Esas No: 2012/10547
Karar No: 2013/336
Yargıtay 20. Hukuk Dairesi 2012/10547 Esas 2013/336 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Sulh Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki davanın yapılan duruşması sonunda kurulan hükmün Yargıtayca incelenmesi davacı ... Yönetimi tarafından istenilmekle, süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü:
K A R A R
Davacı ... Yönetimi, .... Köyü, 937 parsel sayılı 2150 m² yüzölçümündeki taşınmazın tapuda davalılar adına kayıtlı olduğunu, yörede 123 numaralı Orman Kadastro Komisyonu tarafından 2006 yılında 6831 sayılı Kanun gereği Orman Kadastrosu ve 2/B uygulama çalışması yapıldığını, çekişmeli taşınmazın 2006 yılında yapılan ve 2007 yılında kesinleşen orman kadastrosu sınırları içinde kaldığını ileri sürerek, davalı adına olan tapu kaydının iptali ile orman niteliğiyle Hazine adına tescilini ve elatmanın önlenmesini istemiştir.
Mahkemece, davanın kesin hüküm nedeniyle reddine karar verilmiş, hüküm davacı ... Yönetimi tarafından temyiz edilmiştir.
Dava dilekçesindeki açıklamaya göre dava, kesinleşen orman kadastrosu sınırları içinde kalan taşınmazın tapu kaydının iptali, tescili ve elatmanın önlenmesi istemine ilişkindir.
Çekişmeli taşınmazın bulunduğu yerde orman kadastrosu ve 3302 sayılı Kanun ile değişik 6831 sayılı Kanunun 2/B madde uygulaması 2006 yılında yapılıp, sonuçları 16.10.2006 ilâ 16.04.2007 tarihlerinde ilân edilerek dava tarihinden önce kesinleşmiştir.
Vermiş Köyünde 1982 yılında yapılıp 13.03.1984 ilâ 11.04.1984 tarihleri arasında ilân edilen genel kadastroda 937 parsel sayılı taşınmaz, tarla olarak davalıların murisi .... adına tesbit edilmiş; tesbite, Orman Yönetimi tarafından komisyona itirazda bulunulmuş, komisyonca itiraz hakkında yetkisizlik kararı verilerek tutanak ve ekleri Tapulama Mahkemesine devredilmiş, Amasya Kadastro Mahkemesinin 22.06.1995 tarih ve 1994/35-1995/32 sayılı kararı ile davanın reddine, 937 parsel sayılı taşınmazın .... adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmiş, hüküm Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 12.05.1998 tarih ve 1998/4204-4689 sayılı kararı ile onanarak kesinleşmiştir.
Davacı ... Yönetimi, kesinleşmiş tahdide dayalı olarak dava açmıştır. Bir yerde orman kadastrosu yapılmışsa, kural olarak: bir yerin orman olup olmadığı, kesinleşmiş tahdit harita ve tutanaklarının uygulanmasıyla çözümlenir. Orman kadastro komisyonlarının sınırlandırma sırasında kesinleşmiş mahkeme kararlarını dikkate alması, bunlara riayet etmesi gerektiği hususu kuşkusuzdur. Dikkate alınmadığı, görülmediği ya da uygulanması unutulduğu takdirde, ilgililer buna karşı kanunun öngördüğü süre içerisinde tahdide itiraz davası açabilirler. H.G.K.nun 20/03/1996 gün ve 1995/20-1086 - 174 sayılı kararında da belirtildiği gibi, kesin hükmün varlığının tahdidin kendiliğinden geçersiz olması sonucunu doğurmaz. Kesin hüküm, davalılar tarafından 6831 sayılı Kanunun 11. maddesi gereğince 10 yıllık hak düşürücü süre içersinde açılacak orman kadastrosuna itiraz davasında gözönünde bulundurulabilir.
Somut olayda, mahkemece davalılar tarafından 2006 yılında yapılan orman kadastrosuna itiraz davası açılıp açılmadığı araştırılmadan davanın kesin hüküm nedeniyle reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.
O halde mahkemece, davalılar tarafından orman kadastrosuna itiraz davası açılıp açılmadığı belirlenerek açılmış ise orman kadastrosuna itiraz davasının sonucunun beklenmesi ve o davanın sonucuna göre karar verilmesi, açılan bir dava bulunmaması halinde kesinleşmiş tahdite göre davanın çözümlenmesi gerekmektedir.
SONUÇ:Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı ... Yönetiminin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde iadesine 25/01/2013 günü oy çokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Dava konusu.... İli, Merkez İlçe...Köyü 937 parsel numaralı taşınmaz arazi kadastrosu sırasında davalılar adına tesbit görmüş, davacı ... İdaresi tarafından tesbite itiraz olunmuş görülen dava sırasında ormancı bilirkişiler tarafından hava fotoğrafları ve memleket haritasına dayalı yapılan inceleme neticesi dava konusu yerin orman olmadığı belirlenmiş ve....Kadastro Mahkemesinin 1994/35 Esas - 1995/32 Karar sayılı kararı ile Orman İdaresinin davasının reddine dair verilen karar Yargıtay 20. Hukuk Dairesi tarafından onanarak 30.04.1999 tarihinde kesinleşmiş ve tapu siciline işlenmiştir.
2006 yılında yapılıp 2007 yılında kesinleştirildiği anlaşılan orman kadastrosu esnasında yukarıda belirtilen kesin hüküm dikkate alınmaksızın orman kadastrosu yapılmış, 02.06.2010 tarihinde de orman kadastrosu içinde kaldığı ve orman niteliğinde olduğundan bahisle kişilerin kesin hükümle hak sahibi oldukları taşınmazın tapusunun iptali için Orman İdaresi tarafından iş bu dava açılmıştır. Yerel mahkemece dava kesin hüküm nedeniyle reddolunmuş, Orman İdaresi tarafından temyiz olunmuştur.
2003/21-30 2003/57 sayılı HGK da belirtildiği üzere “Davacı yanın aynı işlemlerle ilgili olarak daha önce açtığı davada verilen redde ilişkin mahkeme hükmünün bu dosyadaki talep yönünden kesin hüküm teşkil edip etmediği noktasında toplanmaktadır. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle; yargılama hukuku açısından “dava şartı” ile “kesin hüküm” kurum ve kavramlarının temel hukukî esasları üzerinde durulmasında yarar vardır. Dava şartları, mahkemenin davanın esası hakkında yargılamada bulunabilmesi için gerekli olan şartlardır. Diğer bir anlatımla; dava şartları, dava açılabilmesi için değil mahkemenin davanın esasına girebilmesi için aranan Kamu düzeni ile ilgili zorunlu koşullardır. Mahkeme, hem davanın açıldığı günde, hem de yargılamanın her aşamasında dava şartlarının tamam olup olmadığını kendiliğinden araştırıp, inceler ve bu konuda tarafların istem ve beyanları ile bağlı değildir. Dava şartları dava açılmasından, hüküm verilmesine kadar var olmalıdır. Dava şartlarının davanın açıldığı günde bulunmaması ya da bu şartlardan birinin yargılama aşamasında ortadan kalktığının öğrenilmesi durumunda mahkeme davanın mesmu (dinlenebilir) olmadığından reddetmesi gerekir. Bu bağlamda, olayla sıkı bağlantısı nedeni ile hemen vurgulayalım ki, dava konusu uyuşmazlığın daha önce bir kesin hüküm ile (H.U.M.K. Md.237) çözümlenmiş olması da dava şartıdır. Bu olumsuz dava şartı adıyla adlandırılır. Birinci dava ile ikinci davanın müddeabihlerinin (konusunun), dava sebeplerinin (vakıaların) ve taraflarının aynı olması maddi anlamda kesin hüküm oluşturur (H.U.M.K.Md.237). Kesin hüküm, hem bireyler için hem de devlet için hukukî durumda bir kararlılık ortaya koyar. Bununla, hukukî güvenlilik ve yargı erkine güven sağlandığından kamu yararı ile doğrudan ilgilidir.
Yine HGK’nun 2002/3-1088 - 2002/1088 sayılı kararında “kesin hükmün amacı, kişiler arasındaki uyuşmazlıkların kesin bir şekilde çözümlenmesidir. Kesin hüküm, hem kişiler hem de Devlet için hukuksal durumda istikrar sağlar. Maddî anlamda kesinlik yargısal kararlara tanınan yasal gerçeklik niteliğidir. (Burhan Gündoğan Medenî Usul Hukukunda Kesin Hüküm İtirazı Ankara 1960) Yargısal kararlara tanınan bu yasal gerçeklik niteliğinden dolayı, aynı konuda yeni bir dava açılamaz. Açılırsa da bu dava dinlenmez, dava koşulu yokluğundan reddedilir. Bir kesin hükümden söz edebilmek için a) dava konusu yapılmış olan hak, yani dava ile elde edilmek istenen sonucun aynı olması, b)dava nedeninin yani davanın dayandığı olayların aynı olması c)davanın yanlarının aynı olması gerekir. Uyuşmazlık konusu olayda dava konusu ile davanın yanlarının aynı olduğu konusunda bir uyuşmazlık söz konusu değildir. Davacı, dava nedenini yani dayandığı olayları bildirmekle yetinir. Bu olaylara uygulanacak hukuk kurallarını bulmak ve uygulamak, başka bir söyleyişle bu olayların hukuksal niteliğini ve nedenini tayin etmek Türk yasalarını kendiliğinden (re’sen) uygulamakla yükümlü olan (HUMK.76) hâkime aittir. Kesin hüküm bakımından davanın gerçek nedeni dayanılan olaylardır. Aynı olaylara dayanılarak (aynı yanlar ve ayrı konuda) ikinci bir dava açılırsa, iki davanın nedeni aynı olacağından, ikinci dava kesin hüküm nedeni ile reddedilir.
Hukuk Genel Kurulu’nun 20. Hukuk Dairesinin kesin hüküm yoktur şeklindeki bozma ilâmına direnen yerel mahkeme kararı üzerine 14.11.2012 gün ve 2012/20-583 E. ve 2012/789 K sayılı kararında kesin hüküm konusu ayrıntılı olarak değerlendirilmiştir. Adı geçen kararda uyuşmazlığın çözümü için kesin hüküm ve gerekçe ile hüküm fıkrası arasındaki bağın üzerinde durulmasında yarar vardır:
Kesin hüküm, hem bireyler için hem de devlet için hukuki durumda bir kararlılık ortaya koyar. Bununla, hukuki güvenirlik ve yargı erkine güven sağlandığından kamu yararı ile doğrudan ilgilidir.
Hemen belirtilmelidir ki, kesin hükmün amacı kişiler arasındaki uyuşmazlıkların kesin bir biçimde çözümlenmesidir. Bu amacın gerçekleşmesinde, hem kişilerin hem de Devletin yararı vardır. Çünkü kişiler, arasındaki uyuşmazlığın kesin bir biçimde sonuçlanması için dava sırasında bütün olanaklarını kullanırlar ve dava sonucunda verilecek kararla artık, bu uyuşmazlığın sona ermesini isterler. Bu açıdan, Devletin de menfaati söz konusudur. Çünkü Devlet, mahkemelerin sınırsız bir biçimde aynı uyuşmazlık (dava) ile sürekli ve yinelenerek meşgul edilmesini istemez.
Dava konusu uyuşmazlık hakkında bir kesin hüküm bulunuyorsa, aynı konuda, aynı taraflar arasında ve aynı dava sebebine dayanılarak yeni bir dava açılamaz.
Kesin hüküm itirazı, davanın her aşamasında ileri sürülebilir ve mahkemenin de; (Yargıtay’ın da) davanın her aşamasında kesin hükmün varlığını kendiliğinden gözetip, davayı kesin hükümden (dava şartı yokluğundan) reddetmesi gerekir. Yine kesin hüküm itirazı mahkemede ileri sürülmemiş olsa dahi, ilk defa Yargıtay"da (temyiz veya karar düzeltme aşamasında) ve dahası bozmadan sonra da ileri sürülebilir. Bu bakımdan usulü kazanılmış hakkın istisnasıdır ve tarafların iradesine de bağlı olmayan mutlak bir etkiye sahiptir. O nedenle kesin hükmün varlığının, yargılamanın bir kesiminde nazara alınmamış olması diğer bir kesiminde ele alınmasını engellemez (Hukuk Genel Kurulu’nun 05.06.1991 gün ve 1991/5-215-342 E., K. sayılı ilamı; Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı, yıl: 2001, C. V, s. 4980 vd.).
Bu bağlamda kesin delil ise, yanları ve hâkimi bağlayan, bu tip delillerle kanıtlanan olayın hukuksal doğru olarak kabul edilmesi gereken delillerdir. Hâkimin kesin delilleri takdir yetkisi yoktur. Bu biçimde ispatlanan hususu doğru kabul etmek zorundadır.
Hukukumuzda kesin deliller sınırlı olup bunlar, ikrar (Mülga 1086 sayılı HUMK. Madde 236; 6100 sayılı HMK. madde 188), senet (HUMK. madde 287; HMK. madde 193), yemin (HUMK. madde 337; HMK. madde 228) ve kesin hükümdür (HUMK. madde 237; HMK. madde 303).
Kesin hüküm, şekli anlamda kesin hüküm ve maddi anlamda kesin hüküm, olmak üzere ikiye ayrılır.
Şekli anlamda kesin hüküm, sözü edilen karara karşı artık bütün olağan yasa yollarının kapandığı anlamına gelir. Bazı son kararlar verildikleri anda kesindirler (Örneğin HUMK. m. 427; HMK. m. 361).
Yasa yolu açık olan bir karar, yasa yoluna başvurma süresi geçmekle de kesinleşir. Öte yandan, temyiz yolu açık olan bir karar temyiz edilip sonuçta onanmış ve karar düzeltme süresi geçirilmişse, ya da karar düzeltme yoluna gidilip de bu istem reddedilmişse veyahut yasa yoluna başvurmaktan feragat edilmişse verilen hüküm şekli anlamda kesinleşir.
Bir hüküm bir kere şekli anlamda kesinleşirse, artık bu hükme karşı, olağan yasa yollarına başvurulamaz. Bir kararın maddi anlamda kesinleşmesi için öncelikle şekli anlamda kesinleşmesi gerekir.
Maddi anlamda kesin hükmün koşulları 1086 sayılı HUMK’nun 237. maddesinde açıklanmıştır. Birinci dava ile ikinci davanın müddeabihlerinin (konusunun), dava sebeplerinin (vakıaların) ve taraflarının aynı olması maddi anlamda kesin hüküm oluşturur.
6100 sayılı HMK’nun 303/1. maddesi de “Bir davaya ait seklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir.” şeklinde benzer bir tanımı içermektedir.
Kesin hükmün ilk koşulu, her iki davanın taraflarının aynı kişiler olması; ikinci koşulu, müddeabihin aynılığı; üçüncü koşulu ise, dava sebebinin aynı olmasıdır.
Kesin hükmün ikinci koşulu olan müddeabih, dava konusu yapılmış olan hak, yani dava ile elde edilmek istenilen sonuçtur. Önceki dava ile yeni davanın müddeabihlerinin (konularının) aynı olup olmadığını anlamak için hakimin, eski davada verilen kararın hüküm fıkrası ile yeni davada ileri sürülen talep sonucunu karşılaştırması gerekir. Eski ve yeni davanın konusu olan maddi şeyler fiziki bakımdan aynı olsa bile, bu şeyler üzerinde talep olunan haklar değişikse, müddeabihler aynı değil demektir.
Kesin hükmün üçüncü koşulu ise dava sebebinin aynı olmasıdır. Dava sebebi, hukuki sebep olmayıp, davacının davasını dayandırdığı vakıalardır. Öyle ise; her iki davanın da dayandığı maddi vakıalar (olaylar) aynı ise, diğer iki koşulun da bulunması halinde kesin hükmün bulunduğundan söz edilebilir.
Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulu’nun 05.02.2003 gün ve 2003/21-30 E. 2003/57 K.; 23.02.2005 gün ve 2005/21-66 E. 2005/93 K.; 03.03.2010 gün ve 2010/11-75 E. 2010/121 K.; 08.12.2010 gün ve 2010/1-602 E. 2010/643 K. sayılı ilamlarında da benimsenmiştir.
Kesin hüküm, ilk önce (hükmü veren mahkeme de dahil diğer bütün) mahkemeleri bağlar. Yani mahkemeler, aynı konuda, aynı dava sebebine dayanarak, aynı taraflar hakkında verilmiş olan bir kesin hüküm ile bağlıdırlar; aynı davayı bir daha (yeniden) inceleyemezler (kesin hüküm itirazı) ve aynı konuya ilişkin yeni bir davada, önceki davada verilmiş olan kesin hüküm ile bağlıdırlar (Baki Kuru, a.ge., C. V, s. 5051- 5053).
Diğer taraftan hüküm fıkrasına sıkı sıkıya bağlı olan gerekçe de kesin hüküm teşkil eder. Hangi gerekçenin hüküm fıkrasına sıkı sıkıya bağlı olduğu, her olayın özelliğine göre belirlenir. Kesin hüküm kural olarak hüküm fıkrasına münhasırdır ve gerekçeye sirayet etmez. Ancak gerekçe, hükme ulaşmak için mahkemece yapılan hukukî ve mantıki tahlil ve istidlallerden (deliller) ibaret kalmayıp, hüküm fıkrası ile ayrılması imkansız bir bağlılık içinde bulunuyor ise, istisnaen bu kısmın da kesin hükme dahil olduğunu kabul etmek gerekir.
Somut olayda; dava konusu 937 parsel numaralı taşınmaz arazi kadastrosu sırasında komşu 934, 935 ve 936 sayılı parsellerle birlikte davalıların murisleri adına tesbit olunmuş, Orman İdaresi tarafından kadastroya itiraz edilmiş .... Kadastro Mahkemesinin1994/35 -32 Esas ve Karar sayılı kararı ile usulüne uygun hava fotoğrafları ve memleket haritaları da incelenerek .... ......adına tesciline karar verilmiştir.
Mahkemece verilen karar, 12.05.1998 tarihinde Yargıtay 20. Hukuk Dairesi"nce onanmış ve 30.04.1999 tarihinde kesinleşmiştir.
Dava konusu taşınmazın bulunduğu yerde 2006 yılında 6831 sayılı Kanun uyarınca orman kadastrosu ve 2/B çalışması yapılırken kesin hükme itibar edilmeyerek dava konusu taşınmaz orman içine alınmıştır. Orman İdaresi tarafından da süresi içinde itiraz yapılmadığından orman olgusunun kesinleştiği iddiasıyla bu dava açılmış yerel mahkemece isabetli olarak kesin hüküm nedeniyle reddolunmuştur.
Sayın çoğunluk davalıların orman tahdidine yönelik 10 yıllık sürede dava açmamaları nedeniyle kesin hükmün varlığının tahdidi geçersiz kılmayacağı gerekçesiyle kesin hüküm nedeniyle ret kararının bozulması kanaatine varmışsa da kanaatimizce kesin hüküm her iki taraf açısından bağlayıcı olduğundan sadece davalıların açacağı davada değil davacı ... İdaresinin açtığı bu davada da re"sen göz önünde tutulmalıdır. Kaldı ki orman kadastrosu ve 2/B çalışmaları 2006 yılında yapılmış olup davalıları tahdidin iptaline yönelik dava açma hak ve süreleri de devam etmekte olup hak düşürücü süre de geçmemiştir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle,.... Sulh Hukuk Mahkemesinin.... Kadastro Mahkemesinin 1994/35, 1995/32 sayılı kararı ile kesinleşen kararının davanın tarafları bakımından kesin hüküm, dolayısıyla kesin delil teşkil etmesi nedeniyle davanın reddine ilişkin temyize konu kararının onanması gerektiği kanaatinde olduğumdan, sayın çoğunluğun bozma kararına katılamıyorum.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.