Davacı Orman Yönetimi, 08.05.2012 tarihli dilekçesiyle Esadiye Köyü, 110 ada 64 (eski 268) parsel sayılı taşınmazın, kesinleşen orman kadastro sınırı içinde kaldığını ileri sürerek, davalılar adına olan tapu kaydının iptali ile orman niteliğiyle Hazine adına tescili ve davalıların elatmasının önlenmesi istemiyle dava açmıştır.
Mahkemece, dava konusu edilen taşınmazın tapulama tesbit tutanağı incelendiğinde; taşınmazın senetsizden Mehdi oğlu Mehmet "in zilyedinde bulunduğu yazılıp, tapu kaydı miktar fazlası olarak Hazine adına tesbitinin yapıldığı, taşınmazın 40 yılı aşkın bir süredir zilyedi bulunan Mehmet "in tesbite itiraz etmesi üzerine Gezici Arazi Kadastro Mahkemesince 20/09/1960 tarihinde 1959/781 - 1960/844 sayılı karar ile "davacı Mehmet "in itirazının kabulüne, 268 sayılı parselin Mehmet adına tapuya tesciline" karar verildiği, iş bu kararın Yargıtay aşamasından geçmek suretiyle 16/07/1962 tarihinde kesinleşerek taşınmazın Mehmet Sungur adına tapuya tescil edildiği ve daha sonra davalıların murisi adına tescil edildiği anlaşıldığından, kesin hüküm nedeniyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı Orman Yönetimi vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava dilekçesindeki açıklamaya göre dava, kesinleşen orman kadastrosu sınırları içinde kalan taşınmazın tapu kaydının iptali ve orman niteliğiyle tescili, elatmanın önlenmesine ilişkindir.
Çekişmeli taşınmazın bulunduğu yörede 1947 yılında 3116 sayılı Kanun hükümlerine göre yapılıp kesinleşen orman kadastrosu, 1950 yılında 5653 sayılı Kanun hükümlerine göre yapılan makiye ayırma, 1959 yılında genel arazi kadastrosu, 21.11.1991 tarihinde ilânı yapılıp kesinleşen aplikasyon ve 3302 sayılı Kanunun 2/B madde uygulaması vardır.
Mahkemece, kesin hüküm oluştuğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmişse de, maddi anlamda kesin hükmü düzenleyen H.M.K."nun 303. ve eski H..U.M.K. nın 237. maddesi “kesin hüküm, ancak, konusunu oluşturan husus hakkında geçerlidir. Kesin hüküm vardır denilebilmesi için, iki tarafın ve dava konusunun ve dayanılan sebebin aynı olması gerekir” şeklindedir. Madde metninden de anlaşılacağı gibi, kesin hükmün varlığından söz edebilmek için; davanın taraflarının, konusunun ve dava sebeplerinin aynı olması gerekir.
Bu koşullardan birincisi davanın konusu, dava ile elde edilmek istenen sonuçtur. Taşınmaza ilişkin davalarda dava konusu, taşınmazın kendisidir. Ancak, aynı taşınmaza ilişkin değişik hakların dava konusu edilmesi halinde taşınmaz aynı olmasına rağmen dava konusunun aynı olduğundan söz edilemez. Örneğin, davanın tarafları ve taşınmaz aynı olmasına rağmen, mülkiyete ilişkin dava reddedildikten sonra aynı taşınmaz hakkında irtifak hakkı dava konusu edilebilir.
Kesin hüküm koşullarından ikincisi dava sebebidir ki; bilimsel görüşler ile yerleşik yargısal kararlarda, dava sebebinin davanın dayandırıldığı vakıalar olduğu kabul edilmektedir. Dava sebebi, hukuki sebepten farklıdır. Mahkeme, yargılama sırasında dava sebebi ile bağlı olup, başka sebepleri inceleme konusu yapamaz. Örneğin, gerçek kişi adına tapulu taşınmazın mera olduğu iddiasıyla tapusunun iptali ile mera olarak sınırlandırılması istemiyle Hazinenin açtığı davada, taşınmaz hakkında orman araştırması yapılmayıp, sadece mera niteliği araştırılarak sonuçta taşınmazın mera olmaması nedeniyle dava reddedilirse, bundan sonra aynı taşınmazın kesinleşmiş orman sınırları içinde kaldığı ya da orman sayılan yerlerden olduğu iddiasıyla açılacak davada, dava sebebi aynı olmadığı için kesin hükmün varlığından söz edilemez.
Kesin hükmün koşullarından üçüncüsü, davanın taraflarının aynı olmasıdır. Tarafların aynı olmasından kasıt, her iki davada da sıfatlarının aynı olması, başka deyişle her iki davada davacı ya da davalı sıfatıyla hareket etmeleri değildir. Kesin hükümle ilgili kararda, davalı sıfatında olan kişi, ikinci davada davacı sıfatıyla yer alması halinde de taraflar aynıdır. Kesin hüküm, taraflarının küllî haleflerini de aynı şekilde bağlar.
Kesin hüküm, kural olarak davanın tarafı olmayan üçüncü kişileri etkilemez. Örneğin, bir davada taraflar hakkında verilen hüküm, davada taraflardan biri yararına davaya katılmış olan fer’î müdahil hakkında kesin hüküm oluşturmaz. Buna karşılık kesin hüküm davaya aslî müdahil olarak katılan tarafı bağlar. Yine birden fazla kişi aynı davayı açma yetkisine sahipse, bunlardan birinin açtığı davada verilen karar, diğeri için kesin hüküm oluşturmamakla birlikte güçlü takdiri delil oluşturabilir.
Somut olaya gelince; çekişmeli taşınmaz, davacı Mehmet ile davalı Hazine arasında görülüp sonuçlanan kadastro tesbitine itiraz davası sonucu Mehmet adına tapuya tescil edilmiştir.
Yukarıda açıklandığı gibi, kadastro mahkemesi kararının, o davada taraf olmayan davacı Orman Yönetimi yönünden kesin hüküm oluşturduğu kabul edilemeyeceği gibi, dava sebebi de kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayalı kadatro tesbitine itiraz olduğundan, farklıdır. Kadastro Mahkemesinde görülen davada, orman iddiası ve orman araştırması olmadığından, kesinleşen tahdit içinde kalan tapu kaydının iptali istemi ile açılan temyize konu dava için kesin hüküm teşkil etmez.
Açıklanan nedenlerle, mahkemece işin esasına girilip, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu gibi hüküm kurulması usûl ve kanuna aykırıdır.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle; davacı Orman Yönetimi vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, bozma nedenine göre diğer hususların bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, temyiz harcının istek halinde iadesine 27/01/2014 günü oy birliği ile karar verildi.