10. Hukuk Dairesi 2014/11769 E. , 2015/14819 K.
"İçtihat Metni"Mahkemesi : İş Mahkemesi
Dava, rücuan tazminat istemine ilişkindir.
Mahkemece, ilamında belirtildiği şekilde davanın kabulüne karar verilmiştir.
Hükmün, taraf avukatları tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteklerinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
1-5510 sayılı Yasanın 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 21. maddesinde iş kazası ve meslek hastalığı, hastalık bakımından işverenin ve üçüncü kişinin sorumluluğu konusunda yeni düzenleme getirilmiş ise de, anılan kanunda söz konusu düzenlemenin yürürlüğü öncesinde gerçekleşen olaylardan kaynaklanan rücuan tazminat davalarında uygulanmasına olanak veren bir hüküm bulunmadığı ve genel olarak Kanunların geriye yürümemesi kuralı karşısında, davanın yasal dayanağı 506 sayılı Yasanın 26. maddesidir.
Anılan maddedeki halefiyet ilkesi uyarınca, Kurumun rücu alacağı; hak sahiplerinin tazmin sorumlularından isteyebileceği maddi zarar (Tavan) miktarı ile sınırlı iken, Anayasa Mahkemesi’nin, 21.03.2007 gün ve 26649 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan 23.11.2006 gün ve E:2003/10, K:2006/106 sayılı kararı ile 26. maddedeki “…sigortalı veya hak sahibi kimselerin işverenden isteyebilecekleri miktarla sınırlı olmak üzere…” bölümünün Anayasaya aykırılık nedeniyle iptali sonrasında, Kurumun rücu hakkının, yasadan doğan kendine özgü ve sigortalı ya da hak sahiplerinin hakkından bağımsız basit rücu hakkına dönüşmüş olması karşısında, ilk peşin değerli gelirler ile harcama ve ödemelerin; tazmin sorumlularının kusuruna isabet eden miktarıyla sınırlı kısmına hükmedilmesi gerekirken, Mahkemece, eldeki dosyada, gerçek zarar tavan hesabı yapan bilirkişi raporu alınması isabetsiz ise de, sonuca etkili olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.
2-506 sayılı Yasanın 26/1. maddesinde, kastı, işçilerin sağlığını koruma ve iş güvenliği ile ilgili mevzuat hükümlerine aykırı hareketi ya da suç sayılabilir bir eyleminin varlığı halinde işverenin rücû alacağından sorumluluğu olanağı tanınmıştır. Aynı Yasa"nın 26/2. maddesinde ise, 3. kişinin rücû alacağından sorumluluğu için, kasıt veya kusuruyla iş kazasının oluşumuna etkide bulunma koşulu öngörülmüştür. İşveren veya üçüncü kişiler ile üçüncü kişileri çalıştıranlara rücû olanağı anılan maddede öngörülen sayılı ve sınırlı durumların gerçekleşmesi hâlinde mümkün olup, 506 sayılı Yasa"nın 26. maddesine dayalı eldeki davada, maddedeki sorumluluk hallerinin genişletilmesi veya genel hükümler uyarınca kusursuz sorumluluk yoluna gidilmesine olanak bulunmamakta olduğundan davalı işverenin rücû alacağından sorumluluğu ancak, maddede öngörülen koşulların gerçekleşmesi ve kusurunun varlığı halinde mümkündür.
506 sayılı Yasanın 26. maddesine dayanan rücu davalarında kusurun belirlenmesinde Mahkemece, öncelikle zararlandırıcı sigorta olayının ne şekilde oluştuğu, dosya içeriğindeki tüm deliller takdir olunarak ve varsa çelişki giderilerek belirlenmeli ve kabul edilen maddi olgular doğrultusunda kusur oran ve aidiyeti konusunda bilirkişi incelemesine gidilmelidir.
Bilirkişilerce kusur durumu saptanırken, 506 sayılı Kanunun 26. maddesi uyarınca inceleme yapılarak, işçi sağlığı ve iş güvenliği mevzuatına göre hangi önlemlerin alınması gerekeceğini, bu önlemlerin işverence alınıp alınmadığını ve alınmış önlemlere sigortalı işçinin uyup uymadığını ve dayanağı mevzuat hükümlerinin ayrıntılarıyla irdelenerek gösterilmesi, soyut ifadelerin kullanımı ile yetinilmemesi gerektiği de belirtilmelidir.
4857 sayılı İş Kanununun 77. maddesi gereğince işveren işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak, işyerinde alınan iş sağlığı ve güvenliği önlemlerine uyulup uyulmadığını denetlemek, işçileri karşı karşıya bulundukları mesleki riskler, alınması gerekli tedbirler, yasal hak ve sorumlulukları konusunda bilgilendirmek ve gerekli iş sağlığı ve güvenliği eğitimini vermek zorundadırlar.
İşçinin beden ve ruh sağlığının korunmasında önemli olan yön, bu tedbirin alınmasının hakkaniyet ölçüleri içinde işverenden istenip istenemeyeceği değil, aklın, ilmin, fen ve tekniğin böyle bir tedbirin alınmasını gerekli görüp görmediği hususlarıdır. Bu itibarla işveren, mevzuatın kendisine yüklediği tedbirleri, işçinin tecrübeli oluşu veya dikkatli çalıştığı taktirde gerekmeyeceği gibi bir düşünce ile almaktan çekinemeyecektir.
Çalışma hayatında süre gelen kötü alışkanlık ve geleneklerin varlığı, işverenin önlem alma ödevini etkilemez. İşveren, iş disiplinini sağlamak, çalıştırdığı sigortalının beden ve ruh tamlığını korumak için yararlı her önlemi, amaca uygun biçimde almak, uygulamak, uygulatmak ve denetlemekle yükümlüdür.
Kusur oranlarının saptanmasında, ihlal edilen mevzuat hükümleri belirlenirken, zararlı sonuçların önlenmesi için koşulların taraflara yüklediği özen ve dikkatin de neler olduğunun eksiksiz bilinmesinde, kusur raporuna ve dava dosyasına yansıtılmasında yasal zorunluluk vardır.
Bu kapsamda, sigortalı veya hak sahipleri tarafından tazmin sorumluları aleyhine açılan tazminat davalarında alınan kusur tespitine ilişkin bilirkişi raporunun, rücu davasında bağlayıcılığından söz edilemeyeceği gibi, tazminat davasında Kurum taraf olmadığından, taraf olmayanlar açısından da güçlü delil niteliğinde değildir.
Mahkemece yukarıda açıklanan maddi ve hukuki ilkeler doğrultusunda, tazminat dosyasındaki kusur oranlarının işbu davaya ilişkin bağlayıcılığı bulunmadığı nazara alınarak, iş güvenliği alanında uzman bilirkişilerden oluşacak kuruldan, oluşa ve işçi sağlığı ve iş güvenliği mevzuatına uygun olarak düzenlenmiş kusur raporu alınarak, varsa çelişki de giderilerek kusur oran ve aidiyetlerinin gerçeğe uygun olarak tespiti yapıldıktan sonra hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, belirtilen hususlar gözardı edilerek eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
3-Kabule göre de, davacı Kurum tarafından talep edilen miktar hüküm altına alınmasına rağmen hüküm fıkrasında fazlaya ilişkin hakların saklı tutulması; giderek kabulüne karar verilen miktar üzerinden karar ve ilam harcının hesaplanması gerekirken, yazılı şekilde fazla harca hükmedilmesi, isabetsizdir.
O halde, taraf avukatlarının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ:Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün BOZULMASINA, temyiz harcının istem halinde davalıya iadesine, 14.09.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.