Esas No: 2014/2474
Karar No: 2017/1307
Karar Tarihi: 08.11.2017
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2014/2474 Esas 2017/1307 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
Taraflar arasındaki “işçilik alacakları” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 2. İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 13.11.2012 gün ve 2011/783 E., 2012/856 K. sayılı kararın davalı vekili tarafından temyizi üzerine Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 12.11.2013 gün ve 2013/13866 E., 2013/18906 K. sayılı kararı ile;
(…Davacı vekili, davacının davalıya ait işyerinde çalışırken iş sözleşmesinin haksız olarak feshedildiğini, çalıştığı süreye ait ücret ve diğer yasal haklarının ödenmediğini iddia ederek kıdem tazminatı ile bazı işçilik alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili, davacının Hat İnşaat İşçisi olduğunu, taşeronluk ilişkisi kalmayınca işten ayrıldığını, iddialarının asılsız olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkeme tarafından toplanan kanıtlara ve alınan bilirkişi raporuna göre davanın kabulüne karar verilmiştir.
Davacının davalı nezdinde çalışıp çalışmadığı ihtilaflıdır.
Davacı vekili davacının davalıya ait işyerinde 13/07/2009-14/12/2010 tarihleri arasında bilfiil ve kesintisiz çalıştığını iddia etmiştir.
Davalı vekili cevap dilekçesinde davacının bir süre taşeron şirket işçisi olarak çalıştığını beyan etmiş ise de, aşamalarda davacının davalı yanında fiili çalışmasının olmadığını savunmuştur.
Dinlenen davacı tanıkları davacının davalı şirketin işinde çalıştığını söylemiştir. Davalı tanıkları ise davacıyı tanımadıklarını belirtmiştir.
Dosyada bulunan Hizmet Cetvelinde davacının davalı şirkete ait işyerinden bildirilen iddia edilen dönemi kapsayacak şekilde sigortalı çalışmasının kayıtlı olduğu görülmekle birlikte, davacının aynı zamanda davalı işyeri dışında başka bir işyerinden daha davalıdaki hizmet süresi ile çakışır biçimde aylık 30 gün üzerinden çalışması bildirilmiştir. Yargılama aşamasında bu husus üzerinde durulmamış ve gerekli araştırma yapılmamıştır.
Bu itibarla davacının davalı nezdinde çalıştığını iddia ettiği tarihler arasında aynı zamanda çalışıyor göründüğü diğer işyerinden davacıya ait işyeri dosyası istenmeli, fiili hizmetinin bulunup bulunmadığı, ücret alıp almadığı, davacının ne sebeple sigortalı çalışmalarının bildirildiği araştırılmalı, bu hususta gerekirse ek hesap raporu alınmalı, dosya içindeki diğer deliller ile birlikte değerlendirilerek davacının davalı yanında çalışıp çalışmadığı kesin bir biçimde belirlenmelidir.
Kabule göre de;
1-Hukuk yargılamasında ispat araçlarından olan “Yemin” 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 225 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir.
Yasanın 225"nci maddesine göre, yeminin konusunu, davanın çözümü bakımından önem taşıyan, çekişmeli olan ve kişinin kendisinden kaynaklanan vakıalar teşkil eder. Bir kimsenin bir hususu bilmesi onun kendisinden kaynaklanan vakıa sayılır.
Somut olayda; davalı vekili cevap dilekçesinin deliller bölümünde yemin deliline dayandığından davalı tarafa yemin teklif etme hakkı olduğu hatırlatılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, davalı tarafa bu hakkı hatılatılmadan üstelik davacıya mahkemece resen yemin ettirilmediği halde resen yemin ettirildiği gerekçede yazılarak eksik inceleme ile karar verilmesi hatalıdır.
2-Davacının aylık ücreti ihtilaflıdır.
Davacı vekili davacının fesih tarihindeki aylık ücretinin net 1.800,00 TL olduğunu ve inşaat izalosyon ustası olarak çalıştığını iddia etmiştir.
Davalı vekili talep edilen ücretin hayal mahsulu olduğunu savunmuştur.
Davacı tanıkları iddiayı teyit eder mahiyette beyanda bulunmuş ve davacının inşaat izolasyon ustası olduğunu söylemişlerdir.
Mahkemece emsal ücret araştırması yapılmış, müzekkereye davacının 15 yıllık inşaat ustası olduğu yazılmıştır. Yol İş Sendikası ile Van Ticaret ve Sanayi Odası 15 yıllık inşaat ustasının alabileceği ücreti bildirmiştir. Hükme esas alınan bilirkişi raporunda Van Ticaret ve Sanayi Odasının bildirdiği ücretin iddianın üzerinde olması nedeni ile taleple bağlı kalınarak hesaplama yapılmıştır.
Davacı işçinin alabileceği ücret konusunda yapılan emsal ücret araştırması yeterli değildir. Hesaplamalara esas alınan Van Ticaret ve Sanayi Odası davacı işçi açısından meslek odası olmadığı gibi ücreti piyasa araştırması yaparak tespit ettiğini bildirmiştir. Davalı vekilinin temyiz dilekçesine eklediği Özcan Günay isimli işçi tarafından açılan dava dosyasına gönderilen Van İnşaat Mühendisleri Odası 13 yıllık inşaat mühendisi için net 1650,00 TL ücret bildirmiştir. Davalı vekili ayrıca davacının 1980 doğumlu olup 15 yıllık kıdeme sahip olmasının mümkün olmadığını ileri sürmüştür.
Bu itibarla, öncelikle davacının inşaat ustalığı işindeki kıdemi tereddüde neden olmayacak şekilde belirlenmeli, daha sonra davacının yaptığı iş, meslekteki ve işyerindeki kıdemi, iş yerinin bulunduğu yer ve diğer özellikleri belirtilmek sureti ile ilgili meslek odalarından alabileceği ücret sorulmalı, dosya içindeki diğer deliller ile birlikte değerlendirilerek davacının ücreti belirlenmeli, işçilik alacakları buna göre hesaplanmalıdır. Yapılacak iş; hizmet süresi ile ilgili bozma nedeni konusunda gerekli araştırma yaparak eksiklikleri tamamlamak, ardından gerekirse kabule göre saptanan 2 numaralı bozma nedeni gereğini yerine getirmek ve sonrasında da 1 numaralı bozma gereğini yerine getirdikten sonra hasıl olacak sonuca göre karar vermektir.
Mahkemece eksik inceleme ile karar verilmesi hatalıdır.
O halde davalı vekilinin bu yönlere ilişkin temyiz itirazları kabul edilmeli ve karar bozulmalıdır...)
gerekçesiyle karar bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava işçilik alacaklarının tahsili istemine ilişkindir.
Davacı vekili müvekkilinin “inşaat ustası” olarak davalıya ait inşaat işinde 13.07.2009-14.12.2009 tarihleri arasında çalıştığını, aylık ücretinin net 1.800,00 TL olduğunu, iş sözleşmesinin davalı işveren tarafından haksız olarak feshedildiğini ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla ihbar tazminatı ile tüm aylara ait ücret ve fazla çalışma alacaklarının davalı şirketten tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı ... Müh. İnş. San. Tic. Ltd. Şti. vekili davacı işçinin alt işveren olan dava dışı Hat İnşaat A.Ş.’nin elemanı olarak bir süre müvekkili uhdesinde kalan inşaatta çalıştığını, müvekkili şirketin haberi olmadan sigorta numarası kullanılmak suretiyle sigorta girişinin bu şirket tarafından yaptırıldığını, müvekkili şirketin bu durumu öğrendiğinde sigorta girişlerini kaldırdığını, bu arada kendilerinin sigorta primlerinin müvekkili tarafından, ücretlerinin ise Hat İnşaat A.Ş. tarafından ödendiğini, alt işverenlik ilişkisi kalmayınca da davacının işten ayrıldığını, dava dilekçesinde bildirilen ücreti kabul etmediklerini belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece davacı işçinin davalı işverenlik bünyesinde 13.07.2009-14.12.2009 tarihleri arasında beş ay çalıştığı, uzun süre ücret almadan çalışmanın hayatın olağan akışına aykırı olduğu, uzun süre ücret alacaklarında davacının isticvap edilerek resen yemin eda ettirildiği, mahkemece bu usul kurallarına uyulduğu, öte yandan ücretin ödendiği konusunda işverenin tanık dinletemeyeceği, ancak yazılı belgeleri yoksa yemin deliline başvurabileceği, davacının ihbar tazminatı ile ödenmeyen ücret ve fazla çalışma alacağı bulunduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Hükmün davalı şirket vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine karar Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece yeterli ücret araştırmasının yapılması için ara kararlar kurulduğu ve işlemler yapıldığı, müzekkere cevaplarının dosyada mevcut olduğu, yemin konusunda da tüm davacıların ücret alacakları çalışma süreleri ve 6100 sayılı HMK hükümleri göz önüne alındığında davada taraf gibi olmamak ve davalının açık bir yemin teklifi bulunmadığından yemin eda ettirilmediği gerekçeleriyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararını davalı şirket vekili temyiz etmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olayda davacı işçinin davalı işveren nezdinde çalışma süresine ilişkin mahkemece yapılan araştırmanın yeterli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Mahkemece verilen ilk kararın Özel Daire tarafından davacının davalı nezdinde çalışıp çalışmadığı ihtilaflı olduğu belirtilerek bozulduğu, ayrıca bozma kararında kabule göre de denilerek aylık ücret seviyesi ile yemin hususlarında da bozma yapıldığı ve neticede mahkemece yapılacak işin hizmet (çalışma) süresi ile ilgili bozma nedeni konusunda gerekli araştırma yapılarak eksikliklerin tamamlanması, ardından gerekirse kabule göre saptanan davacının aylık ücret seviyesi ile ilgili bozma gereği yerine getirmek ve sonrasında da yemin ile ilgili bozma gereği yerine getirildikten sonra hasıl olacak sonuca göre karar vermek olduğu, sonuç kısmında ise yukarıda belirtilen nedenlerle kararın bozulduğu ancak bozma nedenine göre davalının diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığı belirtilerek kararın bozulduğu, yerel mahkemece temyize konu direnme kararında ise Özel Dairenin kabule göre yaptığı bozma nedenleri yönünden direnme gerekçesi oluşturulduğu, buna karşılık asıl bozma nedeni olan “hizmet (çalışma) süresi” ile ilgili olarak hangi gerekçeyle direnildiğine, bozma kararının hangi nedenle doğru bulunmadığına ilişkin herhangi bir özel açıklamaya yer verilmemiş; dolayısıyla hangi gerekçeyle direnildiği ortaya konulmamıştır.
Bu nedenledir ki, Hukuk Genel Kurulunda işin esasının incelenmesine geçilmeden önce,
a-Özel Dairece “kabule göre” bozma gerekçesi yapılan aylık ücret seviyesi ile yemin hususlarında Hukuk Genel Kurulunca bir inceleme yapılıp yapılamayacağı,
b-Kabule göre bozma gerekçelerinin incelenmesine yer olduğu/olmadığı sonucuna varılması halinde bu kez Özel Dairece asıl bozma nedeni olan “hizmet (çalışma) süresi” ile ilgili olarak direnme hükmünün gerekçe içerip içermediği dolayısıyla usulüne uygun bir direnme kararının bulunup bulunmadığı hususu ön sorun olarak tartışılmıştır.
Öncelikle mahkemece Özel Dairenin “kabule göre” açıklamasıyla başlayan “1” ve “2” no’lu bentler altında yer alan aylık ücret seviyesi ile yemin hususlarında Hukuk Genel Kurulunca bir inceleme yapılıp yapılmayacağı üzerinde durulmalıdır.
Bilindiği üzere; bozma kararlarında “kabule göre de” veya “kaldı ki” gibi söz dizinleriyle başlayan, bozma sebebine göre inceleme sırası gelmemekle birlikte sadece mahkemenin hükmündeki hatanın varlığına işaret eden, hükmü o yönden eleştiren, mahkemenin aynı hataya düşmemesi için ona bir tavsiye ve yol gösterme amacına yönelik bulunan ifade ve açıklamalar usul hukuku anlamında “bozma” niteliği taşımamaktadır.
Dolayısıyla, yerel mahkemelerin bozma kararında yer alan bu tür ifade ve açıklamalara ilişkin direnme ya da uyma kararı veremeyecekleri belirgindir. Yargıtay’ın kararlılık kazanmış uygulaması da bu yöndedir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun. 27.04.2011 gün 2011/17-50 E., 2011/231 K., 28.09.2011 gün 2011/14–487 E, 2011/559 K., 14.06.2013 gün 2012/5-1926 E., 2013/842 K. sayılı kararları).
Mahkemece, bozma kararının “Kabule göre de” açıklamasıyla başlayan “1” ve “2” no’lu bentler altında yer alan yemin ve aylık ücret seviyesi ile ilgili tavsiye niteliğinde bulunan açıklamalar, bozma nedeni gibi kabul edilerek direnilmişse de, usuli anlamda bozma niteliği taşımayan bu hususlara karşı direnilmesi mümkün olmadığından, buna ilişkin kararın Hukuk Genel Kurulunca da incelenmesi olanaklı değildir.
Dolayısıyla Özel Dairece “kabule göre” bozma gerekçesi yapılan aylık ücret seviyesi ile yemin hususlarında Hukuk Genel Kurulunca bir inceleme yapılamayacağı oybirliğiyle kabul edildikten sonra bu kez asıl bozma nedeni olan “hizmet (çalışma) süresi” ile ilgili olarak direnme hükmünün gerekçe içerip içermediğinin incelenmesine geçilmelidir.
Ön sorunun çözümünde mahkeme kararlarının niteliği ile hangi hususları kapsayacağına ilişkin yasal düzenlemenin değerlendirilmesi zorunludur.
Bilindiği üzere 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun (HMK) 297. maddesi bir mahkeme hükmünün kapsamının ne şekilde olması gerektiğini açıklamıştır.
Bu kapsamda, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Hükmün Kapsamı” başlıklı 297. maddesinde:
“(1) Hüküm "Türk Milleti Adına" verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:
a) Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini.
b)Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adreslerini
c)Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri
ç)Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini
d)Hükmün verildiği tarih ve hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin imzalarını
e)Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi
(2)Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.”
şeklinde düzenleme mevcuttur.
Buna göre bir mahkeme hükmünde, tarafların iddia ve savunmalarının özetinin, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususların, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delillerin, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesinin, sabit görülen vakıalarla, bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebeplerin birer birer, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde hükümde gösterilmesi gereklidir.
Bu kısım, hükmün gerekçe bölümüdür. Gerekçe, hâkimin (mahkemenin) tespit etmiş olduğu maddi vakıalar ile hüküm fıkrası arasında bir köprü görevi yapar. Gerekçe bölümünde hükmün dayandığı hukuki esaslar açıklanır. Hâkim, tarafların kendisine sundukları maddi vakıaların hukuki niteliğini (hukuki sebepleri) kendiliğinden (re’sen) araştırıp bularak, hükmünü dayandırdığı hukuk kurallarını ve bunun nedenlerini gerekçede açıklar.
Hâkim, gerekçe sayesinde verdiği hükmün doğru olup olmadığını, yani kendini denetler. Üst mahkeme de, bir hükmün hukuka uygun olup olmadığını ancak gerekçe sayesinde denetleyebilir. Taraflar da ancak gerekçe sayesinde haklı olup olmadıklarını daha iyi anlayabilirler. Bir hüküm, ne kadar haklı olursa olsun, gerekçesiz ise tarafları doyurmaz (Kuru B.; Arslan R.; Yılmaz E.; Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı 6100 sayılı HMK’na Göre Yeniden Yazılmış, 22. Baskı, Ankara 2011, s. 472).
Anayasa’nın 141. maddesi gereğince bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olması gereklidir. Gerekçenin önemi Anayasal olarak hükme bağlanmakla gösterilmiş olup, gerekçe ve hüküm birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.
Kanunun aradığı anlamda oluşturulacak kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar; kararın gerekçesinin de sonucu ile tam bir uyum içinde o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak; kısaca maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterecek nitelikte olması gerekir.
Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur.
Hukuk Genel Kurulunun 19.06.1991 gün ve 323 E., 391 K.; 10.09.1991 gün ve 281 E., 415 K.; 25.09.1991 gün ve 355 E., 440 K.; 19.04.2006 gün ve 2006/4-142 E., 229 K.; 05.12.2007 gün ve 2007/3-981 E., 936 K.; 23.01.2008 gün ve 2008/14-29 E., 4 K.; 19.03.2008 gün ve 2008/15-278 E., 254 K.; 18.06.2008 gün ve 2008/3-462 E., 432 K.; 21.10.2009 gün ve 2009/9-397 E., 453 K.; 24.02.2010 gün ve 2010/1-86 E., 108 K.; 28.04.2010 gün ve 2010/11-195 E., 238 K.; 22.06.2011 gün ve 2011/11-344 E., 436 K.; 29.02.2012 gün ve 2011/9-754 E., 2012/102 K.; 22.02.2017 gün ve 2015/22-853 E., 2017/303 K. sayılı kararlarında da bu hususlar benimsenmiştir.
Nitekim 07.06.1976 gün ve 1976/3-4 E., 1976/3 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde yer alan “Gerekçenin ilgili bilgi ve belgelerin isabetle takdir edildiğini gösterir biçimde geçerli ve yasal olması aranmalıdır. Gerekçenin bu niteliği yasa koyucunun amacına uygun olduğu gibi, kararı aydınlatmak, keyfiliği önlemek ve tarafları tatmin etmek niteliği de tartışma götürmez bir gerçektir.” şeklindeki açıklama ile de aynı ilkeye vurgu yapılmıştır.
Bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerektiğini öngören Anayasa’nın 141/3. maddesi ve ona koşut bir düzenleme içeren 6100 sayılı HMK’nın 297. maddesi işte bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir.
Öte yandan, mahkeme kararlarının taraflar, bazen de ilgili olabilecekleri başka hukuki ihtilaflar yönünden etkili ve bağlayıcı kabul edilebilmeleri, başka bir dava yönünden kesin hüküm, kesin veya güçlü delil oluşturup oluşturamayacağı gibi hukuksal değerlendirmeler de bu kararların yukarıda açıklanan nitelikte bir gerekçeyi içermesiyle mümkündür.
Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, yerel mahkemelerin direnme kararları da bir davayı sona erdiren (nihai) temyizi mümkün olan son kararlardan olup, mahkemece bozmaya uyulması yönünde oluşturulan karar ise, bozma lehine olan taraf yararına usulü kazanılmış hakkın gerçekleşmesine neden olmaktadır.
Bu nedenle, bir davanın taraflarının o dava yönünden, mahkemece hangi nedenle haklı veya haksız bulunduklarını anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için, ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş kuşkuya yer vermeyecek bir açıklık taşıyan direnme ya da uyma kararının bulunması zorunludur.
6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun, bozma sonrası mahkemece yapılacak işlemleri düzenleyen 429/2. maddesinde, “…Mahkeme, temyiz edenden 434 ncü madde uyarınca peşin alınmış olan gideri kullanmak suretiyle, kendiliğinden tarafları duruşmaya davet edip dinledikten sonra, Yargıtay’ın bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar verir.” hükmü öngörülmüştür.
Bu açık hüküm karşısında, mahkemece tarafların beyanlarının alınmasından sonra yapılacak iş; açıkça bozma nedenlerine uyulması ya da eski kararda direnilmesine dair ara kararı oluşturmak olmalıdır. Bunun yanında mahkeme, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesindeki yetkisini kullanırken, bozma nedenlerinden her birine, ne sebeple uyduğunu ya da uymadığını gerekçesiyle ortaya koymakla ödevlidir.
Zira direnme kararlarının hukuksal niteliklerinin doğal sonucu ve gereği olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun yapacağı inceleme ve değerlendirme, bozma kararı üzerine yerel mahkemelerce verilmiş direnme kararlarına münhasır olduğundan, inceleme sırasında gözeteceği temel unsurlardan birini bozma kararına karşı tarafların beyanlarının tespiti ile uyulup uyulmama konusunda verilen ara kararları ile sonuçta hüküm fıkrasını içeren kısa ve gerekçeli kararların birbiriyle tam uyumu ve buna bağlı olarak kararın ortaya konulan sonucuna uygun gerekçesi oluşturmaktadır. Bunlardan birisinde ortaya çıkacak farklılık ya da aksama çelişki doğuracaktır ki, bunun açıkça usul ve yasaya aykırılık teşkil edeceği kuşkusuzdur.
Başka bir ifadeyle, mahkemece düzenlenecek kısa ve gerekçeli kararlara ilişkin hüküm fıkralarında Özel Daire bozma kararına hangi açılardan uyulup hangi açılardan uyulmadığının hüküm fıkrasını oluşturacak kalemler yönünden tek tek ve anlaşılır biçimde kaleme alınması, kararın gerekçe bölümünde bunların nedenlerinin ne olduğu, bozmanın niçin yerinde bulunmadığı ve dolayısıyla mahkemenin bozulan önceki kararının hangi yönleriyle hukuka uygun olduğunun açıklanması kararın yargısal denetimi açısından aranan ön koşuldur.
Direnme kararları yapıları gereği kanunun hukuka uygunluk denetimi yapmakla görevli kıldığı bir Yargıtay Dairesinin bu denetimi sonucunda hukuka aykırı bularak, gerekçesini açıklamak suretiyle bozulmasına karar verdiği yerel mahkeme kararının aslında hukuka uygun bulunduğuna, dolayısıyla bozma kararının yerinde olmadığına ilişkin iddiaları içerdiklerinden o iddiayı yasal ve mantıksal gerekçeleriyle birlikte ortaya koymak zorundadırlar (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu"nun 21.10.2009 gün ve 2009/9-397 E., 2009/453 K.; 19.03.2008 gün ve 2008/15-278 E., 2008/254 K.; 22.06.2011 gün ve 2011/11-344 E., 436 K.; 29.02.2012 gün ve 2011/9-754 E., 2012/102 K. sayılı kararları).
Anılan husus kamu düzeni ile ilgili olup, gözetilmesi kanun ile hâkime yükletilmiş bir ödevdir. Aksine düşünce ve uygulama gerek yargı erki ile hâkimin, gerek mahkeme kararlarının her türlü düşünceden uzak, saygın ve güvenilir olması ilkesi ile de bağdaşmaz.
Ayrıca Yargıtay"ca bozulmasına karar verilen yerel mahkeme kararı ortadan kalkar ve hukuki geçerliliğini yitirir. Bozulan karar sonraki kararın eki niteliğinde olmadığından bu karara atıf yapılarak hüküm kurulması da isabetsiz olduğu gibi, bozulan karardaki gerekçeye atıf yapılması da yasal dayanaktan yoksundur (Hukuk Genel Kurulu"nun 22.06.2011 gün ve 2011/11-344 E., 436 K.; 29.02.2012 gün ve 2011/9-754 E., 2012/102 K. sayılı kararları).
Bu genel açıklamaların ışığında ön sorun değerlendirildiğinde;
Yerel mahkemenin temyize konu direnme kararında Özel Dairenin “hizmet (çalışma) süresi” yönünden davacı işçiye ait hizmet cetvelinde davalı işyeri dışında başka bir işyerinden daha davalıdaki hizmet süresi ile çakışır biçimde aylık otuz gün üzerinden çalışmasının bildirildiği, yargılama aşamasında bu hususun üzerinde durulmadığı ve gerekli araştırmanın yapılmadığı, bu itibarla bu işyerinden davacıya ait işyeri dosyası istenmesi, fiili hizmetinin bulunup bulunmadığı, ücret alıp almadığı, davacının ne sebeple sigortalı çalışmalarının bildirildiğinin araştırılması, bu hususta gerekirse ek hesap raporu alınması, dosya içindeki diğer deliller ile birlikte değerlendirilerek, davacının davalı yanında çalışıp çalışmadığının kesin bir biçimde belirlenmesi gerektiğine işaret eden bozma kararına karşı hangi gerekçeyle direnildiğine, bozma kararının hangi nedenle doğru bulunmadığına ilişkin herhangi bir gerekçeye yer verilmemiştir.
Bu haliyle anılan direnme kararının Anayasanın ve kanunun aradığı anlamda gerekçe içerdiğinden söz edilemez. Çünkü Yargıtay"ca bozulan karar (kararın hem hüküm fıkrası hem de gerekçesi) ortadan kalkacağından, hukuki geçerliliğini yitirmiştir.
O halde, Mahkemece yapılacak iş Anayasa’nın 141/3. maddesi ve ona koşut bir düzenleme içeren 6100 sayılı HMK’nın 297. maddesi de gözetilerek ve özellikle bozma kararında yer verilen gerekçeye karşı direnmenin gerekçesini de (gerekirse yeni bir hüküm oluşturmayacak şekilde yasal sınırlarda genişletilerek) açıkça kaleme alınarak kararda göstermek olmalıdır.
Eldeki davada mahkemece, davacı işçinin hizmet (çalışma) süresinin tespiti yönünden eksik inceleme yapıldığına işaret eden bozma nedeni yönünden ortada yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde usulün öngördüğü anlamda oluşturulmuş, ilk kararın aslında hukuka uygun bulunduğuna, dolayısıyla bozmanın yerinde olmadığına ilişkin bir gerekçeli karar bulunmadığı gibi, direnme kararlarını denetleyen Hukuk Genel Kurulu tarafından incelenebilecek nitelikte teknik anlamda gerekçe içeren bir direnme kararının olmadığı da her türlü duraksamadan uzaktır.
Şu hale göre; açıklanan yasal düzenleme ve ilkeler gözetilerek anlaşılabilir ve denetlenebilir nitelikte direnme kararı verilmek üzere kararın bozulması gerekir.
SONUÇ: Davalı şirket vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı usulden BOZULMASINA, bozma nedenine göre işin esasına ilişkin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 08.11.2017 gününde oybirliği ile karar verildi.
...
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.