Taraflar arasında birleştirilerek görülen davada;
Davacı, miras bırakan babası H. İ."in kayden maliki olduğu 36 parsel sayılı taşınmazını davalı oğlu T."e, 128 parsel sayılı taşınmazı ile 14 ve 28 parsel sayılı taşınmazlardaki paylarını ise T."in eşi olan davalı gelini H."ye mirastan mal kaçırmak amacıyla muvazaalı olarak satış suretiyle temlik ettiğini ileri sürerek, tapu iptal ve miras payı oranında tescil, birleşen dosyadan da mümkün olmadığı takdirde tenkis isteğinde bulunmuştur.
Davalı, muvazaa iddiasının doğru olmadığını, miras bırakanın davalıya da taşınmaz temlik ettiğini, davalının bu taşınmazı dava dışı bir şahsa sattığını belirterek, davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, çekişme konusu taşınmazların davalılara yapılan temliklerinin muvazaalı olduğu gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir.
Karar, davalılar vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi.... raporu okundu. Düşüncesi alındı. Dosya incelendi. Gereği görüşülüp, düşünüldü: Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve miras payı oranında tescil, mümkün olmadığı takdirde tenkis isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; miras bırakan H. İ. A."ın 36 parselde kayıtlı taşınmazını 26.08.1998 tarihinde davalı oğlu T."e, 128 parsel sayılı taşınmazının tamamı ile 14 ve 28 parsedeki paylarını ise 04.10.2001 tarihinde diğer davalının eşi olan davalı gelini H."ye satış suretiyle temlik ettiği, murisin 28.12.2003 tarihinde öldüğü, geride mirasçı olarak davacı kızı ile davalı oğlunun kaldığı, davacının, çekişme konusu taşınmazların davalılara temliklerinin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek eldeki davayı açtığı anlaşılmaktadır.
Uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu Muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir. Bu durumda yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve l.4.1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Medeni Kanunun 706, Borçlar Kanunun 213 ve Tapu Kanunun 26.maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun içinde ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Öte yandan miras bırakan sağlığında hak dengesini gözeten kabul edilebilir ölçüde ve tüm mirasçıları kapsar biçimde bir paylaştırma yapmışsa mal kaçırmak kastından söz edilmeyeceğinden olayda 1.4.1974 tarih 1/2 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararının uygulanamayacağı da kuşkusuzdur.
Hal böyle olunca, miras bırakandan tüm mirasçılarına intikal eden taşınır taşınmaz mallar ve haklar araştırılmalı, tapu kayıtları ve varsa öteki delil ve belgeler mercilerinden getirtilmeli her bir mirasçıya nakledilen malların ve hakların nitelikleri ve değerleri hakkında uzman bilirkişiden rapor alınmalı böylece yukarda değinilen anlamda bir paylaştırma kastının bulunup bulunmadığı açıklığa kavuşturulmalıdır.
Somut olaya gelince; miras bırakanın 26.12.1997 tarihinde davacı kızına 115 parsel sayılı taşınmazını, ölen kızı S.A."a 20 parseldeki 4/80 arsa paylı 4 nolu meskenini hibe suretiyle temlik ettiği, noksanın tamamlanması amacıyla getirtilen belgelerden anlaşılmaktadır.
Bu durumda davalı Temel bakımından miras bırakanın denkleştirme amacı ile hareket ettiği kabul edilmelidir.
Davalı H."nin durumuna gelince; murisin eşinin 10.02.1996 tarihinde öldüğü, tanık beyanlarından, murisin uzun yıllar davalılar ile birlikte yaşadığı, son yıllarını felçli olarak geçirdiği, ölümüne kadar gelini olan davalı H. ile diğer davalının murise bakıp muris ile ilgilendikleri dosya kapsamı ile sabittir.
Hemen belirtilmelidir ki, satışa konu edilen bir malın devrinin belirli bir semen karşılığında olacağı kuşkusuzdur. Semenin bir başka ifade ile malın bedelinin ise mutlaka para olması şart olmayıp belirli bir hizmet veya bir emekte olabileceği kabul edilmelidir. Nitekim bu husus uygulamalar ve doktrinde de kabul edilmekte, ayrıca Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararlarıyla da benimsenmiştir. Esasen yukarıda da değinildiği üzere muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı olarak açılan davaların hukuki dayanağını teşkil eden 01.04.1974 tarih 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında miras bırakanın gerçek iradesinin mirasçıdan mal kaçırma olması halinde uygulanabilirliğinin kabulü gerekir. Bir başka ifade ile murisin iradesi önem taşır.
O halde, yukarıda değinilen somut olgular, açıklanan ilkeler çerçevesinde değerlendirildiğinde, miras bırakanın davalı H."ye yapmış olduğu temliklerle ilgili olarak gerçek amaç ve iradesinin mirasçıdan mal kaçırmak olmadığı, bu amaçla temliklerin gerçekleştirilmediği, minnet duygusuyla hareket ettiği, mal kaçırmayı amaçlasa idi davacı kızına da yer vermeyeceği kuşkusuzdur.
Hal böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile kabulü yönünde hüküm kurulmuş olması doğru değildir.
Davalılar vekilinin temyiz itirazları açıklanan nedenlerden ötürü yerindedir. Kabulüyle, hükmün 12.01.2011 tarihinde kabul edilen ve 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK"nın geçici 3. maddesi yollamasıyla HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 06.10.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.