4. Hukuk Dairesi 2019/3300 E. , 2020/2007 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Davacı ... tarafından, davalılar ... ve diğerleri aleyhine 01/06/2012 gününde verilen dilekçe ile basın yoluyla kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 14/12/2017 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi davalılardan ..., ... ve ... vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
Dava, basın yoluyla kişilik haklarına saldırı sebebiyle manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş hüküm, davalılar ..., ... ve ... vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı, ... Gazetesinin 15/05/2012 tarihli nüshasının 1. ve 11. sayfalarında davalılardan ... ve ... tarafından kaleme alınan “Slogan Uydurup İdam Verdiler” başlıklı yazı ile 9. sayfasında yer alan ve davalılardan ... tarafından kaleme alınan “Madımak ve Danıştay’da Kulağı Delik İki Kadın” başlıklı yazıda kendisine hakaret edildiğini, dava konusu yazılarda kendisinin slogan uydurmak suretiyle sanıklara idam cezası verdirdiği iddialarında bulunulduğunu, üç ayrı sayfada fotoğraflarının kullanılması nedeniyle şahsının hedef gösterildiğini, dava konusu yazılar nedeniyle savcılığa suç duyurusunda bulunduğunu belirterek oluşan manevi zararın tazminini talep etmiştir.
Davalılar, dava konusu yazıların basın özgürlüğü kapsamında olduğunu belirterek davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, dava konusu haberlerin dayanağı olan ve dava dışı ... tarafından yazıldığı belirtilen mektubun davalılar tarafından dosyaya sunulamadığı, böyle bir mektubun ... 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 2010/9 esas ve 2011/87 karar sayılı dosyasının içerisinde de mevcut olmadığı, bu durumda davaya dayanak haber ve yazının basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesinin hukuken olanaklı olmadığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Basın özgürlüğü, Anayasa"nın 28. maddesi ile Basın Kanunu"nun 1. ve 3. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin amacı; toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesini gerçekleştirmektir. Bu durum, halkın dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Basın; olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri
bilgilendirme, öğretme, aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve aynı zamanda sorumludur. Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır. Bunun içindir ki bu tür davaların çözüme kavuşturulmasında ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerin değerlendirilmesinden farklı bir yöntemin izlenmesi gerekmektedir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir.
Ne var ki basın özgürlüğü sınırsız olmayıp yayınlarında Anayasa"nın Temel Hak ve Özgürlükler bölümü ile Türk Medeni Kanunu"nun 24 ve 25. maddesinde yer alan ve yine özel yasalarla güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunulmaması ve hukuki bir zorunluluktur.
Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi birçok kararında; “...Sözleşme’nin 10/1. fıkrasında güvence altına alınan ifade özgürlüğünün, demokratik toplumun ana temellerinden birini ve yine bu toplumun gelişmesi ve her bireyin kendini geliştirmesi için esaslı şartlarından birini oluşturduğunu hatırlatarak ifade özgürlüğünün, Sözleşme’nin 10/2. fıkrasının sınırları içinde, sadece lehte olan veya muhalif sayılmayan veya ilgilenmeye değmez görülen "haber" veya "fikirler" için değil, ama aynı zamanda muhalif olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden haberler veya fikirler için de uygulandığını, bunun, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olduğunu, bunlar olmaksızın "demokratik toplum" olamayacağını ...” belirtmiştir.
İfade özgürlüğü ve bu bağlamda basın özgürlüğünün asıl, sınırlamanın ise istisna olduğu unutulmamalıdır. Sınırlamanın kanuni olması, meşru amaca dayanması ve demokratik toplumda gerekli ve orantılı olması da gözetilmelidir.
Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı avukat olup kamuoyunda ... Davası olarak bilinen ve 1993 yılında yaşanan olaylara ilişkin olarak görülen ceza davalarında katılanlar vekili görevini üstlenmiş; aynı zamanda gerek yazılı gerekse görsel basın ve yayın araçlarında bu hususlara ilişkin açıklamalarda bulunmuştur. Dolayısıyla davacı kamuoyunda tanınan ve bilinen bir kişi olup eleştiriye katlanma yükümlülüğünün, normal insanlardan fazla olduğunun kabulü gerekir. Ayrıca dava konusu yayınlar ülke gündemini meşgul eden ve herkes tarafından takip edilen konulara ilişkin olup yayınlanmasında kamu yararı bulunmaktadır.
Şu durumda dava konusu ifadelerin, ifade ve basın özgürlüğü kapsamında kamu yararı ve toplumsal ilgi duyulan hususlara ilişkin değerlendirmeler olup ifade özgürlüğünün muhalif olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden haberler veya fikirler için de uygulandığı
gözetildiğinde dava konusu yayınlarda davacının kişilik haklarına saldırının gerçekleşmediğinin kabulü gerekir.
Yerel mahkemece; açıklanan olgular gözetilerek istemin tümden reddine karar verilmesi gerekirken yerinde olmayan gerekçeyle yazılı biçimde karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Temyiz edilen kararın yukarıda gösterilen nedenlerle davalılar ..., ... ve ... yararına BOZULMASINA ve temyiz eden davalılardan peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 17/06/2020 gününde oy çokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Dosyadaki yazılara, kararın bozmaya uygun olmasına, delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün onanması görüşünde olduğumdan sayın çoğunluğun bozma kararına katılmıyorum.17/06/2020