3. Hukuk Dairesi 2019/2697 E. , 2020/635 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
Taraflar arasındaki alacak davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde taraf vekillerince temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
Y A R G I T A Y K A R A R I
Davacı, satışa çıkarılan İl Özel İdaresine ait işhanının ihalesine girmek için davalı ... ve dava dışı ... ile biraraya gelerek anlaştığını, taraflarca imzalanan 12.06.2007 tarihli protokol ile kendisinin payının % 40 olarak belirlendiğini, aynı gün payına düşen 200.000 TL yi davalıya elden teslim ettiğini, işhanının yapılan ihale neticesinde davalı adına tescil edildiğini, bu aşamadan sonra protokol ile belirlenen payının tapuya tescil edilmesini davalıya bildirdiğini, davalının bu isteği kabul etmeyerek işhanını yıktırdığını, bir süre sonra da davalının 200.000 TL yi muvafakatı olmamasına rağmen iade ettiğini, oysa 500.000 TL ödenerek satın alınan taşınmazın rayiç değerinin 1.500.000 TL olduğunu, bu nedenle ihtarname keşide ederek taşınmazdan payına düşen bedeli talep ettiğini, ancak davalının bu istemi red etmek suretiyle aleyhine sebepsiz zenginleştiğini ileri sürerek; fazlaya ilişkin hakkı saklı kalmak üzere, şimdilik 10.000 TL"nin faizi ile birlikte tahsilini talep etmiştir.
Davalı; ihale ile satın alınan işhanının, daha önceden alınmış olan yıkım kararına istinaden yıktırıldığını, bu nedenle yapılan tüm masrafların kendisi tarafından karşılandığını, bu aşamada davacının ortaklıktan ayrılmak istediğini, kendisinin yaptığı masraflar nedeniyle alacaklı olmasına rağmen almış olduğu parayı aynen davacıya iade ettiğini belirterek, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece; iyiniyetli olan davalının sebepsiz zenginleştiğinin davacı tarafından kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Anılan karar Dairemizin 2014/4711 Esas - 2014/10164 Karar sayılı ve 24/06/2014 tarihli kararı ile, "... Dosyadaki bilgi ve belgelerden; taraflar ile dava dışı ... arasında Türk Borçlar Kanununun 620 (BK"nun 520) ve devamı maddelerinde düzenlenen bir adi ortaklık ilişkisinin kurulduğu, 12.06.2007 tarihinde imzalan protokol ile davaya konu işhanında davacının % 40, davalının % 40 ve dava dışı ..."in % 20 oranında pay sahibi bulunduğunun kararlaştırıldığı anlaşılmaktadır.
Davacı bu davada, 12.06.2007 tarihli protokol uyarınca ortaklık malı olduğu belirlenen işhanının yıkılması sonucu taşınmazda meydana gelen değer artışının ödetilmesini talep ettiğine göre, bu talebinin ortaklığın fesih ve tasfiyesini de kapsadığının kabulü gerekir.... mahkemece, dava dışı ortak ..."in de davaya dahil edilmesi için davacı tarafa mehil verilerek taraf teşkilinin sağlanması ve bundan sonra davanın esasına girilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ve eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırıdır..." gerekçesi ile bozulmuş, mahkemece bozma kararına uyulmuş, dava dışı ortak davaya dahil edilmiştir .
Mahkemece, üç mali müşavir bilirkişi görevlendirilmiş ve tasfiye memuru olarak atanmış, hazırlanan raporda özetle, davacı tarafın ortaklığın sona erdiği tarih olan 24/12/2009 tarihinden itibaren alacağının 22.297,41 TL olarak hesaplandığı bildirilmiştir.
Mahkemece, davanın kabulüne, taraflar arasındaki adi ortaklığın feshine, adi ortaklığın 13/09/2018 tarihli bilirkişi raporu doğrultusunda tasfiyesine taleple bağlı kalınarak 10.000-TL ortaklık alacağının 15/01/2010 tarihinden itibaren işleyecek ticari faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacıya verilmesine karar verilmiş, hüküm taraflarca temyiz edilmiştir .
1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre; sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2- Feshi ihbar, ortaklık ilişkisinin sona erdiği bildirisi, feshi ihbarda bulunan ortak tarafından diğer tüm ortaklara karşı açık bir irade beyanı ile yapılmalıdır. Ortaklardan birine dahi feshi ihbar yapılmazsa, bu eksiklik nedeni ile ortaklık ilişkisi sona ermiş olmaz. Feshi ihbar hüküm ve sonuçlarını tüm ortaklara ulaştığı andan itibaren doğurmaya başlar .
Somut olayda, davacı bu bildirimi davalı ..."a 24/12/2009 tarihli ihtarname ile yapmış, bildirim davalı ..."a 15/01/2010 tarihinde ulaşmıştır. Anılan bozma kararı gereği davaya dahil edilmiş olan davalı ..."a ise davaya katılma dilekçesi 20/01/2015 tarihinde ulaşmıştır. Bu durumda ortaklığın sona erdiği tarih 20/01/2015 olarak kabul edilmelidir.
3- Somut olayda; davacının talebinin taraflar arasındaki adi ortaklığın fesih ve tasfiyesine yönelik bir talep olarak değerlendirilmesi zorunludur. Hal böyle olunca, mahkemece; 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 620 ve devamı maddelerinde düzenlenen adi ortaklık hükümleri dikkate alınarak ve 642. vd. maddelerindeki tasfiye hükümlerinin somut olaya uygulanması gerekmektedir. Zira, 6101 sayılı Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 1.maddesine göre; Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önceki fiil ve işlemlere, bunların hukuken bağlayıcı olup olmadıklarına ve sonuçlarına, bu fiil ve işlemler hangi kanun yürürlükte iken gerçekleşmişse, kural olarak o kanun hükümleri uygulanır. Ancak, Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girmesinden sonra bu fiil ve işlemlere ilişkin olarak gerçekleşecek temerrüt, sona erme ve tasfiye, Türk Borçlar Kanunu hükümlerine tabidir.
Tasfiye usulünü düzenleyen Türk Borçlar Kanununun 644.maddesine göre; "Ortaklığın sona ermesi hâlinde tasfiye, yönetici olmayan ortaklar da dâhil olmak üzere, bütün ortakların elbirliğiyle yapılır. Ancak, ortaklık sözleşmesinde, ortaklardan biri tarafından kendi adına ve ortaklık hesabına belirli bazı işlemlerin yapılması öngörülmüşse, bu ortak, ortaklığın sona ermesinden sonra da o işlemleri tek başına yapmak ve diğerlerine hesap vermekle yükümlüdür.
Ortaklar, tasfiye işlerini yürütmek üzere tasfiye görevlisi atayabilirler. Bu konuda anlaşamamaları hâlinde, ortaklardan her biri, tasfiye görevlisinin hâkim tarafından atanması isteminde bulunabilir.
Tasfiye görevlisine ödenecek ücret, sözleşmede buna ilişkin bir hüküm veya ortaklarca oybirliğiyle verilmiş bir karar yoksa tasfiyenin gerektirdiği emek ile ortaklık malvarlığının geliri göz önünde tutularak hâkim tarafından belirlenir ve ortaklık malvarlığından, buna imkân bulunamazsa, ortaklardan müteselsilen karşılanır.
Tasfiye usulüne veya tasfiye sonucunda her bir ortağa dağıtılacak paya ilişkin olarak doğabilecek uyuşmazlıklar, ilgililerin istemi üzerine hâkim tarafından çözüme bağlanır.".
Aynı yasanın kazanç ve zararın paylaşımı başlıklı 643. maddesinde ise "Ortaklığın borçları ödendikten ve ortaklardan her birinin ortaklığa verdiği avanslar ile ortaklık için yaptığı giderler ve koymuş olduğu katılım payı geri verildikten sonra bir şey artarsa, bu kazanç, ortaklar arasında paylaşılır.
Ortaklığın, borçlar, giderler ve avanslar ödendikten sonra kalan varlığı, ortakların koydukları katılım paylarının geri verilmesine yetmezse, zarar ortaklar arasında paylaşılır." hükmü yer almaktadır. Katılım payı olarak bir şeyin mülkiyetini koyan ortak, ortaklığın sona ermesi üzerine yapılacak tasfiye sonucunda, o şeyi olduğu gibi geri alamaz; ancak koyduğu katılım payına ne değer biçilmişse, o değeri isteyebilir. Bu değer belirlenmemişse, geri alma, o şeyin katılım payı olarak konduğu zamandaki değeri üzerinden yapılır.(TBK" nun 642. md.)
Keza, aynı yasanın kazanç ve zarara katılma başlıklı 623. maddesine göre de; "Sözleşmede aksi kararlaştırılmamışsa, her ortağın kazanç ve zarardaki payı, katılım payının değerine ve niteliğine bakılmaksızın eşittir.
Sözleşmede ortakların kazanç veya zarara katılım paylarından biri belirlenmişse bu belirleme, diğerindeki payı da ifade eder.
Bir ortağın zarara katılmaksızın yalnız kazanca katılacağına ilişkin anlaşma, ancak katılma payı olarak yalnızca emeğini koymuş olan ortak için geçerlidir." hükmünü ihtiva etmektedir.
Mahkemece yapılacak iş; yukarıdaki yasa hükümlerine göre, öncelikle, ortaklık sözleşmesinde tasfiye hususunda hüküm bulunup bulunmadığına bakmak, hüküm bulunduğu takdirde tasfiyenin sözleşmedeki hükümlere göre yapılmasını sağlamak; böyle bir hükmün bulunmaması halinde ise ortakların anlaşarak tasfiye memuru belirlemelerini istemek; bu konuda anlaşamamaları halinde ise hakim tarafından tasfiye işlemini gerçekleştirecek (ortaklığın faaliyet alanına göre konusunda uzman bir veya üç kişiyi) tasfiye memuru olarak resen atamak olmalıdır.
Bundan sonra ise, tasfiye işlemleri; hakim tarafından öngörülecek üçer aylık (uyuşmazlığın mahiyetine göre süreler uzatılıp kısaltılabilir) dönemlerde tasfiye memuru tarafından 3 aşamada gerçekleştirilmelidir.
Birinci aşamada; ortaklığın sona erdiği tarih itibariyle ortaklığın tüm malvarlığı (aktif ve pasifi ile birlikte) belirlenmeli, yönetici ve idareci ortaktan ortaklık hesabını gösterir hesap istenmeli, verilen hesapta uyuşmazlık çıktığı takdirde, taraflardan delilleri sorularak toplanmalı, tasfiye memurunun belirlediği malvarlığı bilançosu taraflara tebliğ edilmeli, bu husustaki itirazları da karşılanıp, toplanacak delillere göre değerlendirilmelidir.
İkinci aşamada; ortaklığın malvarlığına ilişkin satış ve nakte çevirme işlemi (TMK"nun 634. vd. maddelerinde düzenlenen resmi tasfiye işlemi kıyasen uygulanmak suretiyle) gerçekleştirilmeli, şayet bu mallar mevcut değilse,değerleri bilirkişi marifetiyle saptanmalıdır.
Üçüncü ve son aşamada ise; yukarıdaki işlemler sonucu oluşan değerden, öncelikle ortaklığın borçları ödenmeli ve ortaklardan herbirinin, ortaklığa verdiği avanslar ile ortaklık için yaptığı giderler ve katılım payı geri verilmeli, bundan sonra bir şey artarsa, bu kazanç veya (ortaklığın, borçlar, giderler ve avanslar ödendikten sonra kalan varlığı, ortakların koydukları katılım paylarının geri verilmesine yetmezse) zarar da belirlenerek ortaklara paylaştırılmak üzere son bilanço düzenlenmelidir. Bu aşamalardan sonra ise; tasfiye memurunun yaptığı tasfiye işleminin sonuç bilançosuna göre hakim, (HMK"nun 297.maddesi uyarınca) tarafların hak ve yükümlülüklerini saptayıp, tasfiye işlemini sonlandırmalı ve bu doğrultuda hüküm oluşturmalıdır.
Mahkemece yukarıda açıklanan hususlar dikkate alınmaksızın, eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme sonucu, yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Yukarıda 1. bentte açıklanan nedenlerle sair temyiz itirazlarının reddine, 2. ve 3. bentte açıklanan nedenlerle hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK"nun geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK"nın 440.maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren 15 günlük süre içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 03/02/2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.