsam ve miktarı aynı anda ve tam bir açıklıkla belirlenebilir. Böyle durumlarda, zarar görenin uğradığı zararın varlığını, zarar verenin kim olduğunu, kapsam ve miktarının neden ibaret bulunduğunu öğrendiği andan itibaren, zarar verenden bunun tazminini isteme hakkının doğacağı ve bu hakkına ilişkin yasal zamanaşımı süresinin de o tarihte başlayacağı açıktır.
Buna karşılık, ortaya çıkan zarar, kendi özel yapısı içerisinde sonradan değişme eğilimi gösteriyor, zararı doğuran eylem veya işlemin doğurduğu sonuçlarda (zararın nitelik veya kapsamında) bir değişiklik ortaya çıkıyor ise artık "gelişen durum" ve dolayısıyla gelişen bu durumun zararın nitelik ve kapsamı üzerinde ortaya çıkardığı değişiklikler (zarardaki değişme) söz konusu olacaktır. Böyle hâllerde zararın kapsamını belirleyecek husus, gelişmekte olan bu durumdur ve bu gelişme sona ermedikçe zarar henüz tamamen gerçekleşmiş olmayacağı için zamanaşımı süresi bu gelişen durumun durduğunun veya ortadan kalktığının öğrenilmesiyle birlikte işlemeye başlayacaktır.
Önemle belirtilmelidir ki, burada sözü edilen “gelişen durum” kavramı, uygulamada çoğu kez yanlış anlaşıldığı şekilde zararın kapsamının zarar görence tam olarak öğrenilmesinin herhangi bir nedenle geciktiği (örneğin buna ilişkin bilirkişi raporunun geç alındığı) durumlara ilişkin olan, böylesi bir durumu ifade eden bir kavram değildir. Eş söyleyişle gelişen durum kavramı, salt zarar doğuran işlem ya da eylemin sonuçlarının gelişmesini ve bu nedenle zarar görenin bu konularda bilgi sahibi olabilmesinin zorunlu olarak bu gelişmenin tamamlanacağı ana kadar gecikmesini ifade eder.
Özellikle beden ve ruh bütünlüğün zarar görmesi nedeniyle tedavinin uzunca bir süreye yayıldığı durumlarda, oluşan zararın miktarı tıbbi bakım ve tedavi sonucunda düzenlenen doktor raporuyla belirli bir açıklığa kavuşmaktadır.
Kaldı ki, henüz tedavinin tamamlanmadığı, zararın kapsam ve miktarı konusunda belirsizliğin devam ettiği bir aşamada, zarar göreni süre aşımı kaygısıyla dava açmaya zorlamak, hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkına da zarar verecektir.
Bu açıklamalar çerçevesinde somut olay incelendiğinde; davalıların özen borcuna aykırı davranışlarından doğduğu ileri sürülen zarar, davacı küçük...nin 30/11/2011 tarihinde gerçekleşen doğumu anında ortaya çıkmış ise de; davacı küçük...nin 24/12/2012 tarihli engelli sağlık kurulu raporunda %70 olarak belirlenen maluliyet oranının, 24/03/2015 tarihli raporda %94, 09/06/2017 tarihli raporda ise %96 olarak yeniden belirlendiği, diğer bir anlatımla zararın kendi özel yapısı içerisinde sonradan değişme eğilimi gösterdiği, buna bağlı olarak davacılar tarafndan gelişmekte olan durumun durduğunun ve dolayısıyla zararın kapsamının 09/06/2017 tarihli rapor ile öğrenildiği sabittir.
Diğer taraftan, zararlandırıcı olay BK’nın yürürlükte olduğu tarihte gerçekleşmiş ise de, dava 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK)’nun yürürlüğe girdiği 01/07/2012 tarihinden sonra 26/04/2019 tarihinde açılmıştır. 6101 sayılı Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 5 inci maddesinin birinci fıkrasında; TBK'nın yürürlüğe girmesinden önce işlemeye başlamış bulunan hak düşürücü ve zamanaşımı sürelerinin eski kanun hükümlerine tabi olacağı düzenlenmiştir. Eldeki davada ise gelişen durumun varlığı nedeniyle bu gelişme sona ermedikçe zarar henüz tamamen gerçekleşmiş olmayacağından, zamanaşımı süresinin BK döneminde işlemeye başlamadığının kabulü gerekmektedir. Dolayısıyla TBK döneminde işlemeye başlayan haksız fiile ilişkin zamanaşımı süresinin de; BK'nın 60 ıncı maddesinin birinci fıkrasındaki bir yıllık süre değil, TBK'nın 72 nci maddesinin birinci fıkrasındaki iki yıllık süre olduğu kabul edilmelidir (Hukuk Genel Kurulunun 20/12/2017 tarihli ve 2017/3-2786 E. 2017/2016 K. Sayılı kararı da aynı yöndedir.).
Hal böyle olunca ilk derece mahkemesince; davacıların gelişen durumun durmasıyla birlikte zararın kapsamını 09/06/2017 tarihli rapor ile öğrendikleri, davanın da öğrenme tarihinden itibaren haksız fiiller için TBK'nın 72 nci maddesinin birinci fıkrasında öngörülen iki yıllık ve vekalet sözleşmesi için aynı Kanun'un 147 nci maddesinin beşinci fıkrasında öngörülen beş yıllık süreler içerisinde açıldığı gözetilerek, zamanaşımı itirazının reddi ile davanın esasının incelenmesi gerekirken; davacıların zararı 24/12/2012 tarihli rapor ile öğrendikleri, zararın öğrenildiği tarih ile dava tarihi arasında iki ve beş yıllık zamanaşımı sürelerinin geçmiş olduğu yönündeki yanılgılı gerekçeyle yazılı şekilde karar verilmiş olması, doğru görülmemiş bozmayı gerektirmiştir.
İlk derece mahkemesi kararının, yukarıda açıklanan nedenlerle bozulmasına karar verilmiş olduğundan, işbu karara karşı yapılan istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin bölge adliye mahkemesi kararının da kaldırılmasına karar verilmiştir.
2) Bozma nedenine göre, davacıların sair temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine gerek görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle 6100 sayılı HMK'nın 373 üncü maddesinin birinci fıkrası uyarınca temyiz olunan bölge adliye mahkemesi kararının KALDIRILMASINA, aynı Kanun’un 371 inci maddesi uyarınca ilk derece mahkemesi kararının davacılar yararına BOZULMASINA, ikinci bentte açıklanan nedenlerle davacıların sair temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine şimdilik yer olmadığına, dosyanın kararı veren ilk derece mahkemesine, kararın bir örneğinin de bölge adliye mahkemesine gönderilmesine, 26/01/2022 tarihinde oy birliği ile karar verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.