Esas No: 2021/738
Karar No: 2022/973
Karar Tarihi: 26.01.2022
Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 2021/738 Esas 2022/973 Karar Sayılı İlamı
4. Hukuk Dairesi 2021/738 E. , 2022/973 K."İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : Ankara 4. Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki basın yolu ile kişilik haklarına saldırı nedenile manevi tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda verilen hükmün duruşmalı olarak temyizen tetkiki davacı vekili ile davalı vekili tarafından talep edilmiş, davalı vekilince duruşma istenmiş olmakla duruşma için tayin edilen 14.12.2021 Salı günü davacı vekili Av. ... ile davalı vekili Av. ... geldiler. Temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşıldıktan ve hazır bulunan tarafların vekilleri dinlendikten sonra vaktin darlığından dolayı işin incelenerek karara bağlanması başka güne bırakılmış olup dosya incelendi, gereği düşünüldü:
K A R A R
Davacı vekili dava dilekçesinde; ... Partisi Genel Başkanı ...'nun 27 Mart 2018 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde yapmış olduğu grup toplantısında müvekkili Cumhurbaşkanı’na yönelik ağır hakaretlerde bulunduğunu belirterek; "... Man adası millileri bunlar. paralar orada, servetler orada, vergi de vermiyorlar ...bu hırsızlığı da aşmış bir şey,...cumhurbaşkanlığı koltuğunu işgal eden zat,...bu ülkenin kozmik odasını terör örgütüne açmadın mı? açtın,...devletin sırlarını terör örgütüne teslim eden adam,... yani afrin'e askerleri gönderdik onlar şehit oldular, malı biz götürüyoruz. bu kadar ahlaksızlığı, bu kadar ahlaksızı hayatımda hiç görmedim, hiç duymadım,...hele hele gayri milli bir adam, hele hele enerji lobilerine tefecilere çalışan bir adam yerli ve milli olamaz, sen gayri milli bir adamsın ve o koltuğu işgal ediyorsun. o koltuğun hakkını sana yedirtmeyiz,...aynı yolun yolcusu o zat, yukarıda oturan zat, aynı yolun yolcusu. Eğer türkiye bu tuzağa düşerse, önümüzde felaket var. ve son bir şey, bir diktatörün diktatörlüğe doğru yürüdüğü yolun taşlarını, hâkimler ve savcılar döşer,..fetö'yle mücadeleyi bıraktılar, başka bir mücadelenin içine girdiler, kendi dikta yönetimini güçlendirmek için her türlü mücadeleyi yapıyorlar,...doğru yüzde 11 büyüdü, beyefendi zatıâlinizin cüzdanı büyüdü, gemileri büyüdü, man adalarındaki hesapları büyüdü,...bu milletin her şeyini sen dolara bağlamışsın. onun ¡çin ben sana gayri milli diyorum, ...fetö'nün bir numaralı siyasi ayağı, bir numaralı sanığı, cumhurbaşkanlığı koltuğunu işgal eden zattır...'' dava konusu söylemler siyasi eleştiri adı altında ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceğini, kişilik haklarını ihlal edici
mahiyette, şahsiyet haklarına saldırı kastıyla ağır hakaretlerde bulunduğunu, müvekkili hakkında haksız ithamlarda bulunduğunu, doğrudan doğruya kişiliğini hedef alarak ithamlarda bulunduğunu, müvekkilinin kişilik haklarını açıkça ve ağır bir şekilde zedelediğini belirterek, davacının kişilik haklarına saldırı nedeniyle 250.000,00TL manevi tazminatın haksız fiil tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili isteminde bulunmuştur.
Davalı vekili cevap dilekçesinde; davalının ana muhalefet partisi genel başkanı olması nedeniyle toplumu bilgilendirme yükümlülüğünün bulunduğunu, açıklamaların tamamının haklı eleştiri kapsamında ve toplumu bilgilendirme iradesi altında yapılan düşünce açıklaması niteliğinde olduğunu ve kamu yararı bulunduğunu, davaya konu konuşmalarda yer alan açıklama, değerlendirme, değinilen olay ve olguların tamamının gerçek olduğunu, dayanılan delillerle ispat edileceğini, davacı tarafça, konuşma metni içindeki bazı cümleler seçilerek saldırı var gibi gösterilmeye çalışılmış ise de davalının konuşmasının bir bütün olarak değerlendirilmesi halinde eleştirilerin tamamının haklı olduğunun anlaşılacağını, konuşmaların davacıya hakaret, iftira, onur ve saygınlığını rencide etme kastı taşımadığını, gerçeklere dayalı ve güncel konulara ilişkin olduğunu, desteksiz ve eleştiri sınırlarını aşan ifadelerin kullanılmadığını belirterek, davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesince; tarafların siyasi kimlikleri nedeniyle davalının konuşmasında yer alan ifadelerin kısmen siyasi eleştiri sınırlarında kaldığını, konuşmanın iktidarın uygulamalarına yönelik düşünce açıklaması niteliğinde olduğunu, Cumhurbaşkanlığı görevini yürüten davacının kişilik haklarının doğrudan hedef alınmadığını ancak beyanlarında kısmen eleştiri sınırlarını aştığını, davacının kişilik haklarına saldırı oluşturduğu gerekçesiyle, 5.000,00 TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilmiştir. Karara karşı taraf vekilleri istinaf kanun yoluna başvurmuş; bölge adliye mahkemesince davalı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine , davacı vekilinin istinaf başvurusunun kısmen kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak davalının da siyasi bir kişi olması, ekonomik ve sosyal durumu, paranın satın alma gücü, manevi tazminatın bir ceza olmadığı gibi mal varlığına ilişkin bir zararı karşılama amacı bulunmaması ile bireyin şöhret ve itibarına üstünlük tanırken ileride ifade özgürlüğü hakkının kullanılmasından caydırıcı etki doğurmaması kriterleri esas alındığında, ilk derece mahkemesi tarafından hükmedilen miktarın az olduğu, bu nedenle davacının davasının kısmen kabulü ile 15.000TL manevi tazminatın haksız fiil tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile davalıdan tahsili ile davacıya ödenmesine karar verilmiş; karar, taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
Taraflar arasındaki uyuşmazlık, davalı ... Genel Başkanı ...'nun 27 Mart 2017 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yapmış olduğu grup toplantısındaji konuşmada davacı Cumhurbaşkanı ... hakkında sarfettiği sözlerin ifade özgürlüğü kapsamında kalıp kalmadığının değerlendirilmesi ve ulaşılacak sonuca göre manevi tazminatla sorumlu tutulup tutulamayacağı noktasında toplanmaktadır.
Manevi zarar, kişilik değerlerinde oluşan objektif eksilmedir. Duyulan acı, çekilen ızdırap manevi zarar değil, onun görüntüsü olarak ortaya çıkabilir. Acı ve elemin manevi zarar olarak nitelendirilmesi sonucu, tüzel kişileri ve bilinçsizleri; öte yandan, acılarını içlerinde gizleyenleri tazminat isteme haklarından yoksun bırakmamak için yasalar manevi tazminat verilebilecek bazı olguları özel olarak düzenlemiştir. Bunlar kişilik değerlerinin
zedelenmesi [Türk Medeni Kanunu (TMK) m. 24], isme saldırı (TMK m. 26), nişan bozulması (TMK m. 121), evlenmenin butlanı (TMK m. 158/2), boşanma (TMK m. 174/2) bedensel zarar ve ölüme neden olma [818 sayılı Borçlar Kanunu (BK) m. 47, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) m. 56] durumlarından biri ile kişilik haklarının zedelenmesi (818 sayılı BK m. 49, 6098 sayılı TBK m. 58) olarak sıralanabilir. Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddesi ile Borçlar Kanunu’nun 49. maddesi diğer yasal düzenlemelere nazaran daha kapsamlıdır. Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddesinde; “Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hakimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir. Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.” düzenlemesi mevcuttur.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 58. maddesinde ise; “Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir. Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir.” hükmü yer almaktadır.
Türk Medeni Kanunu’nun 24 ve Türk Borçlar Kanunu’nun 58. maddelerinde belirlenen kişisel haklar, bedensel ve ruhsal tamlık ve yaşam ile nesep gibi insanın, insan olmasından güç alan varlıklar ya da kişinin adı, onuru ve sır alanı gibi dolaylı varlıklar olarak iki kesimlidir. Görüldüğü üzere TBK'nın 58. maddesi gereğince kişilik hakları zarara uğrayanların manevi tazminat isteme hakları vardır.
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 90. maddesinin son fıkrası; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmünü içermektedir. Bu durumda, mahkemelerce önlerine gelen uyuşmazlıklarda usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar ile iç hukukun birlikte yorumlanması ve uygulanması gerekmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10. maddesi; “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar… Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.” hükmünü içermektedir.
İfade özgürlüğü geniş bir şekilde yorumlanmakta ise de, sınırsız olmadığı da Sözleşmenin 10. maddesinin 2. fıkrasında belirtilmiştir. Burada çözülmesi gereken temel sorun ifade özgürlüğü ile kişilik haklarına yönelik saldırı arasındaki sınırın hangi ölçütlere göre saptanacağıdır. Avrupa İnsan Hakları Mahkmesi önüne gelen uyuşmazlıklarda yapılan müdahalenin ifade özgürlüğünü ihlal edip etmediğini tespit etmek üzere uygulamaları ile bir takım kriterler belirlemiştir. Bu kriterler:
1-Müdahalelerin yasayla öngörülmesi:
AİHM, Sözleşme’nin 10. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “yasayla öngörülme” ifadesinin, ilk olarak, itiraz konusunun iç hukukta bir dayanağı olması gerektiğini hatırlatır. Ancak söz konusu ifade hukuki normların ilgili kişinin erişiminde olmasını, sonuçlarının öngörülebilmesini ve hukukun üstünlüğü ilkesine uygun olmasını gerektiren kanun niteliğine de atıfta bulunmaktadır (Association Ekin/Fransa, başvuru no: 39288/98; Ürper ve diğerleri/Türkiye kararı, başvuru no: 14526/07, 14747/07, 15022/07, 15737/07, 36137/07, 47245/07, 50371/07, 50372/07 ve 54637/07, 20 Ekim 2009).
2-Müdahalelerin meşru bir amaç izleyip izlemediği konusu:
Sözleşme’nin 10/2. maddesine göre, “… bu özgürlüklerin kullanılması, demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlâkın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.”
Görüldüğü üzere yasayla düzenlemek şartıyla ve “başkalarının şöhret ve haklarının korunması” amacıyla ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği kabul edilmekte olup sınırlama haklı olsa bile, bu kez sınırlamanın orantılılığı gündeme gelecektir (bkz. sınırlamanın orantısızlığı konusunda Pakdemirli/Türkiye kararı). Kişilik hakkının korunması ile ifade özgürlüğü arasındaki dengeyi iyi sağlamak gerekmektedir. Özellikle siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin kişilik hakları ve şöhretleri söz konusu olduğunda bu dengede ifade özgürlüğünün ağır bastığı konusunda kuşku yoktur. Diğer bir deyişle, terazide bir yanda siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin “kişilik hakları”, diğer yanda “ifade özgürlüğü” bulunduğu durumlarda, tercihin daha çok ifade özgürlüğünden yana kullanıldığı söylenebilir (Doğru, O., Nalbant, A; İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi Açıklama ve Önemli Kararlar, C. 2, Ankara 2013, s. 232).
3-Müdahalelerin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı konusu:
AİHM, ifade özgürlüğünün, demokratik bir toplumun temel yapılarından birini oluşturduğu ve toplumun gelişimi ve bireyin kendini gerçekleştirmesinin temel koşullarından biri olduğunu hatırlatır (Lingens/Avusturya, başvuru no: 9815/82, 08 Temmuz 1986). İfade özgürlüğü istisnalara tabi olsa da, bu istisnalar dar bir biçimde yorumlanmalı ve sınırlama nedeni ikna edici bir biçimde ortaya konmalıdır (Observer ve Guardian/Birleşik Krallık, A Serisi no: 216, başvuru no: 13585/88, 26.11.1991).
Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 25.04.2018 tarihli ve 2017/4-1320 E., 2018/986 K.; 30.05.2018 tarihli ve 2017/4-1470 E., 2018/1144 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
İfade özgürlüğü; haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilme, düşünce, tavır ve kanaatlerinden dolayı kınanmama ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilme, anlatabilme, savunabilme, başkalarına aktarabilme ve yayabilme imkânlarına sahip olma anlamlarına gelir. Düşüncelerin her türlü araçla açıklanması, açıklanan düşünceye paydaş sağlanması, düşünceyi gerçekleştirme ve bu konuda başkalarını ikna çabaları ve bu çabaların hoşgörüyle karşılanması çoğulcu demokratik düzenin gereklerindendir. Dolayısıyla toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için hayati önemdedir. Aynı zamanda demokratik
toplumun temelini oluşturan, toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel unsurlardan olup bu özgürlük, sadece toplum tarafından kabul gören, zararsız veya ilgisiz kabul edilen bilgi ve fikirler için değil; incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. İfade özgürlüğü; yokluğu hâlinde demokratik bir toplumdan söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir.
Ancak belirtmek gerekir ki ifade özgürlüğü sınırsız değildir. Başta siyasi kişiler olmak üzere, en geniş hâlde dahi ifade özgürlüğünün, kişilerin itibarına zarar verecek boyuta ulaşmaması gerekir. Bu gereklilik, temel hak ve hürriyetlerin; kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva ettiğini belirten Anayasa'nın 12. maddesinin ikinci fıkrasından doğan bir zorunluluktur. Bu itibarla, Anayasa'nın 26. maddesinin ikinci fıkrasına göre ifade özgürlüğünün sınırlandırılma nedenlerinden biri de başkalarının şeref ve itibarının korunmasıdır.
Müdahale edilen ifade özgürlüğü ile davacının müdahale edilen şeref ve itibar hakkının korunması arasında adil bir dengenin gözetilip gözetilmediğinin karar yerinde değerlendirilmesi de gerekecektir.
İfade özgürlüğü, temsil ettikleri seçmenlerinin kaygılarına dikkat çektikleri ve onların menfaatlerini savunmak zorunda oldukları için halkın seçilmiş temsilcileri bakımından özel bir öneme sahip olup bu değerlendirmenin de özel olarak yapılması gerekirse de çatışan haklar arasında dengeleme yapılabilmesi için kullanılan ifadelerin türünün, kamusal tartışmalara katkı sunma kapasitesinin, ifadelere yönelik kısıtlamaların niteliğinin ve kapsamının, ifadelerin kimin tarafından dile getirildiğinin, kime yöneldiğinin, tarafların ünlülük derecelerinin ve ilgili kişilerin önceki davranışlarının, kamuoyu ile diğer kişilerin kullanılan ifadeler karşısında sahip oldukları hakların ağırlığının gözetilmesi de gerekmektedir.
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve HMK 355. maddesindeki kamu düzenine aykırılık halleri resen gözetilmek üzere istinaf incelemesinin, istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılacağı kuralına uygun biçimde inceleme yapılıp karar verilmiş ve verilen kararda bir isabetsizlik görülmemiş olmasına, konuşmanın yapıldığı 27 Mart 2018 günü ile yine Dairemizde temyiz incelemesi yapılan diğer dosyalardaki konuşma tarihlerinde davacının siyasetçi olmadığı (Anayasa 101. md), davaya konu bu ve diğer davalara konu konuşmalarda “Man adası millileri bunlar” , “bu hırsızlığı da aşmış bir şey” , “cumhurbaşkanlığı koltuğunu işgal eden zat” “bu ülkenin kozmik odasını terör örgütüne açmadın mı? açtın,” , “devletin sırlarını terör örgütüne teslim eden adam” , “yani Afrin'e askerleri gönderdik onlar şehit oldular, malı biz götürüyoruz. bu kadar ahlaksızlığı, bu kadar ahlaksızı hayatımda hiç görmedim, hiç duymadım” , “hele hele gayri milli bir adam, hele hele enerji lobilerine tefecilere çalışan bir adam yerli ve milli olamaz, sen gayri milli bir adamsın ve o koltuğu işgal ediyorsun. o koltuğun hakkını sana yedirtmeyiz” , “kendi dikta yönetimini güçlendirmek için her türlü mücadeleyi yapıyorlar” , “beyefendi zatıâlinizin cüzdanı büyüdü, gemileri büyüdü, Man adalarındaki hesapları büyüdü” , “bu milletin her şeyini sen dolara bağlamışsın. onun için ben sana gayri milli diyorum” , “Fetö'nün bir numaralı siyasi ayağı, bir numaralı sanığı, cumhurbaşkanlığı koltuğunu işgal eden zattır” gibi yoğun bir biçimde ifade özgürlüğünü aşan ifadelerin kullanılmış olmasına, yukarıda açıklandığı gibi ifade özgürlüğünün sınırsız olmamasına, ifade özgürlüğünü kullanırken ödev ve sorumluluklara özen gösterilmesi gerekmesine, Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Masak raporuna dayanılarak varılan takipsizlik kararına
konu olan belgenin "olgu" olarak kabul edilemeyeceği gibi belgenin ve diğer araştırmaların Masak raporuna göre davacı Cumhurbaşkanı ... ile ilgisinin bulunmadığının anlaşılmasına özellikle de davalı ... Partisi Genel Başkanı, başvuruya konu iki ayrı konuşmasında da politik meselelere değinmiş ve konuşmaların çerçevesi baskın bir şekilde politik alanda kalmış ise de kimi sözlerin siyasi bir eleştiri olmaktan çok kişisel saldırı içermesine göre taraf vekillerinin yerinde olmayan bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun olan hükmün HMK 370/1. maddesi gereğince ONANMASINA, 3.815,00 TL vekalet ücretinin davalıdan alınarak duruşmada vekille temsil olunan davacıya verilmesine, aşağıda dökümü yazılı 768,00 TL kalan onama harcının temyiz eden davalıdan ve 21,40 TL kalan onama harcının temyiz eden davacıdan alınmasına, 26/01/2022 gününde Üye ... ve Üye ...'nin karşı oyu ve oyçukluğuyla karar verildi.
KARŞI OY
Muhalefet partisi lideri ... Genel Başkanı davalı ...'nun 27/03/2018 tarihinde TBMM'si grup toplantısında yaptığı konuşmasında kullandığı söz ve ifadelerin davacının kişilik haklarına saldırı oluşturup oluşturmadığı hususunu mahiyeti gereği iki bölümde değerlendirmek gerekmektedir.
1- İlk olarak davalı tarafın yurt dışındaki şirket hesaplarına para transfer edildiği iddiası kamuoyuna açıkladığı bir takım belgelere dayandırılmaya çalışılmıştır. Bu belgeler C. Başsavcılığınca yapılan Ceza soruşturması sırasında alınan MASAK raporunda belirtildiği üzere Bellway şirketinin hesabından para gönderilirken bankacılıkta kullanılan swift kayıtlarından oluşmaktadır. (Bankacılıkta kullanılan swift sistemi yurt içi yada yurt dışına döviz transferi yapılacağı zaman kullanılan sistemdir.) Davacı tarafın bankadan alınan bu belgelere ve Masak'tan gelen yazı içeriğinin geçerliliğine (doğruluğuna) bir itirazı olmamıştır. Davalının yurt dışına para transfer edildiğine ilişkin açıklaması bu belgelere (swift kayıtlarına) dayansa da C. Başsavcılığınca yapılan soruşturma sonucunda bu belgelerin gerçekten yurt dışına para transfer edildiğini göstermediği, aksine Man Adasında faaliyeti bulunan Bellway şirketinin yurt içindeki bir banka şubesindeki hesabından, ilgili kişilerin
yine yurt içindeki bir başka banka hesaplarına döviz cinsinden para gönderildiğini gösteren kayıtlar olduğu anlaşılmaktadır. Şu durumda davalının bu konuyu gündeme getirip toplumsal
bir tartışma başlatmasında yeterli olgusal dayanak bulunmaktadır. Birçok AYM kararında da vurgulandığı üzere tartışılmasında kamu yararı bulunan konuların gündeme getirilmesinde yüzde yüz bir kesinlik aramak demokratik toplumun varsayılan unsuru olan eleştiriyi zorlaştıracak ve bireylerin eleştiriye katılmasını caydırma etkisi gösterecektir. Kaldı ki siyasi bir kişilik olan davalının bu konuları gündeme getirmesi muhalefet görevinin bir parçasıdır. Bu nedenle söz konusu açıklamada hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
2- Davalının konuşmasındaki bazı söz ve ifadelerin kişilik haklarına saldırı oluşturduğu iddiasına gelince; Bilindiği üzere düşünceyi açıklamak ve yaymak özgürlüğü ile ilgili konularda, ifadelerin bağlamlarından kopartılarak incelenmesi hatalı sonuçlara neden olabileceğinden söz veya metinlerin bütünü ile ele alınması, özle biçim arasındaki dengenin bozulup bozulmadığına bakılması gerekilidir. Buna göre somut olayda davacı tarafın kişilik haklarına saldırı oluşturduğunu iddia ettiği sözlerin bir kısmının konuşmanın bütünlüğü içerisinde değerlendirildiğinde, değer yargısı niteliğinde ifadeler olduğu, bir kısmının da politik eleştiri kapsamında kalan söz ve açıklamalar olduğu anlaşılmaktadır. Değer yargıları kişilerin görüş ve yorumlarından ibaret olması ve kanıtlanmaya elverişli olmaması nedeniyle kişilik haklarına saldırı oluşturmazlar.
Öte yandan davalının konuşmasında kullandığı ifadelerin suçlayıcı ve rahatsız edici olduğu da açıktır. Siyasetçilerin kullandıkları bazı sözler açıkca polemik çıkartmaya, şiddetli tepkiler yaratmaya ve taraflarını denetlemeye yönelik siyaset üsluplarının bir parçası olarak kabul edilmelidir.
Yukarıda açıklandığı üzere davalının konuşmasının bütünlüğü dikkate alındığında konuşmanın kamu yararı bulunan bir tartışmayı başlatma amacı taşıdığı ve toplumun bilgi edinme hakkı kapsamında kaldığı, özle biçim arasındaki denginin bozulmadığı, davacının kişilik haklarına saldırı teşkil eden bir hususun bulunmadığı bu nedenle istemin tümden reddi gerektiği düşüncesi ile değerli çoğunluğun kararına katılmıyorum. 07/02/2022
KARŞI OY
Dava konusu uyuşmazlık; davalının, davacı hakkında 27.03.2018 tarihli meclis grup toplantısında sarfettiği sözlerin ifade özgürlüğü ya da kişilerin şöhret ve itibarına saygı gösterilmesini isteme haklarından hangisinin kapsamında kaldığına ilişkindir.
İfade özgürlüğü; haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilme, düşünce, tavır ve kanaatlerinden dolayı kınanmama ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilme, anlatabilme, savunabilme, başkalarına aktarabilme ve yayabilme imkânlarına sahip olma anlamlarına gelir. Muhalif olanlar da dâhil olmak üzere düşüncelerin her türlü araçla açıklanması, açıklanan düşünceye paydaş sağlanması, düşünceyi gerçekleştirme ve bu konuda başkalarını ikna çabaları ve bu çabaların hoşgörüyle karşılanması çoğulcu demokratik düzenin gereklerindendir. Dolayısıyla toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için hayati önemdedir (Anayasa Mahkemesi (AYM); ..., B. No: 2014/12151, 4/6/2015; ..., B. No: 2013/9343, 4/6/2015).
İfade özgürlüğü; aynı zamanda demokratik toplumun temelini oluşturan, toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel unsurlardan olup bu özgürlük, sadece toplum tarafından kabul gören, zararsız veya ilgisiz kabul edilen bilgi ve fikirler için değil; incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. İfade özgürlüğü; yokluğu hâlinde demokratik bir toplumdan söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM); Von Hannover/Almanya, B. No: 40660/08).
İfade özgürlüğü, temsil ettikleri seçmenlerinin kaygılarına dikkat çektikleri ve onların menfaatlerini savunmak zorunda oldukları için halkın seçilmiş temsilcileri bakımından özel bir öneme sahiptir (AİHM; Lombarda ve diğerleri Malta, B. No: 7333/06, 24/4/2007).
Öte yandan; maddi olgular ile değer yargısı arasında da ayrıma gidilmeli, değer yargılarının doğruluğunu ispatlamanın mümkün olmadığı gözetilmelidir (AİHM; Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, 8/7/1986). Zira, taraflara değer yargılarının doğruluğunu ispat külfeti getirilmesi, hakkın kullanımını imkânsız kılacaktır. Bununla birlikte, değer yargısının da makul bir olgusal temele sahip olması gerektiği, orantılı ve ölçülü bir biçimde ifade edilip edilmediği denetlenmelidir (AİHM; Jerusalem/Avusturya, B. No: 26958/95, 27/2/2001).
Ancak belirtmek gerekir ki ifade özgürlüğü sınırsız değildir. Başta siyasi kişiler olmak üzere, en geniş hâlde dahi ifade özgürlüğünün, kişilerin itibarına zarar verecek boyuta ulaşmaması gerekir. Bu gereklilik, temel hak ve hürriyetlerin; kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva ettiğini belirten Anayasa'nın 12. maddesinin ikinci fıkrasından doğan bir zorunluluktur (AYM; Fatih Taş, B. No: 2013/1461, 12/11/2014). Bu itibarla, Anayasa'nın 26. maddesinin ikinci fıkrasına göre ifade özgürlüğünün sınırlandırılma nedenlerinden biri de başkalarının şöhret ve itibarının korunmasıdır. Davalının söylediği sözlerin, ifade özgürlüğünün sınırlarını aştığını tespit ederken mahkemece ortaya konulan gerekçenin, bu özgürlüğü sınırlamak için yeterli ve ilgili olmasının yanında, ifade özgürlüğüne getirilecek sınırlamanın, demokratik bir toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına yönelik, ölçülü, orantılı ve istisnai nitelikte olması gerekir. Buna göre, ifade özgürlüğüne yapılan bir müdahale, zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamıyorsa ya da zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamakla birlikte orantılı değilse, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir müdahale olarak değerlendirilemez. Bunu ancak davanın bütününe bakarak anlayabiliriz.
Bu tür davalarda mahkemece yapılması gereken; kamuya mal olmuş kişilerin şöhret ve itibarı ile ifade özgürlüğünün çatışması hâlinde bu iki hak arasında makul bir dengenin kurulmasıdır. Dengeleme yapılırken her bir somut olay bakımından; dava konusu açıklamanın kamu yararına ilişkin bir tartışmaya sağladığı katkı, ilgili kişinin tanınırlığı, toplumdaki rolü ve işlevi ile yazıya konu olan faaliyetin niteliği, açıklama veya yayının konusu, kapsamı, şekli ve etkileri, ilgili kişinin daha önceki davranışları, bilgilerin elde edilme koşulları ve gerçekliği ile uygulanan yaptırımın niteliği nazara alınmalıdır(AYM; ... (3), B.No: 2015/1220, 18/7/2018).
Somut davada göz önünde bulundurulması gereken ilk husus, davanın taraflarının toplumsal konumlarıdır. Bir yanda konuşmanın yapıldığı dönemde ana muhalefet görevinde bulunan partinin lideri olan davalı ..., diğer yanda ise hükümetin başı ve iktidar partisi lideri ... bulunmaktadır. Eleştirilerin hedefinde olan
davacının hem toplumsal konumu hem de siyasetçi olması nedeniyle makul eleştiri sınırları daha geniş kabul edilmelidir. Temsil ettiği seçmenlerinin talep, endişe ve düşüncelerini politik alana aktaran ve onların çıkarlarını savunan seçilmiş kimseler için ifade özgürlüğünün özellikle değerli olduğu açıktır. Bu sebeple ifade özgürlüğüne getirilen kısıtlama, eğer bir siyasetçinin ve özellikle dönemin ana muhalefet partisi genel başkanının ifade özgürlüğüne yönelik ise dava konusu istemlerin çok daha sıkı bir denetimden geçirilmesi gerekmektedir.
Olayımızda göz önünde tutulması gereken ikinci husus ise davalının konuşmalarında dile getirdiği iddiaların kamusal çıkarlarla ilgili olmasıdır. Toplumu yakından ilgilendiren konuşmaların çerçevesinin baskın bir şekilde politik alanda kaldığı açıktır.
Bu davada göz önünde bulundurulması gereken üçüncü husus da dava konusu sözlerin, maddi vakıaların açıklanması ile ilgili olduğu hususudur. Davaya konu konuşmada; davalının, davacı Cumhurbaşkanı ...’ın yakınlarının Man Adası devletinde bulunan Bellway Limited şirketine 2011 ve 2012 yıllarında para transfer ettiklerini iddia ettiği, davalının iddiaları kapsamında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Kaçakçılık ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu tarafından 2017/200649 Soruşturma numaralı dosyanın açıldığı, soruşturma dosyasında davacının yakınları olan ... ve ...’ın şüpheliler arasında yer aldığı, yapılan soruşturma neticesinde şüpheliler hakkında mal varlığı değerlerini aklama ve vergi ziyaına sebebiyet vermek suçu bakımından kamu adına kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar verildiği, ancak davalının iddialarına dayanak olarak bir takım swift mesajları ve banka dekontlarını kamuoyu ile paylaştığı, bu belgelerin Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen ceza soruşturması sırasında alınan MASAK raporunda belirtildiği üzere Bellway Limited şirketinin hesabından para gönderilirken kullanılan swift kayıtlarından oluştuğu, davacı tarafın bu belgelerin geçerliliğine ve Masak'tan gelen yazı içeriğinin doğruluğuna bir itirazı olmadığı, bu belgelere göre Man Adasında faaliyet gösteren Bellway Limited şirketinin Türkiye’deki banka hesabından, yine Türkiye'de faaliyet gösteren başka banka şubelerindeki hesaplara para gönderildiği anlaşılmaktadır. Şu halde takipsizlikle sonuçlanmış olsa da davalının bu konuyu gündeme getirip toplumsal bir tartışma başlatmasında yeterli olgusal dayanak bulunmaktadır. Kaldı ki, davalı, hususi olarak davacının özel hayatını hedef almamış, konuşmasını esasen siyasi rakibinin söz ve davranışlarına yöneltmiştir.
Öte yandan, Davalının konuşmasında geçen bir kısım sözler kaba, tahrik edici, suçlayıcı ve rahatsız edici olarak kabul edilse bile değer yargılarından oluşan bu ifadelerin polemik çıkartmaya, şiddetli tepkiler yaratmaya ve taraftarlarını konsolide etmeye yönelik siyaset üslubunun bir parçası olduğu kabul edilmelidir.
Tüm bu açıklamalar ışığında; dönemin ana muhalefet partisi lideri olan davalı tarafından yaşanan güncel olaylara ilişkin olarak açıklamalarda ve hükümet başkanı olan davacının söz ve davranışları ile hükümet politikalarına yönelik eleştirilerde bulunulduğu, davaya konu ifadelerin, Yargıtay, AYM ve AİHM’nin istikrar bulmuş içtihatlarına göre; ifade özgürlüğü sınırları içerisinde kaldığı, somut olay bağlamında davalının ifade özgürlüğüne üstünlük tanınması gerektiği düşüncesinde olduğumdan istemin tümden reddi yerine kısmen kabulüne ilişkin mahkeme kararını onayan değerli çoğunluğun görüşüne iştirak edemiyorum.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.