Abaküs Yazılım
Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2017/2509
Karar No: 2017/1306
Karar Tarihi: 08.11.2017

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/2509 Esas 2017/1306 Karar Sayılı İlamı

Hukuk Genel Kurulu         2017/2509 E.  ,  2017/1306 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ :İş Mahkemesi

    Taraflar arasındaki “hizmet tespiti” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Bakırköy 13. İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 26.06.2012 gün ve 2009/444 E., 2012/435 K. sayılı kararın temyizen incelenmesinin davalı Kurum vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 28.11.2013 gün ve 2012/19172 E., 2013/22127 K. sayılı kararı ile,
    “...Dava, davacının 2005/5-6.9.2007 tarihleri arasında davalı işverene ait iş yerinde geçen ve Kuruma bildirilmeyen sigortalı çalışmalarının tespiti istemine ilişkindir.
    Mahkemece, davanın kısmen kabulü ile, davacının 15.5.2005-6.9.2007 tarihleri arasında hizmet akdine dayalı olarak çalıştığının tespit ile, davacının 18 yaşından önceki çalışmalarının emeklilik hizmet süresinden sayılmayıp sadece sigortalılığından sayılmasına karar verilmiş ise de bu sonuca eksik araştırma ve inceleme ile gidilmiştir.
    Davanın yasal dayanağını oluşturan 506 sayılı Yasa"nın 79/10. ve 5510 sayılı Yasa"nın 86/9. maddeleri bu tip hizmet tespiti davaları için özel bir ispat yöntemi öngörmemiş ise de, davanın niteliği kamu düzenini ilgilendirdiği ve bu nedenle özel bir duyarlılık ve özenle yürütülmesi gerektiği Yargıtay"ın ve giderek Dairemizin yerleşmiş içtihadı gereğidir.
    Dosyadaki kayıt ve belgelerden; davacı adına davalı tarafca 5.9.2007 tarihli işe giriş bildirgesinin düzenlendiği, 6.9.2007-17.10.2007 tarihleri arasında geçen çalışmalarının Kuruma bildirildiği, davalı işyerinin 1.12.2000 tarihinde Yasa kapsamına alındığı ve 2005/5-2007/5 tarihleri arasındaki bordroların bulunduğu, mahkemece açıklanan şekilde fiili çalışmanın varlığı yeterince araştırılmadan, diğer bordro tanıkları araştırılıp dinlenmeden davanın kabulüne karar verilmiştir. Dinlenen tanık beyanları davacının çalıştığı süreleri ve çalışmanın niteliğini belirlemeye yeterli değildir.
    Yapılacak iş, mahkemece dinlenen tanıkların ifadeleri davacının çalıştığı süreleri tam olarak belirlemeye elverişli olmadığından gerekirse, tespiti istenen dönemde çalışması bulunan diğer bordro tanıklarının adresini Sosyal Güvenlik Kurumu ve zabıta marifetiyle araştırıp tespit ederek bu tanıkları dinlemek, bordrolarda adı geçen kişilerin adreslerinin tespit edilememesi veya bunların tanıklığıyla yetinilmediği taktirde, SGK ilgili il müdürlüğünden, gerekirse zabıta, vergi dairesi ve meslek odası aracılığı ve muhtarlık marifetiyle işyerine o tarihte komşu olan diğer işyerlerinde uyuşmazlık konusu dönemde çalıştığı tespit edilen kayıtlı komşu iş yeri çalışanlarının; yoksa işyeri sahipleri araştırılıp tespit edilerek çalışmanın niteliği ile gerçek bir çalışma olup olmadığı yönünde yöntemince beyanlarını almak, tanık beyanları arasındaki çelişkiyi gidermek ve davacının işe giriş ve çıkış sürelerini net belirlemek ve gerçek çalışma olgusunu somut ve inandırıcı bilgilere dayalı şekilde 506 sayılı Yasanın 2, 6, 9 ve 79/10 maddeleri gereğince kanıtladıktan sonra sonucuna göre karar vermekten ibarettir.
    Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular gözönünde tutulmaksızın eksik inceleme ve araştırma ile yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
    O halde, davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır..."
    gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

    HUKUK GENEL KURULU KARARI

    Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
    Dava davacının Mayıs 2005 ve Mayıs 2007 tarihleri arasındaki çalışmalarının sigortalı çalışma olduğunun tespiti ile kurum kayıtlarının bu yönde düzeltilmesi istemine ilişkindir.
    Davacı vekili müvekkilinin Mayıs 2005 tarihinde davalı ... işyerinde çalışmaya başladığını, işten ayrıldığı Mayıs 2007 tarihine kadar kesintisiz çalıştığını, ancak çalışmalarının kuruma bildirilmediğini ileri sürerek davacının 2005 ve 2007 tarihleri arasındaki çalışmasının sigortalı çalışma olduğunun tespiti ile kurum kayıtlarının bu yönde düzeltilmesini talep etmiştir.
    Davalı işveren vekili süresinde cevap dilekçesi vermemiş, daha sonra mahkemeye sunduğu beyan dilekçesi ile davacı tanıkları ile müvekkili arasında husumet bulunduğunu, davacı tanıklarının müvekkiline karşı dava açmış olduklarını, öte yandan 11.06.2007 tarihinde yapılan denetim sonucu düzenlenen raporda davacının müvekkil işyerinde çalışmadığının tespit edildiğini, ilgili rapor resmî belge niteliğinde olduğundan aksinin de aynı nitelikte yazılı belgelerle ispatlanması gerektiğini, ayrıca mahkemenin davacının talepte bulunduğu dönem ile bağlı olduğunu ileri sürerek davanın reddini savunmuştur.
    Davalı SGK vekili davacının tespiti istenilen dönemde hiçbir sigortalı çalışmasının bulunmadığını, çalışmanın geçtiği iddia edilen dönemde Kurum müfettişlerince tahkikat yapıldığını ve davacının iddialarının kurum kayıtları ile bağdaşmadığını, ayrıca Kurum dava açılmasına sebebiyet vermediğinden, davanın kabulü halinde Kurum aleyhine vekalet ücretine hükmedilmemesi gerektiğini belirterek davanın reddinin gereğini ifade etmiştir.
    Mahkemece SGK tarafından yapılan denetimin amacının kural olarak denetimin yapıldığı tarihte çalışanların tespitine yönelik olduğu, denetim sırasında davacının orada bulunmamasının çalışmadığı anlamına gelmediği, dinlenen bordro tanıklarının davacının iddialarını doğruladığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile ..."ün davalı ..."a ait işyerinde 15/05/2005 tarihinden 06/09/2007 tarihine kadar asgari ücretle çalıştığının tespitine, 18 yaşından önceki çalışmalarının emeklilik hizmet süresinden sayılmayıp sadece sigortalılığından sayılmasına karar verilmiştir.
    Davalı SGK vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
    Yerel Mahkemece SGK denetim sırasında davacının işyerinde olmamasının çalışmadığı anlamına gelmeyeceği, davacı tanıklarının tespiti istenilen tarihlerde davalı işverene ait işyerinde çalıştıkları ve davacının iddialarını doğrular nitelikte beyanda bulundukları, davalı tanıklarından ...’ın davalının oğlu olduğundan ve davalı tanıklarının davacının davalı işyerinde 06.09.2007 tarihinden 17.10.2007 tarihine kadar 42 gün sigortasının bulunmasına karşın 3-5 gün çalıştığını beyan ettiklerinden bu tanıkların beyanlarına itibar edilmediği, diğer yandan davalı işyerinin dönem bordrolarında çalışan sayısının 10 kişi olmasına rağmen davalı işverenin oğlu olan tanık ...’ın davalı işyerinde 15-20 kişi çalıştığını beyan ettiği, bu beyanın işyerinde sigortasız işçi çalıştırıldığının bir kanıtı olduğu, dinlenen bordro tanıklarının beyanlarının davacının çalıştığı süreleri tam olarak belirlemeye yeterli bulunduğundan, diğer bordro tanıklarının ve komşu işyeri tanıklarının dinlenmesine gerek görülmediği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
    Direnme kararını davalı SGK vekili temyize getirmiştir.
    Hukuk Genel Kurulundaki ilk incelemesi sırasında 01.03.2017 gün ve 2014/21-1789 E., 2017/376 K. sayılı kararla davalı ...’ın İstanbul Barosu avukatlarından Av. ...’ı Bakırköy 19. Noterliğinin 12.09.2007 tarihli vekaletnamesi ile vekil tayin ettiği, ancak davalı işveren vekili adına çıkartılan 07.01.2010 tarihli tebligatın aynı isimde başka bir avukatın adresine gönderilerek “isim benzerliği nedeniyle yanlış gönderilmiştir” kaydı ile iade edildiği, daha sonra mahkemece yapılan tüm tebligatların vekil olmayan avukatın iade edilen adresine Tebligat Kanunu’nun 21"inci maddesi uyarınca yapıldığının anlaşılması ile mahkemece Özel Daire bozma kararının, mahkemenin direnme kararının ve davalı Kurum vekilinin temyiz dilekçesinin gerçek vekil olan Av. ...’a Tebligat Kanunu ve ilgili mevzuat hükümleri dikkate alınarak tebliğ edilmesi gerektiği gerekçesiyle geri çevirme kararı verilmiştir.
    Geri çevirme sonrası Özel Daire bozma kararı, mahkemenin direnme kararı ve davalı Kurum vekilinin temyiz dilekçesi davalı ... vekiline usulüne uygun olarak tebliğ edilmiş ve davalı vekilince direnme kararı süresinde temyiz edilmiştir.
    Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olayda davacının sigortalı hizmet süresinin tespitine yönelik mahkemece yapılan araştırmanın yeterli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
    Yargıtay Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasına geçilmeden önce, davalı işverene yapılan tebligatların usulsüz olduğu nazara alındığında, usulsüz tebligatlar nedeniyle davanın aşamalarından haberdar olmayan davalı işveren vekilinin savunma hakkının kısıtlanıp kısıtlanmadığı, burada varılacak sonuca göre davalı işveren temyizinin Hukuk Genel Kurulunca incelenip incelenemeyeceği hususu ön sorun olarak görüşülmüştür.
    Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle “tebligat”, “taraf teşkili”, “adil yargılanma” ve “hukuki dinlenilme hakkı” kavramları üzerinde durulmasında yarar bulunmaktadır:
    Bilindiği üzere, çekişmeli yargıda kural olarak duruşma yapılması zorunludur. Buna göre hâkim iddia ve savunma haklarını kullanabilmeleri için tarafları duruşmaya çağırmak zorundadır. Kanunun gösterdiği istisnalar dışında hâkim tarafları dinlemeden veya iddia ve savunmalarını bildirmeleri için kanuna uygun biçimde davet etmeden hükmünü veremez.
    Taraflar duruşmaya çağrılmadan, eş anlatımla; taraf teşkili sağlanmadan hüküm verilememesi, Anayasa"nın 36. maddesi ile düzenlenen iddia ve savunma hakkının kullanılmasına olanak tanınması ilkesinin doğal bir sonucudur.
    Gerçekten savunma hakkını güvence altına alan 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 36"ncı maddesi ile 1086 sayılı HUMK’nın 73"üncü maddesinde de (6100 sayılı HMK’nın 27"nci maddesi) açıkça belirtildiği üzere, mahkemece davalı yan dinlenmek ve savunması alınmak üzere kanuni şekillere uygun olarak davet edilmedikçe hüküm verilmesi mümkün bulunmamaktadır. Aksi halde savunma hakkının kısıtlanmış sayılacağı gerek öğreti, gerekse yargısal kararlarda tartışmasız olarak kabul edilmektedir (Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı, Cilt II, s.1876 vd).
    01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Hukuki Dinlenilme Hakkı” başlıklı 27"nci maddesi (Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 73"üncü maddesi) uyarınca davanın tarafları, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahip olup, bu hak yargılama ile ilgili bilgi sahibi olunmasını da içerir.
    Buna göre mahkeme, iki tarafa eşit şekilde hukuki dinlenilme hakkı tanıyarak hükmünü vermelidir. Taraflara hukuki dinlenilme hakkı verilmesi anayasal bir haktır. Anayasamızın 36"ncı maddesine göre teminat altına alınan iddia ve savunma hakkı ile adil yargılanma hakkı, hukuki dinlenilme hakkını da içermektedir. Yine İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi"nde de hukuki dinlenilme hakkı, adil yargılanma hakkı içinde teminat altına alınmıştır. Bu hakka, tarafın hakime meramını anlatma hakkı ya da iddia ve savunma hakkı da denilmektedir. Ancak, hukuki dinlenilme hakkı, bu ifadeleri de kapsayan daha geniş bir anlama sahiptir.
    6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun 27"nci maddesi hükmüne göre:
    "(I) Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler.
    (2) Bu hak;
    a) Yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını,
    b) Açıklama ve ispat hakkını,
    c) Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini,
    içerir".
    Hukuki dinlenilme hakkı olarak maddede ifade edilen ve uluslararası metinlerde de yer bulan bu hak, çoğunlukla "iddia ve savunma hakkı" olarak bilinmektedir. Ancak, hukukî dinlenilme hakkı, iddia ve savunma hakkı kavramına göre daha geniş ve üst bir kavramdır.
    Bu hak, yargılamanın tarafları dışında, müdahiller ve yargılama konusu ile ilgili olanları da kapsamına almaktadır. Her yargılama süresi kendi hakkıyla bağlantılı ve orantılı olarak bu hakka sahiptir. Hakkın temel unsurları maddede tek tek belirtilmiş, böylece uygulamada bu temel yargısal hak konusundaki tereddütlerin önüne geçilmesi amaçlanmıştır.
    Bu çerçevede, öncelikle tarafların gerek yargı organlarınca gerekse karşı tarafça yapılan işlemler konusunda bilgilendirilmeleri zorunludur. Kişinin kendisinden habersiz yargılama yapılarak karar verilmesi, kural olarak mümkün değildir.
    Bu hakkın ikinci unsuru, açıklama ve ispat hakkıdır. Taraflar, yargılamayla ilgili açıklamada bulunma, bu çerçevede iddia ve savunmalarını ileri sürme ve ispat etme hakkına sahiptirler. Her iki taraf da bu haktan eşit şekilde yararlanırlar. Bu durum "silahların eşitliği ilkesi" olarak da ifade edilmektedir.
    Bu hakkın üçüncü unsuru, tarafların iddia ve savunmalarını yargı organlarının tam olarak dikkate alıp değerlendirmesidir. Bu değerlendirmenin de kararların gerekçesinde yapılması gerekir (bkz. 6100 sayılı HMK"nın Hükümet Gerekçesi madde 32).
    Hukuki dinlenilme hakkı, sadece belli bir yargılama için ya da yargılamanın belli bir aşaması için geçerli olan bir ilke değildir. Tüm yargılamalar için ve yargılamanın her aşamasında uyulması gereken bir ilkedir. Bu çerçevede gerek çekişmeli ve çekişmesiz yargı işlerinde gerekse bu yargılamalarla bağlantılı geçici hukuki korumalarda, icra takiplerinde, tahkim yargılamasında, hatta hukuki uyuşmazlıklarla ilgili yargılama dışında ortaya çıkan çözüm yollarında, her bir yargılama, çözüm yolu ve uyuşmazlığın niteliğiyle bağlantılı şekilde hukuki dinlenilme hakkına uygun davranılmalıdır.
    Hukuki dinlenilme hakkına aykırılık bir istinaf gerekçesi ve temyizde de bozma sebebidir. Hakkın ihlalinin niteliğine göre, yargılamanın yenilenmesi sebebi olarak kabul edilebilir. Ayrıca adil yargılanma ihlali çerçevesinde de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurulabilir.
    Kanunda da açıkça belirtildiği gibi hukuki dinlenilme hakkının temel üç unsuru bulunmaktadır (6100 sayılı HMK madde 27/2).
    Bunlardan ilki “Bilgilenme Hakkı” dır.
    Buna göre, hak sahibinin kendisi ile ilgili yargılama ve yargılamanın içeriği hakkında tam bir şekilde bilgi sahibi olması sağlanmalıdır. Bilgilenme hakkı, gerek karşı taraf gerekse yargı organlarının işlemleri ve dosya kapsamına girip yargılamayı etkileyen her şeyi kapsar. Tarafın bilgi sahibi olmadığı işlemler, belge ve bilgiler yargılamada esas alınamaz. Bilgilenmenin şekli bakımından, hukuki dinlenilme hakkına uygun davranılmalı, ilgilinin bilgilenmesi şeklen değil, gerçekten sağlanmaya çalışılmalıdır. Özellikle tebligat ve davetiye kurallarının uygulanmasında özen gösterilmelidir. Usulüne uygun tebligat yapılmadan, davetiye çıkarılmadan, tefhimi mümkünse tefhim gerçekleşmeden yapılan işlemler taraflar bakımından sonuç doğurmaz. Taraflardan gizli yargılama yapılamayacağı için, yargılamaya dahil olan her işlem bakımından taraflar, dosyanın korunması ve yargılamanın sağlıklı yürütülmesi dışında bir sınırlamaya tabi olmadan tam olarak bilgilenme hakkını kullanabilirler. Bu sınırlamalar da bilgilenme hakkını ortadan kaldırıcı nitelikte olmayıp sadece kullanılmasını yargılamanın sağlıklı işlemesi için belirli kurallara bağlamak şeklinde olabilir. Tarafların bilgisine açık olmayan hiçbir husus hükme esas alınamaz.
    Hakkaniyete uygun bir yargılamanın gerçekleşmesini sağlayacak en önemli ilke ise silâhların eşitliği ilkesidir. AİHM’nin 6"ncı maddesinin 1"inci bendinin ilk cümlesinde yer alan silahların eşitliği ilkesi, yine AİHM’ye göre mahkeme önünde sahip olunan hak ve vecibeler bakımından taraflar arasında tam bir eşitliğin bulunması ve bu dengenin bütün yargılama boyunca korunmasıdır. Başka bir deyişle, silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarından birini diğeri karşısında avantajsız bir duruma düşürmeyecek şekilde her iki tarafın deliller de dahil olmak üzere iddia ve savunmasını ortaya koymak için makul bir olanağa sahip olması, tarafların denge içinde olması demektir.
    Söz konusu ilke tarafların usulüne uygun olarak mahkemenin önüne gelmelerini sağlayan tebligat işlemi açısından önemlidir. Çünkü ancak hukuka uygun bir usulde gerçekleşen tebligat üzerine durumdan haberdar olan taraflar iddia ve savunmalarını eşit şekilde yapabileceklerdir.
    Savunma hakkının yeterince kullanılamadığı bir yargılamanın doğru sonuçlar vermesi beklenemez. Adil yargılamayı gerçekleştirmeye yönelik her hukuk kuralı savunma hakkının varlığına işaret edecektir. Hak arama özgürlüğü ve bunun somut unsurlarından biri olan savunmanın yapılabilmesinin ilk koşulu ise tebligattır. Bir yargılama sırasında taraflar, yargılama hakkındaki ilk bilgilere ve bunun sonucunda iddia ve savunma yapabilme haklarına ancak usulüne uygun tebligat ile kavuşabilecek ve bu şekilde savunma yapılabilecektir. Bunun tersi olarak geçerli ve usulüne uygun bir tebligat olmaksızın yargılama yapılması ise, savunma hakkının, dolayısıyla en temel insan haklarından birinin ihlali anlamına gelecektir (Mehmet Ruşen Gültekin, Adil Yargılanma Hakkının Gerçekleşmesini Sağlayan Araçlardan Milletlerarası Tebligat ve İstinabe, (Doktora Tezi), Ankara 2006, s. 17 vd.).
    Yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanıp tartışılabilmesi, itirazların yapılabilmesi, davanın süratle sonuçlandırılabilmesi, öncelikle tarafların duruşma gününden haberdar edilmesi ile mümkün olur. Kişinin hangi yargı merciinde duruşması bulunduğunu, hakkındaki iddia ve isnatların nelerden ibaret olduğunu bilmesi, 7201 sayılı Tebligat Kanunu ve Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelikte açıklanan usule uygun tebligat yapılması ile sağlanabilir (HGK’nın 04.03.2009 gün ve 2009/9-52 E. 2009/105 K.; 14.04.2010 gün ve 2010/21-200 E. 2010/216 K.; 20.04.2011 gün ve 2011/5-175 E. 2011/202 K. sayılı ilamları).
    Yetkili makamlar tarafından bir takım hukukî işlemlerin, bunların hukukî sonuçlarından etkilenmeleri amaçlanan kimselere kanuna uygun şekilde bildirimi ve bu bildirimin de usulüne uygun şekilde yapıldığının belgelenmesi olarak tanımlanan tebligat, Anayasa ile güvence altına alınan iddia ve savunma hakkının, daha da özelde hukuki dinlenilme hakkının tam olarak kullanılması ve bu suretle adil bir yargılamanın yapılmasını sağlayan çok önemli bir araçtır.
    Bir davada davalının, davacının açmış olduğu davadan haberdar olması, davaya cevap vermesi ve hatta cevap süresinin işlemeye başlaması için dava dilekçesinin tebliğ edilmesi gerekir. Aksi durumun, ilgilinin hak arama hürriyetini kısıtlayacağına şüphe yoktur. Aslında hemen her hukuksal işlemin tebligat ile sonuç doğuracağını söylemek mümkündür.
    Bir davada tarafların teşkil edilebilmesi, bu sayede davada karşılıklılık, çelişikliğin sağlanabilmesi, iddia ve savunmalarda bulunulabilmesi için taraflara ve taraflar dışındaki tanık, bilirkişi gibi üçüncü kişilere usulüne uygun tebligat yapılması gereklidir. Tebligat sayesinde ilgililer duruşmaya davet olunur ve kendilerine, yargılama hakkındaki ilk bilgiler, tebliğ konusu dilekçeler verilir. Tebligat, yargılamanın makul sürede yapılıp sonuçlandırılması, hak ve adaletin gecikmeden yerine getirilmesi açısından önemli bir usuli işlemdir (Mehmet Ruşen Gültekin, a.g.e., s. 16, 17).
    Bu bakımdan, davetiyenin ve tebliğ tutanaklı zarfın, davadaki ve takipteki önemi büyüktür. Tebligat; bilgilendirme yanında belgelendirme özelliği de bulunan bir usul işlemi olduğundan, tebligat ile ilgili olarak 7201 sayılı Tebligat Kanunu ve buna bağlı olarak çıkarılan yönetmelik hükümleri tamamen şeklidir. Kanun ve yönetmeliğin amacı tebligatın muhatabına en kısa zamanda ulaşması, konusu ile ilgili olan kişilerin bilgilendirilmesi ve bu hususların belgeye bağlanmasıdır. Gerek tebliğ işlemi ve gerekse tebliğ tarihi ancak anılan kanun ve tüzükte emredilen şekillerle tevsik ve dolayısıyla ispat olunabilir.
    Tebligat Kanunu ile Yönetmeliğinde öngörülen şekilde işlem yapılmış olmadıkça tebliğ memuru tarafından yapılan yazılı beyan onun mücerret sözünden ibaret kalır ve dolayısıyla belgelendirilmiş sayılmaz.
    Şu hale göre; yazılı tebligat, bir davaya ilişkin işlemleri o davayla ilgili kişilere bildirmek için, mahkemelerce kanuna uygun biçimde yapılan bir belgelendirme işlemidir. Dolayısıyla, sözü edilen Kanun ve Yönetmelik hükümlerinin en ufak ayrıntılarına kadar uygulanması zorunludur. Kanunun ve Yönetmeliğin belirlediği şekilde yapılmamış ve belgelendirilmemiş olan tebligatların geçerli olmayacağı Yargıtay içtihatlarında açıkça vurgulanmıştır.
    Yukarıdaki açıklamaların ışığında kısaca belirtmek gerekirse, çekişmeli yargıda kural olarak duruşma yapılması zorunludur. Buna göre hâkim, iddia ve savunma haklarını kullanabilmeleri için tarafları duruşmaya çağırmak zorundadır. Kanunun gösterdiği istisnalar dışında hâkim tarafları dinlemeden veya iddia ve savunmalarını bildirmeleri için kanuna uygun biçimde davet etmeden hükmünü veremez.
    Buna göre, taraf teşkili dava şartı olup, davanın her aşamasında mahkemece re’sen nazara alınması gereken bir olgudur ve mahkemenin duruşma gününü, kararını, bozma ilamını, bozma sonrası duruşma günü ve direnme kararını taraflara kendiliğinden tebliğ edip taraf teşkilini sağlaması, usulün amir hükmü gereğidir.
    Yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanıp tartışılabilmesi, itirazların yapılabilmesi, davanın süratle sonuçlandırılabilmesi; bozma sonrası yargılamanın devamı, uyup uymama yönündeki kararın verilebilmesi, öncelikle tarafların duruşma gününden usulünce haberdar edilmesi ve böylece taraf teşkilinin sağlanması ile mümkündür. Bu yolla kişi, hangi yargı merciinde duruşması bulunduğuna, hakkındaki iddia ve isnatların nelerden ibaret olduğuna, yargılamanın safahatına, bozma ilamının içeriğine, bozma sonrası duruşmanın hangi tarihte yapılacağına, verilen kararın ne olduğuna, 7201 sayılı Tebligat Kanunu ve Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelikte açıklanan usule uygun tebligat yapılması ile vakıf olabilecektir.
    Görüldüğü üzere, taraf teşkili sadece davanın açılması aşamasında değil, yargılamanın diğer aşamalarında da önem taşımaktadır.
    Mahkemenin, bozma ilamına uyma ya da direnme konusunu karara bağlamadan önce de, bozma ilamını ve duruşma gününü taraflara kendiliğinden tebliğ edip taraf teşkilini sağlaması, 6217 sayılı Kanun’un 30"uncu maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’ya eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK)"nın 429"uncu maddesinin amir hükmü gereği zorunludur.
    Nitekim, bozma kararı sonrası mahkemece yapılacak işlemleri düzenleyen 1086 sayılı HUMK’nın 429/2"nci maddesinde, “…Mahkeme, temyiz edenden 434"üncü madde uyarınca peşin alınmış olan gideri kullanmak suretiyle, kendiliğinden tarafları duruşmaya davet edip dinledikten sonra, Yargıtay’ın bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar verir.” hükmü öngörülmüştür.
    Bu açık hüküm karşısında mahkeme, bozma kararını taraflara tebliğ edip; kendiliğinden tarafları duruşmaya davet etmekle yükümlüdür. Belirtilen usulü işlemler tamamlanmadan ve bozma sonrası taraf teşkili sağlanmadan, mahkemece direnme ya da uyma kararı verilmesi olanaklı değildir.
    Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 26.12.2012 gün ve 2012/11-1065 E 2012/1438 K.; 14.12.2011 gün ve 2011/21-866 E. 2011/752 K.; 23.11.2011 gün ve 2011/11-554 E. 2011/684 K.; 20.04.2011 gün ve 2011/5-175 E. 2011/202 K.; 14.04.2010 gün ve 2010/21-200 E. 2010/216 K.; 26.09.2007 gün ve 2007/11-652 E. 2007/624 K ile 02.07.2003 gün ve 2003/2-408 E. 2003/467 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.
    Yukarıda açıklanan mevzuat hükümleri ve konuya ilişkin ilkeler gözetilerek, somut olay değerlendirildiğinde :
    Mahkemece Özel Daire bozma kararı ve duruşma gününün tebliği için davalı ... vekiline gönderilen tebligat daha önce isim benzerliği nedeniyle iade edilen adrese yapıldığından usulsüz olup, davalı ... vekiline usulüne uygun tebligat yapılmadan bozma kararına karşı direnme kararı verilmiştir.
    Şu durumda, mahkemece, bozma kararı ve bozma sonrası duruşma günü davalıya usulünce tebliğ edilmeden ve taraf teşkili sağlanmadan duruşma açılarak, davalının yokluğunda ve onun savunma hakkını kısıtlar biçimde yargılama yapılıp direnme kararı verilmesi, usul ve yasaya aykırıdır.
    Mahkemece yapılacak iş; Özel Daire bozma kararı ile duruşma gününün 7201 sayılı Kanun hükümlerine uygun olarak davalıya yöntemince tebliği ile taraf teşkilinin sağlanması ve ancak bu usulü eksiklik tamamlandıktan sonra bir karar vermekten ibarettir.
    O halde ön sorunun açıklanan nedenlerle kabulü ile direnme kararının diğer hususlar incelenmeksizin usule ilişkin nedenlerle bozulması gerekmiştir.
    S O N U Ç: Davalı ... vekilinin temyiz itirazının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen usulü nedenlerden dolayı BOZULMASINA, Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığının sair temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının davalı ..."a geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 08.11.2017 gününde oybirliği ile karar verildi.


    ...



    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi