Yanlar arasında görülen "tapu iptal ve tescil davası" sonunda yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacı tarafından süresi içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü.
Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan tüm delillerden; mirasbırakanın 23/10/2010 tarihinde öldüğü, geriye mirasçı olarak 30/12/1999 tarihinde boşandığı eşinden olma müşterek çocukları 1993 doğumlu, Ç. S."yı bıraktığı, murisin kayden maliki olduğu 4475 parsel sayılı taşınmazı 12/10/2009 tarihinde, davalı M."a satış yoluyla temlik ettiği, anılan kişinin 26/01/2010 tarihinde kardeşi Ü."a, onun da tekrar 25/08/2010 tarihinde davalıya devrettiği, davacının mirasbırakanın tek mirasçısı kızı Ç. S. olduğu anlaşılmaktadır.
Davacı, mirasbırakanın davalıya yapmış olduğu temlikin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.
Bilindiği üzere; uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa,niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve l-4-1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmeside Medeni Kanunun 706, Borçlar Kanunun 213 ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tesbitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmeside büyük önem taşımaktadır. Bunun içinde ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.Somut olaya gelince; davacının murisin boşandığı eşinden olma tek mirasçısı, davalının ise aynı köyde ikamet eden, 3. kişi konumunda olduğu, başkaca mirasçısı bulunmadığı, ekonomik ve sosyal durumunun iyi olduğu, satışa gereksinim duymadığı,çekişmeli taşınmazın temlik tarihi itibariyle gerçek değeri keşfen belirlenmemiş ise de temlik tarihi ile dava tarihinin yakın olduğu, resmi akitte gösterilen değerle, keşfen belirlenen dava tarihindeki değerler arasında fahiş fark olduğu, satış bedelinin ödendiğinin belgelendirilemediği, murisin terekesinden para çıkmadığı dosya kapsamı ile sabittir.
Her ne kadar davalı "dava dışı arkadaşının aldığı krediye kefil olduğu, icra takibine uğraması karşısında taşınmazı takipten koruyabilmek amacıyla kardeşine temlik ettiği" savunmasında bulunmuş ise de bu savunma dinlenen tanıkt anlatımları ile teyit edilmediğinden samimi bulunmamıştır. Öte yandan dinlenilen tanıklar temlike konu edilen taşınmazın miras bırakanın tek malvarlığı olduğunu, kız kardeşinin telkinleri ile tek malvarlığı olan taşınmazını davalıya tapuda satış gibi göstermek suretiyle temlik etttiğini ve ölünceye kadar da bu yerde oturduğunu bildirmişlerdir.
Hemen belirtilmelidir ki; bir kimsenin ikamet ettiği ve tüm malvarlığını teşkil eden taşınmazını elden çıkarmasının hayatın olağan akışına uygun düştüğünü de söyleyebilme olanağı yoktur.
Açıklanan somut bulgular ve olgular yukarıda değinilen ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde miras bırakanın taşınmazı temlikteki gerçek iradesinin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu kabul edilmelidir.
Hal böyle olunca, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken delillerin taktirinde yanılgıya düşülerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.
Davacının, temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK."nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 26.12.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.