Esas No: 2021/25766
Karar No: 2022/1705
Karar Tarihi: 07.02.2022
Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 2021/25766 Esas 2022/1705 Karar Sayılı İlamı
4. Hukuk Dairesi 2021/25766 E. , 2022/1705 K."İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : Ankara 6. Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki manevi tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda verilen hükmün duruşmalı olarak temyizen tetkiki davacı vekili ile davalı vekili tarafından talep edilmiş, davalı vekilince duruşma istenmiş olmakla duruşma için tayin edilen 19/01/2022 Çarşamba günü davacı vekili Av. ... ile davalı vekili Av. ... geldiler. Temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşıldıktan ve hazır bulunan tarafların vekilleri dinlendikten sonra vaktin darlığından dolayı işin incelenerek karara bağlanması başka güne bırakılmış olup dosya incelendi, gereği düşünüldü:
K A R A R
Davacı vekili dava dilekçesinde; ... Partisi Genel Başkanı ...'nun 5 Ocak 2018 tarihinde ... Belediye binası önünde toplanan halka karşı yaptığı konuşmada müvekkili Cumhurbaşkanı’na yönelik olarak kişilik haklarını ihlal edici ifadeler kullandığını; ''...bizim evlerde çok şükür ayakkabı kutusu da yok, çok şükür bizim belediye başkanlarımızın Man Adalarında kurulan şirketleri de yok. Bizim belediye başkanlarımız kara parayı da aklamıyorlar... Kalkacak ortalıkta gezeceksin ben yerliyim, milliyim diyeceksin sonra Türkiye Cumhuriyeti'nde vergi ödememek için kaçacaksın vergi adalarında 1 Sterlinlik şirket kuracaksın.... Ben senin ne kadar iyi FETÖ'cü olduğunu çok iyi biliyorum. Sen FETÖ'yle beraber aynı kapta yemek yerken, ben senin ne mal olduğunu gayet iyi biliyorum...Bütçeyi kaçırıyor, paraları kaçırıyor başka yerlerde harcıyorlar... ...Milletin cebindeki paraya göz koyan kul hakkı yiyen adamdan bu memlekete fayda gelmez. Ceplerini doldurdular, köşeyi döndüler, oğlum paraları sıfırladın mı? Hayır diyor baba 30 Milyon Avro kaldı diyor.... ...Biz onlar gibi değiliz, biz onlar gibi olamayız da zaten. Çünkü biz paragöz değiliz... ...Biz din, iman edebiyatı yapıp malı götürenlerden değiliz. Biz onlardan farklıyız.... ..Sen FETÖ'yle beraber kucak kucağa yaşıyordun,...'' şeklinde ithamlarda bulunduğunu, davalının yapmış olduğu bu konuşmada müvekkilini "hırsızlık ve yolsuzluk yapmakla, vergi kaçırmakla, din iman edebiyatı yaparak malı götürmekle, kul hakkı yemekle, paragöz olmakla, mal olmakla, FETÖ'cü olmakla, devlet sırlarını FETÖ'ye teslim etmekle" itham ettiğini, açıklamaların düşünce ve ifade hürriyeti çerçevesinde değerlendirilmesinin mümkün olmadığını, kişilik haklarının ihlal edildiğini belirterek, 150.000,00TL manevi tazminatın
haksız fiil tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi isteminde bulunmuştur.
Davalı vekili cevap dilekçesinde; davacı tarafça, davalı genel başkanın konuşmasının başkalaştırılmaya çalışıldığını ve bütünlüğünden kopartılarak, seçilen bazı bölümlerin dava konusu yapıldığını, davalının açıklamalarının bütünlüğünün bilinçli bir şekilde bozulduğunu ve hakaret kapsamlı gösterilmeye çalışıldığını, konuşmada alıntılanan olay ve olguların tamamının gerçekliğinin tartışma dışı olduğunu, konuşma içeriğinde hakaret kapsamlı söz bulunmadığını, dava konusu yapılan sözlerin dayanağı olguların gerçekliğinin ispat hakkı kapsamında taraflarınca ispat edileceğini, dava konusu edilen bu açıklamaların ve yorumların kaynağı, yapılma nedeni, davalı ve davacının toplumdaki konumları, kamu yararı, tüm söylenen ve yazılanların içeriği dikkate alındığında davalının toplumu bilgilendirme ile eleştiride bulunma hak ve görevinin varlığı gözetildiğinde, kamuyu bilgilendirmeye matuf, delillerle destekli, tamamen gerçeklere dayalı, güncel konulara ilişkin eleştirilerin görünür gerçeklik kapsamında kaldığı, bu açıklamaların kesinlikle davacıya hakaret, iftira, onur ve saygınlığını rencide etme kastını taşımadığını, desteksiz ve eleştiri sınırlarını aşan ifadelerin kullanılmadığını belirterek, davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
İlk derece mahkemesince; ana muhalefet partisi genel başkanlığı gibi önemli bir siyasi makamı işgal eden davalının, sözlerinin ulaşacağı kitleyi de düşünerek neyi kastettiğinin yanında, nasıl anlaşılacağını da düşünmesinin gerekli olduğu, sarf edilen sözler itibariyle eleştiri sınırlarının aşıldığı, davacıyı toplum önünde küçük düşürecek ve kişilik haklarına saldırı teşkil edecek nitelikte sözler olduğu gerekçesiyle, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Karara karşı taraf vekilleri istinaf kanun yoluna başvurmuş; bölge adliye mahkemesince dava konusu konuşmanın ulusal, yazılı ve görsel medya organlarında yayınlanmış olması nedeniyle ulaştığı kitlenin genişliği, davacının Cumhurbaşkanı sıfatıyla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil etmesi, davalının davacıya yönelik değer yargısı olarak kabul edilemeyecek isnatlarında bulunması nedeniyle davacının kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu ve kabul edilen manevi tazminat miktarının tazminatın amacına uygun olduğu gerekçesiyle, taraf vekillerinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiş; karar, taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
Taraflar arasındaki uyuşmazlık, davalı ... Partisi Genel Başkanı ...'nun 5 Ocak 2018 tarihinde ... Belediye binası önünde toplanan halka karşı yaptığı konuşmada davacı Cumhurbaşkanı ... hakkında sarfettiği sözlerin ifade özgürlüğü kapsamında kalıp kalmadığının değerlendirilmesi ve ulaşılacak sonuca göre manevi tazminatla sorumlu tutulup tutulamayacağı noktasında toplanmaktadır.
Manevi zarar, kişilik değerlerinde oluşan objektif eksilmedir. Duyulan acı, çekilen ızdırap manevi zarar değil, onun görüntüsü olarak ortaya çıkabilir. Acı ve elemin manevi zarar olarak nitelendirilmesi sonucu, tüzel kişileri ve bilinçsizleri; öte yandan, acılarını içlerinde gizleyenleri tazminat isteme haklarından yoksun bırakmamak için yasalar manevi tazminat verilebilecek bazı olguları özel olarak düzenlemiştir. Bunlar kişilik değerlerinin zedelenmesi [Türk Medeni Kanunu (TMK) m. 24], isme saldırı (TMK m. 26), nişan bozulması (TMK m. 121), evlenmenin butlanı (TMK m. 158/2), boşanma (TMK m. 174/2) bedensel zarar ve ölüme neden olma [818 sayılı Borçlar Kanunu (BK) m. 47, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) m. 56] durumlarından biri ile kişilik haklarının zedelenmesi (818 sayılı BK m. 49, 6098 sayılı TBK m. 58) olarak sıralanabilir. Türk Medeni Kanunu’nun
24. maddesi ile Borçlar Kanunu’nun 49. maddesi diğer yasal düzenlemelere nazaran daha kapsamlıdır. Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddesinde; “Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hakimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir. Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.” düzenlemesi mevcuttur.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 58. maddesinde ise; “Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir. Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir.” hükmü yer almaktadır.
Türk Medeni Kanunu’nun 24 ve Türk Borçlar Kanunu’nun 58. maddelerinde belirlenen kişisel haklar, bedensel ve ruhsal tamlık ve yaşam ile nesep gibi insanın, insan olmasından güç alan varlıklar ya da kişinin adı, onuru ve sır alanı gibi dolaylı varlıklar olarak iki kesimlidir. Görüldüğü üzere TBK'nın 58. maddesi gereğince kişilik hakları zarara uğrayanların manevi tazminat isteme hakları vardır.
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 90. maddesinin son fıkrası; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmünü içermektedir. Bu durumda, mahkemelerce önlerine gelen uyuşmazlıklarda usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar ile iç hukukun birlikte yorumlanması ve uygulanması gerekmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10. maddesi; “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar… Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.” hükmünü içermektedir.
İfade özgürlüğü geniş bir şekilde yorumlanmakta ise de, sınırsız olmadığı da Sözleşmenin 10. maddesinin 2. fıkrasında belirtilmiştir. Burada çözülmesi gereken temel sorun ifade özgürlüğü ile kişilik haklarına yönelik saldırı arasındaki sınırın hangi ölçütlere göre saptanacağıdır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önüne gelen uyuşmazlıklarda yapılan müdahalenin ifade özgürlüğünü ihlal edip etmediğini tespit etmek üzere uygulamaları ile bir takım kriterler belirlemiştir. Bu kriterler:
1. Müdahalelerin yasayla öngörülmesi:
AİHM, Sözleşme’nin 10. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “yasayla öngörülme” ifadesinin, ilk olarak, itiraz konusunun iç hukukta bir dayanağı olması gerektiğini hatırlatır.
Ancak söz konusu ifade hukuki normların ilgili kişinin erişiminde olmasını, sonuçlarının öngörülebilmesini ve hukukun üstünlüğü ilkesine uygun olmasını gerektiren kanun niteliğine de atıfta bulunmaktadır (Association Ekin/Fransa, başvuru no: 39288/98; Ürper ve diğerleri/Türkiye kararı, başvuru no: 14526/07, 14747/07, 15022/07, 15737/07, 36137/07, 47245/07, 50371/07, 50372/07 ve 54637/07, 20 Ekim 2009).
2. Müdahalelerin meşru bir amaç izleyip izlemediği konusu:
Sözleşme’nin 10/2. maddesine göre, “… bu özgürlüklerin kullanılması, demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlâkın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.”
Görüldüğü üzere yasayla düzenlemek şartıyla ve “başkalarının şöhret ve haklarının korunması” amacıyla ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği kabul edilmekte olup sınırlama haklı olsa bile, bu kez sınırlamanın orantılılığı gündeme gelecektir (bkz. sınırlamanın orantısızlığı konusunda .../Türkiye kararı). Kişilik hakkının korunması ile ifade özgürlüğü arasındaki dengeyi iyi sağlamak gerekmektedir. Özellikle siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin kişilik hakları ve şöhretleri söz konusu olduğunda bu dengede ifade özgürlüğünün ağır bastığı konusunda kuşku yoktur. Diğer bir deyişle, terazide bir yanda siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin “kişilik hakları”, diğer yanda “ifade özgürlüğü” bulunduğu durumlarda, tercihin daha çok ifade özgürlüğünden yana kullanıldığı söylenebilir (Doğru, O., Nalbant, A; İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi Açıklama ve Önemli Kararlar, C. 2, Ankara 2013, s. 232).
3. Müdahalelerin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı konusu:
AİHM, ifade özgürlüğünün, demokratik bir toplumun temel yapılarından birini oluşturduğu ve toplumun gelişimi ve bireyin kendini gerçekleştirmesinin temel koşullarından biri olduğunu hatırlatır (Lingens/Avusturya, başvuru no: 9815/82, 08 Temmuz 1986). İfade özgürlüğü istisnalara tabi olsa da, bu istisnalar dar bir biçimde yorumlanmalı ve sınırlama nedeni ikna edici bir biçimde ortaya konmalıdır (Observer ve Guardian/Birleşik Krallık, A Serisi no: 216, başvuru no: 13585/88, 26.11.1991).
Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 25.04.2018 tarihli ve 2017/4-1320 E., 2018/986 K.; 30.05.2018 tarihli ve 2017/4-1470 E., 2018/1144 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
İfade özgürlüğü; haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilme, düşünce, tavır ve kanaatlerinden dolayı kınanmama ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilme, anlatabilme, savunabilme, başkalarına aktarabilme ve yayabilme imkânlarına sahip olma anlamlarına gelir. Düşüncelerin her türlü araçla açıklanması, açıklanan düşünceye paydaş sağlanması, düşünceyi gerçekleştirme ve bu konuda başkalarını ikna çabaları ve bu çabaların hoşgörüyle karşılanması çoğulcu demokratik düzenin gereklerindendir. Dolayısıyla toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için hayati önemdedir. Aynı zamanda demokratik toplumun temelini oluşturan, toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel
unsurlardan olup bu özgürlük, sadece toplum tarafından kabul gören, zararsız veya ilgisiz kabul edilen bilgi ve fikirler için değil; incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. İfade özgürlüğü; yokluğu hâlinde demokratik bir toplumdan söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir.
Ancak belirtmek gerekir ki ifade özgürlüğü sınırsız değildir. Başta siyasi kişiler olmak üzere, en geniş hâlde dahi ifade özgürlüğünün, kişilerin itibarına zarar verecek boyuta ulaşmaması gerekir. Bu gereklilik, temel hak ve hürriyetlerin; kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva ettiğini belirten Anayasa'nın 12. maddesinin ikinci fıkrasından doğan bir zorunluluktur. Bu itibarla, Anayasa'nın 26. maddesinin ikinci fıkrasına göre ifade özgürlüğünün sınırlandırılma nedenlerinden biri de başkalarının şeref ve itibarının korunmasıdır. Müdahale edilen ifade özgürlüğü ile davacının müdahale edilen şeref ve itibar hakkının korunması arasında adil bir dengenin gözetilip gözetilmediğinin karar yerinde değerlendirilmesi de gerekecektir.
İfade özgürlüğü, temsil ettikleri seçmenlerinin kaygılarına dikkat çektikleri ve onların menfaatlerini savunmak zorunda oldukları için halkın seçilmiş temsilcileri bakımından özel bir öneme sahip olup bu değerlendirmenin de özel olarak yapılması gerekirse de çatışan haklar arasında dengeleme yapılabilmesi için kullanılan ifadelerin türünün, kamusal tartışmalara katkı sunma kapasitesinin, ifadelere yönelik kısıtlamaların niteliğinin ve kapsamının, ifadelerin kimin tarafından dile getirildiğinin, kime yöneldiğinin, tarafların ünlülük derecelerinin ve ilgili kişilerin önceki davranışlarının, kamuoyu ile diğer kişilerin kullanılan ifadeler karşısında sahip oldukları hakların ağırlığının gözetilmesi de gerekmektedir.
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve HMK 355. maddesindeki kamu düzenine aykırılık halleri resen gözetilmek üzere istinaf incelemesinin, istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılacağı kuralına uygun biçimde inceleme yapılıp karar verilmiş ve verilen kararda bir isabetsizlik görülmemiş olmasına, konuşmanın yapıldığı 5 Ocak 2018 günü ile yine Dairemizde temyiz incelemesi yapılan diğer dosyalardaki konuşma tarihlerinde davacının siyasetçi olmadığı (Anayasa 101. md), davaya konu bu ve diğer davalara konu konuşmalarda “Her türlü dümeni çevirirsin”,”Faizci ...”, “Sahtekarlığı çok iyi bilirsiniz”, “Sahtekar sizin elinize su dökemez”, “Her türlü dümen var sizde”, Her türlü üç kâğıt var sizde”, “Senin ne mal olduğunu biliyorum”, ”Tefecilerin Reisi”, ”Diktatör”, ”IŞID’a , FETÖ’ye, PKK’ya yardım ve yataklık yaptın”, “Malı götüren”, “Her türlü tezgâhı çevirir”, “Firavun”, “Şeref ve namus yoksunu”, “Gayrimilli”, “Şerefsiz”,”Yolsuzlukların timsali”, “Diktatör bozuntusu”, “Namusuna, şerefine sahip çıkamıyor”, ”Değeri beş para”, “Hırsızlığı aşmış bir şey”, “Alçak” gibi yoğun bir biçimde ifade özgürlüğünü aşan ifadelerin kullanılmış olmasına, yukarıda açıklandığı gibi ifade özgürlüğünün sınırsız olmamasına, ifade özgürlüğünü kullanırken ödev ve sorumluluklara özen gösterilmesi gerekmesine, Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından "Masak" raporuna dayanılarak verilen takipsizlik kararına konu olan belgenin " olgu" olarak kabul edilemiyeceği gibi belgenin ve diğer araştırmaların Masak raporuna göre davacı ... ile ilgisinin bulunmadığının anlaşılmasına, özellikle de davalı ... Partisi Genel Başkanı, başvuruya konu konuşmasında da politik meselelere değinmiş ve konuşmanın çerçevesi baskın bir şekilde politik alanda kalmış ise de kimi
sözlerin siyasi bir eleştiri olmaktan çok kişisel saldırı içermesine göre taraf vekillerinin yerinde olmayan bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun olan hükmün HMK 370/1. maddesi gereğince ONANMASINA, HMK 302/5 ve 373. maddeleri uyarınca dosyanın ilk derece mahkemesine, kararın bir örneğinin de bölge adliye mahkemesi hukuk dairesine gönderilmesine, 3.815,00 TL vekalet ücretinin davalıdan alınarak duruşmada vekille temsil olunan davacıya verilmesine, ve aşağıda dökümü yazılı 21,40 TL kalan onama harcının temyiz eden davacıdan alınmasına ve aşağıda dökümü yazılı 1.025,00 TL kalan onama harcının temyiz eden davalıdan alınmasına 07/02/2022 gününde Üye ...'nin karşı oyu ve oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY
Muhalefet partisi lideri olan ... Genel Başkanı davalı ...'nun 05/01/2018 tarihinde ... Belediye binası önünde yaptığı halka açık konuşmasında, kullandığı söz ve ifadelerin davacının kişilik haklarına saldırı oluşturup oluşturmadığı hususunu mahiyeti gereği iki bölümde değerlendirmek gerekmektedir.
1- İlk olarak davalı tarafın yurt dışındaki şirket hesaplarına para transfer edildiği iddiası kamuoyuna açıkladığı bir takım belgelere dayandırılmaya çalışılmıştır. Bu belgeler C. Başsavcılığınca yapılan Ceza soruşturması sırasında alınan MASAK raporunda belirtildiği üzere Bellway şirketinin hesabından para gönderilirken bankacılıkta kullanılan swift kayıtlarından oluşmaktadır. (Bankacılıkta kullanılan swift sistemi yurt içi yada yurt dışına döviz transferi yapılacağı zaman kullanılan sistemdir.) Davacı tarafın bankadan alınan bu belgelere ve Masak'tan gelen yazı içeriğinin geçerliliğine (doğruluğuna) bir itirazı olmamıştır. Davalının yurt dışına para transfer edildiğine ilişkin açıklaması bu belgelere (swift kayıtlarına) dayansa da C. Başsavcılığınca yapılan soruşturma sonucunda bu belgelerin gerçekten yurt dışına para transfer edildiğini göstermediği, aksine Man Adasında faaliyeti bulunan Bellway şirketinin yurt içindeki bir banka şubesindeki hesabından, ilgili kişilerin
yine yurt içindeki bir başka bankadaki hesaplarına döviz cinsinden para gönderildiğini gösteren kayıtlar olduğu anlaşılmaktadır. Şu durumda davalının bu konuyu gündeme getirip toplumsal bir tartışma başlatmasında yeterli olgusal dayanak bulunmaktadır. Birçok AYM kararında da vurgulandığı üzere tartışılmasında kamu yararı bulunan konuların gündeme getirilmesinde yüzde yüz bir kesinlik aramak demokratik toplumun varsayılan unsuru olan eleştiriyi zorlaştıracak ve bireylerin eleştiriye katılmasını caydırma etkisi gösterecektir. Kaldı ki siyasi bir kişilik olan davalının bu konuları gündeme getirmesi muhalefet görevinin bir parçasıdır. Bu nedenle söz konusu açıklamada hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
2- Davalının konuşmasındaki bazı söz ve ifadelerin hakaret teşkil ettiği iddiasına gelince; Bilindiği üzere düşünceyi açıklamak ve yaymak özgürlüğü ile ilgili konularda, ifadelerin bağlamlarından kopartılarak incelenmesi hatalı sonuçlara neden olabileceğinden söz veya metinlerin bütünü ile ele alınması, özle biçim arasındaki dengenin bozulup bozulmadığına bakılması gereklidir. Buna göre somut olayda davacı tarafın kişilik haklarına saldırı oluşturduğunu iddia ettiği sözlerin bir kısmının konuşmanın bütünlüğü içerisinde değerlendirildiğinde, değer yargısı niteliğinde ifadeler olduğu, bir kısmının da politik eleştiri kapsamında kalan söz ve açıklamalar olduğu anlaşılmaktadır. Değer yargıları kişilerin görüş ve yorumlarından ibaret olması ve kanıtlanmaya elverişli olmaması nedeniyle kişilik haklarına saldırı oluşturmazlar.
Öte yandan davalının konuşmasında kullandığı ifadelerin suçlayıcı ve rahatsız edici olduğu da açıktır. Siyasetçilerin kullandıkları bazı sözler açıkca polemik çıkartmaya, şiddetli tepkiler yaratmaya ve taraflarını denetlemeye yönelik siyaset üsluplarının bir parçası olarak kabul edilmelidir.
Yukarıda açıklandığı üzere davalının konuşmasının bütünlüğü dikkate alındığında konuşmanın kamu yararı bulunan bir tartışmayı başlatma amacı taşıdığı ve toplumun bilgi edinme hakkı kapsamında kaldığı, özle biçim arasındaki dengenin bozulmadığı, davacının kişilik haklarına saldırı teşkil eden bir hususun bulunmadığı bu nedenle istemin tümden reddi gerektiği düşüncesi ile değerli çoğunluğun kararına katılmıyorum. 07/02/2022
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.