10. Hukuk Dairesi 2014/14648 E. , 2015/6779 K.
"İçtihat Metni"Mahkemesi :İş Mahkemesi
Dava, gözaltında veya tutuklulukta geçen sürelerin 5510 sayılı Yasanın geçici 36’ıncı maddesi uyarınca borçlanabileceğinin tespiti ile aksine Kurum işleminin iptali istemine ilişkindir.
Mahkeme, ilamında belirtildiği şekilde davanın reddine karar vermiştir.
Hükmün, taraflar vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteklerinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
İnceleme konusu davada, davacı, 17.11.1980-04.02.1991 tarihleri arasındaki dönemde gözaltında ve tutuklulukta geçen süreleri 5510 sayılı Yasanın geçici 36’ıncı maddesi uyarınca borçlanabileceğinin tespiti ile aksine Kurum işleminin iptalini istemiş, mahkemece; davacı hakkında kovuşturmaya yer olmadığı veya beraat kararı verilmediği, mahkumiyet kararı verildiği, zaman aşımı nedeniyle davanın ortadan kaldırıldığı, talebin kabulü için yasanın aradığı şartların bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Dosyanın incelenmesinden; ... 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 09.09.2009 tarih, 2009/61 Esas ve 2009/325 no’lu kararı ile, davacı ..."ın, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının tamamını veya bir kısmını tağyir, tedbil ve ilgaya teşebbüs suçundan 765 sayılı TCK"nın 146/1. maddesi uyarınca mahkumiyetine karar verildiği, temyiz safhasında Yargıtay 11. Ceza Dairesi"nin 27.01.2011 tarih, 2010/1639 esas ve 2011/467 karar sayılı ilamı ile davacı hakkında açılan kamu davasının zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılmasına karar verildiği, davacının iş bu ceza davası kapsamında, 17.11.1980-31.07.1991 tarihleri arasında gözaltında ve tutuklu kaldığı anlaşılmaktadır.
Davacının, 25.05.2011 tarihli dilekçeyle tutuklulukta ve gözaltında geçen sürelerini borçlanma talebiyle Kuruma başvurduğu, Kurumun bila tarih ve 11081288 sayılı cevabi yazısıyla, 5510 sayılı Kanunun geçici 36’ıncı maddesi gereğince 1402 sayılı Kanun kapsamında mahkumiyetle sonuçlanmayan 17.11.1980-19.07.1987 tarihleri arasında tutuklulukta/gözaltında geçen 2400 günün karşılığı 20.400 TL borç tutarının Hazineden tahsil edilmek suretiyle borçlanma işleminin sonuçlandırıldığını bildirdiği, bilahare, davalı Kurumun 20.06.2012 tarihli yazısı ile, davadan beraat etmediği tespit edildiğinden borçlanma işleminin iptal edildiğini bildirdiği görülmüştür.
Davanın yasal dayanağını teşkil eden ve Resmi Gazetenin 25.2.2011 tarihli, 27857 (1.mükerrer) sayısında yayımlanarak yürürlüğe giren 13.02.2011 tarihli, 6111 sayılı Kanunun 52.maddesi ile 5510 sayılı Kanuna eklenen Geçici 36.maddesinin birinci fıkrasında, "13.05.1971 tarihli ve 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu uyarınca kurulan Sıkıyönetim Mahkemelerinin görev alanına giren suçlar nedeniyle yakalanan veya tutuklananlardan, ... Silahlı Kuvvetlerinin yönetime el koyduğu 12 Eylül 1980 tarihinden itibaren haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlarına karar verilenlerin, gözaltında veya tutuklukta geçen süreleri için kendilerinin yada hak sahiplerinin bu durumlarını belgeleyerek bu maddenin yayımı tarihinden itibaren 6 ay içerisinde talepte bulunması kaydıyla; gözaltında veya tutuklulukta geçen süreleri, talep tarihinde 82.maddeye göre belirlenen prime esas günlük kazanç alt sınırının %32"si üzerinden hesaplanacak primlerinin, bu durumlarından dolayı dava açıp tazminat alanların borcun tebliğ tarihinden itibaren 6 ay içerisinde kendilerince veya hak sahiplerince, tazminat almamış olanların ise Hazinece ödenmesi suretiyle borçlandırılır. Bu şekilde borçlanılan süreler Kanunun 4.maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında prim ödeme gün sayısı olarak değerlendirilir. Ancak, sigortalılık başlangıç tarihinden önceki borçlanılan süreler sigortalılık başlangıç tarihini geriye götürmez" hükmüne yer verilmiştir.
Söz konusu Yasaya göre; borçlanma başvurusu süresi 25.08.2011 tarihinde sona ermektedir.
Her ne kadar, anılan Yasada "bu maddenin yayımı tarihinden itibaren altı ay içerisinde talepte bulunması kaydıyla" ibaresine yer verilmişse de; bu düzenleme Anayasa Mahkemesinin 29/01/2014 tarih 2013/126 esas 2014/17 karar sayılı, 09.05.2014 tarih ve 28995 sayılı R.G.de yayımlanan kararıyla iptal edilmiştir.
Görüldüğü üzere, 13.02.2011 gün ve 6111 sayılı Yasanın 52’inci maddesiyle 5510 sayılı Yasaya eklenen geçici 36’ıncı madde hükmü uyarınca, 1402 sayılı Sıkıyönetim Yasası uyarınca kurulan sıkıyönetim mahkemelerinin görev alanına giren suçlar nedeniyle yakalanan veya tutuklananlardan, ... Silahlı Kuvvetlerinin yönetime el koyduğu 12.09.1980 tarihinden itibaren “hakkında kovuşturmaya yer olmadığına” veya “beraatına” karar verilen kişilerin, gözaltında veya tutuklulukta geçen süreleri, kendileri veya hak sahiplerince belgeleyerek Kuruma başvurmaları halinde anılan madde kapsamında borçlanma imkanı sağlanmıştır.
Anılan hüküm uyarınca, gözaltında veya tutuklulukta geçirilen sürelerin borçlanılabilmesi için ""hakkında kovuşturmaya yer olmadığına” veya “beraatına” karar verilmesi gerekmektedir.
Öte yandan, ceza yargılamasındaki amaç, maddi gerçeğe ulaşmaktır. Fakat, ceza yargılamasında maddi gerçek ne pahasına olursa olsun araştırılmamakta, bu faaliyetin yargılama kurallarına uygun olarak insan hakları ihlal edilmeksizin gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Bu kapsamda ceza yargılamasında maddi gerçeğin
araştırılması, sanık hakları olarak da nitelendirilen bir takım ilkelerle sınırlandırılmış olup, sanığa verilen kanunların tanıdığı hak ve yetkilerin gereği gibi kullanılabildiği bir süreç sonunda ulaşılan gerçeğe değer verilmektedir.
Sanık haklarından birisi olan suçsuzluk karinesi, bir suçtan dolayı kovuşturulan kişinin, suçluluğu mahkeme kararıyla sabit olmadıkça suçlu olarak kabul edilmemesini ifade eder. Bazen suçsuzluk karinesi, bazen de masumluk karinesi olarak isimlendirilen bu kavram; 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 11/1. maddesinde, "Kendisine bir suç yüklenen herkes, savunması için gerekli olan tüm güvencelerin tanındığı açık bir yargılama sonunda, yasaya göre suçlu olduğu saptanmadıkça, suçsuz sayılır." ve 1950 tarihli İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin (İHAS) 6/2. maddesinde, "Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır." düzenlemelerinde yer edinmiştir. Türkiye, 1948 tarihli Bildirge ve 1950 tarihli Sözleşme’ye taraftır. Suçsuzluk karinesi, Ceza Muhakemesi Kanunu’nda açıkça düzenlenmemiş ise de, 1982 Anayasası’nın 38/4. maddesinde, “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz” şeklinde, yasama, yargı ve yürütmeyi bağlayan ilke olarak mevzuatımızdaki yerini almıştır.
Karine, hukuk dilinde bilinenden bilinmeyeni çıkarmaya yarayan hukuki istidlallere (Bir konuda kanıtlara dayanarak sonuç çıkarma) verilen isimdir. Başka bir deyişle karine, bir hüküm vermek için “tecrübe kuralı ile karşılaştırma” denilen faaliyetin daha önceden benzer olaylar dolayısıyla yapılması ve gelecekteki bütün olaylarda uygulanacak mücerret sonucun önceden çıkarılmasıdır. Karine, vicdani kanaate ulaşmada veya ispat işleminde başvurulan bir durumdur. Suçsuzluk karinesinde ise, böyle gerçeğe uygun ya da sabit olduğu kabul edilen bir olaydan başka bir olayın varlığı sonucuna ulaşılması söz konusu değildir. Suçsuzluk karinesi, kişinin suçsuz olduğu varsayımı ile hareket edilmesini gerektiren temel bir haktır. Suçsuzluk karinesi, geleneksel bir hukuk ilkesi olmasının dışında, hukuk devleti anlayışının doğal bir sonucu olarak da kabul edilmektedir. Karinenin, insan haklarına saygı prensibi çerçevesinde içeriği belirlenmeli ve sınırı çizilmelidir. Suçsuzluk karinesi, manevi sorumluluk esasına dayanan maddi ceza hukukunun sonucu olarak değerlendirilmelidir. İnsana saygı düşüncesinden kaynaklanan suçsuzluk karinesinin hukuki niteliği, suçlu sayılmamanın diğer anlamı olarak masum sayılma kabul edilmelidir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) göre de, suçsuzluk karinesinin etkisi ceza davasının yalnızca sonucuyla sınırlı değildir. Suçlama anından itibaren yargılama faaliyetinin tüm aşamalarında ve tüm resmi makamlar önünde geçerlidir. Suçsuzluk karinesi, davanın esasına girilmediği durumlarda ve asıl dava ile bağlantılı diğer davalarda da geçerlidir. Mineli/İsviçre davasında, yerel mahkeme davayı işin esasına girmeden zamanaşımı nedeniyle düşürmüş, fakat mahkeme giderlerinin davalı tarafından (AİHM önünde davacı) ödenmesine hükmetmiştir. Yerel mahkeme kararını davalının “görünüşe göre” ve “büyük ihtimalle” mahkum olacağı öngörüsüne dayandırmıştır. AİHM ise, bu öngörünün muhtemel bir kusurluluk kabulü olduğunu, İHAS 6/2. maddenin ceza davasının tamamında uygulanması gerektiğini vurgulayarak taraf devleti mahkum etmiştir. Aynı şekilde, I ve C/İsviçre olayında da, İsviçre yerel mahkemesi davayı zamanaşımı nedeniyle düşürmüş ve fakat davalının “suçlu” ve “ısrarcı bir şekilde kanunu ihlal eden” bir kişi olduğundan bahisle dava masraflarını ona yüklemiştir. AİHM olayda suçsuzluk karinesinin ihlal edildiğine hükmetmiştir. AİHM’e göre, masumiyet karinesi sadece bir yargıç veya mahkeme tarafından değil, başka kamu makamları tarafından da çiğnenebilir. "AİHM"nin bu doğrultuda olan bir diğer kararında ifade edildiği gibi," 29 Aralık 1976 tarihli basın toplantısı yapıldığında, Bay Allenet de Ribemont polis tarafından henüz gözaltına alınmıştı, her ne kadar o anda uluslararası bir cinayete yardım ve yataklıkla itham edilmemiş olsa bile, polis tarafından gözaltına alınması ve gözaltında tutulması, Paris sorgu yargıcının birkaç gün önce başlatmış olduğu soruşturma kapsamındaydı ve bu durum kendisini 6/2. madde çerçevesinde “bir suç ile itham edilen” bir kişi haline getiriyordu. AİHM (basın toplantısı sırasında) Fransız polisinin en üst rütbeli bazı görevlilerinin Bay Allenet de Ribemont’dan, hiçbir kayıt ya da kısıtlama getirmeksizin, bir cinayetin azmettiricilerinden biri, dolayısıyla da o cinayetin suç ortağı olarak söz ettiklerini hatırlatır. Bu bariz biçimde başvurucunun suçlu olduğuna dair bir beyandır. Bu beyan, öncelikle, kamuoyunun bu kişinin suçlu olduğuna inanmasına katkıda bulunmuştur; ayrıca, yetkili yargı mercinin gerçekleri değerlendirmesi konusunda bir önyargı yaratmıştır. Dolayısıyla, 6/2. madde hükümleri ihlal edilmiştir" (Gilles Dutertre AİHM Kararlarından Örnekler s. 178 vd).
Evrensel bir değer haline gelmiş olan suçsuzluk karinesi, ceza yargılaması işlemlerinin, hukuka aykırı sayılabilecek hilelere başvurmadan, kandırma, yanıltma ve zorlama gibi irade serbestisini engelleyen yollara sapılmaksızın kanun tarafından önceden öngörülmüş esaslar çerçevesinde ve yeterli savunma imkanları sağlanarak yapılması şeklinde tanımlanabilecek adil yargılanma hakkının bir unsurudur. Sanığa, kusuru ispat edilmeden önce suçlu gibi muamele görmesini önleyen, dokunulmaz, anayasal (AY m. 38/4, 15/4) bir hak olup, mahkemelerin tarafsızlığı garantisini verir ve kişi, suçlu olduğu mahkeme hükmüyle kesinleşmeden hiçbir şekilde suçlu olarak nitelendirilemez. Bu yönde, suçsuzluk karinesinin iki fonksiyonu ön plana çıkmaktadır: Karine, ilk olarak, ceza yargılamasının gidişine, işleyişine üstün bir usulü kural olarak yön vermekte, yukarıda ifade edildiği gibi bağımsız ve tarafsız bir mahkeme önünde adil yargılamanın garantisini oluşturmaktadır. İkinci ise, suçluluğun tayininin yargılama kuralları çerçevesinde yargılama makamlarına düştüğünü hükme bağlamaktadır. Ceza yargılamasında sanık, suçluluğu ispatlanıncaya kadar suçsuz sayılacaksa da, bu onun hakkında mahkumiyete kadar hiçbir şey yapılamayacağı anlamına gelmemektedir. Zira sanık, henüz suçlu değilse de, şüpheli olması nedeniyle masum da değildir. Bu nedenle, sanıklar hakkında bir takım yargılama önlemlerini almak, belli sınırlar içinde kalmak kaydıyla suçsuzluk karinesini ihlal etmez. Suçsuzluk karinesi, suç isnadının gerçekleştiği, yani kişinin geniş anlamda sanıklık statüsüne girdiği andan itibaren ceza yargılamasının tamamında, ceza davasının esasına girilmediği durumlarda ve ceza yargılamasına bağlı diğer yargılamalarda geçerlidir. Ayrıca, yargılama organları dışındaki tüm resmi makamları ve üçüncü kişileri de bağlayan temel bir ilkedir. Bu nedenle, gerek ceza yargılaması görevlileri gerekse bunun dışındaki resmi görevliler, suçsuzluk karinesini ihlal eden, sanığı suçlu olarak gösteren, sanığın suçlu gibi işlem görmesine neden olan işlem ve eylemlerde bulunmamalıdırlar. (Yrd. Doç. Dr. İlhan Üzülmez TBB Dergisi Sayı 58 s. 41 vd)
Yapılan açıklamalar çerçevesinde somut olayda; tutuklu olarak yargılandığı ve mahkum olduğu ceza davası kararının temyizi safhasında; zamanaşımı nedeniyle mahkumiyet kararı kesinleşmeyen ve hakkında açılan davanın ortadan kaldırılmasına karar verilen davacının, olması gerektiği sonucuna ulaşılan suçsuzluk halinin hukuki nitelik olarak, sosyal güvenlik ilkeleri ışığında, yukarıda belirtilen 5510 sayılı Kanunun geçici 36’ıncı maddesinde belirtilen "beraat" hükmünde değerlendirilmesi ve bu yönde davaya konu tutuklu kaldığı ve gözaltında geçirdiği sürelerin borçlanılmasının mümkün olduğu; aksinin idari ve adli olarak suçsuzluk karinesinin ihlali anlamı geldiğinin belirgin bulunduğu göz önünde bulundurularak davanın kabulü yönünde hüküm kurulması gerekirken, yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde karar verilmesi, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O hâlde, taraf vekillerinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, 09.04.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.