14. Hukuk Dairesi 2014/5889 E. , 2014/10231 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ : Bakırköy 3. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 16/01/2014
NUMARASI : 2011/161-2014/12
Davacı vekili tarafından, davalı aleyhine 28.03.2011 gününde verilen dilekçe ile tapu iptali ve tescil istenmesi üzerine yapılan duruşma sonunda; davanın kabulüne dair verilen 16.01.2014 günlü hükmün Yargıtayca incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:
K A R A R
Davacı, görme engelli oğlu ile davalının 2003 tarihinde evlendiğini, ..parselde kayıtlı daireyi 16.01.2007 tarihinde kendisinin satın aldığını, ancak gelini olan davalı adına tapu kaydını yaptırdığını, daha sonra oğlu tarafından boşanma davası açıldığını beyanla dava konusu taşınmazın tapu kaydının iptali ile davacı adına tescilini istemiştir.
Davalı vekili, tarafların maddi sıkıntı çektiğini gören bir gurup hayırsever tarafından davalıya bu gayrimenkulün alındığını boşanma davasının reddedilip kesinleştiğini, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, taraflar arasında HMK"nın 203. maddesindeki akrabalık bulunduğundan tanık dinlenmiş, 06/10/2006 tarihli satıcının imzasını taşıyan harici satış sözleşmesi yazılı delil başlangıcı kabul edilerek ve ibraz edilen belgeyi doğrulayan şahit beyanları gereğince davanın kabulüne karar verilmiştir.
Hükmü, davalı C.. D.. vekili temyiz etmiştir.
Dava, inanç sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
İnançlı işlemler, inananın teminat oluşturmak veya yönetilmek üzere mal varlığı kapsamındaki bir şey veya hakkını, inanılana devretmesi ve inanılanın da inanç anlaşmasındaki koşullara uygun olarak inanç konusu şeyi kullanmasını, amaç gerçekleştiğinde ise belirlenen şekilde inanana iade etmesini içeren işlemlerdir.
İnançlı bir işlem ile inanan, sahibi olduğu bir mülkiyet veya alacak hakkını inanılana kazandırıcı bir işlemle devretmekte ancak borçlandırıcı bir sözleşme ile de onu bazı yükümlülükler altına sokmaktadır.
İnançlı işlemin taraflarını, inanan ve inanılan oluşturur. Bir hakkı ya da nesneyi, güvendiği bir kişiye inançlı olarak devreden kimseye “inanan” adı verilir. Devredilen hak veya nesneyi, kendisine ait bir hak olarak kendi yararına, doğrudan doğruya ve dolaylı olarak kullanan kişiye de “inanılan” denir. İnananın, inanılana inançlı olarak kazandırdığı hak ya da nesne ise “inanç konusu şey” olarak nitelenir. İnançlı bir işlemde, kazandırıcı işlemin tarafları ile borç doğuran anlaşmanın tarafları aynıdır.
İnançlı işlemde inanılan, hakkını kullanırken kararlaştırılan koşullara uymayı, amaç gerçekleşince veya süre dolunca hak veya nesneyi tekrar inanana (veya onun gösterdiği üçüncü kişiye) devretmeyi yüklenmektedir. İnançlı işlem, kazandırmayı yapan kişiye yani inanana belirli şartlar gerçekleşince, kazandırmanın iadesini isteme hakkı sağlayan bir sözleşmedir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir.
İnanç sözleşmesi, 5.2.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca ancak, yazılı delille kanıtlanabilir. Bu yazılı delil, tarafların getirecekleri ve onların imzalarını taşıyan bir belge olmalıdır.
Açıklanan nitelikte bir yazılı delil bulunmasa da, taraflar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber bunun vukuuna delalet edecek karşı tarafın elinden çıkmış (inanılan tarafından el ile yazılmış fakat imzalanmamış olan bir senet veya mektup, daktilo veya bilgisayarla yazılmış olmakla birlikte inanılanın parafını taşıyan belge, usulüne uygun onanmamış parmak izli veya mühürlü senetler gibi) “delil başlangıcı” niteliğinde bir belge varsa 6100 sayılı HMK’nın 202. maddesi uyarınca inanç sözleşmesi “tanık” dahil her türlü delille ispat edilebilir.
Yazılı delil veya “delil başlangıcı” yoksa inanç sözleşmesinin ikrar (HMK m.188) yemin (HMK m.225 vd) gibi kesin delillerle de ispat edilmesi olanaklıdır. Davacının yemin deliline dayanması halinde mahkemenin davacıya bu hakkını hatırlatması gerekir.
İnanç sözleşmesinden doğan davalar için özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediğinden Borçlar Kanununun 125. maddesi hükmü gereğince inanç sözleşmesinden kaynaklanan davalarda zamanaşımı süresi on yıl olarak kabul edilmektedir.
Bu ilkeler ışığında somut olaya gelince;
Davacı tarafından sunulan 06.10.2006 tarihli "satış vaadi sözleşmesi" başlıklı belge delil başlangıcı niteliğinde bir belge olmadığı halde mahkemece tanık dinlenmek suretiyle davanın kabulüne karar verildiği görülmüştür. Ne var ki, yukarıda da belirtildiği üzere bu belgenin delil başlangıcı niteliğinde kabul edilebilmesi için davalı tarafından verilmiş veya gönderilmiş olması gerekir. Bu nedenle davalının imzasının bulunmadığı 06.10.2006 tarihli "satış vaadi sözleşmesi" başlıklı belgenin yazılı delil başlangıcı olarak kabulü mümkün olmadığından tanık sözlerine değer verilerek davanın çözümü yoluna gidilemez. Ayrıca davacı vekili 16.01.2014 tarihli celsede davalıya yemin teklif etmeyeceğini bildirdiğinden, davacı taraf inanç ilişkisini kanıtlayamamıştır.
Mahkemece davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş, bu sebeple kararın bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin yatırılan harcın istek halinde iadesine, 22.09.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.