10. Hukuk Dairesi 2016/12661 E. , 2016/13102 K.
"İçtihat Metni"
Davacı, 05.02.1993 tarihli iş kazası sonucu sürekli işgöremezlik durumuna giren sigortalıya bağlanan peşin değerli gelirler ile yapılan harcama ve ödemelerin 506 sayılı Yasanın 26. maddesi uyarınca tazminine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme, bozma ilamına uyularak yapılan yargılama neticesinde ilâmında belirtildiği şekilde, davanın kısmen kabulüne karar vermiştir.
Hükmün, davacı ve davalılar avukatları tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteklerinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi ... tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
Davacı Kurum sigortalı 05.02.1993 tarihinde maruz kaldığı iş kazası nedeniyle oluşan kurum zararının tahsilini istemiş olup, Mahkemenin davanın reddine dair ilk kararından sonra Dairemizin 2013/23437 E.-2014/201 K. ile eksik incelemeden dolayı bozulmuştur.
1-Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 04.02.1948 gün ve 1944/10 E. 1948/3 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına baktığımızda; ıslahın, iyiniyetli tarafın, davayı açtıktan veya kendisine karşı bir dava açıldıktan sonra öğrendiği olgularla ilgili yanlışlıklarını düzeltmesine, eksiklikleri tamamlamasına, bu çerçevede yeni deliller sunabilmesine olanak sağlayan bir kurum olduğu anlaşılmaktadır. Ne var ki; taraflardan birine davanın herhangi bir aşamasında ıslah olanağı tanınması, davaların sonu alınamayacak şekilde uzamasına neden olmak gibi bir sakıncayı da içermektedir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 177’nci maddesinde ıslahın yalnızca tahkikat bitinceye kadar yapılabileceği öngörüldüğüne ve temyiz faslında da, bozmadan sonra dahi ıslahın olanaklı bulunduğuna dair açık veya örtülü bir hüküm yer almadığına göre, Kanunun bu olanağı bir devre ve zaman ile sınırlandırdığı kabul edilmelidir. Dolayısıyla, 177’nci maddenin soyut iznine bakılarak, bu istisnai yolun bozmadan sonraki aşamalara da yaygınlaştırılması, bozmaya uyulmasıyla kazanılan hakları ihlal edebileceği gibi, davanın tamamen ıslah edildiği hallerde, işin sonuçlandırılmasını da güçleştirir. O halde, ıslahla ilgili
./...
kuralların, yargılamanın sadeliği, basitliği ve çabukluğunu amaçlayan diğer usul hukuku ilkeleriyle bağdaşacak şekilde yorumlanması; bozmadan sonra ıslahın mümkün olmadığı sonucuna varılması zorunludur.
Hükmüne uyulan bozma ilamı sonrasında davacı vekilinin 14.01.2016 tarihli ıslah dilekçesi ile istemlerini ıslah suretiyle artırdığı ve Mahkemece ıslah dilekçesindeki talep artırımı dikkate alınmak suretiyle hüküm kurulduğu anlaşılmaktadır.
Ne var ki varılan bu sonuç hatalı olmuştur. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 04.02.1948 gün 1944/10 E. 1948/3 K. sayılı kararında da belirtildiği üzere bozmadan sonra ıslah yapılması mümkün değildir. Hal böyle olunca da bozmadan sonraki yargılama aşamasında davacı tarafça yapılan ıslah işlemi dikkate alınarak karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
2-506 sayılı Kanunun 87. maddesi ve 5510 sayılı Kanunun 12/son maddesi hükmünde tanımlandığı üzere taşeron; bir işte ya da bir işin bölüm veya eklentilerinde asıl işverenden iş alan ve kendi adına sigortalı çalıştıran 3. kişidir.
Asıl işveren taşeron ilişkisinin varlığı için öncelikle işin başka bir işverenden alınmış olması, bir başka ifade ile asıl işverenin işverenlik sıfatına devredilen iş dolayısıyla sahip olması, asıl işyeri ya da işyerinden sayılan yerlerde kendi adına işçi çalıştırıyor olması gerekir.
İşin belirli bir bölümünde değil de tamamının bir bütün halinde ya da bölümlere ayrılarak başkalarına devredildiği, işten bu yolla tamamen el çekildiği, sigortalı çalıştırılmadığı için işveren sıfatının haiz olunmadığı durumda ise, bunları devralan kişiler alt işveren, devredenlerde asıl işveren olarak nitelendirilemeyecektir.
Aracı sıfatının kazanılmasında diğer koşullar ise, asıl işverenden istenilen işin, asıl iş yada işyeriyle ilgili işin bir bölümünde veya işyeri eklentilerinde alınmış olması ve bu işte işi alanın kendi işçilerinin çalıştırılması ve bu nedenle de işveren sıfatına sahip olunmasıdır.
Mahkemece, yukarıda yapılan açıklamalar ışığında, öncelikle dosyaya sunulan tüm sözleşmeler ve ilgili belgelerle birlikte tarafların sunacağı deliller birlikte değerlendirilerek, davalı ortak girişimi .arasındaki hukuki ilişki, bir başka ifade ile, asıl işveren-taşeron ilişkisi olup olmadığı belirlenmelidir, bu ilşkinin tespitinden sonra, asıl işverenin taşeronun kusuru dolayısıyla teselsül hükümlerine göre sorumlu olacağı gözetilmeli, davaya konu iş kazasının meydana gelmesinde oluşa uygun sorumluluğun tartışıldığı, konusunda ve işçi sağlığı iş güvenliği alanında uzman bilirkişi kurulundan kusur raporu alınmalı, mevcut raporlar arasında çelişki oluşması halinde giderilmeli, böylelikle kusur oran ve aidiyetleri usulünce belirlenmeli ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmelidir.
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle, içtihadı birleştirme kararına aykırı biçimde yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
Kabule göre de; 1-Sigortalı ile işveren arasındaki hukuki ilişki, hizmet sözleşmesine dayandığından, sigortalının halefi durumundaki Kurum ile işveren
../...
arasındaki rücu davalarında, zamanaşımı Borçlar Kanunu"nun 125. maddesine göre 10 yıldır. Zamanaşının başlangıcı ise, olay tarihi değil, Kurumca bağlanan gelirlerin onay tarihi, tedavi gideri ve benzeri ödemelerin ise ödeme tarihidir. O halde somut olayda, 21.10.2008 onay tarihli gelire ilişkin ıslah tarihi 14.01.2016 itibarîyle zamanaşımı süresinin geçtiğinden bahsedilemeyeceğinden, işveren Tekfen-Impresit ortak girişimi tag otoyol inşaatı yönünden zamanaşımı dolmuş olmaz.
2-506 sayılı Kanun’un 26’ncı maddesinde üçüncü kişiler aleyhine açılan rücu davalarının tabi olduğu zamanaşımı süresine ilişkin açık hüküm bulunmamaktadır. Üçüncü kişi ile sigortalı arasında akdi bir ilişki söz konusu değildir. Ancak anılan maddenin ikinci fıkrasında Borçlar Kanununa yollamada bulunulmuştur. Hal böyle olunca; üçüncü kişiler aleyhine açılan davaların, Borçlar Kanunu’nun 60’ıncı maddesinde gösterilen bir ve on yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Davalı ... ,somut olayda 3. kişi olup, onun yönünden Borçlar Kanunu"nun 1 ve 10 yıllık zamaşımı süresine tabidir. Islaha konu alacak miktarı yönünden davalı ..."ın zamanaşımı defi yoksa da, dava dilekçesindeki alacak miktarı yönünden kaza tarihi olan 05.02.1993 ile dava tarihi olan 24.04.2009 tarihleri gözetildiğinde haksız fiile ilişkin 10 yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu anlaşılmaktadır.
O halde, davacı ve davalılar vekillerinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
S O N U Ç: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davalılara iadesine, 31.10.2016 gününde oy birliğiyle karar verildi.