10. Hukuk Dairesi 2016/8827 E. , 2016/11457 K.
"İçtihat Metni"Mahkemesi :Asliye Hukuk (İş) Mahkemesi
Dava, 26.05.2009 tarihinde meydana gelen iş kazasında vefat eden sigortalının hak sahiplerine bağlanan peşin değerli gelirler ile yapılan cenaze yardımından oluşan kurum zararının davalılardan müteselsilen tahsili istemine ilişkindir.
Mahkemece, ilamında belirtildiği şekilde davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Hükmün, davacı Kurum avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi ... tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
1-26.05.2009 tarihinde meydana gelen iş kazası nedeniyle açılan bu davanın yasal dayanağı olay tarihinde yürürlükte bulunan ve 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 21. ve 12. maddeleridir.
5510 sayılı Kanunun “İş Kazası ve Meslek Hastalığı İle Hastalık Bakımından İşverenin ve Üçüncü Kişilerin Sorumluluğu” başlıklı 21. maddesine göre; İş kazası ve meslek hastalığı, işverenin kastı veya sigortalıların sağlığını koruma ve iş güvenliği mevzuatına aykırı bir hareketi sonucu meydana gelmişse, Kurumca sigortalıya veya hak sahiplerine bu Kanun gereğince yapılan veya ileride yapılması gereken ödemeler ile bağlanan gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değeri toplamı, sigortalı veya hak sahiplerinin işverenden isteyebilecekleri tutarlarla sınırlı olmak üzere, Kurumca işverene ödettirilir. Anılan madde ile davalıların Kurumun rücu alacağından sorumluğu ancak kusurunun varlığı halinde mümkündür.
Kusur raporlarının, 5510 sayılı Yasanın 21., 4857 sayılı Yasanın 77. ve İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Tüzüğünün 2 vd maddelerine uygun olarak düzenlenmesi gerekir. 4857 sayılı Yasanın 77. maddesi; “İşverenler işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak, işçiler de iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlüdürler. İşverenler, işyerinde alınan iş sağlığı ve güvenliği önlemlerine uyulup uyulmadığını denetlemek, işçileri karşı karşıya bulundukları mesleki riskler, alınması gerekli tedbirler, yasal hak ve sorumlulukları konusunda bilgilendirmek ve gerekli iş sağlığı ve güvenliği eğitimini vermek zorundadırlar...” düzenlemesini içermektedir. Anılan düzenleme, işçiyi gözetim ödevi ve insan yaşamının üstün değer olarak korunması gereğinden hareketle; salt mevzuatta öngörülen önlemlerle yetinilmeyip, bilimsel ve teknolojik gelişimin ulaştığı aşama uyarınca alınması gereken önlemlerin de işveren tarafından alınmasını zorunlu
kılmaktadır. İş kazasının oluşumuna etken kusur oranlarının saptanmasına yönelik incelemede; ihlal edilen mevzuat hükümleri, zararlı sonuçların önlenmesi için koşulların taraflara yüklediği özen ve dikkat yükümüne aykırı davranışın doğurduğu sonuçlar, ayrıntılı olarak irdelenip, kusur aidiyet ve oranları gerekçeleriyle ortaya konulmalıdır.
Olay tarihinde yürürlükte olan 5510 sayılı Kanunun 12. maddesi hükmüne göre alt işveren, bir işte veya bir işin bölüm veya eklentisinde işverenden iş alan ve kendi adına sigortalı çalıştıran 3. kişidir.
Asıl işveren alt işveren ilişkisinin varlığı için, öncelikle, işin başka bir işverenden alınmış olması, bir başka ifade ile asıl işverenin işverenlik sıfatına sahip olması, asıl işyeri ya da işyerinden sayılan yerlerde kendi adına işçi çalıştırıyor olması gerekir.
İşin belirli bir bölümünde değil de tamamının bir bütün halinde ya da bölümlere ayrılarak başkalarına devredildiği, işten bu yolla tamamen el çekildiği, sigortalı çalıştırılmadığı için işveren sıfatının haiz olunmadığı durumda ise, bunları devralan kişiler alt işveren, devredenler de asıl işveren olarak nitelendirilemeyecektir.
Alt işveren sıfatının kazanılmasında diğer koşullar ise, asıl işverenden istenilen işin, asıl iş, ya da, işyeriyle ilgili işin bir bölümünde veya işyeri eklentilerinde alınmış olması ve bu işte işi alanın kendi işçilerinin çalıştırılması ve bu nedenle de işveren sıfatına sahip olunmasıdır.
Diğer taraftan, tarafları ve konusu farklı olan sigortalının açtığı tazminat dosyasında verilen karar, rücuan tazminat davalarında kesin hüküm teşkil etmez. Dolayısıyla o dosyada alınan kusur raporu da eldeki davada kesin delil teşkil etmeyecektir. Şayet, kesinleşmiş ise ancak, güçlü delil teşkil edebilir. Nitekim bu husus, Yargıtay"ın yerleşmiş ve kökleşmiş görüşleri ile de kabul edilmiş bulunmaktadır.
Eldeki dava bakımından, mahkemece sigortalının hak sahiplerince açılmış tazminat davasının varlığı araştırılmaksızın karar verilmesi isabetsiz olduğu gibi, Kurum denetim raporu ve alınan ifadelerden anlaşılabildiği kadarıyla 02.01.2008 tarihli sözleşme ile Dava dışı ... Elektrik Üretim AŞ. ile davalılardan ... mühendislik ve İnşaat AŞ. arasında ... ... II inşaatı içerisinde Santralin sabit tesislerinin kurulması, nehir Taramasının yapılması, silindir ile sıkıştırılmış sedde inşaatı işlerinin yapılması hususunda anlaşma yapıldığı, diğer davalı ...’nin ise 15.05.2009 tarihli işyeri tescil bildirgesi ile Dava dışı ... Elektrik Üretim AŞ.’nin kurumda tescilli işyeri numarası üzerinden ... mühendislik ve İnşaat AŞ.’nin alt taşeronu sıfatıyla kazalıya ait bildirimlerin yapıldığı belirgin olmakla, meydana gelen olay bakımından davalı şirket ile dava dışı şirket ve davalı ... aralarındaki tüm sözleşmelerin getirtilmesi suretiyle aralarında asıl işveren taşeron ilişkisinin veya anahtar teslimi iş ilişkisinin varlığının irdelenmesi ve üzerinde durulması gerekirken, yetersiz bilirkişi kusur raporuyla yazılı şekilde hüküm tesisi de usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
2-Diğer taraftan 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu 74. (818 sayılı Borçlar Kanunu 53.) maddesi hükmü gereğince, hukuk hâkimi kesinleşen ceza mahkemesi kararındaki maddi olgu ile bağlıdır. Ceza mahkemesi kendine has usuli olanakları nedeniyle hükme esas aldığı maddi olayların varlığını saptamada daha geniş yetkilere sahiptir. Bu nedenle, hukuk hâkiminin, ceza hâkiminin fiilin hukuka aykırılığını ve illiyet bağı saptayan maddi vakıa konusundaki kabulü ve ceza mahkemesinin kabul ettiği olayın gerçekleşme şekli diğer bir deyişle maddi vakıanın kabulü konusunda
kesinleşmiş olan bir mahkûmiyet veya maddi vakıa tespiti yapan beraat hükmüyle bağlı olacağı hem ilmi (Prof Dr. ..., “...’nın Türkçesi Üzerine”, ... Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 56, Sayı 2, 2007, s.45-61 ) hem de kökleşmiş kazai içtihatlarla benimsenmiş bulunmaktadır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 01.02.2012 gün 2011/19–639 Esas, 2012/30 Kararı; Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 03.02.2009 gün ve 2009/4–13 Esas, 2009/12 Karar; Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 06.04.2010 gün ve 2010/2–76 Esas, 2010/77 Karar sayılı kararlarında da belirtildiği üzere düşme, takipsizlik, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin kararlar kesinleşmiş mahkûmiyet kararları olarak kabul edilemeyecektir.
Eldeki davada ise, Borçlar Kanununun 74. maddesi uyarınca hukuk hâkiminin, kesinleşmiş ceza kararına konu maddi olgularla bağlı olup, ceza yargılaması sürecinde belirlenen kusur oranlarıyla bağlı olmadığı gözetilerek, davaya konu iş kazası ile ilgili olarak davalı ... yanında Turhan Sarı, ... isimli şahıslar hakkında ceza yargılamasının yapıldığı anlaşılmakta olup, bu kimseler hakkında verilen mahkûmiyet kararlarının bulunup bulunmadığı, var ise kesinleşip kesinleşmedikleri, ayrıca kesinleşmesi halinde üçüncü kişi sıfatıyla kuruma karşı sorumlulukları bakımından, öncelikle kazanın nasıl olduğunu belirleyen ceza davasındaki maddi olguları dikkate alarak ve ceza alan tüm şahıslar bakımından kusur irdelemesi yapan, usulüne uygun şekilde rapor alınıp irdelenmeden yazılı şekilde hüküm kurulması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
Kabule göre de, teselsüle dayalı açılan eldeki davada müteselsil sorumluluk hükümlerinin dikkate alınması gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsizdir.
O hâlde, mahkemece yapılacak iş, öncelikle tazminat davasının kesinleşip kesinleşmediği ile kesinleşmesi halinde güçlü delil niteliği ile ceza davasında bağlayıcı olan maddi olgular dikkate alınarak davalılar ile başka kimseler arasında asıl işveren taşeron ilişkisinin irdelendiği oluşa uygun ve denetlenmesi mümkün bir kusur raporu alınması, sonrasında davalıların hukuki konumlarına göre asıl işveren/,işveren vekili veyahut da üçüncü kişi olarak sorumlu olduğu tutarların yukarıda açıklanan yasal düzenlemeler kapsamında ve özellikle teselsüle dayalı olarak açılan bu davada Kurum alacağının net olarak belirlenmesi ile sonucuna göre davacı kurum alacağı hakkında bir karar vermekten ibarettir.
O hâlde, davacı Kurum avukatının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hükmü temyiz etmeyen davalılar yönünden davacı Kurum lehine oluşan usuli kazanılmış hak durumu da nazara alınarak karar verilmek üzere hüküm bozulmalıdır.
S O N U Ç : Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, 21.09.2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.