3. Hukuk Dairesi 2013/5545 E. , 2013/7240 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
.
Taraflar arasında görülen tazminat davasının yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hüküm davalı ... tarafından temyiz edilmiştir.
Y A R G I T A Y K A R A R I
Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü.
Davacı, davalılardan 12.08.2009 tarihinde dava konusu aracı satın aldığını, aracın çenç olması sebebiyle trafikten devir işlemini alamadığını, trafiğe çıkamadığını, bu aracı alması nedeniyle maddi zarara uğradığını, aracı 2.600 TL"ye satın aldığını, bunun tahsilini istediğini belirterek fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak 1.000 TL maddi tazminatın davalılardan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalılar, davanın reddini dilemişlerdir.
Mahkemece, davacının davalı ..."den dava konusu aracı 2.600 TL bedel ile satın aldığı, bedeli ödediği, almış olduğu aracın çenç olduğu, çenç olması nedeni ile özürlü olan davacının bu araçtan yararlanamadığı, araç için ödediği bedeli davalı ..."den alması gerektiği, diğer davalının ise araç alım satımında aracılık yaptığı herhangi bir sorumluluğu olmadığı belirtilerek davalı ... hakkında açılan davanın kabulüne, davalı ... hakkında açılan davanın reddine karar verilmiş, hüküm davalı ... tarafından temyiz edilmiştir .
Davada, satın alınan aracın çenç olması nedeniyle ödenen bedelin tahsili talep edilmektedir.
Davaya konu aracın trafik tescil kaydı incelendiğinde aracın dava dışı davacının eşi ..... adına kayıtlı olduğu anlaşılmaktadır.
Öncelikle, davacının bu davada taraf sıfatının (aktif husumet ehliyetinin) bulunup bulunmadığının belirlenmesi gerekir.
Dava ehliyeti, kişinin bizzat veya vekili aracılığıyla bir davayı davacı veya davalı olarak takip etme ve usuli işlemleri yapabilme ehliyetidir. Dava ehliyeti, medeni hakları kullanma ehliyetinin usul hukukunda büründüğü şeklidir; dolayısıyla, medeni hakları kullanma ehliyetine (fiil ehliyetine) sahip gerçek ve tüzel kişiler dava ehliyetine de sahiptirler.
.
Taraf sıfatına gelince; bir hakkı dava etme yetkisi (dava hakkı), kural olarak, o hakkın sahibine aittir. Bir hakkın sahibinin kim olduğu, dolayısıyla o hakkı dava etme yetkisinin kime ait olduğu, (o davada davacı sıfatının kime ait olacağı) tamamen maddi hukuk kurallarına göre belirlenir. Ancak, bir davanın davacısının o dava yönünden davacı sıfatına sahip bulunmadığının belirlenmesi halinde, mahkeme, dava konusu hakkın mevcut olup olmadığını inceleyemeyeceği ve sıfat yokluğundan davanın reddine karar vermek zorunda olduğu için, taraf sıfatı usul hukukunun da düzenleme alanındadır. Diğer bir ifade ile sıfat, dava konusu sübjektif hak (dava hakkı) ile taraflar arasındaki ilişkidir. Taraf ehliyeti, dava ehliyeti ve davayı takip yetkisi, davanın taraflarının kişilikleriyle ilgili olduğu halde, taraf sıfatı dava konusu sübjektif hakka ilişkindir.
O halde, dava konusu şey üzerinde kim veya kimler hak sahibi ise, davayı da bu kişi veya kişilerin açması gerekir. Davayı açabilmek için gerekli sıfat, dava konusu şey üzerinde hak sahibi olan kişiye aittir. Bir kimsenin davacı veya davalı sıfatına sahip olup olmadığı tıpkı hakkın mevcut olup olmadığının tayininde olduğu gibi maddi hukuka göre belirlenir (.......... 1997, s.307).
Mahkemenin taraflar arasında dava konusu hakkın esası hakkında bir karar verebilmesi için, bu kişilerin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatlarına sahip olmaları gerekir. Bir davada taraf olarak gösterilen kişiler, taraf ve dava ehliyetine ve davayı takip yetkisine sahip olsalar bile, taraflardan birinin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatı yoksa davanın esası hakkında bir karar verilemez; dava, sıfat yokluğundan (husumetten) reddedilir.
Görüldüğü üzere, taraf sıfatı usul hukuku sorunu olmayıp, dava konusu sübjektif hakkın özüne ilişkin bir maddi hukuk sorunu olduğundan taraf sıfatının yokluğu, davada taraf olarak gözüken kişiler arasında dava konusu hakkın doğumuna engel olduğu için defi değil, yargılamanın her aşamasında taraflarca ileri sürülmesi mümkün ve mahkemece de kendiliğinden nazara alınması zorunlu bir itiraz niteliğindedir.
Nitekim aynı ilkeler, Hukuk Genel Kurulu"nun 23.06.2004 gün ve 2004/4-371 E. 2004/375 K.; 18.04.2007 gün ve 2007/5-233 E., 2007/221 K.; 04.03.2009 gün ve 2009/10-34 E. 2009/104 K.; 04.11.2009 gün ve 2009/2-402 E., 2009/484 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
Görülmektedir ki, öncelikle ortada dava konusu edilmeye uygun bir hak bulunmalı ve dava, o hakkın sahibi durumunda olan ve dava ehliyetine sahip bulunan kişi tarafından açılmış olmalıdır.
O halde mahkemece, öncelikle davacının dava hakkı bulunup bulunmadığı araştırılmalı ve sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun görülmemiştir.
.
Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 02.05.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.