1. Hukuk Dairesi 2020/295 E. , 2020/2409 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL
Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, maliki olduğu ve üzerinde akaryakıt istasyonu bulunan çekişme konusu 1627 parsel sayılı taşınmazın satışı konusunda davalı ..."in vekili olan davalı ... ile 28.10.2013 tarihli protokol düzenlediklerini ve aynı gün taşınmazın davalı ..."e temlik edildiğini, bir kısım borçlarının protokol gereği davalı ... tarafından ödenmesi kararlaştırıldığı halde taahhüdün yerine getirilmediği gibi protokol gereği bakiye satış bedeli için davalı ... ve eşi tarafından verilen çeklerin de karşılıksız çıktığını, satış tarihinden sonra taşınmaz üzerinde yüklü miktarda ipotek tesis ettirildiğini, güvenini kazanan ve ekonomik olarak zor durumda olmasından yararlanan davalıların işbirliği içinde hile ile taşınmazı elinden aldıklarını ileri sürerek çekişme konusu taşınmazın tapu kaydının iptali ile adına tescilini istemiştir.
Davalılar, davacının bankaya olan bir kısım borcunun protokol gereği ödendiğini, davacının başka bir bankaya olan borcunun ise protokolde yazılandan fazla olduğunu, davacıya verilen çeklerin satış tarihinden sonra yaşanan ekonomik sıkıntı nedeniyle zamanında ödenemediğini, davacının taşınmazı geri alması ve yapılan ödemeler ile çekleri iade etmesi konusunda 24.10.2014 tarihli ihtarname keşide edildiğini, ancak davacının taşınmazı geri almaya yanaşmadığını, ilk çekin keşide tarihi Ocak 2014 olup eldeki davanın hak düşürücü süre içerisinde açılmadığını belirterek davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, hak düşürücü süre içerisinde açılmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı vekili tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 07.11.2019 Perşembe günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davacı vekili Avukat ... geldi, davetiye tebliğine rağmen temyiz edilen ... vekili Avukat ve davalı ... gelmedi, yokluklarında duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekilin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:
-KARAR-
Dosya içeriğine, toplanan delillere, hükmün dayandığı yasal ve hukuksal gerekçeye ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre; davacının yerinde bulunmayan temyiz itirazının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı 25.20. TL bakiye onama harcının temyiz eden davacıdan alınmasına, 09.06.2020 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
-KARŞI OY-
Dava, hile hukuksal nedenine dayalı tapu iptal tescil istemine ilişkindir.
Yerel mahkemece, hak düşürücü süre nedeniyle davanın reddine karar verilmiş, davacı tarafından temyizen dosya Daireye gelmiştir.
Dava, hak düşürücü sürede açılmadığı gerekçesiyle reddedildiği için uyuşmazlık, hile iddiasına dayalı davanın hak düşürücü sürede açılıp açılmadığı noktasında toplanmaktadır.
Bilindiği üzere; Türk Borçlar Kanunu"nun 39/1. maddesi "Yanılma veya aldatma sebebiyle ya da kotkutulma sonucunda sözleşme yapan taraf, yanılma veya aldatmayı öğrendiği ya da korkutmanın etkisinin ortadan kalktığı andan başlayarak bir yıl içinde sözleşme ile bağlı olmadığını bildirmez veya verdiği şeyi geri istemezse, sözleşmeyi onaylamış sayılır. " şeklinde düzenlenmiştir.
Sözleşmeyle bağlı olmadığı bildiriminin, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunun 39. maddesinde belirtilen bir yıllık süre içinde karşı tarafa ulaştırılması gerekir. Bildirimde, geçersizlik sebebi tam olarak açıklanmasa dahi, sözleşmeden dönüldüğü, sözleşmeyle bağlı kalınmayacağı, sözleşmenin feshedildiği, sözleşmenin iptal edildiği gibi açıklamaları mutlaka içermelidir.
Öte yandan, sözleşmeyle bağlı olmama bildirimi (İptal beyanı) hiçbir şekle tabi değildir. Şekle bağlı bir sözleşmede de, örtülü irade beyanıyla iptal bildirimi yapılabilir. Sözleşmeyle bağlı olmama bildiriminde (iptal hakkı) bir yıllık kısa süre, iradeyi sakatlayan sebeplerin öğrenilmesi veya korkunun etkisinin ortadan kalkmasıyla başlar. Bir yıllık hak düşürücü sürenin, daha uzun bir süre ile de sınırlandırılıp sınırlandırılamayacağı doktrinde tartışmalıdır. İradesi bozulan kimse, sözleşmeyi yaptıktan 5, 10 veya 30 yıl sonra yanılma veya aldatmayı öğrenmişse, öğrenme tarihinden itibaren 1 yıllık süre içinde sözleşmeyi iptal edip edemeyeceği konusunda görüş birliği bulunmamaktadır. Bir görüşe göre, sözleşme tarihinden itibaren 10 yıl geçmesi halinde, iptal hakkının son bulacağı ileri sürülmekte, diğer görüşe göre ise, Türk Borçlar Kanunun 39. (B.K m.31) maddesinde kanun koyucunun daha uzun bir süreyi bilerek koymadığı, kanunun açık hükmü karşısında yorum yoluyla yeni kural konulamayacağı, böyle bir süre konulmasının kanun koyucunun amacına aykırı olacağı ve anılan maddenin açık hükmüne aykırı olacağı belirtilmektedir. (Eraslan Özkaya, Yanılma, Aldatma, Korkutma Davaları, sayfa, 437-438)
Geçerliliği açısından herhangi bir şekle bağlanmamış olan bu beyan, karşı tarafa ulaştığı andan itibaren sözleşme ilişkisini (hangi görüş benimsenmiş olursa olsun) kesin hükümsüz hale sokar, iptal beyanı geri alınmaz.
Sözleşmeyle bağlı olmadığı bildirimi, sözleşmeyi kesin olarak geçersiz hale getiren bozucu yenilik doğurucu ”inşai” bir haktır( ... Yanılma, Aldatma, Korkutma Davaları,sayfa, 436-437). Bu niteliği itibariyle de, şarta bağlı tutulamaz ve bu bildirimden dönülemez. İrade açıklaması, karşı tarafın hakimiyet alanına ulaştığı anda istenen sonucu kendiliğinden doğurmaya yeterlidir. Ayrıca bir iptal davası açmaya, dolayısıyla iptali dava yoluyla ileri sürmeye gerek yoktur." ( Prof. Dr. ... Bonçlar Hukuku Genel Hükümler 18.Baskı. 412 vd. Sayfalar) .
Yargıtay 13.Hukuk .Dairesinin ,01.02.1989 tarih 1989/5415 Esas,1989/512 Karar sayılı kararında; “ Davacı, B.K 31.madde hükmü gereğince bir sene içerisinde senetle bağlı olmadığı yolundaki iradesini senette alıcı olarak adı geçen davalıya bildirmiştir. Böylece davacı, bu akdi kabul etmediğini bir yıllık süre içinde bildirdiğinden, işleme sonradan izin vermesi söz konusu olamaz. Bir yıllık süre içerisinde ayrıca dava açmasına gerek yoktur.” denilmiştir.
Yine, Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 2012/6338 Esas, 2012/11554 Karar sayılı, 11.07.2012 günlü Kararında da, “B.K 31 madde hükmü uyarınca ikrah ile akit yapmak zorunda kalan kişi, iptal hakkını bir yıllık hak düşürücü süre içinde kullanmak zorunda olup, bu beyanın bir yıllık hak düşürücü süre dolmadan karşı tarafın hakimiyet alanına ulaşması gerekir. İptal beyanının bir şekle tâbi olduğu konusunda kanunda açık bir hüküm bulunmadığından, hukuki niteliği itibarıyla bozucu yenilik doğuran bu hakkın kullanılmasının dava açma gibi belli bir usulde ileri sürülmesi zorunlu değildir." görüşü kabul edilmiştir.
Dairenin yerleşik uygulamasına göre, yanılma (hata), aldatma (hile), korkutma (ikrah) her türlü delille ispat edilebileceği gibi iptal hakkının kullanılması hiç bir şekle bağlı değildir. Sözleşmeyle bağlı olmadığı bildirimi (iptal hakkı), İrade bozukluğunun öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içinde karşı tarafa yöneltilecek bir irade açıklaması, defi yahut dava yoluyla kullanılabilir. (1.Hukuk Dairesinin 2014/11612 Esas, 2014/ 14462 Karar, 18.09.2014 tarihli-, 2013/21405 Esas, 2014/50 Karar, 13.01.2014 tarihli, 2016/11701 Esas, 22.12.2016 tarihli, 2003/52 Esas, 2003/762 Karar, 22.01.2003 tarihli v.d. birçok karar)
Bu durumda, gerek akdemik görüşler, gerekse Yargıtayın ve özellikle Dairenin “ ...bir yılık hak düşürücü süre içinde, karşı tarafa yöneltilecek tek taraflı sarih veya zımni bir irade açıklaması ile sözleşme feshedilebileceği gibi def’i veya dava yoluyla da iptal hakkı kullanılabilir.” şeklindeki yerleşik uygulamaları nazara alındığında, iptal hakkının ileri sürülmesinin hiç bir şekle tabi bulunmadığı, hele hele dava açmanın zorunlu olmadığı anlaşılmaktadır.
Somut olayda, işlem 28.10.2013 tarihinde yapılmıştır. Yerel mahkemenin gerekçesine göre davacının hileye düştüğünü öğrendiği tarih 10.04.2014 dür. Davalı tarafından davacıya gönderilen 24.10.2014 tarihli ihtarname içeriğinden, davacının sözleşmeden dönme iradesinin en geç bu ihtarın çekildiği gün davalı tarafından öğrenildiğinin kabulü gerekir.
Davacının, davalının kendisini dolandırdığı iddiasıyla Cumhuriyet Savcılığına yapmış olduğu müracaat üzerine davalının ifadesinin alınmaması nedeniyle bu şikayetin somut uyuşmazlık açısından sonuca etkili bir yönü bulunmamaktadır.
Davacı sözleşmeden dönme iradesini çeşitli yollarla davalıya bir yıllık süre içerisinde iletmiştir. Bu durum davalının, davacıya gönderdiği ihtarname içeriğinden anlaşılmaktadır.
Davacının, TBK’nun 39’nci maddesinde öngörülen bir yıllık süre içerisinde hiçbir şekle bağlı olmayan iptal beyanında bulunduğu, bu beyanın davalıya ulaştığı, Yasada sözleşmeden dönme iradesinin ilgiliye uluşmasından sonra ayrıca dava açmak için bir süre öngörülmediği, kaldı ki hak düşürücü sürenin bu tarihte başladığı kabul edilse dahi davalının ihtarı ile dava tarihi arasında bir yıllık sürenin de dolmadığı, bu durumda, davacı tarafından açılan davanın da süresinde açıldığının kabulü gerekir.
Daire çoğunluğunun, hak düşürücü sürenin geçtiği yönündeki kabulü, yukarıda belirtilen Dairemiz ilkelerine ve Yargıtayın yerleşik uygulamasına uygun düşmemektedir.
Sonuç itibariyle, davanın süresinde açıldığının kabulü ile işin esasına girilerek hile olgusunun gerçekleşip gerçekleşmediği yöntemince araştırılarak sonucuna göre karar verilmesi gerektiği görüşünde olduğumuzdan, kararın bozulması gerektiği düşünceyli sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyoruz.