1. Hukuk Dairesi 2018/5182 E. , 2020/1623 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL
Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacı tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi ... "ın raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
-KARAR-
Dava, inançlı işlem hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Davacı, kayden maliki bulunduğu 705(yeni 116856 ada 69) parsel sayılı taşınmazını davalıya satış suretiyle devrettiğini,anılan temlikin davalıya olan borçları karşılığında teminat amacıyla gerçekleştirildiğini,nitekim bu hususta davalı ile aralarında protokol düzenlediklerini,söz konusu belge ile 31.12.2003 tarihine kadar borçlarının tamamını ödemesi durumunda davalının taşınmazı iade edeceğini kararlaştırdıklarını ,borcu ödediğini,ne var ki, davalının alacağının daha fazla olduğunu bildirdiğini,davalının talep ettiği boç miktarını ödemeye hazır olduğu halde davalının parayı almaya ve taşınmazı devretmeye yanaşmadığını ileri sürerek,tapu iptali ve tescile karar verilmesini istemiştir.
Davalı,davacı tarafından ibraz edilen protokol başlıklı belge konusunda aralarında bir ihtilaf bulunmadığını,ne var ki,davacının 31.12.2003 tarihine kadar borçlarını ödediğini ispata yönelik bir belge sunmadığını,kaldı ki,borcun da ödenmediğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece,taraflar arasındaki protokolde 31.12.2003 tarihine kadar borcun ödenmemesi halinde sözü edilen protokolün geçerliliğini yitireceğinin karara bağlandığı,davacının da belirtilen tarihe kadar borcunun tümünü ödemediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacının maliki olduğu 705 (yeni 116856 ada 69) parsel sayılı taşınmazını davalıya 02.07.2003 tarihinde 7.500.000.000 TL bedelle satış suretiyle temlik ettiği kayden sabittir. Bilindiği üzere, inanç sözleşmesi inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.
Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek veya idare olunmak üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar. Başka bir deyişle, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.
Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır.
Değişik bir bakış açısıyla taşınmazın mülkiyeti inanılana (alacaklıya) geçmiştir. Taşınmazda inanarak satanın (borçlu) mülkiyet hakkı kalmadığı gibi, alıcının bu mülkiyet hakkı üzerinde kurulmuş olan bir rehin hakkından da söz edilemez.
Öyle ise; gayrimenkul rehni bakımından geçerliliği olan 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu"nun(TMK) 873. maddesinin inanç sözleşmelerine dayalı temlike konu taşınmazlar bakımından uygulama yeri olmadığı da kuşkusuzdur. Nitekim bu düşünce Hukuk Genel kurulunun 23.5.1990 günlü ve l990/1-202-315 sayılı kararında da aynen benimsenmiştir.
İnanç sözleşmeleri, tarafların karşılıklı iradelerine uygun bulunduğu için, onlara karşılıklı borç yükleyen ve alacak hakkı veren geçerli sözleşmelerdir (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu(TBK) madde 97). Anılan sözleşmelerde, taraflar, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini; devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, bu arada tabii ki süresini de belirleyebilirler. Bunun dışında, akde aykırı davranışın yaptırımına da sözleşmelerinde yer verebilirler. Buna dair akit hükümleri de TBK"nın 26. ve 27. maddelerine aykırılık teşkil etmediği sürece geçerli sayılır.
İnanç sözleşmesine ve buna bağlı işlemle alacaklı olan taraf, ödeme günü gelince alacağını elde etmek için dilerse; teminat için temlik edilen şeyi “ifa uğruna edim” olarak kendisinde alıkoyabileceği gibi; o şeyi, açık artırma yoluyla veya serbestçe satıp satış bedelinden alma yoluna da başvurabilir. Bu sonuçlar kendine özgü bu akdin tabiatında mevcuttur. Sözleşme ile öngörülen ifa süresi içerisinde, sırf sözleşmeyi imkansız kılmak amacıyla muvazaalı olarak yapılan temliklerin yasal koruma altında tutulamıyacağı izahtan varestedir. Meri hukuk sistemimizde her hangi bir düzenleme olmamasına karşın, inanç sözleşmelerinin yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde uygulama yeri bulan kendine özgü bir müessese olduğu öğreti ve uygulamada kabul edilegelen bir olgudur.
İnanç sözleşmelerinin, tarafları arasında onların gerçek iradelerini ve akitten amaçladıklarını yansıtması bakımından geçerli olduğu, taraflarına Borçlar Kanunu çerçevesinde nisbi haklarını talep etme olanağını verdiği tartışmasızdır.
Burada üzerinde durulması gereken husus, taşınmaz mallar ya da şekle bağlı akitlerde inanç sözleşmelerinin ne gibi hukuki sonuç doğuracağıdır. Diğer bir anlatımla, sözleşmede öngörülen koşulların gerçekleşmesi halinde, taşınmaz mülkiyetinin naklinin sebebini oluşturup oluşturmayacağıdır.
Uygulamada mesele, 5.2.1947 tarihli, 20/6 sayılı İnançları Birleştirme Kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir.
Somut olaya gelince;tarafların aralarında haricen düzenledikleri bila tarihli ve protokol başlıklı belgeye göre;davacının davalıya olan borçları karşılığında teminat teşkil etmek üzere çekişmeli taşınmazın devredildiği,31.12.2003 tarihine kadar davacı ..."nin borçlarının tamamını ödemesi halinde taşınmazın iade edileceğinin;belirtilen tarihte borçlar ödenmediği takdirde ise;protokolün geçerliliğini yitireceğinin kararlaştırıldığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda,eldeki davada geçerli bir inanç sözleşmesinin bulunduğu,zira,anılan belgenin, 5.2.1947 tarihli, 20/6 sayılı İnançları Birleştirme Kararında öngörülen ispat koşulunu içerdiği kuşkusuzdur.
Ancak ;davacının karşılıklı edimleri içeren inanç sözleşmesine dayanarak taşınmazın tapu kaydının iptalini ve adına tescilini isteyebilmesi için TBK."nin 97. maddesi hükmü gereğince öncelikle kendi edimini yerine getirmesi zorunludur.
Hal böyle olunca,mahkemece, davacı ile davalı arasındaki borç miktarının ve borcun davalı ..."a ödenip ödenmediğinin belirlenmesi, ödenmediğinin saptanması halinde TBK"nin 97. maddesi uyarınca davacıya borç para miktarını mahkeme veznesine depo etmesi için süre verilmesi,yatırdığı taktirde bu paranın davalıya ödenmesi koşulu ile tapu kaydının iptali ile davacı adına tesciline karar verilmesi gerekirken,değinilen yön üzerinde durulmaksızın yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir.
Davacı vekilinin yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile , hükmün (6100 sayılı Yasa"nın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, peşin alınan harcın temyiz edene geri verilmesine, 05/03/2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.