22. Ceza Dairesi 2015/15082 E. , 2016/11000 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SUÇ : Hırsızlık
HÜKÜM : Mahkumiyet
Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, kararın nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre dosya görüşüldü:
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 29.04.2014 tarih, 2013/6-695 esas sayılı ve benzer kararlarından da anlaşılacağı üzere; suç ve teşhis tarihinde ceza yargılaması hukukumuzda teşhise ilişkin açık bir düzenleme bulunmamakla birlikte, konu ilk kez 02.06.2007 gün ve 5681 sayılı Kanunun 5. maddesiyle 2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanununun Ek 6. maddesinde yapılan değişiklikle mevzuatımıza girmiştir. Anılan maddede teşhis işleminin ne şekilde yapılacağı;
"Polis, olaydaki failin gözaltına alınan şüpheli ile aynı kişi olup olmadığının belirlenmesi bakımından zorunlu olması halinde, Cumhuriyet savcısının talimatıyla teşhis yaptırabilir. ...
İşleme başlanmadan önce teşhiste bulunacak kişinin faili tarif eden beyanları tutanağa bağlanır.
Teşhis işlemine tâbi tutulan kişilerin birden fazla ve aynı cinsten olması, aralarında yaş, boy, ağırlık, giyinme gibi görünüşe ilişkin hususlarda benzerlik bulunması gerekir.
Teşhis için gerekli olması halinde şüphelinin görünüşü ile ilgili gerekli değişiklikler yapılabilir. Teşhis işlemine tâbi tutulan kişilerin her birinde teşhis sırasında bir numara bulundurulur.
Teşhiste bulunan kişi ile teşhis işlemine tâbi tutulan kişilerin birbirini görmemesi gerekir.
Teşhis işlemi en az iki kez tekrarlanır ve teşhiste bulunması istenen kişiye şüphelinin teşhis edilecek kişiler arasında yer almıyor olabileceği hatırlatılır.
Teşhis işlemine tâbi tutulan kişilerin, bu işlem sırasında birlikte fotoğrafları çekilerek veya görüntüleri kayda alınarak, soruşturma dosyasına konur.
Şüphelinin fotoğrafı üzerinden de teşhis yaptırılabilir. Ancak tek bir fotoğraf veya aynı kişinin farklı fotoğrafları üzerinden teşhis yaptırılamaz. Değişik kişilerin fotoğraflarının aynı büyüklük ve özellikte olmaları gerekir.
Teşhis işlemi tutanağa bağlanır" şeklinde ayrıntılı olarak düzenlenmiştir.
Ceza muhakemesi hukukunda Anayasada belirtildiği gibi, "" Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasa, Kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler"" hükmü dikkate alınmak kaydıyla serbest delil sistemi geçerli olduğundan teşhis, uygulamada özellikle yağma gibi bir kısım suçlarda yaygın biçimde başvurulan beyana dayalı bir delildir.
Suç ve teşhis işleminin yapıldığı tarihte 2559 sayılı Kanunun Ek 6. maddesindeki değişikliğin henüz yürürlüğe girmemiş olması nedeniyle teşhis işleminin gerçekleştirilme şekline ilişkin mevzuatımızda bir düzenleme yer almaması, teşhisin gelişigüzel yapılabileceği anlamına gelmemektedir. Dolayısıyla teşhis işlemi kesin bir kanaat oluşturacak şekilde yapılmalıdır.
Amacı, somut olayda maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, suçu işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmek olan ceza muhakemesinin en önemli ve evrensel nitelikteki ilkelerinden biri de; öğreti ve uygulamada, "suçsuzluk" ya da "masumiyet karinesi" olarak adlandırılan kuralın bir uzantısı olan ve Latincede; "in dubio pro reo" olarak ifade edilen "şüpheden sanık yararlanır" ilkesidir. Bu ilkenin özü, ceza davasında sanığın mahkumiyetine karar verilebilmesi bakımından gözönünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna ilişkin şüphenin, mutlaka sanık yararına değerlendirilmesidir. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural, dava konusu suçun işlenip işlenmediği, işlenmişse sanık tarafından işlenip işlenmediği veya gerçekleştirilme biçimi konusunda bir şüphe belirmesi halinde de geçerlidir. Sanığın bir suçtan cezalandırılmasına karar verilebilmesinin temel şartı, suçun hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak kesinlikte ispat edilebilmesidir. Gerçekleşme şekli şüpheli veya tam olarak aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkûmiyet hükmü kurulamaz. Ceza mahkûmiyeti; herhangi bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalı, bu ispat, hiçbir şüphe ya da başka türlü oluşa imkan vermemeli, toplanan delillerin bir kısmına dayanılıp, diğer kısmı gözardı edilerek ulaşılan kanaate değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Yüksek de olsa bir ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza muhakemesinin en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermek anlamına gelecektir. Vicdani kanaat şüphenin somut olaya göre yenilmesi halinde oluşan kanaat şeklinde anlaşılmalıdır. Şüphenin yenilmediği hallerde tam bir vicdani kanaatten söz edilmemesi gerekir. Aksi taktirde, yani somutlaştırılmamış vicdani kaanate göre hüküm verilmesi hukuk devleti ilkesi ile çelişir.
Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde; sanığın aşamalarda yüklenen suçu işlemediğini savunması, olaydan yaklaşık 4 ay sonra soruşturma aşamasında sanığa ait olduğu iddia edilen bilgisayar çıktısı şeklindeki tek bir fotoğraf üzerinden yaptırılan teşhis işlemi ve yine olaydan yaklaşık 8 ay sonra savcılıkta sanıktan başka kimsenin olmadığı bir ortamda yüzyüze yapılan teşhis işlemlerinin mevzuata aykırı olduğu, ayrıca katılanın savcılıktaki teşhis işlemindeki beyanında, aracına taş atıldığını söyleyerek araçtan inmesine sebep olan şahsın sanık olduğunu belirtmesine rağmen araçtaki parayı sanığın çalıp çalmadığını bilmediğini beyan etmesi karşısında; usule uygun olmayan teşhis işlemi haricinde sanığın atılı suçu işlediğine dair cezalandırılmasına yeterli, her türlü kuşkudan uzak, hukuka uygun, kesin ve inandırıcı kanıtların neler olduğu karar yerinde denetime olanak sağlayacak şekilde açıklanmadan, katılanın konuştuğu tüp aracı sürücüsünün mümkünse temini ile konu hakkında bilgisine de başvurulmadan yeterli olmayan gerekçe ile yazılı şekilde hükümlülüğüne karar verilmesi,
Bozmayı gerektirmiş, sanık ..."ın temyiz istemi bu bakımdan yerinde görülmüş olduğundan, hükmün açıklanan nedenle tebliğnameye aykırı olarak BOZULMASINA, 23.06.2016 gününde oybirliğiyle karar verildi,