21. Hukuk Dairesi 2012/8860 E. , 2013/1558 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
Davacı, iş kazası sonucu maluliyetinden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, isteğin kısmen kabulüne karar vermiştir.
Hükmün davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
K A R A R
1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici nedenlere göre, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki diğer temyiz itirazlarının reddine,
2-Dava 28.07.2004 tarihinde meydana gelen iş kazası sonucu % 3,30 oranında sürekli iş göremezliğe uğrayan sigortalının maddi ve manevi zararlarının giderilmesi ile kıdem tazminatının geç ödenmesi nedeniyle faiz alacağının tahsili istemine ilişkindir.
Mahkemece kıdem tazminatı faiz alacağına ilişkin istemin atiye bırakıldığından karar verilmesine yer olmadığına, davacının maddi tazminat isteminin kabulüne, manevi tazminat isteminin ise kısmen kabulüne karar verilmiş ve bu karar süresinde davalı vekilince temyiz edilmiştir.
Mahkemenin maddi tazminatın belirlenmesine ilişkin kararı isabetlidir. Ancak manevi tazminatın takdirinde ve faiz alacağına ilişkin davanın atiye bırakılması nedeniyle verilen kararda hataya düşüldüğü anlaşılmaktadır.
Davacının iş kazası sonucu % 3,30 oranında sürekli iş göremezliğe uğradığı olayda davacının % 20 davalı işverenin ise % 80 oranında kusurlu olduğu dosya içeriğinden anlaşılmaktadır.
Gerek mülga B.K"nun 47 ve gerekse yürürlükteki 6098 sayılı T.B.K’nun 56. maddesinde hakimin bir kimsenin bedensel bütünlüğünün zedelenmesi durumunda, olayın özelliklerini göz önünde tutarak, zarar görene uygun bir miktar paranın manevi zarar adı ile ödenmesine karar verebileceği öngörülmüştür. Hakimin olayın özelliklerini göz önünde tutarak manevi zarar adı ile zarar görene verilmesine karar vereceği para tutarı adalete uygun olmalıdır. Hükmedilecek bu para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir fonksiyonu olan özgün bir nitelik taşır. Bir ceza olmadığı gibi, mamelek hukukuna ilişkin zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O halde, bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. 26.06.1966 günlü ve 7/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nın gerekçesinde takdir olunacak manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel hal ve şartlar da açıkça gösterilmiştir. Bunlar her olaya göre değişebileceğinden hakim bu konuda takdir hakkını kullanırken ona etkili olan nedenleri de karar yerinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir.
Hakimin bu takdir hakkını kullanırken, ülkenin ekonomik koşulları tarafların sosyal ve ekonomik durumları paranın satın alma gücü, tarafların kusur durumu olayın ağırlığı davacının sürekli iş göremezlik oranı, işçinin yaşı, olay tarihi gibi özellikleri göz önünde tutması, hükmedilecek tutarın manevi tatmin duygusu yanında caydırıcılık uyandıran oranda olması gerektiği de söz götürmez.
Bu ilkeler gözetildiğinde davacı yararına hüküm altına alınan 40.000,00-TL manevi tazminatın fazla olduğu açıkça belli olmaktadır.
Kıdem tazminatı faiz alacağı istemine gelince: Davacının Kıdem tazminatının geç ödenmesi nedeniyle faiz alacağına ilişkin davasını 02.12.2008 tarihli dilekçe ile atiye bıraktığı 18.02.2009 tarihli duruşmada davalı tarafın atiye terk talebine bir diyeceğinin olmadığını beyan ettiği uyuşmazlık konusu değildir. Uyuşmazlık davanın atiye terki halinde yapılması gereken işlem ile davanın atiye terki halinde avukatlık ücreti tayini gerekip gerekmediği ve avukatlık ücreti verilecek ise bundan kimin sorumlu olacağına ilişkindir. Davacı tarafın kıdem tazminatı faiz alacağına ilişkin olarak açtığı davasını atiye terk ettiğini bildirdiği duruşmada davalı taraf hazır bulunduğu halde davayı kendisinin takip edeceğini beyan etmemiştir. Yasada davanın atiye terkine ilişkin bir düzenleme bulunmayıp yapılan işlem davanın takipsiz bırakıldığının açıklanmasına ilişkindir. Davanın takipsiz bırakılması halinde yapılması gerekenler ise HUMK 409. maddesinde düzenlenmiş olup anılan madde gereğince maddi tazminata ilişkin dava yönünden dosyanın işlemden kaldırılması ve üç ay içerisinde davanın yenilenmemesi halinde davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi gerekir.
Somut olayda ise 22.02.2012 karar tarihinde, kıdem tazminatı faiz alacağına ilişkin davanın takipsiz bırakıldığı 18.02.2009 tarihinden itibaren yasada öngörülen üç aylık yenileme süresinin geçtiği ortadadır. Bu durumda ise, yapılması gereken, kıdem tazminatı faiz alacağına ilişkin dava yönünden, davanın takipsiz bırakıldığı 18.02.2009 tarihinden itibaren üç aylık süre içerisinde davanın yenilenmediği anlaşıldığından, HUMK’nun 409/5 maddesi gereğince kıdem tazminatı faiz alacağına ilişkin dava bakımından davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesinden ibarettir. Davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi halinde ise davalı yararına tarife hükümleri dikkate alınarak avukatlık ücreti takdir olunması gerektiği ortadır.
Kabul açısından da HUMK"nun 425. maddesinde iki taraftan birinin ölümü davanın terki gibi bir sebeple hükme bağlanamayan davalarda, yargılama giderinin tahkikat hakimi tarafından takdir ve hükmolunacağı, davacı davasını terk etmiş ise davalının HUMK"nun 425. madde hükmünden yararlandırılması gerektiğine ilişkin 14.4.1954 gün 4/14 sayılı içtihadı birleştirme kararına aykırı biçimde davalı yararına avukatlık ücreti takdir olunmaması da isabetsiz olmuştur.
Mahkemece yukarıda açıklanan maddi ve hukuksal olgular dikkate alınmadan, yazılı şekilde hüküm kurması usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O halde, davalının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul olunmalı ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Hükmün yukarıda açıklanan nedenle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davalıya iadesine, 30.01.2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.