10. Hukuk Dairesi 2016/14016 E. , 2016/12150 K.
"İçtihat Metni"Mahkemesi :İş Mahkemesi
Dava, hizmet tespiti, istemine ilişkindir.
Mahkemece, bozma ilamına uyularak davanın reddine karar verilmiştir.
Hükmün, davacı ve davalı Kurum vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
Davacı vekili, davalı işveren siyasi parti genel başkanlığına ait ... İl Başkanlığı işyerinde 15/06/1995 tarihinde hizmet akdine istinaden çalışmaya başladığını ve bu çalışmasının 09/10/2010 tarihine kadar devam ettiğini, bu nedenle 15/06/1995 ile 09/10/2010 tarihleri arasında davalı işveren nezdinde çalıştığının tespitini talep etmiş, mahkemece “01/01/2009 tarihli Tutanak başlıklı belge içeriğine göre davacının partiye yardım etmek amacıyla partide bulunduğu, davacının herhangi bir ücret talebinde bulunmadığı, partili olduğu için Merkez İlçe Başkanlıkları ve İl Yönetim Kurulu üyesi şahısların davacıya parti kasasından olmamak üzere kendi katkılarıyla az miktarda harçlık verdikleri, davacının partiden hiçbir talebi olmadığına ilişkin parti yöneticileri, üyeleri ve davacının imzasının bulunduğu, bordro tanığı olarak dinlenen 2006-2009 yılları arasında DSP ... İl Başkanı olarak görev yapan ..."nün vermiş olduğu beyanında davacının köyüne barkına gidip kendi işini gören birisi olduğu, kendilerinin davacıya gelmemesini söylediklerini, buna rağmen davacının sürekli gelip gittiğini, arada iş bulduğu zaman giden birisi olduğunu, parti genel merkezinin talimatı doğrultusunda bir işçi veya başka bir unvanda birisini çalıştırma imkanlarının olmadığını beyan etmiş olması, davacının çalışma iddiasına ilişkin bir kısım tanık beyanları dışında herhangi bir delilin de bulunmadığı, bu bağlamda davacının davalı ... il teşkilatında yapmış olduğu çalışma var ise gönüllülük esasına dayanacağı” gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
1-“İşveren”, 5510 sayılı Kanun’un 4’üncü maddesinde; ...sigortalıları çalıştıran... kişiler...” olarak tanımlanmış olup, hizmet tespitine yönelik davalarda,
çalışma ilişkisinin nitelik ve süresinin belirlenmesi, bu yöndeki işyeri bilgi ve belgelerine ulaşılması, bir başka anlatımla, davanın sübutu, kanıtlama yükümlülüğü ve verilen kararın infazı açısından, husumetin kendisine yöneltilmesi zorunlu olan kişidir.
Dava konusu sübjektif hak (dava hakkı) ile taraflar arasındaki ilişkinin varlığı medeni usul hukukumuzda "sıfat" olarak tanımlanmakta ve bir davada taraf olarak gösterilen kişilerin o dava ile ilgili kimseler olması zorunlu bulunmaktadır. Sübjektif bir hakkı dava etme yetkisi (dava hakkı) kural olarak o hakkın sahibine aittir. Bir hakka ilişkin davada davacı olma sıfatı da hakkın sahibine ait bulunmakta ve buna aktif husumet denilmektedir. Sübjektif hak kendisinden istenebilecek olan kişi de o hakka uymakla yükümlü olan kimse olup, bu da pasif husumet (davalı sıfatı) olarak adlandırılmaktadır. Sübjektif hak sahibi ile o hakka uymakla yükümlü bulunan kişinin kimler olduğunun belirlenmesi, bunun neticesinde, dava açan veya aleyhine dava açılan kişiler, o davada davacı veya davalı olarak taraf sıfatına sahip değillerse, mahkemece dava konusu hakkın esası hakkında inceleme yapılmaksızın, davanın sıfat yokluğundan reddedilmesi gerekmektedir. Taraf sıfatı (husumet) ve sıfat yokluğu, davada taraf olarak görünen kişiler arasında dava konusu hakkın doğumuna engel olan bir itiraz niteliğinde olup, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 116. maddesinde (HUMK. 187 m.) yer alan ilk itirazlardan olmadığından davanın her aşamasında ileri sürülebileceği gibi, taraflarca ileri sürülmese dahi, gerek, mahkemece, gerekse, Yargıtay"ca tarafların bu yönde bir savunmalarının olup olmadığına bakılmaksızın, kendiliğinden nazara alınır.
2820 sayılı Siyasi Partiler Kanununun Mali Sorumluluk başlıklı 71. maddesine 3/8/2016 tarih ve 6736 sayılı Kanunun 12 nci maddesiyle, ekleme yapılmış, buna göre maddenin ikinci fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “parti teşkilat kademelerinin yaptıkları” ibaresinden sonra “hizmet sözleşmeleri de dâhil her türlü” ibaresi eklenmiştir. Yapılan bu eklemeyle birlikte siyasi partilerin tüzüklerine göre merkez karar ve yönetim kurulunca önceden yazılı yetki verilmediği veya sonradan bir kararla onaylanmadığı takdirde, partinin teşkilat kademelerinin yaptıkları hizmet sözleşmeleri de dâhil her türlü sözleşme ve giriştikleri yükümlülüklerden dolayı, parti tüzelkişiliği hiçbir suretle sorumlu tutulamayacaktır. Sorumluluk sözleşmeyi yapan veya yükümlülük altına giren kişi veya kişilere ait olacaktır.
Yukarıda anlatılanlar ışığında; 6736 Sayılı yasanın 12. Maddesi ile yapılan düzenleme ile DSP merkez karar ve yönetim kurulunca hizmet sözleşmesinin yapılmasına yönelik, önceden yazılı yetki verilmediği veya sonradan bir verilen bir onay da söz konusu olmadığında, genel merkeze husumet yöneltilmesinin mümkün bulunmadığı, sorumluluğun sözleşmeyi yapan veya yükümlülük altına giren kişi veya kişilere ait olacağından, işveren tam olarak tespit edilerek, husumet ona yöneltilmelidir.
2-Kabule göre de, davanın yasal dayanağı 506 sayılı Kanunun 79/10. maddesidir. Anılan Kanunun 6. maddesinde ifade edildiği üzere, “sigortalı olmak hak ve yükümünden kaçınılamaz ve vazgeçilemez.” Anayasal haklar arasında yer alan sosyal güvenliğin yaşama geçirilmesindeki etkisi gözetildiğinde, sigortalı konumunda
geçen çalışma sürelerinin saptanmasına ilişkin davalar, kamu düzenine ilişkin olduğundan, özel bir duyarlılık ve özenle yürütülmesi zorunludur. Bu bağlamda, hak kayıplarının ve gerçeğe aykırı sigortalılık süresi edinme durumlarının önlenmesi, temel insan haklarından olan sosyal güvenlik hakkının korunabilmesi için, bu tür davalarda tarafların gösterdiği kanıtlarla yetinilmeyip, gerek görüldüğünde re’sen araştırma yapılarak kanıt toplanabileceği de göz önünde bulundurulmalıdır. Diğer taraftan, 506 sayılı Kanunun 79/10. maddesi hükmüne göre; Kuruma bildirilmeyen hizmetlerin sigortalı hizmet olarak değerlendirilmesine ilişkin davanın, tespiti istenen hizmetin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içinde açılması gerekir. Bu yönde, anılan madde hükmünde yer alan hak düşürücü süre; yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalışmaları Kurumca tespit edilemeyen sigortalılar için geçerlidir. Bir başka anlatımla; sigortalıya ilişkin olarak işe giriş bildirgesi, dönem bordrosu gibi yönetmelikte belirtilen belgelerin Kuruma verilmesi yada çalışmaların Kurumca tespit edilmesi halinde; Kurumca öğrenilen ve sonrasında kesintisiz biçimde devam eden çalışmalar bakımından hak düşürücü sürenin geçtiğinden söz edilemez. Ne var ki; sigortalının Kuruma bildiriminin işe giriş tarihinden sonra yapılması, bir başka ifade ile sigortalının hizmet süresinin başlangıçtaki bir bölümünün Kuruma bildirilmeyerek sonrasının bildirilmesi ve Kuruma bildirimin yapıldığı tarihten önceki çalışmaların, bildirgelerin verildiği tarihide kapsar biçimde kesintisiz devam etmiş olması halinde, Kuruma bildirilmeyen çalışma süresi yönünden hak düşürücü sürenin hesaplanmasında; bildirim dışı tutulan sürenin sonu değil, kesintisiz olarak geçen çalışmaların sona erdiği yılın sonu başlangıç alınmalıdır, Aksi durumda ise hak düşürücü sürenin kesinti tarihleri dikkate alınarak her bir dönem bakımından ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekecektir.
6098 Sayılı Türk Borçlar Kanununun 393 vd. maddelerinde hizmet sözleşmesine ilişkin hükümler düzenlenmiştir. Türk Borçlar Kanununa göre hizmet sözleşmesi, işçinin işverene bağımlı olarak belirli veya belirli olmayan süreyle işgörmeyi ve işverenin de ona zamana veya yapılan işe göre ücret ödemeyi üstlendiği sözleşmedir. Hizmet sözleşmesi, kanunda aksine bir hüküm olmadıkça özel bir şekle bağlı değildir. Belirtilmelidir ki, “ücret” unsuruna her ne kadar tanımda ve iş sahibinin borçları belirtilirken yer verilmiş ise de, 506 ve 5510 sayılı Kanununların sistematiği ve maddelerinin düzenleniş şekline göre, anılan unsurun sigortalı niteliğini kazanabilmek için zorunlu olmadığının kabulü gerekmektedir. Baskın olan bilimsel ve yargısal görüşlere göre, iş sözleşmesinin ayırt edici ve belirleyici özelliği, “zaman” ile “bağımlılık” unsurlarıdır. Zaman unsuru, çalışanın iş gücünü belirli veya belirsiz bir süre içinde işveren veya vekilinin buyruğunda bulundurmasını kapsamaktadır ve anılan sürede buyruk ve denetim altında edim yerine getirilmektedir. Bağımlılık ise, her an ve durumda çalışanı denetleme veya buyruğuna göre edimini yaptırma olanağını işverene tanıyan, çalışanın edimi ile ilgili buyruklar dışında çalışma olanağı bulamayacağı nitelikte bir bağımlılıktır. İş sözleşmesinde çalışan, emeğini iş sahibinin emrine hazır bulundurmaktadır ve ücret, yapılan faaliyetin karşılığı olarak ödenmektedir.
Yukarıdaki bilgiler ışığı altında eldeki davada, parti üyesi olan tanıklar ..., ..., ... ve ... ile komşu işyeri tanığı
...’ın, davacının davalı işveren nezdinde getir, götür işleri ile çay servisi yaptığını beyan ettikleri, 01.01.2009 tarihli DSP Konya İl Teşkilatınca tutulan tutanakta, davacının partiye yardım ettiğinin, kendisine harçlık toplayarak verdiklerinin belirtildiği, tüm bu deliller bir arada değerlendirildiğinde, davalı işveren ile davacı arasında hizmet sözleşmesinin varlığının kabulünün gerektiği, öte yandan, davacının 03.01.2006 ile 12.01.2006 tarihleri arasında dava dışı 1067999 sicil numaralı işyerinde çalıştığı nazara alındığında, tespiti istenen hizmetin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içinde davanın açılıp açılmadığı, kısaca hak düşürücü sürenin varlığı, tespit edilmeli, ardından davalı işyerinin kapsamı, davacının davalı işyerinde hangi işlerde çalıştığı, bu çalışmalarının ne kadar süreyle yapılabileceği, buna göre çalışmasının tam zamanlı mı çalışmayı gerektirip gerektirmediği, çalışmanın süresi yöntemince araştırılmalı, varılacak sonuca göre hüküm kurulmalıdır.
Açıklanan bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın, eksik inceleme ve araştırma sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O halde, davacı davalılardan Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ:Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, 06.10.2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.