Esas No: 2015/4414
Karar No: 2015/11930
Yargıtay 20. Hukuk Dairesi 2015/4414 Esas 2015/11930 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki tapu kaydının mahkeme kararı ile iptal edilmesi nedeniyle uğranılan zararın 4721 sayılı TMK"nın 1007. maddesi uyarınca tazmini davasından dolayı yerel mahkemece verilen yukarıda gün ve sayısı yazılı hükmün; Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 16/09/2014 gün ve 2014/3419 E. - 21071 K. sayılı ilâmıyla bozulmasına karar verilmiş, süresi içinde davalı ... vekili tarafından kararın düzeltilmesi istenilmiş olmakla ve 2797 sayılı Yargıtay Kanununun 09.02.2011 tarih ve 6110 sayılı Kanunun 8. maddesi ile değişik 14. maddesinin son fıkrası ve aynı Kanuna 6572 sayılı Kanunun 27. maddesi ile eklenen geçici 14. maddesi ile 22.01.2015 tarih ve 29244 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak 02.02.2015 tarihinde yürürlüğe giren Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun işbölümüne ilişkin 19.01.2015 tarih ve 2015/8 sayılı İş Bölümü Kararı gereğince, karar düzeltme incelemesi yapma görevinin Dairemize ait olduğu anlaşılmakla, dosya içindeki tüm belgeler incelenip gereği düşünüldü:
K A R A R
Davacılar vekili 07.04.2009 harç tarihli dava dilekçesinde; ...köyünde bulunan 909 parsel sayılı taşınmazın davacılar ve murisleri İdris... ve arkadaşları adına 27.02.1991 tarihinde tapuda kayıtlı iken, taşınmazın kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığından bahisle ... tarafından... Asliye Hukuk Mahkemesinin 1996/243 E. - 1999/147 K. sayılı dava dosyasında açılan dava nedeniyle yapılan yargılama sonucunda dava konusu taşınmazın tamamı kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığından tapu kaydının iptaline ve paftasında da müfrez kumluk olarak gösterilmesine karar verildiğini, kararın Yargıtay denetiminden de geçerek 04.11.2000 tarihinde kesinleştiğini, ... Hakları Sözleşmesi (1) Nolu Protokolün 1. maddesi uyarınca ve ...yla korunan mülkiyet haklarının ihlal edildiğini, fazlaya ilişkin hakları saklı tutulmak kaydıyla şimdilik 10.000.00.-TL. tazminatın davalı ...den alınarak müvekkillerine ödenmesini talep ve dava etmiştir. Daha sonra keşifte belirlenen değer üzerinden davasını harçlı olarak ıslah etmiştir.
Dava dilekçesindeki açıklamaya göre dava, tapu kaydının mahkeme kararı ile iptali nedeniyle uğranılan zararın TMK"nın 1007. maddesi uyarınca tazmini istemine ilişkindir.
Mahkemece davanın kabulüne, ıslah dilekçesi nazara alınarak 1.609.900.00.- TL"nin davalıdan alınarak davacılara hisseleri oranında verilmesine, davacının faiz talebinin reddine, karar verilmiş; hükmün, davalı ... vekilince temyizi üzerine, Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 16/09/2014 gün ve 2014/3419 E. - 2014/21071 K. sayılı ilâmındaki gerekçelerle bozulmasına karar verilmiştir.
Davalı ... vekili karar düzeltme dilekçesinde; Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin bozma kararı ile oluşan kazanılmış haklarının öncelikle saklı tutulmasını, bazı temyiz nedenlerinin dikkate alınmadığını, 4721 sayılı Kanunun 1024. maddesine göre üçüncü kişilerin hak kaybı söz konusu olmadığından davanın esastan reddi gerektiğini, taşınmaz tapu kaydında tarla ise de kumluk olması nedeniyle kullanılmadığını, kıyı kenar çizgisi içerisinde kalan taşınmazın devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan kamu malı niteliğinde yerlerden olduğunu ve tescile tâbi yerlerden olmadığını, ayrıca taşınmazın kısmen Karayolları tarafından kamulaştırıldığını ve bedel ödendiğini bu konunun bilirkişilerce dikkate alınmadığını, arsa olarak değerlendirilmesinin doğru olmayacağını ileri sürerek bozma kararının aleyhe olan kısımlarının kaldırılarak yerel mahkeme kararının bozulmasını istemiştir.
Dosyada bulunan yazılı kanıt ve belgelerin incelenmesinde; ...köyünde bulunan 909 parsel sayılı taşınmazı davacılar ve murisleri İdris... ile arkadaşları adına 27.02.1991 tarihinde 137 yevmiye numarası ile tescil edildiği, ... tarafından taşınmazın kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığından bahisle tapu iptali ve tescil istemiyle açılan dava nedeniyle... Asliye Hukuk Mahkemesinin 1996/243 Esas - 1999/147 Karar sayılı dava dosyasında yapılan yargılama sonucunda dava konusu taşınmazın tamamı kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığından tapu kaydının iptaline ve paftasında da müfrez kumluk olarak gösterilmesine karar verildiği, kararın Yargıtay denetiminden de geçerek 04.11.2000 tarihinde kesinleştiği ve hükmün 19.04.2001 tarih ve 508 numaralı yevmiye ile infaz edilerek kütükten terkin edildiği ve sayfanın kapatıldığı anlaşılmaktadır.
4721 sayılı TMK"nın 1007. maddesinde "Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur. Devlet zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücû eder." hükmü yer almakta olup bu düzenlemeye göre devletin sorumluluğu resmî sicile güvenden doğan kusursuz sorumluluktur. Sicile güvenden doğan kusursuz sorumluluk, tapu siciline bağlı çıkarların ve aynî hakların yanlış tescili sonucu değişmesi ya da yitirilmesi ile bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü, sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden devlet, gerçeğe aykırı ve dayanaksız kayıtlardan doğan zararları da ödemekle yükümlüdür. Kusurun varlığı ya da yokluğu, Devletin sorumluluğu için önem taşımaz. Sadece, Devletin memuruna rücûu halinde kusurun varlığı önemlidir. Kesinleşen bir mahkeme hükmünün infazı yasal zorunluluk olup tapu memurunun bu nedenle kusurundan söz edilemez.
Açıklanan nedenlerle, TMK"nın 1007. maddesinde düzenlenen resmî sicile güvenden doğan objektif (kusursuz) sorumluluk halinin, 818 sayılı Kanunun 41. md. (6098 sayılı Borçlar Kanununun 49. ve devamı maddesinde) düzenlenen haksız fiil sorumluluğu ile ilgisi bulunmadığından, aynı Kanunun 72. maddesindeki (818 sayılı Kanunun 66. maddesi) zamanaşımı kurallarının uygulanma imkanı olmadığı gibi, TMK"nın 1007. maddesine dayanılarak açılan davalar için de, ayrıca zamanaşımı süresi belirlenmemiştir. Bu itibarla, 6098 sayılı Borçlar Kanununun 146. maddesindeki (818 sayılı Kanunun 125. maddesi) 10 yıllık genel zamanaşımı süresinin uygulanması İHS 1 nolu ek protokol ile koruma altına alınan mülkiyet hakkının korunmasında esas olup, işbu davada zamanaşımı süresi dolmamıştır.
Kural olarak; 6098 sayılı Borçlar Kanununun 49. ve devamı maddesinde düzenlenen haksız fiilden kaynaklanan tazmini sorumluluk, haksız fiilin gerçekleştiği tarihte doğar ve zamanaşımı süresi başlar. 4721 sayılı TMK"nın 1007. maddesinde düzenlenen objektif (kusursuz) sorumluluk halinin varlığının kabulünde; Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararların karşılanması amacını güden Devletin tazmini sorumluğu ise; mülkiyetin el değiştirdiği veya mülkiyetin elden çıktığı, diğer bir anlatımla bir yerin kamu malı niteliğinde ... veya mera, yaylak, kışlak olması, kıyı kenar çizgisi içerisinde kalması nedeniyle tapu kaydını iptal eden mahkeme kararının kesinleştiği tarihte başlar. Bu durumda, taşınmazın makul ve gerçek değerinin saptanmasında dava tarihi değil, mülkiyet hakkına müdahalenin gerçekleştiği tarih esas alınmalıdır.
Dava konusu taşınmaz tapu kaydında tarla niteliğinde olup, mülkiyetin el değiştirdiği tarih itibariyle 11/03/1983 tarih ve 1983/6122 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile 17/04/1998 tarih ve 1996/3 E. - 1998/1 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararındaki ölçütlere göre arsa niteliğini kazanmış ise arsaların bedelinin değerlendirme gününden önceki özel amacı olmayan emsal satışlara göre hesaplanması zorunludur. Şayet şehir imar planı kapsamına alınmamış ve halen tarla veya narenciye bahçesi olarak kullanılıyor idiyse münavebe usûlüyle belirlenecek gelir metoduna göre mülkiyetin el değiştirdiği tarihteki değeri saptanmalıdır.
Bu itibarla, taşınmazın arsa olarak kabulü halinde, emsal satışların değerlendirme tarihi olan mülkiyetin el değiştirdiği ve hükmün kesinleştiği tarihindeki karşılıklarının fiyat artış endekslerinin uygulanması suretiyle tespiti, bundan sonra emsal ile dava konusu taşınmazın eksik ve üstün yönlerinin neler olduğu ve oranları açıklanmak suretiyle değer biçilmesi gerekirken, bilirkişi raporunda bu yönteme uyulmadan değer biçilmiştir.
Bu nedenle, taraflara dava konusu taşınmaza yakın bölgeden, benzer yüzölçümlü ve yakın tarihli satışları bildirmeleri için imkan tanınması, lüzumu halinde re"sen emsal celbi yoluna gidilmesi ve yeniden oluşturulacak bilirkişi kurulu ile keşif yapılarak rapor alınması ve değerlendirme tarihi olan 2000 yılında dava konusu taşınmaz ile bilirkişi kurulunca emsal kabul edilecek taşınmazların, satışına ilişkin belgeler ilgili Tapu Müdürlüğünden, Arsa Metrekare Rayiç Bedeli Takdir Komisyonu tarafından belirlenen emlak vergisine esas olan m2 değerleri de ilgili Belediye Başkanlığı Emlak Vergi Dairesinden istenip, dava konusu taşınmazın emsal taşınmazlara göre eksik veya üstünlük oranı yönünden bilirkişi kurulu raporu da denetlenerek, sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken, taşınmaza genel deyimlerle ve piyasa rayicinden söz ederek tapu iptali ve tescil kararının kesinleştiği ve mülkiyetin el değiştirdiği tarih yerine dava tarihine göre değer biçen bilirkişinin yetersiz raporu esas alınarak karar verilmesi doğru görülmemiştir.
Ayrıca taşınmaz kısmen... Genel Müdürlüğü tarafından yol için kamulaştırılmış ve bedel ödenmişse taşınmaz değerinden bu miktar düşülmelidir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı ... vekilinin karar düzeltme istemlerinin kabulü ile özel Dairenin Bozma kararının kaldırılarak açıklanan değişik gerekçelerle yerel mahkeme kararının bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davalı ... vekilinin karar düzeltme istemlerinin kabulü ile Özel Dairenin 16/09/2014 gün ve 2014/3419 E. - 2014/21071 K. sayılı BOZMA KARARININ ORTADAN KALDIRILMASINA, yerel mahkemenin 13/05/2013 gün ve 2009/94 E. - 2013/113 K. sayılı kararının değişik gerekçeyle ve açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde iadesine 30/11/2015 günü oy çokluğu ile karar verildi.
(Muhalif)
MUHALEFET ŞERHİ
Dava, taşınmazın kıyı kenar çizgisi içerisinde kalması nedeniyle tapu kaydının mahkeme kararı ile iptalinden doğan zararın TMK"nın 1007. maddesi uyarınca tazmini istemine ilişkindir.
Yerel mahkemece, davanın kabulüne, ıslah dilekçesi nazara alınarak 1.609.900.00.- TL"nin davalıdan alınarak davacılara hisseleri oranında verilmesine karar verilmiş; davalı ... vekilinin temyizi üzerine, hüküm, Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 16/09/2014 gün ve 2014/3419 E. - 2014/21071 K. sayılı ilâmında yazılı gerekçelerle bozulmuştur.
Davalı ... vekilinin tashih-i karar talebi üzerine, sayın çoğunlukça, taşınmaza tapu iptali ve tescil kararının kesinleştiği ve mülkiyetin el değiştirdiği tarih yerine dava tarihine göre değer biçen bilirkişinin raporu esas alınarak karar verilmesinin doğru olmadığı, ayrıca, taşınmaz kısmen... Genel Müdürlüğü tarafından yol için kamulaştırılmış ve bedel ödenmişse taşınmaz değerinden bu miktarın düşülmesi gerektiğinden söz edilerek, davalı ... vekilinin karar düzeltme istemlerinin kabulü ile özel Dairenin bozma kararı kaldırılarak yerel mahkeme kararının bozulmasına karar verilmiştir.
Burada sayın çoğunluğun esas bozma gerekçesi , (Dairemizin pek çok kararında olduğu gibi) taşınmaza dava tarihine göre değer biçen bilirkişi raporunun hükme esas alınmış olmasıdır.
Bilindiği üzere, Yargıtay Büyük Genel Kurulunun 09/02/2012 gün ve 2012/1 sayılı İş Bölümü Kararı uyarınca "Tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanan tazminat davaları (MK. 1007 m.) sonucu verilen hüküm ve kararlar"ın temyizen incelenmesinin Yargıtay 5. Hukuk
Dairesinde yapılacağı kararlaştırılmış; Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 19/01/2015 gün ve 2015/8 sayılı kararıyla da söz konusu davalar sonucu verilen hüküm ve kararların temyizen incelenmesi görevi Yargıtay 20. Hukuk Dairesine verilmiştir.
Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin, tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanan tazminat davaları (MK. 1007 m.) sonucu verilen hüküm ve kararların temyizen incelemesini yaptığı yaklaşık üç yıllık süre içindeki uygulamasına bakıldığında, Dairenin, dava konusu taşınmazın değer tespitinde genel olarak "dava tarihi"ni esas aldığı görülmektedir.
Başta 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu olmak üzere mevzuatımızda tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanan tazminat davaları bakımından, taşınmazın değer tespitinde ne tapu iptali ve tescil kararının kesinleştiği ve mülkiyetin el değiştirdiği tarihin ne de dava tarihinin esas alınması gerektiğine dair herhangi bir hüküm yer almamaktadır. Bu konuda, tapu iptali ve tescil kararının tapuda infaz edildiği (işlendiği-yerine getirildiği) tarihin esas alınması gerektiği görüşünde olan Dairelerin olduğu da bilinmektedir.
Karar düzeltme, mahiyeti bakımından üst yargı organlarının hatalarından dönmelerini sağlayan bir rücu yoludur. Çünkü, burada bir üst merci tarafından verilen hükmün tekrar aynı merci tarafından bozulup düzeltilmesi sözkonusudur.
Karar düzeltme müessesesini, "hüküm mahkemelerinin nihai kararları üzerine, temyiz incelemesi sonucunda verilen Yargıtay kararlarının aynı kurulda tekrar incelenmesini sağlamaya yarayan bir kanun yolu" olarak tanımlamak mümkündür.
Karar düzeltme, Türk Hukukuna özgü bir yol olup, ülkemizdeki istinaf mahkemelerinin boşluğunu doldurmak anlamında bir işlev görmektedir. Önce Hukuk Usûlü alanında Türk Hukukuna giren "Tashih-i Karar - Karar Düzeltme" müessesesi, sonraları diğer kanunlarımızda da yer almıştır.
Yargıtay hukuk dairelerinin veya Hukuk Genel Kurulunun vermiş olduğu kararları tekrar kendisinin incelemesini ifade eden karar düzeltme, temyiz kanun yolunun bir devamı olmakla birlikte birtakım sınırlamalara tâbi tutulmuştur. Herşeyden önce karar düzeltme nedenleri sayılmış (HUMK m. 440/I, 1-4) ve taraf iradesi ile bağlılık esas alınmıştır. Öte yandan temyizdeki kadar geniş bir başvuru olanağı tanınmamış, Yargıtayın hangi kararlarına karşı karar düzeltme isteminde bulunulamayacağı hükme bağlanmıştır (HUMK m. 440/III, 1-4).
6100 sayılı HMK"nın geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmasına devam edilen 1086 sayılı HUMK"nın (5236 sayılı Kanunla değiştirilmeden önceki) 440/I hükmü uyarınca; Yargıtay kararlarına karşı tefhim veya tebliğden itibaren 15 gün içinde aşağıdaki sebeplerden dolayı karar düzeltilmesi istenebilir:
1 –Temyiz dilekçesi ve kanuni süresi içinde verilmiş olması şartiyle- karşı tarafın cevap dilekçesinde ileri sürülüp hükme etkisi olan itirazların kısmen veya tamamen cevapsız bırakılmış olması.
2 – Yargıtay kararında birbirine aykırı fıkralar bulunması.
3 – Yargıtay incelemesi sırasında hükmün esasını etkileyen belgelerde bir hile veya sahteliğin ortaya çıkması.
4 – Yargıtay kararının usûl ve kanuna aykırı bulunması.
Şimdi karar düzeltme sebeplerini biraz daha ayrıntılı incelemeye çalışacağım.
1 –Temyiz dilekçesi ve kanuni süresi içinde verilmiş olması şartiyle- karşı tarafın cevap dilekçesinde ileri sürülüp hükme etkisi olan itirazların kısmen veya tamamen cevapsız bırakılmış olması.
1711 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önce bu düzeltme sebebi kanunda şu şekilde ifade edilmekte idi: "Zatı hükme müessir itirazın meskût bırakılması". Görüldüğü gibi, değişiklikten önce, hükme etkili itirazların hangi itirazlar olduğu kanunda açıkça belirtilmemekte idi. 1711 sayılı Kanun açık bir ifade ile bu itirazların temyiz dilekçesi, tamamlayıcı dilekçe ve karşı tarafın cevap dilekçelerinde ileri sürülen itirazlar olduğunu kaydetmektedir. 1711 sayılı Kanunun bu açıklığı şüphesiz daha olumlu bir tutumdur.Bu ilk düzeltme sebebinin unsurlarını şu şekilde sıralıyabiliriz:
a) Evvelce verilmiş temyiz dilekçesi ve kanunî süresi içinde verilmiş olmaları şartıyla tamamlayıcı dilekçe ve karşı tarafın cevap dilekçelerinde temyiz itirazları yapılmış olmalıdır.
b) Kısmen veya tamamen cevapsız bırakılmış olan itirazların karar düzeltme sebebi olabilmesi için hükme tesir edecek kuvvette olması gerekir. Şu halde, sonuca tesir etmeyen temyiz itirazlarının cevapsız bırakılmış olması düzeltme sebebi olamayacaktır.
c) Bu nitelikteki itirazlar, Yargıtayca hiçbir gerekçe ileri sürülmeden reddedilmiş olmalıdır.
2 – Yargıtay kararında birbirine aykırı fıkralar bulunması.
1711 sayılı Kanundan evvel "Yargıtay kararı" yerine "bir ilâm" ibaresi kullanılmakta idi. Bu ilâmın mahallî mahkeme ilâmı mı yoksa Yargıtay ilâmı mı olduğu anlaşılamamaktaydı. Açık olması bakımından 1711 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle "Yargıtay kararı" ibaresi kullanılmıştır.
Bu bende göre, bir Yargıtay kararında birbirine aykırı fıkralar varsa, buna dayanılarak karar düzeltme talebinde bulunulabilir. Yargıtay kararlarının hüküm fıkrası ile gerekçesi arasında aykırılık bulunması halinde de bu bent hükmünce karar düzeltme istenilebilmelidir. Değişiklikten önceki "yekdiğerine mübayin kararlar" ibaresinden ise aynı neticeyi çıkarmak imkânı yoktu. Eski kanuna göre, hüküm fıkrası ile gerekçe arasındaki çelişiklik karar düzeltme sebebi değil, ancak bir tavzih sebebi olabilirdi.
3 – Yargıtay incelemesi sırasında hükmün esasını etkileyen belgelerde bir hile veya sahteliğin ortaya çıkması.
Yargıtay bir hüküm mahkemesi olmayıp, sadece davanın görülmesi sırasında ileri sürülen iddia ve savunmalarla ibraz edilen delil ve belgelere göre, mahkemenin kanun hükmünü doğru tatbik edip etmemiş olduğunu kontrolle yükümlü bir organdır. Yoksa, Yargıtayda (uygulamada Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca kabul edilen bazı istisnaî durumlar dışında) yeni delil ve belgeler ibraz edilemez.
Belgelerde bir hile ve sahtelik ortaya çıkmış ise, bunların hükmün esasına tesir edecek derecede olması lâzımdır.
4 – Yargıtay kararının usûl ve kanuna aykırı bulunması.
Karar düzeltme sebeplerinden en geniş olanı budur. Bu düzeltme sebebi, temyiz sebepleri arasında HUMK m. 428"in birinci fıkrasının (1) ve (4) numaralı bentlerinde sayılmış olan hallerle ayniyet arzetmektedir. Ancak, Yargıtayın bir dairesi tarafından verilen kararda usul ve kanuna aykırılık bulunacağı ihtimali nadir rastlanacak hallerden ise de, ihtimal dışı değildir. Bu benteki "usul ve kanuna aykırılık" geniş mânada anlaşılmak icap eder. Yâni gerek mevzu hukuka, gerek müstakar mahkeme içtihatlarına ve gerekse hukukun genel prensiplerine aykırılık, karar düzeltme sebebi sayılmalıdır.
Somut olay bakımından konuyu incelediğimizde şu sonuçlara ulaşmak mümkündür.
A) Davalı ... vekilinin karar düzeltme isteğini içeren dilekçesinde, HUMK m. 440/I"de tahdidi olarak sayılan karar düzeltme sebeplerinden hangisine veya hangilerine dayanıldığı açıkça belli edilmemiştir.
... Mahkemesinin 02.12.2004 gün ve 2001/216 E., 2004/120 K. sayılı kararında da belirtildiği üzere, hukuk davalarında, davacı veya davalı ister gerçek, ister tüzel kişi veya kamu tüzel kişisi ya da hazine olsun, netice itibarıyla “taraf” sıfatını almakta olup, hukukî durumları aynıdır. Aynı durumda olanlar için farklı düzenleme ve uygulama, eşitliğe aykırılık oluşturacaktır. “Adil yargılanma hakkı”nın ulusalüstü düzeyde genel kabul görmüş ölçütleri arasında önemli bir yer tutan “silahların eşitliği” ilkesi de, davanın tarafları arasında yargılama sırasında usul hükümleri yönünden eşit konumda bulunma, taraflardan birine dezavantaj diğerine avantaj sağlayacak kurallara ve uygulamalara yer vermeme esasını öngörmekte, diğer bir deyişle davanın tarafları arasında hakkaniyete uygun bir dengenin varlığını gerekli kılmaktadır.
B) Davalı ... vekilinin karar düzeltme istemini içeren dilekçesinde, HUMK m. 440/I"de tahdidi olarak sayılan karar düzeltme sebeplerinden hangisine veya hangilerine dayanıldığı açıkça belli edilmemiş olmasına rağmen, Daire ilâmıyla (açıkça bir sebep ve gerekçe de gösterilmeksizin) karar düzeltme isteğinin kabulü ile 5. Hukuk Dairesi kararının kaldırılması cihetine gidilmesini doğru bulmuyorum.
Burada akla gelebilecek tek ihtimal, sayın çoğunluk tarafından (ilâmda açıkça belirtilmese de) HUMK m. 440/I-4"de yer alan "Yargıtay kararının usûl ve kanuna aykırı bulunması" sebebine dayanılarak, Yargıtay 5. Hukuk Dairesi kararının karar düzeltme yoluyla kaldırılmış olmasıdır. Zira HUMK m. 440/I"de yer alan diğer üç sebebin burada uygulanma ihtimali bulunmamaktadır.
Yukarıda da değinildiği üzere, başta 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu olmak üzere mevzuatımızda tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanan tazminat davaları bakımından, taşınmazın değer tespitinde ne tapu iptali ve tescil kararının kesinleştiği ve mülkiyetin el değiştirdiği tarihin ne de dava tarihinin esas alınması gerektiğine dair herhangi bir hüküm yer almamaktadır. Bu konuda, tapu iptali ve tescil kararının tapuda infaz edildiği (işlendiği-yerine getirildiği) tarihin esas alınması gerektiği görüşünde olan Daireler de bulunmaktadır. Hukukun genel prensipleri açısından bakıldığında da, bu kadar farklı görüş ve uygulamanın mevcudiyeti karşısında buradan bir sonuca varmak mümkün görülmemektedir.
Öte yandan, yukarıda da zikredildiği üzere, müstakar mahkeme içtihatlarına aykırılık da karar düzeltme sebebi sayılmalıdır. Fakat, buradaki "müstakar içtihatlar" ibaresi, Yargıtayın sadece bir hukuk dairesinin belli bir dönemde kendi yorum ve görüşü istikametinde geliştirdiği bir uygulama olarak anlaşılmamalıdır. Tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanan tazminat davaları (MK. 1007 m.) bakımından, geçmişteki Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin, 2011 yılında ilgili bir çok dairenin, yukarıda bahsedilen dönem itibarıyla Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin ve hâlen bu davalar sonucunda verilen hüküm ve kararların temyiz incelemesini yapan Yargıtay 20. Hukuk Dairesi uygulamalarına bakıldığında, bu tür davalarda değer tespiti tarihi açısından genel olarak Yargıtay açısından "müstakar içtihat"tan bahsetmek mümkün değildir. Hele yeni bir iş bölümü kararıyla bu davaların temyiz incelemesinin, değer tespiti açısından, tapu iptali ve tescil kararının tapuda infaz edildiği (işlendiği-yerine getirildiği) tarihin esas alınması gerektiği görüşünde olan bir daireye verildiğinde, bu sefer yeni bir uygulama başlayacaktır.
C) Karar düzeltme müessesesi, hüküm mahkemelerinin nihai kararları üzerine, temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay hukuk dairelerinin veya Hukuk Genel Kurulunun vermiş olduğu kararları tekrar kendisinin incelemesini ifade etmekte olup, bu müessese, bir hukuk dairesi kararının başka bir hukuk dairesi tarafından denetlenmesi amacına matuf olarak işletilemez. Bir hukuk dairesi kararı, yerel mahkemenin direnme kararı vermesi üzerine ancak bir üst denetim kurulu olan Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarafından, direnme kararının onanması suretiyle, geçersiz ve işlevsiz hâle getirilebilir. Dolayısıyla, karar düzeltme müessesesi, Yargıtayın bir hukuk dairesinin temyiz incelemesi sonucunda verdiği bir kararın aynı düzeydeki başka bir hukuk dairesi tarafından denetlenmesi ve kararının kaldırılması mekanizması olarak kullanılamaması gerekir. Aksi takdirde, yeni bir iş bölümü kararıyla bu davaların temyiz incelemesinin, değer tespiti açısından, tapu iptali ve tescil kararının tapuda infaz edildiği (işlendiği-yerine getirildiği) tarihin esas alınması gerektiği görüşünde olan bir daireye verildiğinde de, yeni bir uygulama başlayacak ve 20. Hukuk Dairesinin bu yönde verdiği bozma kararlarının da yeni daire tarafından karar düzeltme yoluyla kaldırılması gündeme gelecektir ki, böyle bir hukuk düzeninde istikrardan bahsetmek mümkün olmayacaktır.
D) Hukukî güvenlik ilkesi, temel haklarda korunan ortak bir değerdir. Bu ilke, hukuk devleti ilkesinin olmazsa olmaz koşuludur ve ...’nın bütününe egemen olan temel bir ilke görünümündedir. Hukuk devleti ilkesi, en kısa tanımıyla; “vatandaşların hukuki güvenlik içinde bulundukları, devletin eylem ve işlemlerinin hukuk kurallarına bağlı olduğu bir sistemi anlatır.” Hukuk devleti, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm işlem ve eylemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerektirir. Hukuk devleti ilkesinin, bünyesinde yer alan alt
ilkelerden birisi de "hukukî güvenlik" ilkesidir. ... Mahkemesi birçok kararında “hukuki güvenlik ilkesi”nin hukuk devletinin unsurlarından biri olduğunu kabul etmiştir. Yüksek Mahkemeye göre; hukuk devletinde hukuk güvenliğini sağlayan bir düzenin kurulması asıldır. Hukuki güvenlik ilkesi gereğince devletin, vatandaşların mevcut kanunlara olan güvenine saygılı davranması, bu güvenlerini boşa çıkaracak uygulamalardan kaçınması gerekir. Bu durum hukuk devleti ilkesinin bir gereği olduğu kadar ...’nın 5. maddesiyle devlete yüklenen, vatandaşların refah, huzur ve mutluluk içinde yaşamalarını sağlama, maddi ve manevi varlıklarını geliştirmek için gerekli ortamı hazırlama ödevinin bir sonucudur.Bu yönüyle, hukuk devletinin önemli bir unsuru olarak hukuki güvenlik ilkesi, yalnızca hukuk düzeninin değil, aynı zamanda belirli sınırlar içinde, bütün devlet faaliyetlerinin, belirli oranda önceden öngörülebilir olması anlamını taşır. Hukuki güvenlik sadece bireylerin devlet faaliyetlerine duyduğu güveni değil, aynı zamanda yürürlükteki mevzuatın süreceğine duyulan güveni de içerir.
Öte yandan, hukuk devleti, devlet ve insan faaliyetlerine yön veren, yönetilenlere hukuk güvenliği sağlayan ilkeler bütünüdür. Devletin organ ve kurumları bakımından bu ilkeler birer sınırlama niteliği taşırken, vatandaşlar açısından hukuki güvenlik içinde yaşamanın araçları olarak işlev görmektedir. Hukuki güvenlikle bağlantılı olarak “genellik” ve “öngörülebilirlik”, hukuk devletinin iki temel unsuru kabul edilir. Genellik unsuru, hukukun özel kişi ya da durumlara değil, herkesi kapsayacak biçimde genel, soyut ve tarafsız, geçmişe uygulama yasağı çerçevesinde ileriye yönelik, kamuya açık kurallar üzerine inşa edilmesi anlamını taşır.
Hukukun öngörülebilirliği ise, hukukun anlam açısından belirgin ve açıkça ifade edilmiş, istikrarlı ve birbiriyle uyumlu kurallar ile önceden tahmin edilebilir uygulamalara dayanmasıdır. Bireylerin hukukun gerektirdiği şeyi önceden bilmeleri ve davranışlarını buna göre düzenlemelerini sağlayan bir ilke olarak hukuki öngörülebilirliğin hukuki belirlilik ile ilişkisi, bu noktada çok açıktır. Hukuk kurallarının bütünüyle belirsiz olduğu kabul edildiğinde, hukuki öngörülebilirlikten de söz edilemeyecektir.
Burada zikredilen "hukukî güvenlik ilkesi" ve bu ilkeyle bağlantılı olan, hukuk devletinin "öngörülebilirlik" unsuru bakımından konuya yaklaştığımızda da, aynı konuda bu kadar farklı yorum ve uygulamanın mevcut olduğu bir denetim muhakemesinde, vatandaşlar açısından hukukî güvenlikten ve öngörülebilirlikten bahsetmek neredeyse imkânsızdır. Zira, bu tür davaların temyiz incelemesinin ne zaman hangi dairede bakılacağı, dairenin görüş ve uygulamasının ne yönde tecelli edeceği, davalarını neye göre açacakları, faizi hangi tarihten itibaren talep edebilecekleri hatta davanın açılmasından sonra dahi davanın hangi dairenin görüş ve uygulamasına göre şekilleneceği vatandaşlar açısından meçhuldür. Belirsizliğin ve meçhuliyetin bu derece hükümferma olduğu böyle bir zeminde hakkını hukuk yoluyla aramaya çalışan vatandaşın adalete güven duymasını ve itimat etmesini beklemek de beyhudedir.
Yukarıda arzetmeye çalıştığım gerekçelerle, davalı ... vekilinin karar düzeltme istemini içeren (ancak HUMK m. 440/I"de tahdidi olarak sayılan karar düzeltme sebeplerinden hangisine veya hangilerine dayanıldığı da açıkça belli edilmemiş olan) dilekçesi üzerine, tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanan tazminat davaları bakımından, taşınmazın değer tespitinde tapu iptali ve tescil kararının kesinleştiği tarihin esas alınması gerektiği görüşünden hareketle karar düzeltme isteğinin kabulü ile 5. Hukuk Dairesi kararının kaldırılması cihetine giden sayın çoğunluğun görüşüne katılamamaktayım.01/02/2016
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.