1. Hukuk Dairesi 2013/15132 E. , 2013/16067 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ, TESCİL VE TAZMİNAT
Yanlar arasında görülen tapu iptali tescil ve tazminat davası sonunda, yerel mahkemece tapu iptali ve tescil talebinin reddine, davalı ... yönünden tazminat isteğinin kabulüne ilişkin olarak verilen karar davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 5.6.2012 Salı günü saat 9.40 da daireye gelmeleri için taraf vekillerine tebligat yapıldığı halde gelmedikleri anlaşıldı, incelemenin dosya üzerinde yapılmasına, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:
-KARAR-
Dava, hileli yollarla alınan vekâletin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde tazminat istemine ilişkindir.
Mahkemece, tapu iptali ve tescil talebinin reddine, davalı ... yönünden tazminat isteğinin kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; davacı ..."ın 28.03.2008 tarih ve 9242 yevmiye sayılı vekaletname ile davaya konu 3436 parsel 2 numaralı bağımsız bölümün satışı yetkisini de içeren yetkilerle davalı ..."ı vekil tayin ettiği, adı geçeni 03.04.2008 tarihinde azlettiği ve tekrar 04.04.2008 tarihinde aynı yetkilerle vekil olarak atadığı, davalı ..."ın belirtilen vekaletnameye istinaden 29.04.2008 tarihinde davacının kayden maliki olduğu 3436 parselde bulunan 2 numaralı bağımsız bölümü 44.000,00.-TL bedelle diğer davalı ..."e satış suretiyle devrettiği, davacının vekâleti ipotek tesisi sağlamak için verdiğini, dava konusu devrin bilgisi dışında yapıldığını ve satış işlemini dava konusu taşınmazda kiracı olan dava dışı ..."dan öğrendiğini iddia ettiği, eldeki davayı 27.08.2008 tarihinde açtığı, davalı ..."dan güveni kötüye kullanma ve tehdit suçlarından 29.08.2008 tarihinde şikayetçi olduğu, adı geçen hakkında güveni kötüye kullanma suçundan hüküm kurulduğu, davacının eldeki davadaki olaylar nedeni ile davalılar ve dava dışı şahıslar hakkında yaralama eyleminden dolayı şikayetçi olduğu anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere; Hile (aldatma), genel olarak bir kimseyi irade beyanında bulunmaya, özellikle sözleşme yapmaya sevk etmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak veya esasen var olan hatalı bir kanıyı koruma yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır. Hata da yanılma, hilede ise yanıltma söz konusudur. 6098 s. Türk Borçlar Kanununun (TBK) 36/1. (818 s. Borçlar Kanunu"nun (BK) 28/1.) maddesinde açıklandığı üzere taraflardan biri diğer tarafın kasıtlı aldatmasıyla sözleşme yapmaya yöneltilmişse yanılma (hata) esaslı olmasa bile aldatılan taraf için sözleşme bağlayıcı sayılamaz. Değinilen koşulların varlığı halinde aldatılan taraf hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable şâmil) olarak ortadan kaldırabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir.
Öte yandan, hile her türlü delille ispat edilebileceği gibi iptal hakkının kullanılması hiç bir şekle bağlı değildir. Aldatmanın öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde karşı tarafa yöneltilecek bir irade açıklaması, defi yahut dava yoluyla da kullanılabilir.
Ayrıca, Borçlar Kanununun temsil ve vekâlet aktini düzenleyen hükümlerine göre, vekâlet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
6098 s. Türk Borçlar Kanununda (TBK) sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 506. maddesinde (818 s. Borçlar Kanununun 390.) maddesinde aynen; "Vekil, vekâlet borcunu bizzat ifa etmekle yükümlüdür. Ancak vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün mümkün kıldığı hâllerde vekil, işi başkasına yaptırabilir.
Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür.
Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Vekâletin kapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmemişse, görülecek işin niteliğine göre belirlenir. (TBK"nin 504/1) Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, mâkûl sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin son fıkrası uyarınca sorumlu olur. Bu sorumluluk BK"de daha hafif olan işçinin sorumluluğuna kıyasen belirlenirken, de benzer alanda iş ve hizmetleri üslenen basiretli bir vekilinin sorumluluğu esas alınarak daha da ağırlaştırılmıştır.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi 4721 s. Türk Medeni Kanunu"nun (TMK) 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil, vekâlet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK"nin 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Somut olaya gelince; davalı ..."ın davacı ..."ın güvenini kazandığı ve ..."ın katılan olarak yer aldığı ... Sulh Ceza Mahkemesinin 19.01.2011 Tarih ve 2009/26 Esas – 2011/17 Karar sayılı ceza dosyasında güveni kötüye kullanmaktan cezalandırılmasına karar verildiği, dava konusu 2 numaralı bağımsız bölümün 04.03.2011 ve 20.10.2011 tarihli bilirkişi raporlarında devir ve dava tarihlerindeki değerinin 400.000,00 TL olarak belirlendiği, davalı ..."ın davacıya vekâleten taşınmazı diğer davalı ..."e 29.04.2008 tarihinde 44.000 TL bedelle devrettiği, 14.06.2011 tarihli celsede dinlenen davacı tanığı ..."un davalı ..."ın yanında çalıştığını, ofise davalı ..."in geldiğini ve aralarında görüştüklerini vekâlet nedeniyle işin uzadığını söylediklerini beyan ettiği, tüm bu hususların davalılar . ve ... arasındaki el ve işbirliğini gösterdiği, bu durumda vekil ..."ın hile ile aldığı yetkileri kullanarak ve ... ile işbirliği içinde hareket ederek davacıyı zararlandırdıkları anlaşılmaktadır.
Hal böyle olunca, tapu iptali ve tescil istemi yönünden davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken farklı düşünce ve yazılı gerekçe ile reddine karar verilmesi doğru değildir.
Davacının temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 18.11.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.