Esas No: 2017/1699
Karar No: 2017/1300
Karar Tarihi: 08.11.2017
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/1699 Esas 2017/1300 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki "alacak" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Adana 4. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 14.02.2013 gün ve 2009/623 E., 2013/101 K. sayılı kararın temyizen incelenmesinin davalılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 19.09.2013 gün ve 2013/15398 E., 2013/22021 K. sayılı kararı ile:
“…Davacı, davalıların avukatlığını üstlenerek icra takiplerini ve davalarını takip ettiğini, davalı şirkete hukuksal danışmanlık yaptığını, ancak vekalet ücretinin, yapılan bir kısım masrafların ve yol giderlerinin çekilen ihtara rağmen ödenmediğini, bu nedenle vekillikten çekildiğini ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere, 5.000,00-TL davalı ...’den, 5.000,00-TL davalı şirketten olmak üzere toplam 10.000,00-TL vekalet ücreti alacağının ihtarname tarihinden itibaren işleyecek faizi ile tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalılar, davacının istifasının haklı bir sebebe dayanmadığını, kendisine 4.000-TL ödeme yapıldığını savunarak, davanın reddini dilemişlerdir.
Mahkemece, davanın kabulüne, 5.000,00-TL. vekalet ücreti ve masraf niteliğindeki alacağın davalı ..." den tahsiline, 5.000,00-TL. vekalet ücreti ve masraf niteliğindeki alacağın davalı ... İnş. Tic. Ltd. şirketinden tahsiline, kabul edilen alacak miktarlarına 10/11/2008 ihtar ve temerrüt tarihinden itibaren yasal faiz uygulanmasına karar verilmiş; hüküm, davalılar tarafından temyiz edilmiştir.
1-Davacı, davalıların vekili olarak takip ettiği dosyalara ilişkin vekalet ücretinin, bir kısım masrafların ve yol giderlerinin ödenmediği gerekçesiyle vekillik görevinden istifa ettiğini ileri sürerek, vekalet ücretine konu alacağın tahsilini talep etmiştir. Davalılar, davacının istifasının haklı sebebe dayanmaması nedeniyle ücret talep edemeyeceğini savunmuşlardır.
Borçlar Kanununun 396/1. maddesine göre, vekillikten istifa her zaman mümkün olup, bu istifa vekalet ilişkisini ileriye doğru sona erdiren bozucu yenilik doğuran bir işlemdir. Ancak istifa haksız ve müvekkil de bu nedenle zarara uğramışsa, vekil bu zarardan sorumludur. Avukatlık Kanununda ise haksız istifa halinde, vekil yönünden Borçlar Kanunundaki aynı konuya ilişkin düzenlemelere göre daha ağır bir sorumluluk esası getirilmiştir. Gerçekten de, Avukatlık Kanununun 174/1 maddesinde “üzerine aldığı işi haklı bir sebep olmaksızın takipten vazgeçen avukat ücret talebinde bulunamaz.” hükmü mevcut olup, bu hükümle, vekaletten haklı bir neden olmadan istifa eden avukatın, Borçlar Kanunundaki vekalet akdine ilişkin genel düzenlemelerden farklı olarak, herhangi bir zarar şartı olmadan da müvekkile karşı sorumlu tutulduğu görülmektedir. Anılan düzenlemeye göre, haksız olarak işi bırakan, vekaletten istifa eden avukat, ücrete hak kazanamadığı gibi, aksine bir hüküm mevcut değilse aldığı peşin ücretleri, kullanmadığı masraf avanslarını da iş sahibine iade etmek zorundadır.
Avukatlık Kanununun 171/1 maddesinde düzenlenen “Avukat üzerine aldığı işi kanun hükümlerine göre ve yazılı sözleşme olmasa bile sonuna kadar takip eder.” ve “Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi”nin 2. maddesinde düzenlenen “...avukatlık ücreti, kesin hüküm elde edilinceye kadar olan dava, iş ve işlemler ücreti karşılığıdır.” hükümleri gereğince de avukat, aksine sözleşme yoksa, işi sonuna kadar takip edip sonuçlandırmadan ücretini talep edemez. (Bkz. Aynı doğrultuda HGK. 23.3.1983 4/562-156; HGK. 3.7.1987 3/92-599; 13. HD. 2005/15433 E. 2008/3694 K.; 13. HD.2008/6280 E. 2008/11580 K.) Ancak haksız azil halinde olduğu gibi, avukatın haklı olarak vekillikten istifa etmesi halinde de, işe devam etme olanağı mevcut olmadığından, avukat, haklı istifa tarihi itibariyle muaccel olan vekalet ücreti alacağının ödetilmesini talep edebilir. Öte yandan, vekalet ilişkisi bir bütün olup, vekaletten azil gibi, istifa da, taraflar arasındaki tüm dava ve takiplere sirayet eder. Zira, azil ve istifa ile birlikte vekalet akdinin en önemli unsurlarından olan “güven ilişkisi” de sona ermektedir.
Bu açıklamalardan sonra dava konusu olaya bakacak olursak; davacı tarafından davalılara gönderilen 10.11.2008 tarihli ihtarnamede istifa sebebi olarak takip ve dava masrafları, yol giderleri ile vekalet ücretinin ödenmemesi hususları ileri sürülmüş olup, istifanın haklı olup olmadığının bu kapsamda değerlendirilmesi gerekir. Hükme esas alınan bilirkişi kurulu raporu ve 28.01.2013 tarihli ek bilirkişi kurulu raporunda davacının istifasının haksız olduğu belirtilmiş olup, mahkemece de davacı avukatın istifası haksız kabul edilmiştir. Davacı, kararı temyiz etmemiş olmakla davacının haksız istifa ettiği hususu kesinleşmiştir.
Davacı ile davalılar arasında vekalet ücretine ilişkin yapılmış bir sözleşme olmadığı gibi davacı tarafından takip edilen dava ve icra takipleri yönünden tahakkuk edecek vekalet ücretlerinin bu dava ve icra takipleri sonuçlanmadan önce ödeneceğinin kararlaştırıldığı da davacı tarafça ispat edilememiştir. Bu durumda davacı avukat yukarıda açıklanan yasal düzenlemeler kapsamında sonuçlanmayan (kesin hüküm elde edilmeyen) işler yönünden vekalet ücretinin ödenmesini talep edemeyecektir.
Hal böyle olunca, mahkemece, haksız istifa tarihi itibariyle davacı tarafından takip edilerek sonuçlandırılan (kesin hüküm elde edilen) dava ve icra takipleri yönünden davacının hak ettiği akdi ve karşı yan vekalet ücreti ile davalılar tarafından itiraz edilmemesi nedeni ile tüm dosyalarda yapılan masrafların hesaplanması için bilirkişi kurulundan ek rapor alınması ve davacının davalılardan aldığını kabul ettiği 3.150,00-TL’nin mahsubundan sonra hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, kesin hüküm elde edilmediği halde sadece karara çıkmış dosyalar yönünden de hesaplama yapılan bilirkişi kurulu raporuna dayanılarak yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
2-Bozma nedenine göre davalıların sair temyiz itirazlarının incelenmesine gerek görülmemiştir …”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava davalılar adına takip edilen dava ve takiplerden doğan vekalet ücreti alacağının tahsili istemine ilişkindir.
Yerel mahkemece davalıların davacıya verdikleri vekâletname kapsamında davacının ceza, hukuk ve idare mahkemeleri ile icra dairelerindeki dava ve takiplerdeki vekil sıfatı ile yaptığı görev ve hizmetler nedeni ile davalı ..."den 5.321,18 TL, davalı ... İnş. Tic. Ltd. şirketinden 7.403,02 TL vekâlet ücreti ve masraf alacağının bulunduğunun saptandığı gerekçeleriyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Davalılar vekilinin temyiz itirazı üzerine hüküm Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel mahkemece hükme esas alınan 28.01.2013 günlü bilirkişi ek raporu, hüküm kurulmasında ve çekişmenin çözümünde hükme esas alınmış ise de tarafların delillere ve bilirkişi raporuna karşı beyanları gözetildiğinde, bilirkişilerin görev ve sorumlulukları dışında yapmış oldukları yorum ve değerlendirmelere katılma zorunluluğu olmadığı; dosyadaki deliller Avukatlık Kanunu, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi ve Türk Medeni Kanunu kapsamında değerlendirildiğinde davacı avukatın istifasında haklı olduğunun kabulünün gerektiği, bilirkişi raporunda davacı avukatın istifasının haksız olduğuna dair görüş ve gerekçenin mahkemece kabul edilmediği, hâl böyle olunca davalı yararına kesinleşmiş ve kazanılmış bir hak bulunmadığı belirtilmek suretiyle önceki hükümde direnilmiştir.
Direnme kararını davalı vekili temyize getirmektedir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, bilirkişi kurulu tarafından hazırlanan asıl ve ek raporda davacı avukatın haksız istifa ettiği belirtilerek bu kabule göre yapılan hesaplamanın hükme esas alınması karşısında, davacının hükmü temyiz etmediği de dikkate alındığında vekâlet sözleşmesinin haksız istifa ile sona erdiği konusunda davalı lehine usulü kazanılmış hak oluşup oluşmadığı noktasında toplanmaktadır.
Hukuk Genel Kurulunda işin esasının incelenmesine geçilmeden önce temyize konu direnme kararının, Anayasa’nın 141/3. ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun 297. maddeleri anlamında direnme gerekçesi ihtiva edip etmediği, dolayısıyla usulüne uygun bir direnme kararının bulunup bulunmadığı hususu ön sorun olarak tartışılıp değerlendirilmiştir.
Ön sorunun çözümünde mahkeme kararlarının niteliği ile hangi hususları kapsayacağına ilişkin yasal düzenlemenin değerlendirilmesi zorunludur.
Bilindiği üzere 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nun 297. maddesi bir mahkeme hükmünün kapsamının ne şekilde olması gerektiğini açıklamıştır. Bu kapsamda, HMK’nın “Hükmün Kapsamı” başlıklı 297. maddesi:
“(1) Hüküm "Türk Milleti Adına" verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:
a) Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini,
b) Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adreslerini,
c) Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri,
ç) Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini,
d) Hükmün verildiği tarih ve hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin imzalarını,
e) Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi,
(2) Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.” şeklindedir.
Buna göre bir mahkeme hükmünde tarafların iddia ve savunmalarının özetinin, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususların, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delillerin, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesinin, sabit görülen vakıalarla, bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebeplerin birer birer, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde hükümde gösterilmesi gereklidir.
Bu kısım, hükmün gerekçe bölümüdür. Gerekçe, hâkimin (mahkemenin) tespit etmiş olduğu maddi vakıalar ile hüküm fıkrası arasında bir köprü görevi yapar. Gerekçede hükmün dayandığı hukuki esaslar açıklanır. Böylece hâkim gerekçe sayesinde verdiği hükmün doğru olup olmadığını denetler. Üst mahkeme de bir hükmün hukuka uygun olup olmadığını ancak gerekçe sayesinde denetleyebilir. Taraflar da ancak gerekçe sayesinde haklı olup olmadıklarını daha iyi anlayabilirler. Bir hüküm, ne kadar haklı (isabetli) olursa olsun, gerekçesiz ise tarafları doyurmaz (Arslan R./ Yılmaz E./ Taşpınar Ayvaz, S: Medeni Usul Hukuku ,2. Baskı, Ankara 2016, s. 468).
Yasanın aradığı anlamda oluşturulacak kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar kararın gerekçesinin de sonucu ile tam bir uyum içinde o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak; kısaca maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterecek nitelikte olması gerekir. Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması
zorunludur.
Hukuk Genel Kurulunun 29.02.2012 gün ve 2011/9-754 E., 2012/102 K. sayılı kararında da bu hususlar benimsenmiştir.
Nitekim 07.06.1976 gün ve 1976/3-4 E., 1976/3 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde yer alan “Gerekçenin ilgili bilgi ve belgelerin isabetle takdir edildiğini gösterir biçimde geçerli ve yasal olması aranmalıdır. Gerekçenin bu niteliği yasa koyucunun amacına uygun olduğu gibi, kararı aydınlatmak, keyfiliği önlemek ve tarafları tatmin etmek niteliği de tartışma götürmez bir gerçektir.” şeklindeki açıklama ile de aynı ilkeye vurgu yapılmıştır.
Bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerektiğini öngören Anayasa’nın 141/3. maddesi ve ona koşut bir düzenleme içeren 6100 sayılı HMK’nın 297. maddesi işte bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir.
Öte yandan mahkeme kararlarının taraflar, bazen de ilgili olabilecekleri başka hukuki ihtilaflar yönünden etkili ve bağlayıcı kabul edilebilmeleri, başka bir dava yönünden kesin hüküm, kesin delil oluşturup oluşturamayacağı gibi hukuksal değerlendirmeler de bu kararların yukarıda açıklanan nitelikte bir gerekçeyi içermesiyle mümkündür.
Başka bir ifadeyle, mahkemece düzenlenecek kısa ve gerekçeli kararlara ilişkin hüküm fıkralarında Özel Daire bozma kararına hangi açılardan uyulup hangi açılardan uyulmadığının hüküm fıkrasını oluşturacak kalemler yönünden tek tek ve anlaşılır biçimde yazılması, kararın gerekçe bölümünde bunların nedenlerinin ne olduğu, bozmanın niçin yerinde bulunmadığı ve dolayısıyla mahkemenin bozulan önceki kararının hangi yönleriyle hukuka uygun olduğunun açıklanması kararın yargısal denetimi açısından aranan ön koşuldur.
Direnme kararları yapıları gereği yasanın hukuka uygunluk denetimi yapmakla görevli kıldığı bir Yargıtay Dairesinin bu denetimi sonucunda hukuka aykırı bularak, gerekçesini açıklamak suretiyle bozduğu yerel mahkeme kararının aslında hukuka uygun bulunduğuna, dolayısıyla bozma kararının yerinde olmadığına ilişkin iddiaları içerdiklerinden, o iddiayı yasal ve mantıksal gerekçeleriyle birlikte ortaya koymak zorundadırlar (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu"nun 21.10.2009 gün ve 2009/9-397 E., 2009/453 K.; 19.03.2008 gün ve 2008/15-278 E., 2008/254 K.; 22.06.2011 gün ve 2011/11-344 E., 436 K.; 29.02.2012 gün ve 2011/9-754 E., 2012/102 K. sayılı kararları).
Anılan husus kamu düzeni ile ilgili olup, gözetilmesi yasa ile hâkime yükletilmiş bir ödevdir. Aksine düşünce ve uygulama, gerek yargı erki ile hâkimin, gerek mahkeme kararlarının yanlı düşünceden uzak, saygın ve güvenilir olması ilkesi ile de bağdaşmaz.
Yargıtay"ca bozulan yerel mahkeme kararının ortadan kalktığı ve hukuki geçerliliğini yitirdiği ilkesi benimsendiğinden ve bozulan karar da sonraki kararın eki niteliğinde olmadığından, bu karara atıf yapılarak hüküm kurulması isabetsiz olduğu gibi, bozulan karardaki gerekçeye atıf yapılması da yasal dayanaktan yoksundur (Hukuk Genel Kurulu"nun 22.06.2011 gün ve 2011/11-344 E., 436 K.; 29.02.2012 gün ve 2011/9-754 E., 2012/102 K. sayılı kararları).
Bu genel açıklamaların ışığında ön sorun değerlendirildiğinde; eldeki davada yerel mahkemece vekilin istifasının haklı olup olmadığına ilişkin bir açıklama yapmadan bilirkişi raporuna atıf yapmak suretiyle kurulan ilk karar ve buna bağlı olarak verilen direnme kararının da Hukuk Genel Kurulu tarafından incelenebilecek nitelikte teknik anlamda gerekçe içeren bir karar niteliği taşımadığı her türlü duraksamadan uzaktır.
O hâlde, Mahkemece yapılacak iş özellikle Anayasa’nın 141/3. maddesi ve ona koşut bir düzenleme içeren 6100 sayılı HMK’nın 297. maddesi de gözetilerek ve özellikle Yargıtay Özel Dairesi kararında yer verilen bozma gerekçesine karşı, direnmenin gerekçesini de yeni bir hüküm oluşturmayacak şekilde yasal sınırlarda genişleterek, açıkça kaleme alarak kararda göstermek olmalıdır.
Hâl böyle olunca açıklanan yasal düzenleme ve ilkeler gözetilerek anlaşılabilir ve denetlenebilir nitelikte direnme kararı verilmek üzere kararın bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı usulden BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcın yatırana geri verilmesine bozma nedenine göre işin esasına ilişkin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 08.11.2017 gününde oy birliği ile karar verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.