Yanlar arasında birleştirilerek görülen tapu iptali ve tescil, elatmanın önlenmesi davası sonunda, yerel mahkemece davanın, kabulüne ilişkin olarak verilen karar davacı ve davalı tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
Asıl ve birleşen dava; 5737 sayılı Yasanın 17. maddesi uyarınca tapu iptal tescil ve Kadıköy Sulh 2. Hukuk Mahkemesinin 2006/56 Esas ve 2009/13 Karar sayılı ilamı ile yaratılan hukuki muarazaanın önlenmesi ve taşınmazlar üzerindeki tedbir şerhinin kaldırılması isteklerine ilişkindir.
Mahkemece; asıl ve birleşen davada tapu iptal ve tescil davasının kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; dava konusu S... S... Kadim Vakfından icareli dükkan- kargir ev vasıflı, 157 ada, 3 parsel sayılı taşınmazın 7/8 payının tesis kadastrosu, 1/7 payının ise intikal yoluyla 13/02/1948 tarihinde “D... kızı, A... H... M...” adına tespit ve tescil edildiği, her iki pay bakımından da S... S... Kadim Vakfından şerhi bulunduğu, 4 parsel sayılı taşınmazın ise 17/10/1960 tarihinde intikal yoluyla aynı kişi adına tescil edildiği, tapulama tespit tutanağındaki vakıf şerhinin İstanbul Defterdarlığı, Milli Emlak Müdürlüğünün 14/09/1955 tarihli yazısına istinaden 28/09/1955 tarihinde terkin edildiği, mutasarrıfın Kadıköy Sulh 2. Hukuk Mahkemesinin 12/02/2009 tarih, 2006/56 Esas, 2009/13 sayılı kararı ile mirasçı bırakmadan öldüğünün sabit olduğu saptanmak ve bu olgu benimsenmek suretiyle 3 parsel sayılı taşınmaz bakımından 5737 sayılı Yasanın 17. maddesi uyarınca Hazine adına olan kaydın iptali ile Vakfı adına tesciline karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik yoktur. Davalının bu yöne değinen temyiz itirazları yerinde değildir. Reddine.
Davacının ve davalının öteki temyiz itirazlarına gelince;
Hemen belirtilmelidir ki;Vakıf Hukukumuzda icareteynli ve mukataalı vakıf taşınmazlarının kuru mülkiyeti (rekabesi ) vakfa, kullanma (tasarruf) hakkı ise mutasarrıfına ait olup mutasarrıfın bu hakkı, ölümü ile mirasçılarına, mirasçısının bulunmaması halinde ise taşınmazların mahlulen vakfına döneceği benimsenmiştir. Ne var ki; Medeni Kanunu"nun kabulünden sonra aynı taşınmaz üzerinde "kuru mülkiyet (rekabe) hakkı" ile mirasçılara kalan, nesilden nesile geçen "tasarruf hakkı" gibi iki hakkın varlığının, yeni mülkiyet kuralları ile bağdaşmaması karşısında vaki Vakıf Hukukumuzun yeniden düzenlenmesi ve Medeni Kanunu"nun kabul ettiği mülkiyet rejimine uyarlama zorunluluğu doğmuştur. Bu zorunluluk karşısında; 2762 sayılı Vakıflar Yasası 05.06.1935 tarihinde kabul edilmiş, 13.06.1935 tarihinde yayınlanmış, 6 ay
sonra 13.12.1935 tarihinde yürürlüğe konulmuştur. Söz konusu Kanun ile vakıf taşınmazlarının icareteyn ve mukataaya bağlanması yasaklanmış, daha önce kurulmuş bu tür vakıfların tasfisiyesi yoluna gidilmiştir. Sözkonusu Yasanın özellikle 27, 29 ve 30. maddelerinde özetle (...mukataalı toprakların ve icareteynli taşınmazların mülkiyetinin yirmi misli bir taviz karşılığında mutasarrıfına geçirileceği on yıl içerisinde taviz vermek yoluyla icareteyn veya mukataa kayıtları terkin edinmemiş olanların mülkiyetinin ise on yıl sonunda kendiliğinden mutasarrıfına geçeceği ve vakfın hakkının ivaza dönüşeceği) hükme bağlanmıştır. Görülen lüzum üzerine 13.06.1945 tarih, 4755 sayılı Yasa ile bu süre 13.12.1955 tarihine kadar on yıl daha uzatılmıştır .
Anılan bu vakıfları düzenleyen Yasa hükümlerine göre; taviz bedeli ödendikten veya taviz bedeli ödenmese dahi öngörülen yirmi yıllık süre geçtikten sonra vakıf taşınmazların tam mülkiyeti mutasarrıfa geçmiş ,diğer bir değişle vakıf taşınmazı özel mülk, mutasarrıf malik olmuştur. Mutasarrıf iken malik olan kişilerin mirasçı bırakmadan ölmeleri üzerine taşınmazları 4721 sayılı Medeni Kanunun 448.maddesi uyarınca son mirasçı sıfatıyla hazineye kalacağı benimsenmiştir. Ancak yasa koyucu öncesi vakıf olan bu taşınmazların vakfına (aslına) dönmesini daha uygun görmüş, bazı ayrıcalıklar dışında, Hazineye intikal yolunu kapatmak istemiştir. İşte bu nedenle 22.09.1983 tarih, 2888 sayılı Yasanın 2.maddesiyle değişik 2762 sayılı Yasanın 29. maddesine eklenen 2.fıkra ile Medeni Kanunun 448.maddesinin hazinenin mirasçı olacağı yönündeki genel hükmünden ayrılmış "mülkiyeti mutasarrıflarına geçmiş olan taşınmazlarda maliklerin bu Yasanın yürürlük tarihine kadar ölmeleri üzerine son mirasçı sıfatıyla hazineye intikal edipte bu husus tapu kaydına bağlamış bulunanlar ayrık bırakılarak işlenmemiş olan taşınmazların mahlulen vakfına rücuu edeceği" kuralını getirmiştir. Yukarıda belirtilen Yasa hükümleri birlikte değerlendirildiğinde, 2888 sayılı Yasanın yürürlük tarihi 24.09.1983 tarihinden sonra aslı vakıf olan taşınmazların hazineye geçmesine yasal olanağın kalmadığı sonucuna ulaşılmaktadır.
Ancak daha önce hazine üzerine oluşan tapu kayıtlarının iptal edilmemesi için de; taşınmazın önce mutasarrıfına geçip özel mülk haline gelmesi, malikinin mirasçı bırakmadan ölmesi ve 2888 sayılı Yasanın yürürlüğünden önce tapuda hazine üzerine yazılması gibi üç koşulun gerçekleşmesi gerekmektedir. Vakıflar Yasasının tasfiye hükümlerinin işlemesinden önce vakıf malının kuru mülkiyeti mutasarrıfına geçtiğinden, mutasarrıfın tam malik sıfatını kazandığından söz edilemez anılan Yasanın 29.maddesinde açıklanan koşullar gerçekleşmeden mirasçı bırakmasızın ölen kişi malik olamayacağı gibi tasarruf hakkı dahi sona ereceğinden taşınmazın mülkiyetinin hazineye geçtiği ileri sürülemez. Aynı şekilde mutasarrıfı kaçak ve yitik kişi durumuna düşen taşınmazların mülkiyetinin de metruken vakfına dönmesi asıl olup hiç bir surette hazineye geçmesine yasal olanak yoktur.
Diğer taraftan; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Usul Kanunu 297. maddesinin 2. fıkrasına göre (1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu 389. maddesi) hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hüküm, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerektiği hükme bağlanmıştır.
Ne var ki; yukarıda açıklanan ilke ve yasal düzenlemeler çerçevesinde somut olay değerlendirildiğinde; birleşen davaya konu 4 parsel sayılı taşınmazın tapulama tespit tutanağında yer alan "vakıf şerhi" terkin edildiği halde terkine ilişkin bilgi ve belgelerin değerlendirildiğini, hükme elverişli araştırma ve inceleme yapıldığını söyleyebilme olanağı olmadığı gibi davacı yanın gerek asıl gerekse birleşen davada tapu iptal ve tescil isteği yanısıra Kadıköy Sulh 2. Hukuk Mahkemesinin 2006/56 Esas ve 2009/13 Karar sayılı ilamı ile yaratılan hukuki muarazaanın önlenmesi ve taşınmazlar üzerindeki tedbir şerhinin kaldırılması isteği konusunda da bu istekleri karşılayacak şekilde olumlu-olumsuz bir hüküm kurulmadığı görülmektedir.
Hal böyle olunca; 4 parsel sayılı taşınmaz bakımından vakıf şerhinin, İstanbul Defterdarlığı, Milli Emlak Müdürlüğü"nün 14/09/1955 tarihli yazısına istinaden yapılan 28/09/1955 tarihli terkinine ilişkin bilgi ve belgelerin yukarıda açıklanan ilke ve yasal düzenlemeler çerçevesinde değerlendirilerek hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken açıklanan hususun gözardı edilerek yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması doğru olmadığı gibi HMK"nın 297/2. maddesindeki yasal düzenlemeye rağmen davacının asıl ve birleşen davada Kadıköy Sulh 2. Hukuk Mahkemesinin 2006/56 Esas ve 2009/13 Karar sayılı ilamı ile yaratılan hukuki muarazaanın önlenmesi ve taşınmazlar üzerindeki tedbir şerhinin kaldırılması ile ilgili talepleri hakkında da olumlu - olumsuz hüküm kurulmaması isabetsizdir.
Davacı ve davalının bu yönlere değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK"nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 19.09.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.