4. Hukuk Dairesi 2011/1377 E. , 2011/1406 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Davacı ... ve diğerleri vekili Avukat ... tarafından, davalı ... AŞ ve diğerleri aleyhine 07/05/2009 gününde verilen dilekçe ile baz istasyonunun kaldırılması dava ve birleşen dava ile istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; dava ve birleşen davanın reddine dair verilen 15/06/2010 günlü kararın Yargıtay’ca incelenmesi davacılar vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
Dava, baz istasyonunun kaldırılması istemine ilişkindir. Yerel mahkemece, asıl ve birleşen davalar reddedilmiş; karar, asıl ve birleşen davaların davacıları tarafından temyiz olunmuştur.
Davacılar, konutlarına yakın yerde bulunan komşu bina üzerlerine davalılardan ...ve ...tarafından kurulan GSM baz istasyonunun, çevre ve insan sağlığı açısından tehlike yarattığını ileri sürmüşlerdir. Davalılar ise, iddianın kanıtlanması gerektiğini, istasyonun yönetmelik kurallarına uygun biçimde kurulup işletildiğini, iddia edilen zararın gerçekleşmediğini, geniş bir halk kitlesine kamu hizmeti sunulduğunu, radyasyona yol açılmadığını ileri sürerek istemin reddedilmesi gerektiğini savunmuşlardır.
Uyuşmazlık, son yıllarda kullanılan cep telefonlarındaki haberleşmeyi sağlayan ve baz istasyonu olarak isimlendirilen tesislerin kullanılması sonucu bir zararın doğup doğmadığı ve doğmuşsa bu zararın hangi durumlarda söz konusu olabileceği ve yine giderilmesi konusunda ne gibi önlemlerin alınması gerektiği noktasında toplanmaktadır. Dava konusu olan tesisin cep telefonlarının kullanımı için zorunlu olduğu ve bu tesisin geniş bir kitleyi ilgilendirmesi nedeniyle de kamuya hizmet vermeyi amaçladığı tartışmasızdır. Ne var ki, bu hizmetin verilmesi ve tesisin kullanılması sonucu hukuk kurallarının bir gereği olarak doğan zararlardan da tesis sahibi sorumludur. Hatta bu sorumluluk kusura dayanmayan, tehlike sorumluluğu olarak da kabul edilmek gerekir. Bu özelliği nedeniyle tesisi kullanan ve onu işletenin yüksek özen yükümlülüğü bulunmaktadır. Aksi halde en küçük bir özensizliğin maddi değerlerle ölçülemeyecek kadar ağır sonuçlar doğurması kaçınılmazdır. Bunun için zarar görenin zararını değil, tesis ve işletme sahibinin, tesisin işletilmesinden dolayı kişilere, bu bağlamda, çevreye bir zarar verilmediğini ve herhangi bir olumsuz sonuç yaratılmadığını kanıtlanması gerekir. Bu sonuç genel sorumluluk kurallarının aksine, davalı yanın işletmesinin ağır tehlike doğuracak özelliğinden kaynaklanmaktadır.
Dava konusu olayda dava konusu edilen istasyonlar ile davacı yanın oturduğu konutların konumu incelenerek, tesisin kurulma amacına uygun olarak işletilmesi durumunda kişilere ve çevreye zarar verip vermeyeceğinin belirlenmesi gerekir. Bilirkişiler tarafından yapılan incelemede izin belgesinde belirtilen değerlerin, yönetmelikte belirtilen değerlere uygun olduğu, hatta yönetmelikteki değerlerin de altında bulunduğu belirtilmiştir. Ne var ki, yapılan bu belirlemelerle bir zararın olmayacağı kabul edilemez. Yönetmelik ve bu yönetmelikteki ölçülere göre verilen izin belgesi, soyut bir belirlemeyi içermekte; aksine, o anda, o yerde ve belirtilen güçte kurulacak istasyonun değerlerini belirtmektedir. Gerçekten, izin belgesinde (sertifikada) bu nitelikleri içermekte olup kurulan istasyonun çevresindeki binaları ve giderek konumunu belirtmemektedir. Bu da izin belgesindeki ölçülerin tüm bilimsel verilere uygun olduğu ve zarar doğurmayacağı anlamına gelmez. Kaldı ki, hukuk kurallarındaki yasal düzenlemelere göre yönetmelik ve yönetmeliğe uygun bir işlem yapılması, çevreye verilen zarardan dolayı eylemde bulunanın sorumlu olmayacağı sonucu doğmaz. Ayrıca yargıç, uyuşmazlığın çözümünde yönetmeliğe değil yasaya, genel hukuk ve sorumluluk hukukunun temel ilkelerine göre karar vermek zorundadır. Bunun içindir ki, yönetmeliği ve yönetmeliğe göre verilen izin belgesini bağlayıcı olarak kabul etmemek gerekir. Tek başına ölçüm sonuçlarının düşük olması, zarar doğurmayacağı anlamına gelmez. Tesislerin kurulduğu yerin, yerleşim yerlerine ve davacı yanın konutlarına olan yakınlığı gibi diğer koşullar da göz önünde tutulmalıdır.
Davalı yan, kamu yararına hizmet verdiklerini savunmuştur. Gerçekten, yukarıda da açıklandığı üzere, davalı yanın bu ve benzeri tesislerin işletilmesi sonucu geniş bir halk kitlesinin yarar sağladığı bilinen bir olgudur. Ne var ki, bu yararın sağlanması karşısında kişilerin zarar görmesi hoş görülemez. Bu bakımdan hizmetten elde edilen yarar ve bunun karşısında verilen zararın dengelenmesi gerekmektedir. Hiçbir hizmet, insan yaşamı kadar öncelik ve önem taşımaz. Diğer bir anlatımla, yararlı bir hizmetin karşılığı olarak insan ölümü uygun bir sonuç olarak kabul edilemez. İnsan yaşamında tehlike yaratan bir hizmetin, kişi yaşamının önüne geçmesi ve ona üstünlük tanınması doğru bir yaklaşım olarak düşünülemez. Kaldı ki dava konusu olayda, bu hizmetin aynı yerde verilmesinde zorunluluk da bulunmamaktadır. Daha fazla bir giderle de olsa, başka bir yerde aynı sonuçları sağlayacak bir istasyonun kurulması ve hizmet vermesi olanaklıdır. Bu nedenle davalı tarafın bu yöndeki savunma ve itirazları da yerinde değildir.
Bir diğer konu da; bu tür tesislerin, konuşmaların yoğun olduğu yerlere yakın kurulması ve bu teknik kuralı gözeterek kurulacak yerin davalı yan tarafından belirlemiş olmasıdır. Konuşmacılara sağlanan yarar bakımından bu belirleme davalı yan yönünden doğru olabilir. Ancak, tesisin böyle bir yerde ve bu konumu ile kullanılmasının özellikle yakın çevresine zarar verdiği de açıktır. Bu bakımdan, bu tesisten üçüncü kişilerle birlikte davacı yanın da yararlanmış olsa, sağlanan yararla verilen zararın dengelenmesi, genel bir hukuk kuralıdır. Yarar, haberleşmeyi amaçlamaktadır. Zararın ise, insan sağlığı ve yaşamı ile ilgili olduğu gözetildiğinde, ikinci değere önem verilmesi gerekmektedir. Bir istasyon yönetmeliğe uygun olarak çalıştırılsa da zarar verdiği takdirde yönetmeliğe uygun olduğundan söz edilerek zarar verenin sorumluluktan kurtulması ve kullanıma devam edilmesi sonucunu doğurmaz. Yönetmeliğe uygun değilse, zaten hukuka aykırılık gerçekleşmiş olacaktır.
Tüm dosya kapsamına göre, kullanılan istasyonun konumu itibariyle, uzun sürede kişi, çevre ve bitkilere zarar verdiği, bu nitelikteki bir istasyonun halen bulunduğu yerde kullanılmasının sakıncalı olduğu, bunun daha uygun ve yerleşim yerlerinden daha uzakta kurulması gerektiği anlaşılmaktadır.
Bu belirlemelere göre, dar anlamda ve para ile ölçülebilen bir zarar yok ise de, baz istasyonunun insanların kalabalık olarak yaşadığı yere yakınlığı, çevre binalarda ve davacı yanın konutlarında yaşayanların sağlık yönünden büyük endişeler taşıdığı, aynı bölgede yaşayan insanların yaşamının psikolojik olarak olumsuz biçimde etkilendiği ve bunun da insanların psikolojik yapısında tedirginlik ve ümitsizlik yaratacağı açık olup davacıların zarar gördüğünün kabulü gerekir.
Yerel mahkemece açıklanan olgular gözetilerek istemin kabulüne karar verilmesi gerekirken, yerinde olmayan yazılı gerekçeyle istemin reddedilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen nedenlerle BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 16/02/2011 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün onanması görüşünde olduğumuzdan sayın çoğunluğun bozma kararına katılmıyoruz. 16/02/2011