
Esas No: 2016/1179
Karar No: 2020/13032
Karar Tarihi: 17.12.2020
Danıştay 6. Daire 2016/1179 Esas 2020/13032 Karar Sayılı İlamı
T.C.
D A N I Ş T A Y
ALTINCI DAİRE
Esas No : 2016/1179
Karar No : 2020/13032
DAVACI :… Vakfı
VEKİLİ : Av. …
DAVALI : … Bakanlığı - …
VEKİLİ : Av. …
DAVANIN KONUSU : Çevre ve Şehircilik Bakanlığının 27/08/2015 tarihli oluru ile onaylanan Antalya-Burdur-Isparta Planlama Bölgesi 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planının kısmen iptali istenilmektedir.
DAVACININ İDDİALARI : Davaya konu planın aşağıda her bir başlık ayrıntılı olarak yer verilen iddialar doğrultusunda şehircilik ilkelerine, planlama esaslarına ve kamu yararına aykırı olduğu ileri sürülmektedir.
DAVALININ SAVUNMASI : Dava konusu işlemde kararın içeriğinde ayrıntısına yer verilen iddialarla şehircilik ilkelerine, planlama esaslarına ve kamu yararına aykırılık bulunmadığı ileri sürülerek davanın reddi gerektiği savunulmaktadır.
DANIŞTAY TETKİK HAKİMİ …'IN DÜŞÜNCESİ :Dava konusu 1/100.000 ölçekli Antalya-Burdur-Isparta Planlama Bölgesi Çevre Düzeni Planının plan uygulama hükümlerine yönelik itirazlarla ilgili olarak;
- 5.35. sayılı plan uygulama hükmü yönünden; plan değişikliği gerektiren hususların mutlaka plana işlenmesinin gerekmesi nedeniyle plan hükümlerinin hangi yatırım kararlarının çevre düzeni planında değişiklik gerektireceği hangilerinin getirmeyeceği konusunda net bir düzenleme yapılarak çerçeve çizilecek şekilde yeniden oluşturulması gerektiğinden plan hükmünün şehircilik ilkeleri, planlama esaslarına uygun olmadığı,
- 5.36 sayılı plan uygulama hükmü yönünden; plan kapsamındaki alanlarda kentsel ve kırsal yerleşme alanları dışında TOKİ'ye çevre düzeni planı değişikliği yapılmadan alt ölçekli plan yapma olanağı tanınmasının çevre düzeni planı tanımına, ilke ve usul ve esaslarına olduğundan plan hükmünün hukuka uygun olmadığı,
- 9.39. sayılı plan uygulama hükmü yönünden; organize tarım ve hayvancılık alanlarının üst ölçekli çevre düzeni planı çerçevesinde ve bu plan kararları doğrultusunda öngörülmesi gerekirken, 50 hektardan daha küçük alanlara yönelik yer seçimi kararının çevre düzeni planı kapsamından çıkarılarak, alt ölçekli planlamaya bırakıldığından plan hükmünde hukuka uyarlık olmadığı,
- 9.7 sayılı plan uygulama hükmü yönünden; üçüncü paragrafı yönünden; 2/B arazisi niteliğindeki kentsel ve kırsal yerleşik alanlara ilişkin genel arazi kullanım kararlarının, dava konusu Çevre Düzeni Planının konusu olmaktan çıkartarak, üst ölçekli planı işlevsiz hale getirdiğinden plan hükmünde hukuka uyarlık olmadığı,
Alan/arazi kullanımı ve bölgeleme kararlarına yönelik itirazlar ile ilgili olarak;
Dava konusu edilen alanlara planla getirilen yerleşme alanları leke kararlarının alanın doğal yapısı, gelişme yönü ve büyüklükleri, yer seçimi alanların özelliği yasal, yapay ve doğal eşikler, mevcut yerleşimler ve yerleşme alanlarının makraformu gözönünde bulundurulduğunda Isparta Şarkikaraağaç, Güneykent-Keçiborlu, Atabey, İslamköy, Beydere, Eğirdir (gelişme ve turizm alanları), Tefenni, Çörten Altınyayla, Antalya Ekşili, Antalya Demirtaş, Antalya merkezi ve havaalanı arasındaki bölgede, Antalya Havaalanı güneyinde ve doğusundaki bölgede, Antalya Konyaaltı, Karadayı, Hasyurt, Beykonak, Gazipaşa bölgelerinde getirilen gelişme alanları ile Perkakende ve Oymapınar barajının güneyindeki golf alanları, Kaş Limanağzı'nda öngörülen turizm tesis alanı ve Burdur Gölü'ne ilişkin getirilen plan kararlarında şehircilik ve planlama esaslarına ve kamu yararına uyarlık bulunmadığı düşünülmektedir.
Bu itibarla Çevre ve Şehircilik Bakanlığının 27/08/2015 tarihli oluru ile onaylanan Antalya-Burdur-Isparta Planlama Bölgesi 1/100000 ölçekli Çevre Düzeni Planının Isparta Şarkikaraağaç, Güneykent-Keçiborlu, Atabey, İslamköy, Beydere, Eğirdir (gelişme ve turizm alanları), Tefenni, Çörten Altınyayla, Antalya Ekşili, Antalya Demirtaş, Antalya merkezi ve havaalanı arasındaki bölgede, Antalya Havaalanı güneyinde ve doğusundaki bölgede, Antalya Konyaaltı, Karadayı, Hasyurt, Beykonak, Gazipaşa bölgelerinde getirilen gelişme alanları ile Perkakende ve Oymapınar barajının güneyindeki golf alanları, Kaş Limanağzı'nda öngörülen turizm tesis alanı ve Burdur Gölü'ne ilişkin plan kararları ile 5.35, 5.36, 9.7'nin 3. paragrafı, 9.39, sayılı plan notlarının iptaline, diğer kısımlar bakımından reddine karar verilmesi gerektiği düşünülmektedir.
DANIŞTAY SAVCISI …'IN DÜŞÜNCESİ : Dava ,Çevre ve Şehircilik Bakanlığının 27/08/2015 tarihli oluru ile onaylanan Antalya-Burdur-Isparta Planlama Bölgesi 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planının iptali istemiyle açılmıştır.
2872 sayılı Çevre Kanununun 9. (b) maddesinde "Ülke fizikî mekânında, sürdürülebilir kalkınma ilkesi doğrultusunda, koruma-kullanma dengesi gözetilerek kentsel ve kırsal nüfusun barınma, çalışma, dinlenme, ulaşım gibi ihtiyaçların karşılanması sonucu oluşabilecek çevre kirliliğini önlemek amacıyla nazım ve uygulama imar plânlarına esas teşkil etmek üzere bölge ve havza bazında 1/50.000-1/100.000 ölçekli çevre düzeni plânları Bakanlıkça yapılır, yaptırılır ve onaylanır. Bölge ve havza bazında çevre düzeni plânlarının yapılmasına ilişkin usûl ve esaslar Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle belirlenir." hükmüne yer verilmiştir.
Sözü edilen kanun maddesine dayanılarak çıkarılan Çevre Düzeni Planlarına Dair Yönetmelikte "Havza" ; bir akarsu kaynağını besleyen yüzey ve yer altı su kaynaklarının tabii su toplama alanını kapsayacak biçimde, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünce belirlenmiş alanlar, "Bölge" coğrafi, sosyal, ekonomik, fiziksel nitelikleri açısından benzerlik gösteren alan ve/veya Devlet Planlama Teşkilatınca belirlenmiş olan istatistiki bölge (düzey 2) birimleri olarak tanımlanmıştır.
Çevre Düzeni Planlarına Dair Yönetmeliğin 4. maddesi (ç) bendinde, Çevre düzeni planı açıklama raporu: Çevre düzeni planının vizyonunun, amacının, hedeflerinin, stratejilerinin, ilkelerinin ve politikalarının açıklandığı ve bunlar doğrultusunda belirlenen projeksiyon nüfusuna, sektörel yapıya, alan büyüklüklerine, plan kararlarına, plan uygulama araçlarına, kurumsal yapıya ve denetime ilişkin gerekçeli açıklamaların yapıldığı ve çevre düzeni planı ile bütün olan rapor;
(d) bendinde; çevre düzeni planı araştırma raporu; Planlama alanına ilişkin geleceğe yönelik projeksiyonların yapılabilmesi, plan kararlarının, koruma ve gelişme politika ve stratejilerinin ve plan hükümlerinin belirlenebilmesi için 7'nci madde kapsamında toplanan verilerin planlama çalışmasında kullanılacak biçimde analiz ve sentezinin yapıldığı, alana yönelik fırsatların, tehditlerin, güçlü yönler ve zayıflıkların belirlenerek ilgilisine göre farklı disiplinlerden uzmanlarca hazırlanan rapor, olarak tanımlanmış; çevre düzeni planının niteliklerinin belirlendiği 5. maddesi (e) bendinde, "planlamaya temel oluşturan verilerin farklılığından dolayı farklı mesleklerden uzmanların fiili katılımı ile hazırlanan üst ölçekli bir plan olduğu" plan nitelikleri arasında yer almıştır.
Yönetmeliğin Planlama Alanının Tespiti Başlıklı 6. maddesinin 1/a bendinde Planlama alanı; Çevre ve Orman Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun ve Çevre Kanunu kapsamında; Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından belirlenen büyük akarsu havzaları veya Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı tarafından belirlenmiş istatistiki bölge birimleri (düzey 2) ile birlikte idari sınırları da dikkate alınarak, en az iki il sınırını içerecek şekilde belirlenir hükmü yer almıştır.
Diğer taraftan 14.06.2014 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Mekansal Planlar Yapım Yönetmeliğinin 38. maddesinin 2. fıkrası ile Çevre Düzeni Planlarına Dair Yönetmelik yürürlükten kaldırılmış, Geçici 1. maddesinde, bu yönetmeliğin yürürlüğe girmesinden önce onay makamına sunulan veya idare meclisinde gündeme alınan plan tekliflerinin bu yönetmeliğin yürürlüğe girdiği tarihten önceki mevzuat hükümlerine göre sonuçlandırılacağı hüküm altına alınmıştır.
Mekansal Planlar Yönetmeliğinin 4. maddesinin 1. fıkrasının (c) bendinde çevre düzeni planı; varsa mekansal strateji planlarının hedef ve strateji kararlarına uygun olarak, orman akarsu, göl ve tarım arazileri gibi temel coğrafi verilerin gösterildiği, kentsel ve kırsal yerleşim, gelişme alanları, sanayi, tarım, turizm, ulaşım, enerji gibi sektörlere ilişkin genel arazi kullanım kararlarını belirleyen, yerleşme ve sektörler arasında ilişkiler ile koruma-kullanma dengesini sağlayan 1/50.000 veya 1/100.000 ölçekteki haritalar üzerinde ölçeğine uygun gösterim kullanılarak bölge, hava veya il düzeyinde hazırlanabilen plan notları ve raporuyla bir bütün olarak yapılan plan diye tanımlanmış; 18. maddesinin 1. fıkrasında çevre düzeni planının; coğrafi, sosyal, ekonomik, idari, mekansal ve fonksiyonel nitelikleri açısından benzerlik gösteren bölge, havza veya en az bir il düzeyinde yapılacağı hükme bağlanmış, 19. maddesinde planın ilke ve esasları belirtilmiştir.
Dairesince yerinde yaptırılan keşif ve bilirkişi incelemesi sonucunda düzenlenen bilirkişi raporunda özetle; dava konusu 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planında yer alan, tarım ve hayvancılığın, kendisi ile ilişkili üretim, dağıtım, araştırma faaliyetleriyle bütünleştirilerek ele alınması ve buna uygun mekânsal düzenlemelere gidilmesi önemli ve gerekli görülebilirse de bu konu yalnızca bu bölgeler için uygun yer seçimi ve kendi iç düzenlerinin planlanması ve tasarımı ile sınırlı olmayıp, kentsel sektör ile tarım sektörü arasında ilişkilerin kurulması, bu bölgelerin bulundukları yerler ile yerleşmeler arasındaki mekânsal düzenlerin kurulmasına yönelik bir planlama konusu olduğu , üst ölçekli planlardan başlayarak alt ölçeklere kadar diğer alt ölçekli kent planlama faaliyetleri ile birlikte yürütülmesi gereken bir konu olduğu , bunun ana çerçevesinin ise Çevre Düzeni Planlaması ile oluşturulabileceği, Plan Uygulama Hükümleri 4.54. Sayılı maddede sulak alan tanımı ile Sulak Alanlar Yönetmeliği’ndeki ifade farklılığının saptandığı.bu farklılığın sulak alanların korunması ile ilgili olumsuz bir sonuç doğurmayacağı düşünülmekle birlikte ilgili Yönetmelikteki tanımın dışına çıkılmasına bir anlam verilemediği , Plan Hükümlerinde ilgili Yönetmelik maddelerinin tekrarlanmasına gerek bulunmadığı , buna karşın, planların, yönetmeliğin hükümlerini “yere özel” olarak geliştirmesinin beklendiği ,itiraza konu Plan Hükmündeki değişikliğin biçimsel olduğunun düşünüldüğü ,bu değişikliğin, içerik olarak koruma amacından farklı bir duruma yol açacağının düşünülmediği ,davacının savladığı gibi, alt ölçek plan kararlarının aynen üst ölçeğe taşınmadığı , dava konusu plan kararları ile uyumlu olanlarda uygulamanın sürdürüleceği, uyumlu olmayan bölümlerinde ise uygulamanın durdurulacağı karar altına alındığı bu bakımdan plan kademeleri arasında uyumsuzluğun söz konusu olmadığı, Plan uygulama hükümlerinin 5.35 maddesinde dile getirilen kullanımların bir bölümü kentsel düzeye ilişkin iken diğer bir bölümünün söz konusu maddede dile getirildiği üzere bölge/havza bütününe yönelik olduğu, bu kullanımların bir bölümünün bölgesel ve kentsel ölçekte önemli sonuçları olacağı ve planın genel düzenini etkileyecek kullanımlar olduğu , yine bir bölümünün de, bölge (planlama bölgesini kapsayan) ölçeğinde mekânsal düzenler kurulmasını (örneğin, bölge/havza bütününe yönelik tesisler ve bunlarla bütünleşmiş tesisler, sosyal ve teknik altyapı, karayolu, demiryolu, denizyolu, havaalanı, baraj, enerji üretimi ve doğalgaz depolamasına ilişkin kullanımlar vb.) öngören ve gerektiren kullanımlar olduğu , bölge ve havza ölçeğinde bu denli önemli kullanımlara ilişkin yer seçim kararlarının, tekil kullanımların yer seçimlerinin çevreye olan etkilerinin araştırılmasına yönelik ÇED değerlendirmesine terkedilmesi ve üst ölçekli planlama düzeyinde bir irdeleme ve değişiklik olmaksızın karar verilebileceğinin belirtilmesinin planlama esasları, şehircilik ilkeleri açısından doğru olmadığı ,Plan Uygulama Hükümlerinde “Çevre Düzeni Planında değişikliğe gerek kalmaksızın”, alt ölçekli planların hazırlanabileceği ve uygulamaya gidilebileceği gibi ifadeler, üst ölçekli planda öngörülmemiş, karara bağlanmamış konuların ve bunlarla ilgili değişikliklerin Çevre Düzeni Planlaması düzeyinde irdelenmesini, Çevre Düzeni Planının genel düzeni içinde değerlendirilmesini olanaksızlaştırdığı, bu yaklaşımın üst ölçek planları tümüyle değersizleştiren ve anlamsızlaştırılan bir tutuma yol açma potansiyelini büyük ölçüde barındıran bir plan notu olarak değerlendirildiği, bölgesel ölçekteki sektörel yatırım kararlarının (örneğin ilgili plan hükmünde belirtilen baraj, havaalanı, enerji tesisleri gibi yatırımlara ilişkin), dar kapsamlı bir biçimde ve tesis düzeyinde değil, bölgesel ihtiyaç ve koşullar doğrultusunda havzalar düzeyinde yapılması gerektiği , havzalar düzeyinde yapılacak bu tür bir değerlendirmenin, planlama süreci ve sistematiği içinde uygun karşılığının ise 1/100.000 ölçekli bölgesel nitelikli çevre düzeni planları olduğu, üst ölçekli planlama sürecinde önceden öngörülmemiş olan kullanımların söz konusu olduğu koşullarda, bu kullanımların üst ölçekli planın genel çerçevesiyle ilişkili olarak irdelenmesi ve karar üretilmesi gerektiği , Plan Uygulama Hükümlerinin bu yöndeki maddelerinin 1/100.000 ölçekli planın genel çerçevesi üzerinde belirsizlik yaratacak nitelikte olduğu, Planın 5.36. sayılı maddesinin farklı ölçeklerde (kentsel ve bölgesel) sonuçları olacak Çevre Düzeni Planına ait plan hükümleri ile yasada ve ilgili yönetmelikte lejant maddeleri kapsamında yer alan kullanımlara ilişkin konularda Çevre Düzeni Planı değişikliğine gerek olmaksızın ilgili idaresince hazırlanıp onaylanacağının belirtilmesinin, Çevre Düzeni Planlamasını işlevsizleştireceği ,dava konusu plana ilişkin Uygulama Hükümleri arasında çok sayıda konu ve alanda Çevre Düzeni Planı değişikliğini ya da bir anlamda Çevre Düzeni Planı kararları çerçevesinde irdeleme ve değerlendirme gereğini ortadan kaldıran plan hükmü olduğu, 2B alanlarındaki planlama çalışmaları ile ilgili olarak, itiraz edilen Plan Hükmünde belirtildiği gibi, kentsel yerleşme alanları ile bütünlük oluşturan alanlardaki 2B alanlarında ilgili yerel yönetimin plan değişikliği/revizyonu yapabileceği, ancak bu düzenlemelerin dava konusu 1/100.000 ölçekli planın “nüfus kabulleri ve alansal büyüklükleri aşılmamak kaydıyla” yapılabileceğini hüküm altına alındığı , bu hükme uymayarak üst ölçek planda belirlenen nüfus sınırlarını ve alansal büyüklükleri aşan planlar yapılması durumunda, planlar arası “kademeli birliktelik ilkesi”ne aykırı davranan yerel yönetim uygulamalarına karşı yasal yaptırımın söz konusu olacağının belirtilmesi gerektiği ,Plan Uygulama Hükümleri 5.62. sayılı maddesi yönünden planlama alanındaki doğal ve yapılı çevre, üst ölçekli planla tasarlanacak mekânsal örüntü ve sistemle ilgili olarak belirli sınırlamalar getirdiği , Plancı yeni planın amaç ve hedeflerini belirlerken bu durumu göz önüne almak zorunda olduğu, bu bağlamda planlama alanında yapılı çevreye ilişkin olarak ihalesi tamamlanmış ve yapımı süren alt ölçek planların büyük bir maliyet ve zaman kaybına yol açacak biçimde tümüyle iptali yerine, dava konusu plan hükmünde belirtildiği gibi, dava konusu 1/100000 ölçekli ÇDP' nin nüfus kabullerinin aşılmamış olması şartı getirilerek üst ölçek planın hedefleri doğrultusunda belirli bir denetim getirmiş olmasının yerinde bir tutum olarak görüldüğü ,Plan Uygulama Hükümleri 9.1.2. sayılı maddedeki Kırsal Yerleşme Alanları Bölümü yönünden anılan değişikliğin yapılaşma koşullarında herhangi bir artış getirmediği, yalnızca uygulamada yapı yüksekliği ve kat adedi konusunda esneklik sunduğu, yapılaşma biçimine dair bu ölçü ve koşulların “çevre imar bütünlüğü” dikkate alınarak alt ölçekli planlarda belirlenmesinde herhangi bir sorun görülmediği , bu konuların, “yere özel verilerin” üst ölçekli planlama kararları ile tutarlığı sağlanarak değerlendirildiği alt ölçekli planlama sürecinde ele alınmasının planlama esasları ve şehircilik ilkeleri açısından doğru olduğu, Plan Uygulama Hükümleri 9.5.1. sayılı maddeleri ve Plan Uygulama Hükümleri 9.5.2.1. , 9.5.2.2. ve 9.5.2.3. sayılı maddelerine ilişkin olarak, dava konusu planın itiraz edilen yapılaşma koşulları, asgari arazi büyüklüklerine uygulandığında ve Organize Tarım ve Hayvancılık kullanımının kapsamında plan hükümlerinde öngörülen faaliyetler dikkate alındığında söz konusu yapılaşma emsalinin (E) taban kullanımı (TAKS) anlamına geleceği , bunun ise tarım toprağı üzerinde ciddi arazi kaybı anlamına geldiği , söz konusu yapıların/kullanımın tarımla ilişkili olmasının tarımsal toprak kaybını haklı çıkaramayacağı mutlak tarım alanları için öngörülmüş olan 0.20 Emsal yapılaşma koşulunun tarım arazilerinin korunması hedefi dikkate alındığında yüksek bir değer olduğu ,bu yapılaşma oranının 5.8.5 no.lu plan hükmünde belirtilen koşullarda daha da artar hale geldiği , bu yapılaşma koşullarının, 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’na aykırı biçimde tarımsal toprağın amaç dışı kullanımını teşvik edeceğinin düşünüldüğü , aynı şekilde özel ürün ile dikili tarım arazilerinde öngörülen E: 0.10 yapılaşma koşulunun, dava konusu planın tarım arazilerinin korunması hedefi dikkate alındığında yüksek bulunduğu ,söz konusu emsal yapılaşma artışının tek parsel düzeyinde sonuçlarının önemsiz görülebilirse de, söz konusu yapılaşma koşulunun, plan kapsamındaki tüm özel ürün arazileri ve dikili tarım arazilerine uygulandığında ne kadarlık bir tarım toprağının yitirileceği üzerinde durulması gerektiği ,özel ürün arazileri ile dikili tarım arazilerinde tarımsal amaçlı yapılar için yapılaşma alanı belirlenirken, arazi büyüdükçe yapılaşma alanının artmasının ciddi bir tarımsal alanın kaybına ve yapılaşma alanlarının önemli ölçüde artışına yol açacağı ,Plan Uygulama Hükümleri 9.5.3. sayılı maddeye ilişkin olarak sulama alanlarına ilişkin planlama hükmünde tarımsal toprağın niteliği ile ilgili olmayan hayvancılık faaliyeti ve ilgili tesisleri kendi içinde öngören Organize Tarım ve Hayvancılık alanlarına ilişkin yetkilerin dışarıda tutulmasının olumlu değerlendirilmediği, yetki ve konu belirsizlikleri sonucunda, sulama alanları üzerinde, ilgili yasa amaçlarına aykırı yapılaşmalara açık kapı bırakması tehlikeleri bulunduğu ,anılan plan hükmü ile sulama alanları üzerinde amaç dışı verimsiz kullanımı denetleme imkanının ortadan kalkacağını söylemenin yanlış olmayacağı , davacının sulama alanlarında hayvancılık tesislerinin yapılmasına yönelik plan hükümlerinin getirilmesinin mevzuata aykırı olduğu ,Plan Uygulama Hükümleri 9.6.4. sayılı maddeye ve Plan Uygulama Hükümleri 9.6.6. sayılı maddeye ilişkin olarak; Orman Kanunu çerçevesinde bir yerin orman niteliğini yitirmesi ve koruma kapsamının dışına çıkarılmasının, kaçınılmaz ve zorunlu olarak gelişmeye açılacağı ve açılması gerektiği anlamına gelmediği , Orman Kanununun, ilgili idareye ormanların niteliği ile ilgili karar verme yetkisini verdiği , bu alanlarda orman niteliğinin yitirilmesi ile ilişkili karar genişletilerek, Çevre Düzeni Planlaması düzeyinde irdelemeleri, çalışmaları ve karar süreçlerini dışlayarak kullanım kararı üretilmesinin planlama esasları açısından doğru olmayacağı, dava konusu planın, davacının buradaki somut itirazına konu olan deniz kaplumbağaları ve Akdeniz Foku yaşam ve üreme alanları özelinde kendisinden beklenen işlevi tam olarak yerine getirmediği , dava konusu planın, uluslararası düzeyde önemli bu iki doğal alana tümüyle kayıtsız kalmadığı ancak bu alanların mevcut sorunlarının çözümü ve etkin bir biçimde korunması konularına dair herhangi bir somut yaklaşıma sahip olmadığı, bu amaçlara yönelik olarak özgün karar ya da önlemler geliştirmediği, dava konusu çevre düzeni planının yeni kentsel gelişme alanları ile ilgili yaklaşımına dair öncelikle genel bir değerlendirme yapmanın uygun olacağı , davacının belirttiği özel alanlardaki tartışmalı durumların; planın, belirli büyüklükteki yerleşmelerin nasıl büyüyecekleri ve bu süreçte makroformlarının nasıl geliştirileceği sorularına yanıt oluşturacak genel yaklaşımına ilişkin sorundan kaynaklandığı, Isparta İli Şarkikaraağaç yerleşmesi için öngörülen kentsel gelişme alanlarına itiraz yönünden dava konusu planın, Şarkikaraağaç’ın 2015 yılında 25.000 kişi dolayında olan toplam nüfusunun 70.000-75.000 kişi aralığında olacağını, 15.000 kişi dolayındaki merkez nüfusunun ise 57.000-61.000 kişi aralığında olacağını öngördüğü , ekonomik yapısı tarım ve hayvancılığa dayanan bir yerleşmenin nüfusunun 10 yıl içinde 3 kat artacağı varsayımının gerçekçi olmadığı , gerçekçi olmayan nüfus tahminlerine dayalı olarak ve onaylı alt ölçekli planların imara açtığı alanları veri kabul ederek, yerleşmeler için ihtiyacın çok üzerinde kentsel gelişme alanı belirlenmesinin, üst ölçekli planlamanın niteliği düşünüldüğünde doğru bir planlama yaklaşımı olmadığı , dava konusu 1/100.000 ölçekli çevre düzeni planının koruma amaçlarıyla da çeliştiği ve planın bir tutarsızlığı olarak ortaya çıktığı , Isparta ili Güneykent'ten Keçiborlu'ya doğru öngörülen kentsel gelişme alanına itiraz yönünden Şarkikaraağaç’takine benzeri bir durumun, Gönen ilçesi ve Güneykent yerleşmesi için de geçerli olduğu 2015 yılı itibariyle yaklaşık 7.500 kişi dolayında bir nüfusa sahip olan Gönen ilçesinin nüfusunun 2025 yılında 24.500-28.000 kişi aralığında olması, diğer bir deyişle yaklaşık 4 katına çıkması öngörüldüğü , son yıllarda nüfus kaybeden (2008 yılı nüfusu 8.703 kişi) ve Burdur ile Isparta gibi iki büyük kente oldukça yakın bir konumda olan Gönen ilçesinin nüfusunun 10 yıl içinde 4 kat artmasının gerçekçi olmadığı , nüfus kabulündeki bu sorunun önemli bir yansımasının, Güneykent yerleşmesi için verilen ve ihtiyacın çok ötesinde olan kentsel gelişme kararı olduğu , Isparta İli Gümüşgün gelişme alanlarına itiraz yönünden ; yerleşmenin önemli bir bölümünün havaalanının risk kuşakları ve Mania Hattı üzerinde yer aldığı , 1/100.000 ölçekli bir planda ele alınmasının ölçeğin gereği olarak zor olan doğru yer seçim kararları arayışı gerektirdiği, yanlış yer seçim kararlarının bedellerinin büyük olacağının unutulmaması gerektiği, bu ölçekte bir planlamada, konumu gereği olarak önemli bir lojistik merkez özelliklerine sahip yerleşmenin gelecekte hangi işlevlerde uzmanlaşmasının yararlı olacağının belirtilmesinin yeterli olacağı ,Isparta merkezin kuzeyinde öngörülen sanayi alanı ve gelişme alanına yönelik dava konusu planın, Isparta kenti özelinde olduğu gibi, yerleşmelerin gelişimi için mevcut eşikler ve koşullar doğrultusunda doğru gelişme yönleri belirlemiş dahi olsa, kentsel gelişmenin koruma-kullanma dengesi çerçevesinde alt ölçekli planlama çalışmalarında nasıl planlanacağı hususlarını belirsiz bıraktığı , dava konusu planın, plan hükümleri arasında yer alan açıklamaların oldukça genel nitelikli olup, farklı planlama bölgeleri için yapılan 1/100.000 ölçekli çevre düzeni planlarındaki hükümler ile oldukça benzer ifadeler içerdiği , Isparta merkezi özelinde kentsel gelişme alanlarının alt ölçekte nasıl planlanacaklarını belirleyen/yönlendiren ilke ve stratejiler plandaki gösterimlere eşlik etmediği , bu nedenle, plan hükümleri arasında yer alan ve kentsel gelişmeye ilişkin gösterimlerin şematik olduğu ve yeni gelişmenin alacağı biçimin alt ölçekte belirleneceği iddiasının havada kaldığı, Atabey’in güneyinde, İslamköy’de ve Beydere’de öngörülen gelişme alanlarına itiraz yönünden her iki kırsal yerleşim için davacının iddia ettiği gibi yeni gelişme alanı öngörüsü bulunmadığı davacının “gelişme alanı” olarak ifade ettiği itirazı ile ne kastedildiğinin tam olarak anlaşılamadığı , dava konusu planda her iki köy için belirlenen kırsal yerleşim alanı gösteriminin gerçek durum ile uyuşmadığı Mevcut köy yerleşik alanlarından çok daha büyük alanların, planda kırsal yerleşim alanı olarak işaretlendiği , alt ölçekli planlama çalışmalarını yanlış yönlendirmemek bakımından bu gibi alansal gösterimlerde titizlik gösterilmesi gerektiği , Eğirdir gelişme alanı ve turizm tesis alanı ile Eğirdir Gölünün güneyinde öngörülen gelişme alanlarına yönelik itiraz yönünden dava konusu planda öngörülen kentsel gelişmenin, Eğirdir-Kovada Gölleri arasındaki bölgenin yoğun olarak yapılaşmasına neden olacağı , bunun da, doğal çevrenin korunması açısından olumsuz olup, planın koruma amaçlarıyla çeliştiği ,aynı zamanda planın bir tutarsızlığı olarak da ortaya çıktığı, Isparta İli, Tefenni yerleşmesinin doğusundaki gelişme alanlarına itiraz yönünden Tefenni yerleşmesinin özellikle doğu yönünde verimli tarım toprakları ile ekili-dikili araziler yer aldığı davacının Tefenni kentsel gelişme alanına ilişkin itirazının anlamlı olduğu ,Isparta İli, Çörten Altınyayla arasındaki gelişme alanı yönünden Altınyayla ilçe merkezi 2015 yılı itibariyle 2980 kişilik nüfusa sahip küçük bir yerleşme olduğu, Çörtenin ise 300 nüfuslu bir köy olduğu, dava konusu planın, 2025 yılı itibariyle Altınyayla merkez nüfusunun 4000-8000 kişi aralığında olacağını kabul etmekte ve kentin onaylı 1/5000 ölçekli nazım imar planı kararlarını aynen koruduğu, bunun da gerçekçi olmayan bir nüfus kabulü ile ihtiyaç fazlası gelişme alanı öngörüsüne yol açtığı, Antalya İli Ekşili için öngörülen kentsel gelişme alanlarına itiraz yönünden 2015 yılı nüfusu 823 kişi olan Ekşili yerleşiminin 2025 nüfusu dava konusu planda 9000-10.000 kişi aralığında öngörüldüğü ,eğilim olarak önemli nüfus artışı beklenmeyen Ekşili’de nüfusun 10 yıl içinde 10 katına, mevcut yerleşik alanın ise 6-7 katına çıkmasının nedeninin, mevcut 1/1000 ölçekli uygulama imar planının aynen kabul edilmesi olduğu alt ölçekli planlarda gelişmeye açılan alanların, sadece “arazi yapısına uygun olması” gibi bir gerekçe ile üst ölçekli planlara aktarılmasının şehircilik ilkeleri ve planlama esaslarına aykırı olduğu, Antalya merkezi ve havaalanı arasında öngörülen gelişme alanına itiraz yönünden bölgenin yapılaşmaya açılmasının giderek işlevi ve stratejik önemi artan Antalya Hava Limanını gerek uçuş güvenliği gerekse yerdeki güvenlik açısından olumsuz etkileyecek ve kısıtlayacağı, yapılaşmaya açılmak istenen alanın Havalimanının risk kuşakları içinde kaldığı , söz konusu yerdeki bir kentsel yoğunluk, değerli tarımsal toprağın yitirilmesi yanı sıra Havalimanının yeri değişmeyeceğine göre, gereksiz riskler yaratacağı, Kırcami Bölgesi’nin kentsel gelişmeye açılmasına yönelik planlama kararlarının iptali yönünde çok sayıda Yargı kararı bulunduğu Antalya kentinin gelişme süreçleri içinde, anılan Yargı kararlarındaki gerekçelerin değiştiğini gösteren herhangi bir farklı gelişme durumu gözlenmediği , yeni gelişme alanları öngörülerinde Antalya kenti ve çevresinde gereksinmelerin üzerinde üretilmiş çok fazla imarlı alanın bulunduğunun dikkate alınması gerektiği, anılan plan kararının dava konusu Antalya-Burdur-Isparta Planlama Bölgesi 1/100000 ölçekli Çevre Düzeni Planı Kararları ve Uygulama Hükümleri’nde “Planlama Bölgesi’nin önemli unsuru olan verimli tarım topraklarını, orman alanlarını ve hassas alanları korumak, tarım ve ormancılığın geliştirilmesini sağlamak” olarak belirlenen Amaç maddesi ile çeliştiği ve tutarsızlık oluşturduğu , Antalya Havaalanı güneyinde ve doğusundaki gelişme alanına itiraz yönünden,bu bölgenin gelişmeye ve yapılaşmaya açılmasının hem verimli tarım topraklarının kaybı, hem de Havaalanı uçuş güvenliği bakımından oluşacak riskler nedenleriyle olumsuz olacağı, bölgenin gelişmeye açılması, oldukça verimli ve sulu tarım arazisi niteliğindeki tarımsal toprakların kaybına yol açacak ve Antalya ili tarımsal üretiminde de önemli bir düşüşe neden olacağı , bunun yanı sıra, bölgenin yapılaşmaya açılması işlevi ve stratejik önemi giderek artan Antalya Havalimanını zamanla birçok yönden kısıtlayacağı . Antalya İli, Konyaaltı yerleşmesinin batısındaki gelişme alanına itiraz yönünden: anılan plan kararının dava konusu Antalya-Burdur-Isparta Planlama Bölgesi 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planı Kararları ve Uygulama Hükümlerinde “Planlama Bölgesi’nin önemli unsuru olan verimli tarım topraklarını, orman alanlarını ve hassas alanları korumak, tarım ve ormancılığın geliştirilmesini sağlamak” olarak belirlenen amaç maddesi ile çeliştiği ve tutarsızlık oluşturduğu , Antalya İli, Karadayı için öngörülen gelişme alanlarına itiraz yönünden ,diğer pek çok yerleşme özelinde de gördüğümüz gibi, Karadayı gelişme alanı öngörüsünün, dava konusu planın kentsel gelişme alanlarının belirlenmesine yönelik sorunlu yaklaşımının bir başka tezahürü olarak değerlendirildiği, Antalya İli, Hasyurt ve Beykonak yerleşmeleri için öngörülen gelişme alanlarına itiraz yönünden dava konusu plandaki kentsel gelişme alanı öngörüsünün, yalnızca değerli tarım toprağı kaybına yol açmayacak aynı zamanda tarımsal topraklar arasındaki ekolojik sürekliliği ortadan kaldıracağı , bu şekilde bölünmüş bir ovada yapılaşmamış olsa da kalan tarımsal alanların topraklarının niteliğinin bozulması, toprağın hızla kirlenmesinin bekleneceği, Antalya İli, Gazipaşa yerleşmesinin güneyinde ve Koru Mahallesi için öngörülen gelişme alanlarına itiraz yönünden kentin verimli tarım topraklarının ve örtü altı tarım üretiminin yoğunlaştığı bir bölgeyi gerçekçi olmayan nüfus kabullerine dayanarak kentsel gelişme alanı olarak öngördüğü, bu tutumun, üst ölçekli planlamanın mantığına ve şehircilik ilke ve esaslarına aykırı olduğu , Demirtaş tercihli kullanım alanı öngörüsüne itiraz yönünden Demirtaş tercihli kullanım alanı öngörüsünün, belirli bir yerleşim sistemi bütünlüğü kaygısı taşımadan özel bir durum ile ilişkili olarak verilmiş izlenimi yarattığı yolunda görüş bildirilmiştir.
Dosyanın yukarıda özetlenen bilirkişi raporu ile birlikte değerlendirilmesinden; Dava konusu edilen alanlara planla getirilen yerleşme alanları leke kararlarının alanın doğal yapısı, gelişme yönü ve büyüklükleri, yer seçimi, alanların özelliği, yasal, yapay ve doğal eşikler, mevcut yerleşimler ve yerleşme alanlarının makraformu gözönünde bulundurulduğunda Isparta Şarkikaraağaç, Güneykent-Keçiborlu, Atabey, İslamköy, Beydere, Eğirdir (gelişme ve turizm alanları) Tefenni, Çörten Altınyayla, Antalya Ekşili, Antalya merkezi ve havaalanı arasındaki bölgede, Antalya Havaalanı güneyinde ve doğusundaki bölgede, Antalya Konyaaltı, Karadayı, Hasyurt, Beykonak, Gazipaşa bölgelerinde getirilen gelişme alanlarında ve Demirtaş tercihli kullanım alanında şehircilik ve planlama esaslarına ve kamu yararına uyarlık görülmemiştir.
Davacı tarafından ileri sürülen Sulak Alan Tampon Bölgesi sınırlarının izlenemediği, lejant maddelerinde “Sulak Alan Tampon Bölgesi” yer almasına karşın ilgili paftasında bu gösterime rastlanmadığı, sayısal paftalar üzerinde anılan sınırlar okunamadığı, ekolojik sorunların tehdidi altında olan ve bu nedenle arazi kullanım kararlarının titizlikle gözden geçirilmesi gereken Burdur Gölü ve çevresinde dile getirilen konudaki eksikliğin kabul edilebilir bir yanı bulunmadığı, Organize Sanayi Bölgesi kullanımının Tampon Bölge içinde yer alamayacağı anlaşıldığından, dava konusu planın bu kısmında hukuka uyarlık bulunmamaktadır.
Davaya konu golf alanlarının uluslararası standartlara uygun strateji kararına göre yer seçimlerinin yapılmadığı, ciddi bir araştırmaya dayanmadığı, golf alanların belirlenmesinin tüm planlama bölgesi üzerinde yer alan bir arazi ve araştırma sonucu ortaya çıkmadığı, topografya, su kullanımı vb. verilerin değerlendirilmediği, bu alanlarda getirilmiş olan kullanım kararlarının bu bölgelerde onaylanmış olan plan kararlarından geldiği anlaşıldığından bu hususta şehircilik ilkelerine planlama esaslarına ve kamu yararına uyarlık bulunmamaktadır.
Kaş Limanağzı Mevkii'nde doğal sit alanında turizm tesis alanı öngörülmesinin şehircilik ve planlama ilkeleri ile bağdaşmadığı da açıktır.
Dava konusu Çevre Düzeni Planının (İtiraz 2)- 9.39. sayılı plan uygulama hükmü yönünden;
Bölgesel tarım ürünlerinin değerlendirilmesi ve korunması amacıyla entegre tesislerin yer alabileceği organize tarım ve hayvancılık alanı kullanım kararının, çevresel etkilere yönelik alt ölçekli planları yönlendirmesi beklenen ilke ve stratejilerin oluşturulması ve koruma-kullanma dengesinin sağlanması açısından, üst ölçekli çevre düzeni planı kapsamında ele alınması gerektiği hususunda kuşku bulunmamaktadır.
Nitekim Mekansal Planlar Yapım Yönetmeliği'nin eki Ek-1c maddesinde, organize tarım ve hayvancılık alanları, "Çevre Düzeni Planı Gösterimleri" içerisinde yer almakta olup, dava konusu Çevre Düzeni Planının lejantlarında da bu kullanım gösterilmektedir.
Yukarıda yer verilen açıklamalar ve bilirkişi raporundaki tespitler göz önünde bulundurulduğunda, organize tarım ve hayvancılık alanlarının üst ölçekli çevre düzeni planı çerçevesinde ve bu plan kararları doğrultusunda öngörülmesi gerekirken, 50 hektardan daha küçük alanlara yönelik yer seçimi kararının çevre düzeni planı kapsamından çıkarılarak, alt ölçekli planlamaya bırakılmasına yönelik dava konusu planın 9.39 sayılı plan uygulama hükmünde hukuka uyarlık görülmemiştir.
Dava konusu Çevre Düzeni Planının (İtiraz 4)-5.7 sayılı plan uygulama hükmü yönünden;
Bilirkişi raporundaki tespitler doğrultusunda, ulusal ve uluslararası mevzuat çerçevesinde belirlenen/belirlenecek olan milli parklar, tabiat parkları, sulak alanlar vb. gibi koruma alanlarına ilişkin planlama kararlarının, dava konusu Çevre Düzeni Planı çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği açık olup, çevre düzeni planını işlevsiz bırakacak nitelikte, bu kararları üst ölçekli planın kapsamından çıkararak, korunan alanlara yönelik yapılacak alt ölçekli planların geçerli kabul edilmesini öngören dava konusu plan hükmünde hukuka uyarlık bulunmamıştır.
Dava konusu Çevre Düzeni Planının (İtiraz 8)- 9.7 sayılı plan uygulama hükmünün, üçüncü paragrafı yönünden;
Çevre düzeni planı ile leke olarak belirlenen kentsel ve kırsal yerleşim alanlarındaki nüfus kabullerini aşmamak kaydıyla, bu alanlara bitişik yerlerdeki Orman Kanunu 2/B olarak belirlenen küçük alanların alt ölçekli planlar ile belirlenmesi mümkün ise de, dava konusu plan hükmü ile, alt ölçekli plan kararları ile belirlenebilecek 2/B arazilerinin büyüklüğü ve sınırına ilişkin herhangi bir belirleme yapılmaksızın, çevre düzeni planı değişikliği gerektiren büyüklükte alanların da alt ölçekli plan kararı ile kentsel ve kırsal yerleşik alan olarak gösterilmesi öngörülmüştür.
Bu durumun, alt ölçekli plan kararının, üst ölçekli çevre düzeni planı ile belirlenen genel arazi kullanım kararından farklı olması sonucunda, planların kademeli birlikteliği ilkesine aykırılık oluşturacağı gibi, alt ölçekli planları yönlendirecek ilke ve stratejilerin ortaya konulması beklenen çevre düzeni planının işlevsiz kalmasına sebebiyet vereceği açıktır.
Bilirkişi raporundaki tespitler de göz önünde bulundurulduğunda, 2/B arazisi niteliğindeki kentsel ve kırsal yerleşik alanlara ilişkin genel arazi kullanım kararlarını, dava konusu Çevre Düzeni Planının konusu olmaktan çıkartarak, üst ölçekli planı işlevsiz hale getirdiği açık olan dava konusu plan hükmünde bu haliyle hukuka uyarlık görülmemiştir.
Dava konusu Çevre Düzeni Planının (İtiraz 14)- 9.6.4 sayılı plan uygulama hükmü yönünden;
Bilirkişi raporunda da belirtildiği üzere, planlama bölgesi içerisindeki orman alanlarının kullanımı ya da tahsisine ilişkin kural ve koşulların yanı sıra uygulama ilke ve esaslarının üst ölçekli plan olan 1/100.000 Çevre Düzeni Planında ortaya konulması gerekmekte olup, anılan plan hükmü, planlama bölgesi içerisindeki orman alanlarının tahsisini çevre düzeni planının konusu olmaktan çıkardığı gibi alanda tahsis edilen kullanımın, üst ölçekli plan kararlarına aykırı olması sonucunu da doğurabileceği anlaşılmaktadır.
Bu itibarla, orman mülkiyetinde olup tahsisi yapılan alanlarla ilgili kullanım kararlarının üst ölçekli çevre düzeni planı çerçevesinde ve bu plan kararları doğrultusunda öngörülmesi gerekirken, bu plan kararlarından bağımsız olarak alanın kullanılmasına olanak sağlayan 9.6.4 sayılı plan hükmünde şehircilik ilkelerine planlama esaslarına uyarlık bulunmadığı sonucuna ulaşılmaktadır.
Dava konusu Çevre Düzeni Planının (İtiraz 16)- 9.15 ve 9.16 sayılı plan uygulama hükümleri yönünden;
Leke plan niteliğinde olan Çevre Düzeni Planı ile alt ölçekli planları yönlendiren somut ilke ve stratejilerin ortaya konulması gerekmekte olup, dava konusu planda, korunması gereken özel nitelikteki bu doğal alanların korunmasına yönelik somut karar ya da önlemlerin yer aldığı plan hükümlerinin oluşturulmadığı anlaşılmaktadır.
Bu itibarla, ülkemizin taraf olduğu uluslararası antlaşmalarla koruma altında olan deniz kaplumbağaları ile akdeniz foklarına yönelik doğal alanların niteliği ile bilirkişi raporundaki tespitler göz önünde bulundurulduğunda, dava konusu Çevre Düzeni Planında alt ölçekli planları yönlendirecek nitelikte, bu alanların korunması amacıyla temel ilke ve politikaları içerecek plan hükümleri oluşturulması gerekirken, aksi nitelikteki dava konusu plan hükümlerinde eksik düzenleme nedeniyle hukuka uyarlık bulunmamaktadır.
Dava konusu Çevre Düzeni Planının (İtiraz 17)- 9.33.1 sayılı plan uygulama hükmü ile 5.35 sayılı plan hükmü yönünden;
Bakılan uyuşmazlıkta, Plan Uygulama Hükümleri'nin, plan esnekliğini ve dinamizmini sağlaması açısından önemli olmasına karşın, fazlasıyla genel bir madde olduğu, plan değişikliği gerektiren hususların mutlaka plana işlenmesinin gerekmesi nedeniyle plan hükümlerinin hangi yatırım kararlarının çevre düzeni planında değişiklik gerektireceği hangilerinin gerektirmeyeceği konusunda net bir düzenleme yapılarak çerçeve çizilecek şekilde yeniden oluşturulması gerektiği sonucuna varılmıştır.
Plan Uygulama Hükümleri'nin 9.33.1 sayılı maddesi ile uyuşmazlık konusu 5.35 sayılı maddesi birlikte incelendiğinde, ikisinde de yenilenebilir enerji alanlarına ilişkin benzer nitelikte düzenleme getirildiği anlaşılmaktadır.
Bu itibarla, Plan Uygulama Hükümleri'nin 9.33.1 sayılı maddesi ile 5.35 sayılı maddesinde aynı gerekçelerle hukuka uyarlık bulunmamaktadır.
Davaya konu 5.36 sayılı plan notu ile bu plan kapsamındaki alanlarda kentsel ve kırsal yerleşme alanları dışında TOKİ'ye çevre düzeni planı değişikliği yapılmadan alt ölçekli plan yapma olanağı tanınmasının çevre düzeni planı tanımına, ilke ve usul ve esaslarına uygun olmadığı, kanunlarla kendisine tanınan yetkiyi kullanacak olan idarenin plan kapsamındaki kentsel ve kırsal yerleşme alanları dışındaki alanlarda alt ölçekli plan yapma ihtiyacı oluşması halinde 1/100.000 ölçekte plan değişikliği yapılması gerektiği, bu itibarla plan notunun şehircilik ilkelerine ve planlama esaslarına aykırı olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Açıklanan nedenlerle ;Çevre ve Şehircilik Bakanlığının 27/08/2015 tarihli oluru ile onaylanan Antalya-Burdur-Isparta Planlama Bölgesi 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planının; (İtiraz 2)- 9.39 sayılı plan uygulama hükmü (İtiraz 4)- 5.7 sayılı plan uygulama hükmü (İtiraz 8)- 9.7 sayılı plan uygulama hükmünün, üçüncü paragrafı (İtiraz 14)- 9.6.4 sayılı plan uygulama hükmü (İtiraz 16)- 9.15 ve 9.16 sayılı plan uygulama hükümleri (İtiraz 17)- 9.33.1 sayılı plan uygulama hükmü (İtiraz 18/16)- Antalya İli, Demirtaş tercihli kullanım alanı kararı ,Isparta Şarkikaraağaç, Güneykent-Keçiborlu, Atabey, İslamköy, Beydere, Eğirdir (gelişme ve turizm alanları), Tefenni, Çörten Altınyayla, Antalya Ekşili, Antalya merkezi ve havaalanı arasındaki bölgede, Antalya Havaalanı güneyinde ve doğusundaki bölgede, Antalya Konyaaltı, Karadayı, Hasyurt, Beykonak, Gazipaşa bölgelerinde getirilen gelişme alanları ile Perkakende ve Oymapınar barajının güneyindeki golf alanları, Kaş Limanağzı'nda öngörülen turizm tesis alanı ve Burdur Gölü'ne ilişkin plan kararları ile 5.35 ve 5.36 sayılı plan notları yönünden iptali, diğer hususlar yönünden şehircilik ilkeleri, planlama esasları ve kamu yararına aykırılık bulunmadığından reddi gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Altıncı Daire since, Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
İNCELEME VE GEREKÇE:
MADDİ OLAY:
Dava, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının 27/08/2015 tarihli oluru ile onaylanan Antalya-Burdur-Isparta Planlama Bölgesi 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planının hem plan hükümlerinin hem de planla getirilen mekansal kullanım kararlarının kısmen iptali istemiyle açılmıştır.
İLGİLİ MEVZUAT:
2872 sayılı Çevre Kanununun 9. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendinde "Ülke fizikî mekânında, sürdürülebilir kalkınma ilkesi doğrultusunda, koruma-kullanma dengesi gözetilerek kentsel ve kırsal nüfusun barınma, çalışma, dinlenme, ulaşım gibi ihtiyaçların karşılanması sonucu oluşabilecek çevre kirliliğini önlemek amacıyla nazım ve uygulama imar plânlarına esas teşkil etmek üzere bölge ve havza bazında 1/50.000-1/100.000 ölçekli çevre düzeni plânları Bakanlıkça yapılır, yaptırılır ve onaylanır. Bölge ve havza bazında çevre düzeni plânlarının yapılmasına ilişkin usûl ve esaslar Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle belirlenir." hükmüne yer verilmiştir.
Sözü edilen kanun maddesine dayanılarak çıkarılan Çevre Düzeni Planlarına Dair Yönetmelikte "Havza" ; bir akarsu kaynağını besleyen yüzey ve yer altı su kaynaklarının tabii su toplama alanını kapsayacak biçimde, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünce belirlenmiş alanlar, "Bölge" coğrafi, sosyal, ekonomik, fiziksel nitelikleri açısından benzerlik gösteren alan ve/veya Devlet Planlama Teşkilatınca belirlenmiş olan istatistiki bölge (düzey 2) birimleri olarak tanımlanmıştır.
Çevre Düzeni Planlarına Dair Yönetmeliğin 4. maddesi (ç) bendinde, Çevre düzeni planı açıklama raporu: Çevre düzeni planının vizyonunun, amacının, hedeflerinin, stratejilerinin, ilkelerinin ve politikalarının açıklandığı ve bunlar doğrultusunda belirlenen projeksiyon nüfusuna, sektörel yapıya, alan büyüklüklerine, plan kararlarına, plan uygulama araçlarına, kurumsal yapıya ve denetime ilişkin gerekçeli açıklamaların yapıldığı ve çevre düzeni planı ile bütün olan rapor;
(d) bendinde; çevre düzeni planı araştırma raporu; Planlama alanına ilişkin geleceğe yönelik projeksiyonların yapılabilmesi, plan kararlarının, koruma ve gelişme politika ve stratejilerinin ve plan hükümlerinin belirlenebilmesi için 7'nci madde kapsamında toplanan verilerin planlama çalışmasında kullanılacak biçimde analiz ve sentezinin yapıldığı, alana yönelik fırsatların, tehditlerin, güçlü yönler ve zayıflıkların belirlenerek ilgilisine göre farklı disiplinlerden uzmanlarca hazırlanan rapor, olarak tanımlanmış; çevre düzeni planının niteliklerinin belirlendiği 5. maddesi (e) bendinde, "planlamaya temel oluşturan verilerin farklılığından dolayı farklı mesleklerden uzmanların fiili katılımı ile hazırlanan üst ölçekli bir plan olduğu" plan nitelikleri arasında yer almıştır.
Yönetmeliğin Planlama Alanının Tespiti Başlıklı 6. maddesinin 1/a bendinde Planlama alanı; Çevre ve Orman Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun ve Çevre Kanunu kapsamında; Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından belirlenen büyük akarsu havzaları veya Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı tarafından belirlenmiş istatistiki bölge birimleri (düzey 2) ile birlikte idari sınırları da dikkate alınarak, en az iki il sınırını içerecek şekilde belirlenir hükmü yer almıştır.
Diğer taraftan 14.06.2014 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Mekansal Planlar Yapım Yönetmeliğinin 38. maddesinin 2. fıkrası ile Çevre Düzeni Planlarına Dair Yönetmelik yürürlükten kaldırılmış, Geçici 1. maddesinde, bu yönetmeliğin yürürlüğe girmesinden önce onay makamına sunulan veya idare meclisinde gündeme alınan plan tekliflerinin bu yönetmeliğin yürürlüğe girdiği tarihten önceki mevzuat hükümlerine göre sonuçlandırılacağı hüküm altına alınmıştır.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca çıkarılan 14.06.2014 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Mekansal Planlar Yapım Yönetmeliğinin 4.maddesinin 1.fıkrasının (c) bendinde, "Çevre düzeni planı: Varsa mekânsal strateji planlarının hedef ve strateji kararlarına uygun olarak orman, akarsu, göl ve tarım arazileri gibi temel coğrafi verilerin gösterildiği, kentsel ve kırsal yerleşim, gelişme alanları, sanayi, tarım, turizm, ulaşım, enerji gibi sektörlere ilişkin genel arazi kullanım kararlarını belirleyen, yerleşme ve sektörler arasında ilişkiler ile koruma-kullanma dengesini sağlayan 1/50.000 veya 1/100.000 ölçekteki haritalar üzerinde ölçeğine uygun gösterim kullanılarak bölge, havza veya il düzeyinde hazırlanabilen, plan notları ve raporuyla bir bütün olarak yapılan planı ifade eder." kuralı yer almaktadır.
Yönetmeliğin "Planlama alanı" başlıklı 18.maddesinde, "Çevre düzeni planı; coğrafi, sosyal, ekonomik, idari, mekânsal ve fonksiyonel nitelikleri açısından benzerlik gösteren bölge, havza veya en az bir il düzeyinde yapılır." kuralına, "Plan ilke ve esasları" başlıklı 19. maddesinin 1.fıkrasında ise, "Çevre düzeni planları hazırlanırken; a) Varsa mekânsal strateji planlarına uygunluğun sağlanması, b) Yeni gelişmeler ve bölgesel dinamiklerin dikkate alınması, c) İlgili kamu kurum ve kuruluşlarının mekânsal kararları etkileyecek nitelikteki bölge planı, strateji planı ve belgesi, sektörel yatırım kararlarının dikkate alınarak değerlendirilmesi, ç) Sürdürülebilir kalkınma amacına uygun olarak ekolojik ve ekonomik kararların bir arada değerlendirilmesi, d) Tarihi, kültürel yapı ile orman alanları, tarım arazileri, su kaynakları ve kıyı gibi doğal yapı ve peyzajın korunması ve geliştirilmesi, e) Doğal yapının, ekolojik dengenin ve ekosistemin sürekliliğinin korunması amacıyla arazi kullanım bütünlüğünün sağlanması, f) Ulaşım ağının arazi kullanım kararlarıyla birlikte ele alınması suretiyle imar planlarında güzergahı netleştirilecek yolların güzergah ve yönünün genel olarak belirlenmesi, g) Çevre sorunlarına neden olan kaynaklara yönelik önleyici strateji ve politikaların belirlenerek arazi kullanım kararlarının oluşturulması, ğ) İmar planlarına esas olacak şematik ve grafik dil kullanılarak arazi kullanım kararları ile koruma ve gelişmenin sağlanması, h) Afet tehlikelerine ilişkin mevcut raporlar ve jeolojik etütler dikkate alınarak afet risklerini azaltıcı önerilerin dikkate alınması esastır." kuralına yer verilmiştir.
Anılan 19.maddenin 2.fıkrasında, "Çevre düzeni planlarının hazırlanması sürecinde, planlama alanı sınırları kapsamında aşağıda genel başlıklar halinde belirtilen konular ile diğer konularda ilgili kurum ve kuruluşlardan veriler elde edilir; bu veriler kapsamında analiz, etüt ve araştırmalar yapılır: a) Sınırlar. b) İdari ve bölgesel yapı. c) Fiziksel ve doğal yapı. ç) Sit ve diğer koruma alanları, hassas alanlar, doğal karakteri korunacak alanlar. d) Ekonomik yapı. e) Sektörel gelişmeler ve istihdam. f) Demografik ve toplumsal yapı. g) Kentsel ve kırsal yerleşme alanları ve arazi kullanımı. ğ) Altyapı sistemleri. h) Yeşil ve açık alan kullanımları. ı) Ulaşım sistemleri. i) Afete maruz ve riskli alanlar. j) Askeri alanlar, askeri yasak bölgeler ve güvenlik bölgeleri. k) Planlama alanına yönelik bölgesel ölçekli kamu projeleri ve yatırım kararları. l) Her tür ve ölçekteki plan, program ve stratejiler. m) Göller, barajlar, akarsular, taşkın alanları, yeraltı ve yüzeysel su kaynakları ve benzeri hidrolojik, hidrojeolojik alanlar. n) Çevre sorunları ve etkilenen alanlar." düzenlemesine yer verilmiştir.
Aynı maddenin 3.fıkrasında, " Çevre Düzeni Planlarının hazırlanması sürecinde planlama alanı sınırları kapsamındaki tüm veriler 1/25.000 ölçekli harita hassasiyetinde hazırlanır." kuralı, 4.fıkrasında, "Plan hazırlık sürecinde ihtiyaç duyulan veri, bilgi ve belgeler; ilgili veriyi hazırlamakla sorumlu kurum ve kuruluşlardan, bilimsel çalışmalardan ve uzmanlarca arazide yapılacak çalışmalardan elde edilir." kuralı, 5.fıkrasında, "Planlama sürecinde coğrafi bilgi sistemleri ve uzaktan algılama yöntemleri kullanılarak güncellenebilir ve sorgulanabilir sayısal veri tabanı oluşturulur." kuralı bulunmaktadır.
HUKUKİ DEĞERLENDİRME:
Dava konusu çevre düzeni planlarına (ÇDP) karşı açılan bu davada dava konusu planın ilgili mevzuatta belirlenen kurallara, şehircilik ilkelerine, planlama esaslarına ve kamu yararına uygun olup olmadığının belirlenmesi amacıya Naip üye ... tarafından resen seçilen Prof. Dr. ..., Prof. Dr. ... ve Doç. Dr. ...'ın katılımıyla mahalinde keşif ve bilirkişi incelemesi yapılmıştır.
Dairemizce davacıların dava dilekçesindeki iddiaları, davalıların savunması, bilirkişi raporundaki değerlendirmeler ve rapora yapılan itirazlar çerçevesinde konular itibariyle ayrı ayrı değerlendirilmiştir.
1) Dava dilekçesinde; Plan Uygulama Hükümleri 4.10. sayılı Planlama Alt Bölgeleri Dışındaki Alanlar Bölümünün ve 5.45. sayılı kısmının, plan hiyerarşisini bozan hükümler içerdiği, mevzuatta yeri olmayan, planlama ve yetki karmaşasına neden olacak planlama alt bölgelerinin il çevre düzeni planlarını işlevsiz kılacak şekilde önerildiği, bu alanların sınırları dışındaki yerlerde de planlama karmaşasına neden olacağı, 1/100.000 ölçekli çevre düzeni planından sonra 1/25.000 il çevre düzeni planı yapılması gerekirken, bu planla il çevre düzeni planı yerine sadece belirli alanlar için 1/25.000 ölçekli planların yapılacak olmasının, bu alanlar dışındaki alanlarda 1/100.000 ölçekli çevre düzeni planından imar planlarına geçilmesi durumuna yol açtığı, bu şekilde 1/100.000 gibi kapsamlı bir ölçeğin ardından doğrudan nazım ve uygulama imar planlarının yapılabilecek olmasının, plan kademelenmesi ve planlama ilkelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Savunmada ; 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planında planlama bölgesinin 2 ana bölüme ayrıldığı, birincisi kentsel gelişme potansiyeli yüksek olan bölgelerin "planlama alt bölgesi" olarak belirlendiği ve bu bölgelerin bir alt ölçekte (bütüncül 1/25.000 / 1/5.000 ölçekli nazım imar planı) daha ayrıntılı analiz ve sentezlerle planlanması sağlanarak, bu bölgelerin sosyal, ekonomik ve mekânsal gelişiminin kontrol altına alınmasının, daha somut plan kararlarının verilmesine açılım sağlandığı, ikincisi ise "planlama alt bölgeleri dışındaki alanlar" olup, 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planında bu alanlarda bütüncül 1/25.000 ve 1/5.000 ölçekli nazım imar planı yapılmasının öngörülmediği, çünkü bu alanların bir alt ölçekte planlamaya konu edilmesinin para, zaman ve emek kaybı olduğu, zira bu alanlarda yapılaşmaların hiç olmadığı ya da ilgili Kanunlar doğrultusunda kısıtlı/şartlı olarak yapılaşmaya açılan alanlar olduğu, zaten bu şartların 1/100.000 Ölçekli ÇDP ile belirlendiği (Tarım Alanları, Orman Alanları, Özel Kanunlara Tabi Alanlar-Tabiatı Koruma Alanları, Milli Parklar vb.- gibi doğal nitelikli alanlar) ya da ilgili Kanunlar doğrultusunda bu alanlarda uygulama yapılması gerektiği, dolayısıyla bu alanların bir alt ölçekte yeniden planlamaya konu edilmesi gereksiz olduğu, ayrıca 1/100.000 ölçekli ÇDP Plan Hükümleri ve Plan Açıklama Raporunda, planlama alt bölgeleri dışında kalan yerleşmelere ilişkin olarak, projeksiyon dönemi için nüfus büyüklüğü ve yerleşim alan büyüklükleri, ayrıca plan açıklama raporunda yerleşmelerle ilgili alt ölçekli planları yönlendirecek kararların da yer aldığı savunulmuştur.
Bilirkişi raporunda ; "Kurulumuzca, 1/100.000 ölçekli ÇDP de "planlama alt bölgeleri" ve "planlama alt bölgeleri dışındaki alanların belirlenmesi ile bu durumun yerel idarelerde plan karmaşasına neden olacağı iddiası anlaşılamamıştır. Zira yerel idarelerin plan yapımındaki yetkileri Kanunlarla açık bir şekilde tanımlanmıştır: Çevre Düzeni Planı yapımında yetki 644 sayılı KHK uyarınca, Büyükşehir Belediyeleri sınırları içerisinde Büyükşehirler, Büyükşehir Belediyeleri sınırları dışında ise Bakanlığımızdadır. Bu doğrultuda 1/100.000 Ölçekli ÇDP' de belirlenen Planlama Alt Bölgelerinin 1/25.000 / 1/5.000 ölçekli nazım imar planı ilgili Kanunlar uyarınca yapılacaktır”.
Kurulumuz davalı İdarenin yanıtının yeterli düzeyde açıklayıcı olduğu ve yapılaşmaların hiç olmadığı ya da ilgili kanunlar doğrultusunda belirli kamu kurum ve kuruluşlarının denetimi altında olan büyük alanları kapsayan "planlama alt bölgeleri dışındaki alanlar” için kaynak, emek ve zaman kaybına neden olacak ayrıntılı alt ölçek planların ihtiyaç duyulmadan öncelikli olarak hazırlanmasının gerekli olmadığı kanısındadır. Çünkü anılan nitelikteki doğal alanlar yapılaşmanın ilgili mevzuatla büyük ölçüde yasaklandığı ve kamu kurumları tarafından denetlenen geniş alanlardan oluşmaktadır. Bu alanların genel niteliğini değiştirmeyecek şekilde bir bölümünde herhangi bir nedenle yapılaşma söz konusu olduğunda ise bu kesim için üst ölçek plan hükümleri esas alınarak planlama çalışması yapılması ise plan gereği uyulması zorunlu bir hükümdür." görüşüne yer verilmiştir.
Dairemizce yapılan değerlendirmede; Davalı idarenin savunması ve plan notunun içeriği ile bilirkişi raporunda yer verilen görüşlerden, davacının iddialarının plan hükmünü kusurlandırmadığı, plan karmaşasına da neden olmayacağı, bu nedenle plan notunun şehircilik ilkelerine ve planlama esaslarına uygun olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
2) Dava dilekçesinde; Plan Uygulama Hükümleri 4.16. Sayılı maddede Organize Tarım ve Hayvancılık Alanlarının tanımlandığı ve 9.39. sayılı maddede uygulama hükümlerine yer verildiği, buna göre, öncelikle, tarımla ilgili tüm bilimsel kaynaklarda "tarım; toprak, su ve diğer doğal olanaklardan yararlanarak ve girdi kullanarak, bitkisel, hayvansal ve su ürünleri üretimini gerçekleştirmektir" biçiminde tanımlandığı, tarımın bir alt sektörü olan hayvancılığı, tarımdan ayrı ve bağımsız bir sektör olarak tanımlayan bir ifadenin kullanılmaması, sadece tarım demekle yetinilmesi ve açıklama gerekiyor ise "bitkisel ve hayvansal üretim" ifadelerinin kullanılmasının gerektiği, organize tarım ve hayvancılık alanları olarak adlandırılan alanların amacı tam olarak açıklanmadan, tarımla doğrudan ilgisi olmayan sosyal ve kültürel donatı alanları, sağlık ve eğitim tesisleri, rekreasyon alanları vb. kullanımların da yer alabileceğinin belirtilmesinin, yer seçiminde dikkat edilmesi gereken hususlara yer verilmemesinin son derece sakıncalı olduğu, günümüze kadar yanlış arazi kullanım kararları yüzünden gerektiği gibi korunamayan verimli tarım arazileri ve doğal yem üretim alanları olan meralar açısından artık zengin olmayan Türkiye'de, ülke tarımsal yapısıyla ne ölçüde örtüşeceği belli olmayan bu tür kararların planda yer alması son derece sakıncalı olduğu, hayvancılığın doğal yollarla yapılması yerine, endüstriyel hayvancılık adı altında hayvanların meralardan kopartılarak kapalı alanlara alınmasının, meralarda doğal olarak otlanması yerine hazır yemlerle beslenmesinin, hastalıklara karşı antibiyotikler verilmesinin insan ve çevre sağlığının tehdit edeceği, ayrıca, bitkisel üretimden farklı olarak, hayvancılığın doğrudan toprağa bağlı olmayan bir faaliyet olduğu, dava konusu planda ise, hem hayvancılığın endüstriyel hale getirildiği hem de hayvancılık tesislerinin verimli arazilerde yapılmasının önünün açıldığı, oysa hayvancılık tesislerinin, verimi düşük, bitkisel üretime müsait olmayan alanlarda da yapılabileceği, organize tarım ve hayvancılık alanlarının 50 hektardan küçük olması durumunda, çevre düzeni planı düzeyinde ele alınmasının planlama ilkelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Savunmada; planın araştırma ve sentez çalışmaları sonucunda, bölgenin en büyük potansiyelini tarım (bitkisel ve hayvansal üretim) sektörünün oluşturduğunun, buna karşın bu potansiyelin yeterince değerlendirilememiş olmasının bölgesel kalkınmada en önemli araçtan yararlanılamamasına ve ülkenin diğer bölgeleri ile arasında gelişmişlik farkının oluşmasına neden olduğunun ortaya konulduğu, bu doğrultuda dava konusu planda; bölgenin tarımsal potansiyelinin değerlendirilmesine yönelik düzenlemelerin yapılmasının kaçınılmaz bir hal aldığı, bu çerçevede yalnızca tarımsal (bitkisel ve hayvansal) üretimin artırılmasına yönelik değil, aynı zamanda bu ürünlerin modern teknoloji kullanılarak depolandığı, işlenerek katma değeri yüksek mamul madde haline getirilmesi ve bu alanların başta sağlık, eğitim, güvenlik vb. sosyal ve teknik donatılarla eksiksiz işleyen üretim merkezleri haline getirilmesi amacıyla düzenlemeler yapılmasının planda tarımsal üretimin güçlendirilmesinde temellerini oluşturduğu, bu arada söz konusu faaliyetlerin neden olabileceği çevresel etkiler de göz ardı edilmeyerek, bu faaliyetlerin; ilgili kurum ve kuruluşlarca mevzuata uygun bir şekilde belirlenecek sınırlı bölgeler dâhilinde, bir bütün olarak planlı ve denetimli bir şekilde gerçekleştirilmesine yönelik düzenlemeler getirilmeye çalışıldığı ifade edilmiştir.
Bilirkişi raporunda ; "Bilirkişi Kurulumuza göre, 1/100.000 ölçekli bir planda doğrudan “alan” (yer) belirleyip daha sonra bunların yapılaşma koşullarının alt ölçekli planlama sürecinde belirleneceğinin söylenmesi plan hükümleri arasında tutarsızlık oluşturmaktadır. Bu madde plan hükümleri arasında tutarsızlık oluşturmaktadır. 1/100.000 ölçekli bir planda, konusu olmamasına karşın, yer/alan belirlenmesi düzeyinde karar üretilmesinin tam zıddı olarak planlama süreçlerinin dışında yeni bir yer seçim süreci ve otoritesi tariflenmektedir. Ancak 50 hektardan büyük olması durumunda konunun söz konusu plan düzeyinde ele alınması planlama kademeleri arasındaki tutarlık ve üst ölçeğin kapsayıcılığı ilkesini bozmaktadır. Üst ölçekli “planda değişikliğe gerek olmaksızın” ifadesi üst ölçekli plan ile öngörülmemiş ya da tutarsızlık oluşturabilecek alt ölçekli plan kararlarının üretilmesine zemin hazırlayacaktır. Eğer dile getirilen anlamda bir esneklik söz konusu olacak ise o zaman neden dava konusu alanda Organize Tarım ve Hayvancılık Alanı gösterimine gerek duyulmaktadır.
Üst ölçekli bir plan olmasına karşın, dava konusu 1/100.000 ölçekli planın Organize Tarım ve Hayvancılık gibi bir konuda planlama bölgesi kapsamında herhangi bir bölgeleme ya da bir mekansal gelişme stratejisi geliştirmemiş olduğu gözlenmektedir. “Organize Tarım ve Hayvancılık” konusunun, daha çok mevcut kimi yerseçimlerin plana işlenmesi şeklinde ele alınmış olduğu izlenimi edinilmektedir.
“Organize Tarım ve Hayvancılık Alanları”nın yer seçimi, yerleşmelerin nazım ve uygulama imar planı çerçevelerinden bağımsız bir sürece dönüştürülmektedir. Kuşkusuz, nazım ve uygulama imar planı süreçlerinde söz konusu kullanıma ilişkin doğru yer seçim ve yapılaşma koşullarının oluşturulması açısından her aşamada ilgili kurum ve kuruluşların görüşlerine başvurulması planlama esasları açısından gereklidir. 1/100.000 ölçekli bir planda yapılması gereken doğrudan alan belirlemek değil, yasada yeri bulunan “Organize Tarım ve Hayvancılık Bölgeleri” tanımına uygun olarak belirlenecek bölgelerde, alt ölçekli planlamaları yönlendirecek bölgeleme, yer seçim ve yapılaşma esaslarının belirlenmesidir.
Söz konusu doğrudan alan belirlemeye yönelik yer seçimlerinin, yerleşmelerin nazım ve uygulama imar planlama sürecinden bağımsız biçimde 1/100.000 ölçekli planlama aşamasında kesinleştirilmiş olmasını olumsuz değerlendiren Kurulumuz, 1/100.000 ölçekli planın, koruma-kullanma, tarımsal üretimin geliştirilmesi vb hedeflerinin, arazi kullanımına yönelik plan uygulama hükümleri nedeniyle tam tersi yönde gerçekleşmesi kaygılarını taşımaktadır.
Dava konusu 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planında yer alan, tarım ve hayvancılığın, kendisi ile ilişkili üretim, dağıtım, araştırma faaliyetleriyle bütünleştirilerek ele alınması ve buna uygun mekânsal düzenlemelere gidilmesi önemli ve gerekli görülebilirse de bu konu yalnızca bu bölgeler için uygun yer seçimi ve kendi iç düzenlerinin planlanması ve tasarımı ile sınırlı olmayıp, kentsel sektör ile tarım sektörü arasında ilişkilerin kurulması, bu bölgelerin bulundukları yerler ile yerleşmeler arasındaki mekânsal düzenlerin kurulmasına yönelik bir planlama konusudur; üst ölçekli planlardan başlayarak alt ölçeklere kadar diğer alt ölçekli kent planlama faaliyetleri ile birlikte yürütülmesi gereken bir konudur. Bunun ana çerçevesi ise Çevre Düzeni Planlaması ile oluşturulabilecektir." görüşlerine yer verilmiştir.
Dairemizce yapılan değerlendirmede Davacı tarafından, dava dilekçesinde hayvancılığın tarımdan ayrı ve bağımsız sektör olarak ele alınmaması gerektiği ve "Organize Tarım ve Hayvancılık Alanları"nın 50 hektardan küçük olması durumunda, çevre düzeni planı düzeyinde ele alınmamasının planlama ilkelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Davaya konu plan notlarının 4.16. maddesinde organize tarım ve hayvancılık alanları tanımlanmış, 9.39. sayılı maddesinde bu alanlarda bulanabilecek kullanımlar belirlenmiştir.
Plan açıklama raporunda alana ilişkin tarım sektörüne yönelik ana stratejilerin belirlendiği, burada hayvansal üretime ilişkin strateji ve uygulama stratejilerinin oluşturulduğu görülmektedir.
Davalı idarece de bölgenin tarım (bitkisel ve hayvansal) üretimi potansiyeli olduğu yönündeki görüşe göre bölgede organize tarım ve hayvancılık bölgeleri kullanımının öngörülmesinin ve gerçekleşmesinin bölgenin gelişmesinde büyük rol oynayacağı görülmektedir.
Ayrıca plan lejantlarında organize tarım ve hayvancılık alanları lejantının yer alması nedeniyle lejanta karşılık gelen kullanım türü ve kararının belirlenmesi, davaya konusu ÇDP'nın, onaylandığı tarihte yürürlükte olan Çevre Düzeni Planlarına Dair Yönetmelik hükümlerine göre hazırlanması ve Mekansal Planlar Yapım Yönetmeliği ile eki gösterimler bölümünde de organize tarım ve hayvancılık alanı gösteriminin yer alması, bu kullanımın alansal olarak tariflenmesi nedeniyle planda bu alanların yer seçimine konu olarak gösterilmesinin planın ölçeğine,niteliğine, şematik diline ve mevzuata aykırı olmadığı, sonucuna ulaşılmıştır.
Bu itibarla plan hükümlerinin yeterli korumayı sağladığı, getirilen kullanımın bölgenin özelliğine uydun olduğu hayvancılığın tarımdan ayrı bir sektör olarak ele alınması iddiasına itibar edilmemiş ve davaya konu plan hükümlerinin bu kısmında şehircilik ilkelerine planlama esaslarına ve kamu yararına aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
Diğer taraftan en az 20 ha olacak şekilde belirlenen organize hayvancılık ve tarım alanlarında tarım ve hayvancılık amaçlı yapının ve bu yapıların içerisinde çalışanların ihtiyacına yönelik sosyal kültürel donatı alanları, sağlık ve eğitim tesislerinin de yapılmasının öngörülmesinin bu kullanımların yerleri, büyüklükleri ve yapı yoğunluklarının alt ölçekli imar planlarıyla belirlenecek olması karşısında 20 ha büyüklüğündeki bir alanda tarımsal üretimin ve üretimde çalışanların ihtiyacının sağlanmasına yönelik getirilen düzenlemede mevzuata aykırılık görülmemiştir.
Dava konusu plan hükmü ile “Organize Tarım ve Hayvancılık Alan"larının yer seçiminin, ilgili İl Toprak Koruma Kurulunca en az 20 (yirmi) hektarlık alan için yapılabileceği, yer seçimi yapılacak alanın ancak 50 hektardan büyük olması durumunda, dava konusu Çevre Düzeni Planında değişiklik yapılmasının zorunlu olduğu kurala bağlanmış olup, belirtilen hektardan daha küçük alanlara yönelik yer seçimi kararlarının çevre düzeni planı kapsamında değil, alt ölçekli planlar çerçevesinde değerlendirileceği anlaşılmaktadır.
Mekansal Planlar Yapım Yönetmeliği'nin yukarıda belirtilen maddesi uyarınca, çevre düzeni planı, orman, akarsu, göl ve tarım arazileri gibi temel coğrafi verilerin gösterildiği, kentsel ve kırsal yerleşim, gelişme alanları, sanayi, tarım, turizm, ulaşım, enerji gibi sektörlere ilişkin genel arazi kullanım kararlarını belirleyen, yerleşme ve sektörler arasında ilişkiler ile koruma-kullanma dengesini sağlayan plan notları ve raporuyla bir bütün olarak yapılan bir plan olup, çevre düzeni planı hazırlanırken, çevre sorunlarına neden olan kaynaklara yönelik önleyici strateji ve politikaların belirlenerek arazi kullanım kararlarının oluşturulması gerekmektedir.
Çevre düzeni planının bu niteliği göz önünde bulundurulduğunda, bölgesel tarım ürünlerinin değerlendirilmesi ve korunması amacıyla entegre tesislerin yer alabileceği organize tarım ve hayvancılık alanı kullanım kararının, çevresel etkilere yönelik alt ölçekli planları yönlendirmesi beklenen ilke ve stratejilerin oluşturulması ve koruma-kullanma dengesinin sağlanması açısından, üst ölçekli çevre düzeni planı kapsamında ele alınması gerektiği hususunda kuşku bulunmamaktadır.
Yukarıda yer verilen açıklamalar ve bilirkişi raporundaki tespitler göz önünde bulundurulduğunda, organize tarım ve hayvancılık alanlarının üst ölçekli çevre düzeni planı çerçevesinde ve bu plan kararları doğrultusunda öngörülmesi gerekirken, 50 hektardan daha küçük alanlara yönelik yer seçimi kararının çevre düzeni planı kapsamından çıkarılarak, alt ölçekli planlamaya bırakılmasına yönelik dava konusu planın 9.39 sayılı plan uygulama hükmünün bu kısmında hukuka uyarlık görülmemiştir.
3) Dava dilekçesinde; Plan Uygulama Hükümleri 4.54. Sayılı maddede sulak alan tanımının mevzuattan farklı yapıldığı, söz konusu tanımın Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği'ndeki tanıma uygun olacak şekilde düzeltilmesi gerektiği ileri sürülmüştür.
Savunmada; 1/100.000 ölçekli ÇDP 4.54. Sayılı maddesindeki sulak alan tanımının 3958 sayılı Sulak Alanların Korunması Yönetmeliğinde belirtilen tanım maddesine aykırı uygulamalar içermediği belirtilmiştir.
Bilirkişi raporunda ; "Bilirkişi Kurulumuz, itiraz edilen plan hükmü ile Sulak Alanlar Yönetmeliği’ndeki ifade farklılığını saptamaktadır. Bu farklılığın sulak alanların korunması ile ilgili olumsuz bir sonuç doğurmayacağı düşünülmekle birlikte ilgili Yönetmelikteki tanımın dışına çıkılmasına bir anlam verilememiştir. Plan Hükümlerinde ilgili Yönetmelik maddelerinin tekrarlanmasına gerek bulunmamaktadır. Buna karşın, planların, yönetmeliğin hükümlerini “yere özel” olarak geliştirmesi beklenir.
Kurulumuzca, itiraza konu Plan Hükmündeki değişikliğin biçimsel olduğu düşünülmektedir. Bu değişikliğin, içerik olarak koruma amacından farklı bir duruma yol açacağı düşünülmemektedir. O nedenle, dile getirilen biçimsel değişikliğin Yönetmelikte öngörülen amaçların dışında sonuçlara yol açması ya da uygulamada olumsuz kullanılması söz konusu görülmemektedir." görüşüne yer verilmiştir.
Dairemizce yapılan değerlendirmede; Bilirkişi raporundaki görüşler doğrultusunda, davacının iddialarının plan eleştirisi olarak kabul edilecek olmakla birlikte hukuka aykırılık nedeni olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
4) Dava dilekçesinde; Plan Uygulama Hükümleri 5. sayılı Genel Hükümler Bölümünde çevre düzeni planını işlevsiz bırakan plan hükmüne yer verildiği, 5.7. sayılı numaralı plan hükmünde bu plan kapsamında kalan alanlarda, ulusal ve uluslararası mevzuat çerçevesinde belirlenen/belirlenecek olan milli parklar, tabiat parkları, sulak alanlar vb. gibi koruma alanları için onaylanmış olan her tür ve ölçekteki planların, bu planda değişikliğe gerek kalmaksızın geçerli olacağının düzenlendiği, planların onay tarihlerinden sonra yaşanacak gelişmelerden ölçeği ve konusu gereği gerekli tadilat/revizyonlar her ölçekteki planda yapıldığı, ancak bu madde kapsamında belirtilen koruma alanlarındaki olası gelişmelerin de 1/100.000 ölçekli çevre düzeni planına ölçeği doğrultusunda eklenmesi gerektiği, dava konusu planın onayından sonra ilan edilecek örneğin bir sulak alanın sınırlarının plana işlenmemesi, bu doğrultuda plan değişikliğinin yapılmamasının şehircilik ve planlama ilkelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Savunmada; ilgili kanunlar uyarınca kurum ve kuruluşlara verilmiş görevler çerçevesinde korumaya ilişkin yapılmış olan iş ve işlemler ile 1/100.000 ölçekli ÇDP ile korumaya ilişkin alınmış olan kararların geçerli olduğu, ölçeği gereği küçük ölçekte yapılmış/yapılacak olan değişikliklerin 1/100.000 ölçekli ÇDP kapsamına alınmasının mümkün olmadığı, plan hükümleri ve plan açıklama raporuyla desteklenen planın, plan paftası üzerinde yapılmayan değişiklere ilişkin uygulamaya dönük hükümler getirildiği, hüküm altına alınmış olduğundan, söz konusu düzenlemenin şehircilik ve planlama ilkelerine aykırı olduğu iddiasının yersiz olduğu, ayrıca dava konusu planın onayından sonra ilan edilecek koruma alan sınırlarının ÇDP veri tabanına işlenerek ilk revizyonda plan paftalarına işlenmek suretiyle plana aktarılacağı belirtilmiştir.
Bilirkişi raporunda ; "Alt ölçekli planları yönlendirmesi gereken 1/100.000 gibi üst ölçekli bir planda yer alan ve bölgesel nitelikli pek çok yatırımın karara bağlanmasını alt ölçekli planlara aktaran plan hükümleri, büyük ölçüde planın kendisini en baştan işlevsiz kılmaktadır. Ayrıca bu hükümler, alt ölçekli planların, kendi ölçekleri ile uyuşmayan tür ve ölçekte yatırımları, üst ölçekli planlarda geliştirilen ilkeleri ve bu planların rehberliğini gözetmeksizin, karara bağlayan belgeler halinde getirmektedir. Bu yaklaşımın yaygınlaşması ve plan kademelerinde birbirini izleyen hemen her ölçekteki planlarda benzer hükümlerin yer alması, kent ve bölge planlama süreçleri açısından önemli bir tehlike olarak kabul edilmelidir. Zira bu tür plan hükümleri; planları, belirli amaçlar doğrultusunda insan eylemlerini yönlendiren ve yöneten karar ve politika çerçeveleri olmaktan çıkarmakta, gelişigüzel ve plansız bir biçimde gerçekleştirilen eylemlerin sonradan bir araya getirilerek kayıt altına alındığı yasal belgeler haline getirmektedir." görüşüne yer verilmiştir.
Dairemizce yapılan değerlendirmede ; Bu hususa ilişkin olarak bilirkişi kurulunun görüşleri planın haklı bir eleştirisi olarak kabul edilebilecek olmakla birlikte, dava konusu planın 5.6. sayılı plan hükmünde "Planda gösterilen sınırlarda farklılık olsa dahi, özel kanunlara tabi alanlarla ilgili olarak, yetkili kurumlarca belirlenmiş olan sınırlar geçerlidir. Bu sınırlarda değişiklik olması durumunda, kabul edilen yeni sınırlar plan değişikliğine gerek olmaksızın geçerli olacaktır." düzenlemesi ile özel kanunlara tabi alanlarda yetkili kurumlarca belirlenmiş olan sınırların geçerli olduğu, bu sınırlarda herhangi bir değişiklik yapılması durumunda ise yeni sınırların geçerli olacağının düzenlendiği, planlamada her sınırın çevre düzeni planına işlenmesinin fiilen mümkün olmadığı, iptali istenilen plan hükmünde korumaya ilişkin alınmış kararların geçerli olduğu, 1/100000 ölçekli Çevre Düzeni Planının ölçeği gereği küçük ölçekte yapılacak değişiklerin bu plana işlenmesinin mümkün olmadığı, yasalarla tanınan yetki çerçevesinde ilgili idarelerce alınan plan kararlarının 1/100.000 ölçekli planda değerlendirilmesinin mevzuat gereği olduğu gibi ilgili kurumlarca yapılacak uygulamaların çevre düzeni imar bütünlüğü içerisinde değerlendirileceğinin karara bağlandığı görüldüğünden, bu hususa ilişkin plan hükmünde hukuka aykırılık olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
5) Dava dilekçesinde; Plan Uygulama Hükümleri 5.9. sayılı maddede; bu planın onayından önce mevzuata uygun olarak onaylanmış mevzii imar planlarının geçerli olduğu hükmüne yer verildiği, planların kademeli birlikteliği gereği, her bir planın üst ölçekli planı doğrultusunda hazırlanacağı, bir bölgede üst ölçekli plan yapıldığı zaman da, daha önce onaylanmış olan alt ölçekli planların, bu plana göre revize edilmesi gerektiği yoksa planların kademeli birlikteliği ilkesi bozulmuş olacağı, daha önceki tarihlerde onaylanmış mevzi imar planlarını şartsız (uygulama gören kısımları hariç vb. kısıtlamalar getirilmeden) geçerli kabul etmenin planların kademeli birlikteliği ilkesine aykırı olacağı, yapılması gerekenin önceden onaylı tüm alt ölçekli planların, sonradan onaylanan üst ölçekli planla uyumlaştırılması olduğu ileri sürülmüştür.
Savunmada; ÇDP'de sadece mevzuata uygun olarak onaylanmış olan mevzii imar planları geçerli kabul edildiği, bu planın onama tarihinden önce onaylanmış ve bu plan kararlarına uymayan tüm nazım imar planı ve uygulama imar planlarının bu plan kararları doğrultusunda revize edileceği, mevzii imar planlarının kentsel alan ile bütünleşmeyen kopuk konumda yapılmış olan planlar olduğu, bu planların her ne kadar yapıldığı dönemde mevzuata uygun olarak onanmış olsalar bile 1/100.000 ölçekli ÇDP' de bu alanların gösterilmesinin hem büyüklük hem de kentsel alandan kopuk durumda bulunmaları sebepleri ile eğer mevzii imar planlarının bulunduğu bölgede gelişmeye yönelik olarak kararlar getirilmeyecek ise plan kapsamına alınmadığı, bu durumlar için plan notu düzenlemesi yapıldığı savunulmuştur.
Bilirkişi raporunda; "Davacının savladığı gibi, alt ölçek plan kararları aynen üst ölçeğe taşınmamakta, dava konusu plan kararları ile uyumlu olanlarda uygulamanın sürdürüleceği, uyumlu olmayan bölümlerinde ise uygulamanın durdurulacağı karar altına alınmaktadır. Bu bakımdan plan kademeleri arasında uyumsuzluk söz konusu değildir." tespit ve değirlendirmelerine yer verilmiştir.
Dairemizce yapılan değerlendirmede;
Bilirkişi raporunda da ifade edildiği üzere ilgili plan hükümlerinin alt ölçekli planları üst ölçeğe taşımadığı ve plan kademesi açısından bir uyumsuzluğun bulunmadığı, alanda önceki mevzii imar planlarının kazanılmış hakların korunması ilkesi kapsamında geçerli kabul edilmesinin hukuka uygun olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
6) Dava dilekçesinde; Öncelikle, muhtelif yatırım kararlarının değerlendirilmesi dar kapsamlı ve tesis bazında değil, havza bazında ve kümülatif esaslı yapılması gerektiği, çünkü hem doğal varlıkların birbiriyle olan etkileşiminin hem de insanların doğal varlıklarla olan etkileşiminin havza sınırları ile en iyi şekilde anlaşılabildiği, havza bazında değerlendirmenin, mevzuatta da belirtildiği üzere, ancak çevre düzeni planları ile sağlandığı, doğru ve eksiksiz planlama için, her türlü arazi kullanımlarının ve çevresel etkilerinin havza bazında ele alınacağı çevre düzeni planlarının gerektiği, bu tür kullanımların ÇED sürecine tabi olmasının, değilse de ilgili kurumlardan uygun görüşü alınmasının planlama gereksinimini ortadan kaldıran bir durum olmadığı, bu nedenle, geniş etki alanına sahip arazi kullanım kararlarının çevre düzeni planlarına işlenmesi bir zorunluluk olduğu, ayrıca, ÇED sürecinin belirli bir kullanımın çevresel etkilerini değerlendirmek için olduğu, havza bazında değerlendirme, planlama imkânı vermediği, plan revizyonu, ilave ve plan değişikliklerinin prosedürünün plan hükmünde tanımlanan fonksiyonlar için kaldırılmasının ve konudaki denetimin sadece idari olarak sağlanacağı dolayısıyla, Plan Uygulama Hükümleri 5.35. sayılı maddenin iptal edilmesi gerektiği ileri sürülmüştür.
Savunmada; Ulaşım, sanayi, turizm, tarım gibi faaliyetlere ilişkin plan kararlarının ilgili Bakanlıkların master planları ve kalkınma planları dikkate alınarak üretildiği ve daha sonra oluşabilecek yatırım kararları için plan notlarının 5.35 sayılı maddesinin düzenlendiği ayrıca;
-Karayollarında; 6085 sayılı "Karayolları Trafik Kanunu" ve "Karayolları Kenarında Yapılacak Tesisler ve Açılacak Tesisler Hakkında Yönetmelik" hükümlerine uyulacağı,
-Planlama alanı içinde önerilen demiryolu hatlarının Ulaştırma, Habercilik ve Denizcilik Bakanlığı Altyapı Yatırımları Genel Müdürlüğü tarafından gerekli fizibilite çalışmaları yapıldıktan sonra uygulama yapılacağı, ayrıca Antalya -Gazipaşa arasında kıyı boyunca hafif raylı sistem gerekli fizibilite çalışmaları yapıldıktan sonra yapılabileceği
-Havaalanlarında; 14.05.2002 tarih ve 24755 sayılı resmi gazetede yayınlanan "havaalanı yapım, işletim ve sertifikalandırma yönetmeliği" hükümleri doğrultusunda uygulama yapılacağı,
- Planlama alanı içerisinde küçük (stol) havalimanları(dolmuş uçak vb. küçük uçakların inebildiği,) yapılabileceği, bu tesislerin özellikle Antalya il merkezinin batısında bulunan Kaş, Kalkan, Finike, Kumluca ilçeleri ile doğusunda bulunan Alanya, Serik ilçelerine yapılabileceği,
-Denizyollarında; 3621 sayılı "Kıyı Kanunu" ve ilgili yönetmelikleri ile yürürlükteki diğer mevzuat hükümleri doğrultusunda uygulama yapılacağı,
-Limanlar-Tersanaler; bu alanlarda 6237 sayılı "Limanlar İnşaatı Hakkında Kanun" ve 5775 sayılı "Limanların İnşaa, Tevsii, Islah ve Teçhizine Dair Kanun" hükümleri doğrultusunda uygulama yapılacağı,
-Yat Limanlarında; Bu alanlarda 4957/2634 sayılı "Turizmi Teşvik Kanunu" ve "Yat Turizmi Yönetmeliği" hükümleri doğrultusunda uygulama yapılacağının,
ÇDP ile hükme bağlandığı savunulmuştur.
Bilirkişi raporunda; "Plan uygulama hükümlerinin 5.35 maddesinde dile getirilen kullanımların bir bölümü kentsel düzeye ilişkin iken diğer bir bölümü söz konusu maddede dile getirildiği üzere bölge/havza bütününe yöneliktir. Bu kullanımların bir bölümü bölgesel ve kentsel ölçekte önemli sonuçları olacak ve planın genel düzenini etkileyecek kullanımlardır. Yine bir bölümü de, bölge (planlama bölgesini kapsayan) ölçeğinde mekânsal düzenler kurulmasını (örneğin, bölge/havza bütününe yönelik tesisler ve bunlarla bütünleşmiş tesisler, sosyal ve teknik altyapı, karayolu, demiryolu, denizyolu, havaalanı, baraj, enerji üretimi ve doğalgaz depolamasına ilişkin kullanımlar vb.) öngören ve gerektiren kullanımlardır. Bölge ve havza ölçeğinde bu denli önemli kullanımlara ilişkin yer seçim kararlarının, tekil kullanımların yer seçimlerinin çevreye olan etkilerinin araştırılmasına yönelik ÇED değerlendirmesine terkedilmesi ve üst ölçekli planlama düzeyinde bir irdeleme ve değişiklik olmaksızın karar verilebileceğinin belirtilmesi, planlama esasları, şehircilik ilkeleri açısından doğru değildir.
Plan Uygulama Hükümlerinde “Çevre Düzeni Planında değişikliğe gerek kalmaksızın”, alt ölçekli planların hazırlanabileceği ve uygulamaya gidilebileceği gibi ifadeler, üst ölçekli planda öngörülmemiş, karara bağlanmamış konuların ve bunlarla ilgili değişikliklerin Çevre Düzeni Planlaması düzeyinde irdelenmesini, Çevre Düzeni Planının genel düzeni içinde değerlendirilmesini olanaksızlaştırmaktadır. Diğer bir anlatımla, bu yaklaşım, Kurulumuzca üst ölçek planları tümüyle değersizleştiren ve anlamsızlaştırılan bir tutuma yol açma potansiyelini büyük ölçüde barındıran bir plan notu olarak değerlendirilmektedir. Bu nedenle, davacının bu konuya yönelik iddialarının yerinde olduğu düşünülmektedir.
Bölgesel ölçekteki sektörel yatırım kararlarının (örneğin ilgili plan hükmünde belirtilen baraj, havaalanı, enerji tesisleri gibi yatırımlara ilişkin), dar kapsamlı bir biçimde ve tesis düzeyinde değil, bölgesel ihtiyaç ve koşullar doğrultusunda havzalar düzeyinde yapılması gerekir. Havzalar düzeyinde yapılacak bu tür bir değerlendirmenin, planlama süreci ve sistematiği içinde uygun karşılığı ise 1/100.000 ölçekli bölgesel nitelikli çevre düzeni planlarıdır. Üst ölçekli planlama sürecinde önceden öngörülmemiş olan kullanımların söz konusu olduğu koşullarda, bu kullanımların üst ölçekli planın genel çerçevesiyle ilişkili olarak irdelenmesi ve karar üretilmesi gerekir. Bu ise, bir plan değişikliği sürecidir. Kurulumuz, Plan Uygulama Hükümlerinin bu yöndeki yukarıda sayılan maddelerinin 1/100.000 ölçekli planın genel çerçevesi üzerinde belirsizlik yaratacak nitelikte olduğu görüşündedir. " görüşüne yer verilmiştir.
Dairemizce yapılan değerlendirmede; davaya konu 5.35 sayılı plan hükmünde, yer alan düzenlemenin, plan esnekliğini ve dinamizmini sağlaması açısından önemli olmasına karşın fazlasıyla genel bir madde olduğu, plan değişikliği gerektiren hususların mutlaka plana işlenmesinin gerekmesi nedeniyle plan hükümlerinin hangi yatırım kararlarının çevre düzeni planında değişiklik gerektireceği hangilerinin getirmeyeceği konusunda net bir düzenleme yapılarak çerçeve çizilecek şekilde yeniden oluşturulması gerektiği sonucuna varılmıştır. Bu nedenle de mevcut haliyle planın notunun şehircilik ilkeleri, planlama esaslarına uygun olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
7) Dava dilekçesinde; Planın 5.36. sayılı maddesinin: bu plan ile gelecekteki nüfus projeksiyonunu doğrudan etkileyeceğinden plan kararlarını etkisiz duruma getireceği bu durumun da planlama ilke ve esaslarına aykırılık teşkil ettiği ileri sürülmüştür.
Savunmada; Söz konusu plan hükmünde ilgili kurumlarca yapılacak uygulamaların çevre düzeni planının koruma, gelişme ve planlama ilkeleri doğrultusunda yapılması ve çevre imar bütünlüğü içerisinde değerlendirilmesi ilkesinin esas olduğunun belirtildiği, bu doğrultuda üst ölçekli planda düzenleme yapılmadan alt ölçekli planlar ile uygulamaya geçilmesine ilişkin plan hükmü düzenlenmiş olduğundan planlama hiyerarşisi içerisinde aykırı bir durumun bulunmadığı, zira bir uygulama planı olmayan çevre düzeni planında söz konusu hüküm ile bu konuda plan kararı getirilerek çevre düzeni planının amaç, ilke ve hedefleri doğrultusunda yapılacak irdeleme sonrasında gerekli görülmez ise alt ölçekli planlar ile uygulamaya geçilebileceğine ilişkin karar oluşturduğu savunulmuştur.
Bilirkişi raporunda; "Bilirkişi Kurulumuz, farklı ölçeklerde (kentsel ve bölgesel) sonuçları olacak Çevre Düzeni Planına ait plan hükümleri ile yasada ve ilgili yönetmelikte lejant maddeleri kapsamında yer alan kullanımlara ilişkin konularda Çevre Düzeni Planı değişikliğine gerek olmaksızın ilgili idaresince hazırlanıp onaylanacağının belirtilmesinin, Çevre Düzeni Planlamasını işlevsizleştireceği görüşündedir.
Bilirkişi Kurulumuz, dava konusu plana ilişkin Uygulama Hükümleri arasında çok sayıda konu ve alanda Çevre Düzeni Planı değişikliğini ya da bir anlamda Çevre Düzeni Planı kararları çerçevesinde irdeleme ve değerlendirme gereğini ortadan kaldıran plan hükmü olduğunu saptamaktadır. Kurulumuz söz konusu anlayışın planın geneline hâkim olduğu şeklindeki davacı görüşlerine katılmaktadır. Davacı herhangi bir kullanım için, kapsamı, türü ve ihtiyaç duyacağı alan vb. koşullar bilinmeden, plan değişikliği konusunun ortadan kaldırılmasının şehircilik ve planlama ilkelerine aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Davacının itirazı yerindedir. " görüşüne yer verilmiştir.
Dairemizce yapılan değerlendirmede; 5.36 sayılı plan notunda "Bu plan kapsamındaki alanlarda, kentsel ve kırsal yerleşme alanları dışında gereksinim duyulması halinde; Toplu Konut İdaresi'ne (TOKİ) tahsis edilmiş alanlarda, TOKİ tarafından üretilecek toplu konut alanlarına ilişkin başvurular, 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanuna tabi alanlara ilişkin uygulamalar ve İlbank Anonim Şirketi Genel Müdürlüğü tarafından 6107 sayılı kanun uyarınca yapılacak uygulamalar bu planın koruma, gelişme ve planlama ilkeleri ve nüfus kabulleri çerçevesinde, bu planda değişikliğe gerek kalmaksızın ilgili kurum ve kuruluş görüşleri alınarak ilgili İdaresince değerlendirilir. Bu doğrultuda hazırlanacak alt ölçekli planlar sayısal ortamda veri tabanına işlenmek üzere Bakanlığa gönderilir. Söz konusu taleplerin kentsel ve kırsal yerleşme alanları içerisinde kalması durumunda ise, imar planı bütünlüğü çerçevesinde ve nüfus kabulü dahilinde, ilgili idaresince alt ölçekli planlarda değerlendirilir." şeklinde düzenlenmiştir.
Davaya konu plan notunun (işlem tarihi itibariyle) planlama bölgesinde (daha sonra yapılan değişiklikle plan kapsamında) ÇDP'nında belirlenen kentsel ve kırsal yerleşme alanlarının dışında da TOKİ, 6306 sayılı Kanuna tabi alanlara ilişkin uygulamalara yönelik yetkili idarelere ve 6107 sayılı Kanun uyarınca İlbank Genel Müdürlüğü'ne çevre düzeni planı değişikliği yapılmadan alt ölçekli plan yapma olanağı öngörmesi nedeniyle plan yapma yetkisine sahip olan kuruluşların üst ölçekli çevre düzeni planı kararı olmadan bu plana aykırı bir şekilde arazi kullanım kararı belirlemesine yol açacağı, ÇDP'nında belirlenen kentsel ve kırsal yerleşme alanları ile gelişme alanlarının dışında konut üretilmesinin plan hiyerarşisi ve çevre düzeni planı yapma amaçlarıyla bağdaşmadığı, bu itibarla 5.36 sayılı plan hükmünde mevzuata uyarlık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
8) Dava dilekçesinde; Orman Kanunu 2B maddesi kapsamındaki alanlara yönelik hükümde, 2B olarak tanımlanan alanların Antalya ilinde oldukça geniş alan kapsamasına karşın, getirilen plan notu ile çevre düzeni planı yapılmadan alt ölçekli planların önünün açıldığı, ayrıca planın kabul edilen nüfus değerlerinin bu alanların imara açılması ile aşılacağı için plan bütünlüğünü bozacağı, bu nedenle Plan Uygulama Hükümleri 9.7. sayılı 2-B Alanları Bölümü, üçüncü paragrafın iptali gerekeceği ileri sürülmüştür.
Savunmada; planın ilgili maddesine gönderme yapılarak “bu planın koruma, gelişme ve planlama hedef ve ilkeleri ile çelişmeyen ve Kentsel Yerleşme Alanları ile bütünlük oluşturan konumda (2B konumunda) bulunan bu kapsamdaki alanlara yönelik kentsel yerleşme alan taleplerinin; bu planın nüfus kabulleri ve alansal büyüklükleri aşılmamak kaydıyla çevre düzeni planında değişiklik yapılmaksızın, ilgili kurum ve kuruluş görüşleri doğrultusunda alt ölçekli planlarda ilgili idaresince değerlendirilebileceği savunulmuştur.
Bilirkişi raporunda; "Orman Kanunu çerçevesinde bir yerin orman niteliğini yitirmesi ve koruma kapsamının dışına çıkarılması, kaçınılmaz ve zorunlu olarak gelişmeye açılacağı ve açılması gerektiği anlamına gelmemektedir. Orman Kanunu, ilgili idareye ormanların niteliği ile ilgili karar verme yetkisini vermiştir. Bu alanlarda orman niteliğinin yitirilmesi ile ilişkili karar genişletilerek, Çevre Düzeni Planlaması düzeyinde irdelemeleri, çalışmaları ve karar süreçlerini dışlayarak kullanım kararı üretilmesi planlama esasları açısından doğru olmayacaktır. Örneğin, orman niteliğini yitirmiş bir yerin orman niteliğini yitirmiş olması, ancak ve ancak Çevre Düzen Planlamasında bir planlama girdisi olarak değerlendirilebilir. Bu ise söz konusu yerlerin tartışmasız biçimde gelişmeye açılabileceği anlamına gelmemektedir ve gelmemelidir. Bu biçimde bir gelişme seçeneği, Çevre Düzeni Planlamasının hazırlık sürecinde irdelenmek, diğer gelişme öngörüleriyle Çevre Düzeni Planının mekânsal düzeni ve yerleşmeler sistemi içinde değerlendirilmek zorundadır. Bu ve benzeri kararlar Çevre Düzeni Planlamasına ancak girdi oluşturabilir; yoksa planın gerçekleştirilmesinden sonra plana eklenecek gelişmeler olarak kabul edilmesi planlama esaslarına aykırı olacaktır. Bu durumda Çevre Düzeni Planlamasının anlamını ve amaçlarını ortadan kaldıran sonuçlar ortaya çıkacaktır. " tespitlerine yer verilmiştir.
Dairemizce yapılan değerlendirmede; Dava konusu Çevre Düzeni Planının 9.7 sayılı plan uygulama hükmünün üçüncü paragrafı uyarınca, 6831 sayılı Orman Kanunu'nun 2/B maddesi kapsamında kalan alanlara yönelik kentsel yerleşme talepleri söz konusu olduğunda, alanın konumu ve kullanım şekli dikkate alınarak, bu Çevre Düzeni Planında herhangi bir değişiklik yapılmaksızın, doğrudan ilgili idarece yapılacak alt ölçekli planlar ile kentsel yerleşik alan olarak belirlenebileceğinin öngörüldüğü anlaşılmaktadır.
Yukarıda yer verilen diğer hususlara yönelik değerlendirmelerde de belirtildiği üzere, çevre düzeni planı, kentsel ve kırsal yerleşim, gelişme alanları, sanayi, tarım, turizm, ulaşım, enerji gibi sektörlere ilişkin genel arazi kullanım kararlarını belirleyen bir plan olup, alt ölçekli planları yönlendiren strateji ve ilkeleri ortaya koyan bu planda, kentsel ve kırsal yerleşim alanlarının leke niteliğinde gösterilmesi gerektiği kuşkusuzdur.
Çevre düzeni planı ile leke olarak belirlenen kentsel ve kırsal yerleşim alanlarındaki nüfus kabullerini aşmamak kaydıyla, bu kullanımlara bitişik yerlerdeki Orman Kanunu'nun 2/B maddesi kapsamındaki, 1/100.000 ölçekli plan değişikliğini gerektirmeyecek büyüklükteki alanların alt ölçekli planlar ile belirlenmesi mümkün ise de, dava konusu plan hükmü ile, alt ölçekli plan kararları ile belirlenebilecek 2/B arazilerinin büyüklüğü ve sınırına ilişkin herhangi bir belirleme yapılmaksızın, çevre düzeni planı değişikliği gerektiren büyüklükte alanların da alt ölçekli plan kararı ile kentsel ve kırsal yerleşik alan olarak gösterilmesi öngörülmüştür.
Bu durumun, alt ölçekli plan kararının, üst ölçekli çevre düzeni planı ile belirlenen genel arazi kullanım kararından farklılaşması sonucunda, planların kademeli birlikteliği ilkesine aykırılık oluşturacağı gibi, alt ölçekli planları yönlendirecek ilke ve stratejileri oluşturması beklenen çevre düzeni planının işlevsiz kalmasına sebebiyet vereceği açıktır.
Yukarıda yer verilen bilirkişi raporundaki tespitler de göz önünde bulundurulduğunda, 2/B arazisi niteliğindeki kentsel ve kırsal yerleşik alanlara ilişkin genel arazi kullanım kararlarını, dava konusu Çevre Düzeni Planının konusu olmaktan çıkartarak, üst ölçekli planı işlevsiz hale getirdiği açık olan dava konusu plan hükmünde bu haliyle hukuka uyarlık görülmemiştir.
9) Dava dilekçesinde; Plan Uygulama Hükümleri 5.62. sayılı maddedeki: "Bu planın onayından önce İller Bankası tarafından ihale edilmiş ve çalışmalarına başlanmış alt ölçekli planlama çalışmaları, bu planın nüfus kabullerini aşmamak kaydı ile ilgili kurum ve kuruluşlardan alınacak görüşler doğrultusunda, çevre düzeni planı değişikliğine gerek kalmaksızın sonuçlandırılır. Onaylanan planlar veri tabanına işlenmek üzere sayısal ortamda Bakanlığa gönderilir" hükmünün plan hiyerarşisi ve planlar arası eşgüdüm sağlanmasına aykırı olduğu, çevre düzeni planlarının, 5 yıllık kalkınma planlarından sonra gelen üst düzey fiziki planlar olup, havza ölçeğinde planlama imkânı verdiği, doğal değerlerin korunması, mevcut sorunlara çözüm önerisi geliştirilmesi, sürdürülebilir yaşam alanları oluşturulması için hazırlanan çevre düzeni planlarının, bu ve benzeri hükümler ile işlevsiz bırakıldığı, plan bütünlüğünün bozulduğu, her ne kadar, mevzuatımızda özel alanlarda planlama yetkisi farklı kurumlarda bulunsa da, üst ölçekli fiziki plan olan çevre düzeni planları hazırlanırken diğer alt ölçekli plan çalışmaları da değerlendirilmesi gerektiği ileri sürülmüştür.
Savunmada; anılan hüküm maddesinde de belirtildiği üzere, 1/100000 ölçekli ÇDP'nin onayından önce başlamış ve ÇDP'nin nüfus kabullerini aşmamış olması şart olarak koyulduğu, ilgili kurum ve kuruluşlardan alınacak görüşler doğrultusunda ÇDP değişikliğinin yapılmasına gerek bulunmadığı, dolayısıyla her durumda 1/100000 ölçekli ÇDP plan kararları ile uyumlu olması gerekmekte olup anılan hükmün plan hiyerarşisine ve planlar arası eşgüdüm sağlanmasına aykırı olduğu iddiası yersiz bir iddia olduğu ifade edilmiştir.
Bilirkişi raporunda; "Bilirkişi Kurulumuza göre bilindiği gibi planlama süreci yukarıdan aşağıya ya da aşağıdan yukarıya giden tek yönlü bir süreç olmayıp, kademeler arasında geri besleme ile oluşturulacak karşılıklı etkileşimin ürünüdür. Bu çerçevede üst ölçek plan hazırlanırken planlama alanında var olan durum gözetilerek hazırlanacak planın amaç ve hedefleri doğrultusunda yapılabilecek revizyonlar da belirlenerek plan belgesinde hüküm altına alınması beklenir. Diğer bir anlatımla, planlama alanındaki doğal ve yapılı çevre, üst ölçekli planla tasarlanacak mekânsal örüntü ve sistemle ilgili olarak belirli sınırlamalar getirmektedir. Plancı yeni planın amaç ve hedeflerini belirlerken bu durumu göz önüne almak zorundadır. Bu bağlamda planlama alanında yapılı çevreye ilişkin olarak ihalesi tamamlanmış ve yapımı süren alt ölçek planların büyük bir maliyet ve zaman kaybına yol açacak biçimde tümüyle iptali yerine, dava konusu plan hükmünde belirtildiği gibi, dava konusu 1/100000 ölçekli ÇDP' nin nüfus kabullerinin aşılmamış olması şartı getirilerek üst ölçek planın hedefleri doğrultusunda belirli bir denetim getirmiş olması yerinde bir tutum olarak görülmektedir." görüşüne yer verilmiştir.
Dairemizce yapılan değerlendirmede; dava konusu edilen plan hükmünde, bu çevre düzeni planının onayından önce İller Bankası tarafından ihale edilmiş ve çalışmalarına başlanmış alt ölçekli planlama çalışmalarının, bu planın nüfus kabullerini aşmamak kaydıyla çevre düzeni planı değişikliği yapılmadan sonuçlandırılabilceğinin düzenlendiği, bunun hükmün plan hiyerarşisine ve planlar arası eşgüdüm sağlanmasına aykırı olmadığı, alt ölçek planların büyük bir maliyet ve zaman kaybına yol açacak biçimde tümüyle iptali yerine, üst ölçek planın hedefleri doğrultusunda belirli bir denetim getirilmiş olmasının yerinde olduğu anlaşıldığından, plan hükmünde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
10) Dava dilekçesinde; Plan Uygulama Hükümleri 9.1.2. sayılı maddedeki Kırsal Yerleşme Alanları Bölümünün, kırsal yerleşme alanlarında yapılaşma baskısına neden olacağı, 6360 sayılı Kanun ile büyükşehir ilan edilen illerde köylerin mahalleye dönüştürülmesi nedeniyle kırsal alanlar, kentleşme baskısı ile karşı karşıya kalırken, söz konusu madde nedeniyle planlama alanı kapsamındaki illerde de benzer bir tehdit olacağı, ilk onaylandığındaki yapılaşma şartlarının belirlendiği şekliyle yeniden düzenlenmek üzere iptal edilmesi gerektiği ileri sürülmektedir.
Savunmada; Antalya-Burdur-Isparta Planlama Bölgesi 1/100.000 ölçekli ÇDP'nin Kırsal alanlara ilişkin 9.1.2. sayılı maddesinin bulunduğu kırsal yerleşim alanlarında anılan plan notları kapsamında uygulama yapılacağı, ayrıca kırsal yerleşik alan sınırlarının, ayrı bir kurum ve mevzuat kapsamında yapılması gerektiği savunulmuştur.
Bilirkişi raporunda ; "Bilirkişi Kurulumuz, anılan değişikliğin yapılaşma koşullarında herhangi bir artış getirmediğini, yalnızca uygulamada yapı yüksekliği ve kat adedi konusunda esneklik sunduğunu düşünmektedir. Yapılaşma biçimine dair bu ölçü ve koşulların “çevre imar bütünlüğü” dikkate alınarak alt ölçekli planlarda belirlenmesinde herhangi bir sorun görülmemektedir. Bu konuların, “yere özel verilerin” üst ölçekli planlama kararları ile tutarlığı sağlanarak değerlendirildiği alt ölçekli planlama sürecinde ele alınması planlama esasları ve şehircilik ilkeleri açısından doğru olandır." görüşüne yer verilmiştir.
Dairemizce yapılan değerlendirmede;
Davaya konu planın 9.1.2. sayılı maddesinde kırsal yerleşme alanlarına ilişkin hususların düzenlendiği, davacının iddiasının planın eleştirisi niteliğinde olduğu gibi kırsal yerleşim alanlarının sınırlarının tespitinin davaya konu planın konusu olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
11) Dava dilekçesinde; Plan Uygulama Hükümleri 9.5.1. sayılı madde ile ilgili olarak; birtakım projelerle ilgili tesislerde emsal değerin %50 oranında arttırılması ve mutlak tarım arazileri de dâhil olmak üzere verimi yüksek alanları yönünde düzenlemelerin yapılması ile adeta tarım alanlarının yapılaşmaya açılmasının amaçlandığı, söz konusu plan hükmünde, Plansız Alanlar Yönetmeliği uyarınca yapılaşma öngörüldüğü, bir planın, plansızlığı öngörmemesi gerektiği ileri sürülmüştür.
12) Dava dilekçesinde; Plan Uygulama Hükümleri 9.5.2.1. , 9.5.2.2. ve 9.5.2.3. sayılı maddelere ilişkin olarak, mutlak tarım arazilerinde yapılaşmanın artmasına neden olacağı, bu alanların korunmasını güçleştirecek şekilde düzenleme yapıldığı, mutlak, özel ürün ve dikili tarım arazilerinde tarımsal amaçlı yapılar için yapılaşma oranı belirlenirken alan büyüklüklerinin göz ardı edildiği ileri sürülmüştür.
11 ve 12 numaralı dava iddialarına ilişkin savunmada; İmar mevzuatında, mutlak, dikili ve özel ürün arazilerinde belirlenecek olan yapılaşma oranlarında %5 olması zorunluluğu bulunmadığı, bu rakamın, ülkede tarım sektörüne yapılan teşvikler ve tarım konusunda yapılan mevzuat düzenlemeleri (5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu'nun yürürlüğe girmesi, Hayvancılık İşletmelerinin Kuruluş, Çalışma, Denetleme Usul ve Esaslarına Dair Yönetmelik'in iptal edilmesi vb.) öncesinde yapılan planlama çalışmalarında genel yaklaşım olarak kabul edilen rakam olduğu, tarım topraklarını doğal kaynak değeri olarak mümkün olduğunca korumak, diğer yandan da ekonomik değer olarak rasyonel kullanımım sağlamak üzere düzenleme yapılması zorunlu ve uygun görüldüğü, bu kapsamda tarımsal vasfı yüksek olan alanlardan düşük olan alanlara doğru bir yapılaşma artışı öngörüldüğü ve yatırımların yönlendirilmesinin sağlanmaya çalışıldığı, anılan plan notları ile çiftçinin barınabileceği tarımsal amaçlı yapılara inşaat alanı ve emsal sınırlaması getirilmiş olup, alt ölçekli planlarda keyfi uygulamaları engellemek, plan bütününde birliktelik sağlamak ve tarımsal alanların tarım vasfı dışında kullanılmasının engellenmesi amaçlandığı belirtilmiştir.
11 ve 12 numaralı dava iddialarına ilişkin bilirkişi raporunda ; "Dava konusu planın itiraz edilen yapılaşma koşulları, yukarıdaki asgari arazi büyüklüklerine uygulandığında ve Organize Tarım ve Hayvancılık kullanımının kapsamında plan hükümlerinde öngörülen faaliyetler dikkate alındığında söz konusu yapılaşma emsalinin (E) taban kullanımı (TAKS) anlamına geleceği açıktır. Bu ise tarım toprağı üzerinde ciddi arazi kaybı anlamına gelmektedir. Söz konusu yapıların/kullanımın tarımla ilişkili olmasının tarımsal toprak kaybını haklı çıkaramayacağı açıktır.
Bilirkişi Kurulumuza göre, mutlak tarım alanları için öngörülmüş olan 0.20 Emsal yapılaşma koşulu tarım arazilerinin korunması hedefi dikkate alındığında yüksek bir değerdir. Bu yapılaşma oranı 5.8.5 no.lu plan hükmünde belirtilen koşullarda daha da artar hale gelmektedir. Bu yapılaşma koşullarının, 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’na aykırı biçimde tarımsal toprağın amaç dışı kullanımını teşvik edeceği düşünülmektedir. Aynı şekilde özel ürün ile dikili tarım arazilerinde öngörülen E: 0.10 yapılaşma koşulu, dava konusu planın tarım arazilerinin korunması hedefi dikkate alındığında yüksek bulunmuştur. Söz konusu emsal yapılaşma artışının tek parsel düzeyinde sonuçları önemsiz görülebilirse de, söz konusu yapılaşma koşulu, plan kapsamındaki tüm özel ürün arazileri ve dikili tarım arazilerine uygulandığında ne kadarlık bir tarım toprağının yitirileceği üzerinde durulmalıdır. Bunların yanı sıra Kurulumuzca, özel ürün arazileri ile dikili tarım arazilerinde tarımsal amaçlı yapılar için yapılaşma alanı belirlenirken, arazi büyüdükçe yapılaşma alanının artmasının ciddi bir tarımsal alanın kaybına ve yapılaşma alanlarının önemli ölçüde artışına yol açacağı düşünülmektedir." görüşüne yer verilmiştir.
11 ve 12 numaralı dava iddialarına ilişkin olarak Dairemizce yapılan ortak değerlendirmede,
Davaya konu 9.5. sayılı plan notu ve devamı maddelerinde, tarım alanlarında yapılacak tarımsal amaçlı yapılar için genel hükümler getirilerek Plansız Alanlar İmar Yönetmeliğinde yer alan yapılaşma koşullarına atıfta bulunulduğu, plan hükümlerinin devamı maddelerinde mutlak tarım arazileri, özel ürün arazileri, dikili tarım arazileri ile ilgili olarak ayrıntılı yapılaşma koşullarının getirildiği görülmektedir.
Planın 9.5.1. sayılı maddesinde Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda dikili, özel ürün, fiilen sulanan veya sulama projesi kapsamında bulunan tarım arazilerinde tarımsal amaçlı yapı yapılabileceği ve bu planın 9.39. organize tarım ve hayvancılık alanları hükmü çerçevesinde ilgili idarelerce yapılacak olan uygulamalar haricinde hayvancılık tesisi yapılaşmasına izin verilmeyeceği düzenlenmiştir.
Plansız Alanlar İmar Yönetmeliğinin, yapı şartları başlıklı, 63. maddesinin 1. fıkrasında, üst ölçekli planı bulunmayan iskan dışı alanda bulunan parsellerde inşaat alanı katsayısı %5'den fazla olmamak, yapı inşaat alanları toplamı hiçbir koşulda 250 m²'yi geçmemek, saçak seviyelerinin tabi zeminden yüksekliği (6,50) m' yi ve 2 katı aşmamak, yola ve parsel sınırına (5.00) m' den fazla yaklaşmamak şartı ile bir ailenin oturmasına mahsus bağ ve sayfiye evleri, kır kahvesi, lokanta ve bu tesislerin müştemilat binalarının yapılabileceği; bu alanlarda tarımsal üretimi korumak amacı ile üretimden pazarlamaya kadar tarımsal faaliyetleri içeren entegre tesis niteliğinde olmamak kaydıyla konutla birlikte veya ayrı ayrı yapılan mandıra, kümes, ahır, ağıl, su ve yem depoları, hububat depoları, gübre ve silaj çukurları, avhaneler, balık üretim tesisleri ve un değirmenleri gibi konut dışı yapılar mahreç aldığı yola (10) m'den parsel hudutlarına (5.00) m'den fazla yaklaşmamak, parselde bulunan bütün yapılara ait inşaat alanı katsayısı %40'ı ve yapı yüksekliği (6.50) m'yi ve 2 katı aşmamak şartı ile yapılabileceği, bu yapıların birinci fıkra koşullarına uyulmak üzere yapılacak konutla birlikte yapımı halinde de, inşaat alanı katsayısının %40'ı geçemeyeceği hükme bağlanmıştır.
Planın tarım alanlarına ilişkin maddeleri ile, bu planda 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu kapsamındaki tarım arazilerinde yapılacak olan tarımsal yapıların yapımı öngörülerek mutlak tarım arazilerinde E:0,20 dikili ve özel ürün arazilerinde E:0,10 olarak belirlenmektedir.
Davaya konu planda tarım alanı olarak belirlenmiş olan alanlar ile tarım alanlarının kullanım ve yapılaşma koşullarının geçerli olduğu alanlarda, bu plan ile belirlenmiş olan yapılaşma koşullarının maksimum değerler olduğu, bu değerlerin yetiştirilen ürün ve toprak özelliklerine bağlı olarak gerekiyorsa belirli kesimlerde alt ölçekli plan kararları ile sınırlanabileceği planla getirilen yapılaşma değerlerinin mutlak olmadığı, bu değerlerin maksimum değerler olarak belirlendiği görülmektedir.
Diğer taraftan, planın Mutlak Tarım Arazileri başlıklı 9.5.2.1. sayılı maddesinde bu alanlarda, tarımsal amaçlı yapıların yapılabileceği belirtilmiş, yine özel ürün arazileri başlıklı 9.5.2.3. sayılı maddesinde ve dikili tarım arazileri başlıklı 9.5.2.2. sayılı maddesinde de aynı düzenleme yer almıştır.
4.24. sayılı maddesinde ise, tarımsal amaçlı yapılar "toprak koruma ve sulamaya yönelik alt yapı tesisleri entegre nitelikte olmayan hayvancılık ve su ürünleri üretim ve muhafaza tesisleri ile zorunlu olarak tesis edilmesi gerekli olan müştemilatlar, mandıralar, üreticinin bitkisel üretime bağlı olarak elde ettiği ürünü için ihtiyaç duyacağı yeterli boyut ve hacimde depolar, un değirmeni, tarım alet ve makinelerinin muhafazasında kullanılan sundurma ve çiftlik atölyeleri, seralar, tarımsal işletmede üretilen ürünün özelliği itibariyla hasattan sonra iki saat içinde işlenmediği takdirde ürünün kalite ve besin değeri kaybolmasının söz konusu ise bu ürünlerin işlenmesi için kurulan tesisler ile Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından tarımsal amaçlı olduğu kabul edilen entegre nitelikte olmayan tesisler " olarak tanımlanmıştır.
3194 sayılı İmar Kanununun 27. maddesinde entegre tesis niteliğinde olmayan ve imar planı gerektirmeyen tarım ve hayvancılık amaçlı yapılar ibaresi yer almıştır.
Belirtilen hususların birlikte değerlendirilmesinden, tarım alanlarında, Kanunda öngörülen ve 4.24. sayılı plan notunda belirtilen kullanımlar dışında bir yapı yapmanın mümkün olmadığı, sonucuna ulaşılmaktadır.
Kaldı ki 5403 sayılı Yasa ve plan hükümleri uyarınca tarım arazilerinin bölünemeyeceği açık olduğundan tarım topraklarında tarımsal faaliyetlerini geliştirilmesi amacıyla mutlak tarım arazilerinde tarımsal amaçlı yapılar için E:0.20, özel ürün arazileri, dikili tarım arazileri için E:0,10 yapılaşma koşullarının getirilmesinin mevzuata aykırı olmadığı, diğer taraftan çiftçinin barınabileceği yapı emsale dahil olup toplam inşaat alanı ifadesinin de tüm katların toplam alanını ifade ettiği, dolayısıyla yeniden düzenlenmesine gerek olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
Davacı tarafından yukarıda yer verilen plan hükmü belirtilerek, birtakım projelerle ilgili tesislerde emsal değerin %50 oranında arttırılması yönündeki düzenlemenin tarım alanlarının yapılaşmaya açılmasına yol açacağı iddia edilmekte ise de, mutlak, özel ürün ve dikili tarım arazilerinde söz konusu plan hükmündeki koşulların sağlanması halinde, emsalin %50 arttırılması durumunda dahi, emsal değerlerinin Plansız Alanlar İmar Yönetmeliği'nin 63. maddesi ile öngörülen 0.40'ı aşmayacağı anlaşılmaktadır.
Öte yandan, sadece dava konusu plan ile 0.30 olarak belirlenen marjinal tarım arazilerinde emsalin %50 artırılması halinde, emsal değerinin 0.45'e çıkabileceği ve bu durumda Plansız Alanlar Tip İmar Yönetmeliği'nde öngörülen en yüksek 0.40 emsalin aşılması durumunun ortaya çıkabileceği değerlendirilebilir ise de, bu hallerde davalı idare tarafından Plansız Alanlar Tip İmar Yönetmeliği'nin 63. maddesinde öngörülen usul ve esaslara uyulmak suretiyle uygulama yapılabileceği açıktır.
Diğer taraftan, davaya konu planda, tarımsal vasfı düşük olan alanlardan daha düşük olan alanlara doğru bir yapılaşma artışı öngörüldüğü tarımsal işletmelerin desteklenmesi amacıyla sadece Başbakanlık, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, ilgili bakanlıklar ve bunlara bağlı kuruluşlar tarafından desteklenen projeye dayalı tarımsal faaliyetler bağlamında tarımsal amaçlı yapılar ile destekleme projeleriyle en az 100 büyükbaş, 200 küçükbaş vaya 50.000 adet ve üzeri kapasiteli kanatlı hayvancılık tesislerinde yapılaşma şartları %50 artırılmasının yörenin özelliği, ihtiyacı ve bölgesel ve yerel kalkınmayı sağlayabilmek açısından uygun olduğu sonucuna varılmıştır.
13) Dava dilekçesinde; Plan Uygulama Hükümleri 9.5.3. sayılı maddeye ilişkin olarak sulama alanlarının korunması ile bağdaşmayan hükümler içerdiği, bu tip alanlarda, hayvancılık tesislerinin yapılmasına yönelik plan hükümlerinin getirilmesi ise mevzuata aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Savunmada; anılan plan notu düzenlemesi ile, 5403 sayılı Kanun kapsamı dışında kalan tarım arazilerinde (3083 Sayılı Sulama Alanlarında Arazi Düzenlemesine Dair Tarım Reformu Kanununa Tabi Araziler), alt ölçekte yapılacak olan uygulamaların belirli bir plan dâhilinde yapılmasının sağlanmasının, keyfi uygulamaların engellenmesinin, plan genelinde belirli bir bütünlük sağlanmasının, çiftçinin barınabileceği tarımsal amaçlı yapılara inşaat alanı ve emsal sınırlaması getirilmesinin amaçlandığı savunulmuştur.
Bilirkişi raporunda ; "İtiraz edilen plan hükmünde “… fiilen sulanan veya sulama projesi kapsamında kalan tarım arazilerinde; bu planın 9.39 Organize Tarım ve Hayvancılık Alanı” hükmü çerçevesinde ilgili idarelerce yapılacak uygulamalar haricinde…” denilerek sulanan alanlarda plan hükümlerinin 9.39.maddesinde belirtilen uygulamalar dışarıda tutulmaktadır. Her ne kadar itiraz edilen maddede “Tarımsal Amaçlı Entegre Yapılar”a izin verilmeyeceği belirtilmişse de 9.39. maddedeki uygulamalar kapsamlı olup sulanan alanların üzerinde “Organize Tarım ve Hayvancılık Alanları” kapsamındaki yapılaşmalar izin verilmektedir.
Diğer yandan Kurulumuzca, plan hükümleri arasında sürekli göndermeler yapılarak ilgili yasal çerçevenin uygulanması konusunda belirsizlikler yaratılmaktadır. Oysa, 3083 sayılı Sulama alanlarında Arazi Düzenlemesine Dair Tarım Reformu Kanunu’nun amacı tarım toprağının verimli biçimde işletilmesi, korunması, ekonomik verimin artırılması olarak konulmuştur. Bu kapsamda yasa “topraklandırma”, “toplulaştırma”, “yeniden tahsis” ve “arazinin yeniden değerlendirilmesi” vb düzenlemeler öngörmektedir. Yasanın amacı tarımsal toprağın tarımsal amaçlar dışında değil, doğrudan tarımsal amaca yönelik kullanımının geliştirilmesine yöneliktir. Dolayısıyla, sulama alanlarına ilişkin planlama hükmünde tarımsal toprağın niteliği ile ilgili olmayan hayvancılık faaliyeti ve ilgili tesisleri kendi içinde öngören Organize Tarım ve Hayvancılık alanlarına ilişkin yetkilerin dışarıda tutulması Kurulumuzca olumlu değerlendirilmemiştir. İtiraz edilen plan hükmünün yetki ve konu belirsizlikleri sonucunda, sulama alanları üzerinde, ilgili yasa amaçlarına aykırı yapılaşmalara açık kapı bırakması tehlikeleri bulunmaktadır. Anılan plan hükmü ile sulama alanları üzerinde amaç dışı verimsiz kullanımı denetleme imkanının ortadan kalkacağını söylemek yanlış olmayacaktır. Sonuç olarak davacının sulama alanlarında hayvancılık tesislerinin yapılmasına yönelik plan hükümlerinin getirilmesinin mevzuata aykırı olduğu şeklindeki iddiası Kurulumuzca yerinde bulunmuştur." görüşlerine yer verilmiştir.
Dairemizce yapılan değerlendirmede ; Planın tarım alanlarına ilişkin maddeleri ile, bu planda 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu kapsamındaki tarım arazilerinde yapılacak olan tarım ve hayvancılık amaçlı yapıların yapımı öngörülerek sulanan tarım arazilerinde E:0,20 olarak belirlenerek tarımsal amaçlı yapı yapılacağı belirtilmektedir.
Davaya konu planda tarım alanı olarak belirlenmiş olan alanlar ile tarım alanlarının kullanım ve yapılaşma koşullarının geçerli olduğu alanlarda, bu plan ile belirlenmiş olan yapılaşma koşullarının maksimum değerler olduğu, bu değerlerin yetiştirilen ürün ve toprak özelliklerine bağlı olarak gerekiyorsa belirli kesimlerde alt ölçekli plan kararları ile sınırlanabileceği gözönüne alındığında, planla getirilen yapılaşma değerlerinin mutlak olmadığı, bu değerlerin maksimum değerler olarak belirlendiği görülmektedir.
Belirtilen hususların birlikte değerlendirilmesinden, tarım alanlarında, Kanunda öngörülen ve ilgili plan notlarında belirtilen kullanımlar dışında bir yapı yapmanın mümkün olmadığı, 5403 sayılı Yasa ve plan hükümleri uyarınca tarım arazilerinin bölünemeyeceği açık olduğundan sulanan tarım topraklarında hayvancılık faaliyetlerinin geliştirilmesi amacıyla sulanan tarım alanlarında öngörülen emsal: 0,20 değeri mevzuata aykırı bulunmamıştır.
14) Dava dilekçesinde; Plan Uygulama Hükümleri 9.6.4. sayılı maddeye ilişkin olarak, orman tahsisleri ile ilgili kararlarda plan değişikliğine gerek görülmemesinin hiçbir planlama ilke ve esasları ile bağdaşmadığı, Orman Genel Müdürlüğü'nce tahsisi yapılan alanlardaki arazi kullanım türüne göre plan değişikliğine gerek olup olmadığına karar verilmesi gerektiği ileri sürülmüştür.
Savunmada; anılan plan notu düzenlemesi ile planlama bölgesi bütününde, hangi kullanımda kaldığına bakılmaksızın, orman mülkiyetinde olan ve Orman Genel Müdürlüğü'nce tahsisi yapılan alanlarda, gerekli izinler ve Orman ve Su İşleri Bakanlığının görüşünün alınması kaydı ile 1/100.000 ölçekli çevre düzeni planında değişikliğe gerek kalmaksızın, tahsis süresi dahilinde tahsis amacına uygun olarak kullanılabileceğinin hüküm altına alınmış olduğu, gerekli izinler alınırken ilgili tüm kurum ve kuruluşlardan uygunluk görüşünün ilgili kanun ve mevzuat uyarınca alınacağı, söz konusu alanlar orman mülkiyetinde olduğundan ve orman mülkiyetinde olan bir alanın orman alanı kullanımı dışında bir karar getirilmesindense, plan notu düzenlemesi ile sadece tahsis süresince tahsis amacına uygun olarak kullanabileceğinin belirtildiği, plan değişikliği yapılmaması durumunun 1/100.000 ölçekli ÇDP ile plan notlarında düzenleyici bir hüküm oluşturduğu, planlama ve şehircilik ilkelerine aykırı bir durum oluşturmadığı savunulmuştur.
Bilirkişi Raporunda; "Orman Kanunu çerçevesinde bir yerin orman niteliğini yitirmesi ve koruma kapsamının dışına çıkarılması, kaçınılmaz ve zorunlu olarak gelişmeye açılacağı ve açılması gerektiği anlamına gelmemektedir. Orman Kanunu, ilgili idareye ormanların niteliği ile ilgili karar verme yetkisini vermiştir. Bu alanlarda orman niteliğinin yitirilmesi ile ilişkili karar genişletilerek, Çevre Düzeni Planlaması düzeyinde irdelemeleri, çalışmaları ve karar süreçlerini dışlayarak kullanım kararı üretilmesi planlama esasları açısından doğru olmayacaktır. Örneğin, orman niteliğini yitirmiş bir yerin orman niteliğini yitirmiş olması, ancak ve ancak Çevre Düzen Planlamasında bir planlama girdisi olarak değerlendirilebilir. Bu ise söz konusu yerlerin tartışmasız biçimde gelişmeye açılabileceği anlamına gelmemektedir ve gelmemelidir. Bu biçimde bir gelişme seçeneği, Çevre Düzeni Planlamasının hazırlık sürecinde irdelenmek, diğer gelişme öngörüleriyle Çevre Düzeni Planının mekânsal düzeni ve yerleşmeler sistemi içinde değerlendirilmek zorundadır. Bu ve benzeri kararlar Çevre Düzeni Planlamasına ancak girdi oluşturabilir; yoksa planın gerçekleştirilmesinden sonra plana eklenecek gelişmeler olarak kabul edilmesi planlama esaslarına aykırı olacaktır. Bu durumda Çevre Düzeni Planlamasının anlamını ve amaçlarını ortadan kaldıran sonuçlar ortaya çıkacaktır. " tespitlerine yer verilmiştir.
Dairemizce yapılan değerlendirmede; 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planının 9.6.4 sayılı plan hükmü uyarınca, orman mülkiyetinde olan ve Orman Genel Müdürlüğünce tahsisi yapılmış alanların, tahsis süresi boyunca bu planda değişiklik yapılmaksızın tahsis amacında belirtildiği şekliyle kullanılabilmesi öngörülmekte olup, söz konusu plan hükmünün, tahsise esas kullanım ile alanda Çevre Düzeni Planı ile belirlenen kararların farklı olması durumuna sebebiyet verebileceği değerlendirilmektedir.
Orman alanlarının ilgili mevzuat uyarınca korunması esastır. Ancak mevzuat hükümleri uyarınca tahsis yapılan alanların planda değişiklik yapılarak başka bir amaca ayrılması ve başka bir kullanımda gösterilmesi alanın orman statüsüne aykırı olacaktır. Orman alanlarına yönelik getirilen uygulama hükmü ile orman olup da mevzuat uyarınca tahsis yapılan alanların amaçlarına uygun olarak kullanılmasına olanak sağlanmış, orman statüsü değiştirilmemiştir. Ayrıca davaya konu planda orman alanlarının düzenlenen plan notları ile koruma altına alındığı görülmektedir. Bu bağlamda davaya konu düzenlemede mevzuata aykırılık görülmemiştir.
15) Dava dilekçesinde; Plan Uygulama Hükümleri 9.6.6. sayılı maddeye ilişkin olarak; orman alanları içerisinde, özel mülkiyeti kesinleşmiş özel orman alanlarının bulunabileceği, hiçbir koşul, arazi özelliği belirlenmeden tüm alanlarda tarım alanları hükümlerinin uygulanacağının hükme bağlanmasının mevzuata, şehircilik ve planlama ilkelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Savunmada; anılan plan notu düzenlemesi ile orman alanları içinde, özel mülkiyeti kesinleşmiş (tapuya tescil edilmiş) ve bu planın onayından önce onaylı imar planı bulunmayan alanlarda yapılanma koşulları ve ifraz işlemlerinde 9.5. maddesi altında yer alan hükümlerin geçerli olduğunun hükme bağladığı, planda orman alanı olarak gösterilmiş olan alanların ilgili kurumlardan alınan veriler (Orman Amenajman Planları) doğrultusunda plana aktarıldığı, orman kadastral verilerin plana işlenmediğinden dolayı, özel mülkiyeti kesinleşmiş olan alanlarda yapılanma şartlarının belirlenmesi amacıyla tarım alanları başlığı altında verilmiş olan yapılanma şartlarına uyulması gerektiği plan notları ile düzenlenmesinin amaçlandığı, orman sınırı dışında kalan ve orman vasfında olmayan alanlarda orman alanları hükmünün uygulanamayacağının açık olduğu belirtilmiştir.
Dairemizce yapılan ortak değerlendirmede,; Özel mülkiyete konu alanlar olması durumunda tarım alanlarına ilişkin hükmün uygulanacak olması, mevzuatta belirlenen kurallara aykırı kullanılmayacağı, yetkili idareler tarafından bu kanun uyarınca yapılacak işlemlerin plan hükmü olarak ayrıca yazılmasına gerek olmadığı, plan uygulama hükümlerinin yeterli korumayı sağladığından söz konusu düzenlemede mevzuata aykırılık görülmemiştir.
16) Dava dilekçesinde; Plan Uygulama Hükümleri 9.15. ve 9.16. sayılı maddelere ilişkin olarak, kaplumbağa üreme alanları ile Akdeniz Fokları Alanlarına yönelik sadece görüş alınacak kurumlar belirtildiği, bu alanların günümüzde turizm baskısı, kirlilik vb. insan kaynaklı tehditler ile karşı karşıya olduğu, buna rağmen planda mevcut sorunlara yönelik tedbir, önerinin geliştirilmediği, bu alanlara yönelik hiçbir plan hükmüne yer verilmemesinin çevre düzeni planları yapım amacına aykırı olduğu, gerekli tedbir ve önerilerin geliştirilerek yeniden düzenlemek üzere iptal edilmesi gerektiği ileri sürülmüştür.
Bilirkişi raporunda ; "Plan Açıklama Raporunda, deniz kaplumbağaları ve Akdeniz Foku yaşam ve üreme alanları ile ilgili herhangi bir açıklamaya rastlanılmamıştır. Açıklama raporunda Akdeniz Foklarına hiç değinilmemektedir. Deniz kaplumbağalarına ise sadece bir yerde değinilmekte ve orada da şu ifadeye yer verilmektedir: “Özellikle kıyı bölgelerinde yapılaşma koşulları, bu bölgelerde yaşayan caretta-caretta kaplumbağalarının korunmasında ve ekolojik dengenin korunmasında etkili olacaktır”.
Plan Uygulama Hükümleri arasında, deniz kaplumbağaları ve Akdeniz Foku alanlarına ilişkin ifadeler, söz konusu doğal alanlara ilişkin özel bir yaklaşım sonucunda geliştirilmiş somut karar ya da önlemler olmayıp, genel nitelikli tanımlar ile ilgili mevzuatın gerektirdiği bazı işlem ve uygulamaların hatırlatılmasından ibarettir.
Kurulumuz, mevcut durumu itibariyle dava konusu planının, bu denli hassas iki doğal alana ilişkin tutumunun eksik ve yetersiz olduğu konusunda davacının itirazını haklı bulmaktadır. 1/100.000 ölçekli bir çevre düzeni planının temel işlevlerinden birisi, bölge, ülke ve uluslararası düzeylerde öneme sahip koruma alanları ile özel statülü alanların etkin bir biçimde korunmasını sağlayacak, olası sorunlarını giderecek ve sektörel yatırım ve kullanımların bu alanlar üzerinde baskı ve tehdit oluşturmasını engelleyecek tedbirleri alması ve kararları geliştirmesidir. Bu tedbir ve kararlara ilişkin arazi kullanım öngörüleri ile plan hükümlerinde ise şematik değil kesinlik sunan bir yaklaşımın olması beklenir. Dava konusu plan, davacının buradaki somut itirazına konu olan deniz kaplumbağaları ve Akdeniz Foku yaşam ve üreme alanları özelinde kendisinden beklenen işlevi tam olarak yerine getirmemiştir. Bu bilgiler ışığında Kurulumuz, dava konusu planın, uluslararası düzeyde önemli bu iki doğal alana tümüyle kayıtsız kalmadığı ancak bu alanların mevcut sorunlarının çözümü ve etkin bir biçimde korunması konularına dair herhangi bir somut yaklaşıma sahip olmadığı, bu amaçlara yönelik olarak özgün karar ya da önlemler geliştirmediği kanaatine varmıştır. " görüşüne yer verilmiştir.
Dairemizce yapılan değerlendirmede ; kaplumbağa üreme alanları ile Akdeniz fokları yaşam alanlarına ilişkin olarak dava konusu planda bu alanlardaki uygulamalarda görüş alınacak kurumların belirlendiği, tümüyle kayıtsız kalınmadığı, ancak kapsamlı bir plan hükmüne de yer verilmediği, söz konusu durumun haklı bir plan eleştirisi olabileceği, ancak planın iptalini gerektirir nitelikte bir hukuka aykırılık olmadığı sonucuna varılmıştır.
17) Dava dilekçesinde; Plan Uygulama Hükümleri 9.33.1. sayılı maddede; plan tadilatını ortadan kaldıran yaklaşımların yenilebilir enerji üretim alanları için de kullanıldığı ileri sürülmüştür.
Savunmada; yenilenebilir enerji kaynaklarına dayanan yeni enerji üretim taleplerinin çevre düzeni planı kapsamında plan değişikliğine konu olmamasının her yerin açılacağı anlamına gelememekte olduğu, Bakanlığın uygunluk görüşünün alınması şartı getirilerek denetim altına alınması da sağlandığı savunulmuştur.
Bilirkişi raporunda ; "Kurulumuza göre, davacının iddiası, bu tür yatırımlarda Bakanlığın “uygunluk” görüşünün zaten istenileceği için geçerliğini yitirmektedir. Çünkü üst ölçek planları hazırlayan Bakanlığın bu tür yatırımlara olur vermesi, yürürlükteki üst ölçek plana uyumlu olup olmadığına dair bir değerlendirme sonucu alınacak bir karardır. Bakanlıkça verilecek kararın havza ölçeğinde yol açacağı çevre sorunlarının irdelenmesi sonucunda ulaşılacak değerlendirme ile olacağı varsayılmalıdır. Bu değerlendirme ile havza ölçeğindeki bir yatırım kararına ilişkin planlama ve çevre açısından irdelenme gerçekleştirilmesi yanı sıra bu kararın üst ölçek plana işlenmesi de sağlanmış olacaktır." görüşüne yer verilmiştir.
Dairemizce yapılan değerlendirmede ; bu tür yatırımlarda Bakanlığın uygunluk görüşü alınacağı ve bu görüşün de yürürlükteki üst ölçek plana uyumlu olup olmadığına dair bir değerlendirme neticesinde verileceğinden bu plan notunun bir kuralsızlık getirmediği açık olup ayrıca, davalı idarece de, bu alanlara ilişkin olarak çevre düzeni planı değişikliği yapılabilmesine engel bir durumun bulunmadığı ve bu plan notunun her yerin enerji üretim alanı olarak belirleneceği anlamına da gelmediğinden plan hükmünde hukuka aykırılık olmadığı sonucuna varılmıştır.
18) Dava dilekçesinde; planda, verimli tarım arazilerinde gelişme alanı önerildiği, korunması gereken, sürdürülebilir yaşamın güvencesi olan tarım arazilerinin yapılaşmaya açılması kesinlikle kabul edilemeyeceği, planlamanın amacı yerleşimlerin sürdürülebilir bir şekilde gelişmesini sağlamak iken, plan ile tam tersi yönde gelişmesine olanak vermenin şehircilik ve planlama ilkeleri ile bağdaşmadığı, Çevre Düzeni Planında sektörel projeksiyonların dayandığı nüfus projeksiyonlarının gerçekçi olmaktan uzak olduğu, Antalya, Burdur ve Isparta illeri için gerçekleşmesi mümkün olmayan ve her üç ilin de hassas çevresel kapasitelerini zorlayacak nüfus hesaplamalarının öngörüldüğü, planda koruma-kullanma dengesi kurmak yerine, kentsel gelişme baskılarını gözeten bir yaklaşımın benimsendiğini ileri sürülmüştür. Dolayısıyla, planın aşağıda belirtilen bölümlerinin iptal edilmesi istenilmektedir:
18-1) Isparta İli, Şarkikaraağaç gelişme alanları,
18-2) Isparta İli, Güneykent'ten Keçiborlu'ya doğru gelişme alanları, Gümüşgün gelişme alanları
18-3) Isparta İli, Gümüşgün gelişme alanları
18-4) Isparta Merkezin kuzeyindeki sanayi alanı ve gelişme alanları
18-5) Atabey’in güneyinde gelişme alanı, İslamköy gelişme alanları, Beydere gelişme alanları
18-6) Eğirdir gelişme alanı ve turizm tesis alanı, Eğirdir Gölü’nün güneyindeki gelişme alanları
18-7) Isparta İli, Tefenni’nin doğusundaki gelişme alanları
18-8) Isparta İli, Çörten Altınyayla arası gelişme alanları
18-9) Antalya İli, Ekşili'nin batısındaki gelişme alanları
18-10) Antalya Merkezle havaalanı arasında kalan alanda kentsel gelişme alanı önerilen bölümü
18-11) Antalya İli , Havaalanının güneyinde ve doğusundaki gelişme alanı
18-12) Antalya İli, Konyaaltı'nın batısındaki gelişme alanı
18-13) Antalya İli, Karadayı gelişme alanları
18-14) Antalya İli, Hasyurt ve Beykonak gelişme alanları
18-15) Antalya İli, Gazipaşa'nın güneyinde Koru Mahallesi gelişme alanları
18-16) Antalya İli, Demirtaş tercihli kullanım alanı.
Savunmada; Kentsel Gelişme Alanlarının yerleşimlerin makroformunu ve gelişmesini şematik olarak belirleyen alanlar olduğu ve planda belirlenen alanın tamamının yerleşime açılacağını göstermeyeceği, bu sınırların, alt ölçekli planlama çalışmalarında ilgili kurum ve kuruluşların görüşleri doğrultusunda ve bu plandaki nüfus kabullerine göre belirlenen alansal büyüklüğü aşmayacak şekilde doğal, yapay ve yasal eşikler çerçevesinde kesinleşeceği, ilgili kurum ve kuruluş görüşlerinin alınacağı, tarım alanlarının gelişme alanlarına açıldığı iddiasının yersiz olduğu ifade edilmiştir.
Bilirkişi raporunda ; "Dava konusu çevre düzeni planının yeni kentsel gelişme alanları ile ilgili yaklaşımına dair öncelikle genel bir değerlendirme yapmanın uygun olacağı kanaatini taşımaktadır. Davacının belirttiği özel alanlardaki tartışmalı durumlar; planın, belirli büyüklükteki yerleşmelerin nasıl büyüyecekleri ve bu süreçte makroformlarının nasıl geliştirileceği sorularına yanıt oluşturacak genel yaklaşımına ilişkin sorundan kaynaklanmaktadır. Bu nedenle Kurulumuz, önce genel bir değerlendirme yapacak, ardından itiraza konu alanlar özelinde ayrı ayrı görüş geliştirecektir.
Genel değerlendirme olarak;
1/100.000 ölçekli bir çevre düzeni planı; bölgesel ölçekte büyük arazi kullanımları ve koruma alanları ile planlama bölgesindeki kentsel ve kırsal yerleşmeleri kapsayan üst ölçekli bir planlama çalışmasıdır. Bu niteliğine uygun olarak bu ölçekteki bir çevre düzeni planının gösterim dili; yer yer kesinlik sunan çizgiler, yer yer ise şematik gösterimleri içerir. Önemli koruma ve statü alanları ile bölgesel ve ülkesel ölçekteki sektörel yatırımlara ilişkin arazi kullanım kararlarında kesinlik sunan çizgiler olması beklenir. Öte yandan, kentsel ve kırsal yerleşimlere ilişkin yeni gelişme alanları ile yerel ölçekli kentsel kullanımlara ilişkin kararların daha şematik bir dille gösterilmesi gerekir. Bunun nedeni, somut yere özel bilginin aktarıldığı ölçeğin alt ölçekli çalışmalar olmasıdır. Üst ölçekli planlamalarda bu ayrıntılar ölçeğin gereği olarak göz ardı edilmek durumdadır. 1/100.000 gibi üst ölçekli, özellikle de havza veya bölge ölçeğindeki planlama çalışmalarında yerleşmelerin ne yönde büyüyeceklerinin gösterilmesinin anlamı bulunmamaktadır. Bu sorunun yanıtının, somut yere özel bilginin aktarıldığı alt ölçekli planlarda (özellikle 1/5000) verilmesi daha doğrudur. 1/100.000 ölçeğindeki planlarda yerleşmelerin, yerleşme kademelenmesindeki yeri ile hangi işlevlerde gelişeceklerinin gösterilmesi yeterlidir.
Şematik gösterimlere konu olan kullanımlar ile bu kullanımların oluşturacakları mekânsal düzenin alt ölçekli planlama çalışmalarına aktarılması, planlar arasında kademelenme ve üst ölçekli planların genel fikrinin alt ölçeklere taşınması bakımından önemlidir. Bunun yanı sıra bu durum, yere özel/uygun kararların üretilmesi ve somut yeni verilerin kullanılması ile üst ölçekli plan kararlarının zenginleştirilmesi imkânını da yaratmaktadır. Ancak bu, dikkatle yürütülmesi gereken bir süreç olup, koruma-kullanma dengesinin her aşamada sağlanması ve yeniden kurulması gerekir. Şematik dille gösterilen kullanımların alt ölçekli çalışmalara uygun bir biçimde aktarılabilmeleri ve yere özgü yeni bilgi ve veriler ile gözden geçirilip geliştirilebilmeleri için planlarda yer alacak şematik gösterimler yeterli değildir. Bu gösterimlere konu kararların dayandığı yerleşme ve yapılaşma ilkeleri, planlama esasları, koruma ve kullanıma ilişkin koşullar ve benzeri hüküm ve stratejilerin plan paftalarında ve lejant maddeleri ve/veya plan uygulama hükümleri arasında yer almaları gerekir. Bu tür açıklayıcı ve alt ölçekteki çalışmaları yönlendirici ilke, hüküm ve stratejilerin yeterli düzeyde tanımlanmaması durumunda, planda şematik olarak yer aldığı düşünülen kararların belirli bir kesinlik arz ettiği algısı/fikri oluşabilir. Yerleşmelerin gelişme alanlarının alt ölçekte nasıl planlanacaklarını belirleyen/yönlendiren ilke ve stratejilerin, plandaki gösterimlere eşlik etmemesi durumunda, bu gösterimlerin şematik olduğu ve yeni gelişmenin alacağı biçimin alt ölçekte belirleneceği iddiası havada kalmaktadır.
Antalya-Burdur-Isparta planlama bölgesi, doğal alanlar ve verimli tarım toprakları bakımından oldukça zengin bir bölgedir. Planlama alanı içerisinde tarımsal niteliği yüksek topraklar, özel ürün alanları, tarımsal üretimde uzmanlaşmış alt bölgeler yanı sıra göller ve bunların oluşturduğu doğal ekosistemler yer almaktadır. Böylesi bir bölge için yapılan 1/100.000 ölçekli çevre düzeni planı çalışmasının, planlama alanı içinde verimli tarım alanları ile yaşamsal öneme sahip doğal alanların ve ekosistemlerin yoğunlaştığı kesimlerde yer alan kentsel yerleşmelere yönelik özel bir yaklaşım geliştirmesi beklenir. Bu özel yaklaşımın temel hedefi, ilgili yerleşmelerin makroformlarının gelişimi ile yakın çevrelerindeki doğal alanlar ve verimli tarım topraklarının korunması arasında uyum sağlamak olmalıdır. Diğer bir deyişle, doğal değerlerin yoğunlaştığı alt bölgeleri ve bu alt bölgelerdeki yerleşmeleri, kentsel gelişme ve nüfus artışı baskısından koruyacak ilke ve stratejilerin geliştirilmesi 1/100.000 ölçekli bir üst planın temel hedeflerinden birisi olmak zorundadır. Bu stratejilerin başında, planlama bölgesi içinde koruma-kullanma dengesinin sağlanması için “kullanma/yapılaşma” açısından görece daha uygun yerleşmelerin belirlenmesi ve özellikle göç kaynaklı nüfus hareketliliğinin bu yerleşmelere yönlendirilmesini özendirecek önlemlerin alınması gelmektedir. Gıda güvenliğinin toplumlar için önemli bir hedef haline geldiği günümüzde önemli bir toplumsal değer olan tarımsal toprakların korunmasını sağlamak için nüfus hareketleri ve kentsel gelişme taleplerinin yönlendirilmesi amacıyla uygun büyüme odakları belirlenmesi üst ölçekli planlardan beklenen temel işlevlerdendir. Böylelikle, tarımsal potansiyelin yoğunlaştığı alt bölgelerin, nüfus artışı ile bundan kaynaklanan gelişme alanı baskısından kurtarılması ve tarım alanlarının tarımsal amaçlarla kullanılması için gereken olanak ve fırsatların yaratılması sağlanabilir.
Bu bağlamda, üst ölçekli planlardan beklenen diğer bir temel strateji de, tarımsal ve ekolojik potansiyelleri yüksek alt bölgelerde bulunan yerleşmelerin gelecekteki büyümelerini denetim altına alacak uygun önlem ve politikaları belirlemektir. Böylelikle, her kentte var olan kentsel yayılma/saçılma eğilimi yerine, kentlerin yakın çevrelerindeki tarım alanları ve doğal alanların korunmasına olanak tanıyacak ne tür büyüme biçim ve yaklaşımlarının uygulanabileceğine açıklık getirilmiş olacaktır. Kentlerin büyüme taleplerinin ne kadarının mevcut kentsel alan içinde yoğunlaşarak ya da kentsel dönüşüm projeleri uygulayarak, ne kadarının uydu kentler ve benzeri uygulamalar ile karşılanabileceğine dair kapsamlı incelemeler yapılmalı ve bu incelemeler doğrultusunda alt ölçekli plan çalışmalarını yönlendirecek strateji ve politikalar, dava konusu plan gibi üst ölçekli strateji planlarında belirlenmelidir.
Oysa dava konusu plan, bu tür bir özel yaklaşım geliştirmemekte, planlama alanındaki yerleşmelerin büyüme dinamiklerini mevcut eğilimler çerçevesinde hesaplanan kestirimlerle ele almaktadır. Dahası, onaylı nazım ve uygulama imar planlarında gelişmeye açılan alanları koruyarak, yerleşmelere nüfus kestirimlerinin çok üzerinde nüfus ataması yapmakta, bu yolla ihtiyaç fazlası alanın kentsel gelişmeye açılması ihtimalini doğurmaktadır. Her ne kadar dava konusu planın plan araştırma ve açıklama raporlarında tarım topraklarının ve doğal alanların korunacağı gibi hedefler ve ilkeler belirtilmekteyse de, planın yerleşmelerin gelişimine yönelik kararları bu hedeflerini destekler nitelikte değildir. Diğer bir deyişle, -en azından yerleşmelerin gelişme alanlarının planlanması açısından- planın ilke ve hedefleri ile mekânsal planlama kararları açısından uyumsuzluk söz konusudur. Bilirkişi Kurulumuz izleyen bölümde itirazlara konu alanlar özelindeki değerlendirmelerini sunmaktadır.
Özel Değerlendirme
18-1) Isparta İli Şarkikaraağaç yerleşmesi için öngörülen kentsel gelişme alanlarına itiraz:
Şarkikaraağaç ilçesi 2015 yılı itibariyle 25.384 kişilik nüfusa sahip kırsal nitelikli bir yerleşmedir. İlçe toplam nüfusunun 14.559 kişisi ilçe merkezinde yaşamaktadır. Aşağıdaki uydu fotoğrafından da görüldüğü gibi Şarkikaraağaç, verimli tarım alanları ile çevrili olup düşük imar yoğunluğuna ve dağınık bir yerleşim desenine sahiptir. Dava konusu plan, Şarkikaraağaç yerleşmesinin tarıma ve hayvancılığa dayalı ekonomik yapısını koruyacağını varsaymakta, bu çerçevede ilçe merkezine oldukça yakın bir bölgede organize tarım ve hayvancılık bölgesi öngörmektedir. Öte yandan plan, Şarkikaraağaç merkez yerleşmesi için oldukça büyük kentsel gelişme alanı öngörmektedir. Aşağıdaki resimde görüldüğü gibi plan, kentin mevcut yerleşik alanını iki kattan fazla büyütmektedir. Kentin üst biçimindeki (makroform) bu büyümenin ise mevcut yerleşim alanının çevresinde gelişigüzel bir biçimde, her yönde gerçekleşmesi öngörülmektedir. Kurulumuz, bu durumun, dava konusu planın kentsel gelişme alanlarına yönelik sorunlu yaklaşımının bir sonucu olduğunu düşünmektedir.
Dava konusu plan, Şarkikaraağaç’ın 2015 yılında 25.000 kişi dolayında olan toplam nüfusunun 70.000-75.000 kişi aralığında olacağını, 15.000 kişi dolayındaki merkez nüfusunun ise 57.000-61.000 kişi aralığında olacağını öngörmektedir. Ekonomik yapısı tarım ve hayvancılığa dayanan bir yerleşmenin nüfusunun 10 yıl içinde 3 kat artacağı varsayımı gerçekçi değildir (Kurulumuzun, planın nüfus tahmin ve kabulleri ile ilgili değerlendirmesi ayrı bir bölümde verilmektedir). Gerçekçi olmayan nüfus tahminlerine dayalı olarak ve onaylı alt ölçekli planların imara açtığı alanları veri kabul ederek, yerleşmeler için ihtiyacın çok üzerinde kentsel gelişme alanı belirlenmesi, üst ölçekli planlamanın niteliği düşünüldüğünde doğru bir planlama yaklaşımı değildir. Bu durum ayrıca, dava konusu 1/100.000 ölçekli çevre düzeni planının koruma amaçlarıyla da çelişmekte ve planın bir tutarsızlığı olarak ortaya çıkmaktadır.
Bu tür kentsel gelişme alanı kararlarının şematik olduğu, asıl kararın alt ölçekli planlarda verileceği öne sürülebilir. Davalı İdare de bunu vurgulamaktadır. Bu, ilkesel/düşünsel düzeyde kabul edilebilir bir iddia olmakla birlikte dava konusu plandaki kentsel gelişme öngörülerinin oluşturulma ve gösterilme biçimleri dikkate alındığında geçerliliğini yitirmektedir. Dava konusu planda, kentsel gelime alanı kararları kesin çizgilerle ifade edilmekte, dahası bu alanlara ilişkin olarak alt ölçekli planlama çalışmalarını yönlendirecek/şekillendirecek somut plan hüküm ve stratejileri geliştirilmemektedir. Bu da, alt ölçekli planlama çalışmalarında bu alanların imara açılması bir gereklilikmiş algısını yaratmaktadır. Ülkemizdeki yaygın uygulama da bu yönde gerçekleşmekte, 1/100.000 ölçekli planlarda “kentsel gelişme alanı” olarak öngörülen alanların, alt ölçekli planlama çalışmalarında da gelişme alanı olarak devam ettirilmesi söz konusu olmaktadır.
18-2) Isparta ili Güneykent'ten Keçiborlu'ya doğru öngörülen kentsel gelişme alanına itiraz:
Şarkikaraağaç’takine benzeri bir durum, Gönen ilçesi ve Güneykent yerleşmesi için de geçerlidir. 2015 yılı itibariyle yaklaşık 7.500 kişi dolayında bir nüfusa sahip olan Gönen ilçesinin nüfusunun 2025 yılında 24.500-28.000 kişi aralığında olması, diğer bir deyişle yaklaşık 4 katına çıkması öngörülmektedir. Son yıllarda nüfus kaybeden (2008 yılı nüfusu 8.703 kişi) ve Burdur ile Isparta gibi iki büyük kente oldukça yakın bir konumda olan Gönen ilçesinin nüfusunun 10 yıl içinde 4 kat artması gerçekçi değildir. Nüfus kabulündeki bu sorunun önemli bir yansıması, Güneykent yerleşmesi için verilen ve ihtiyacın çok ötesinde olan kentsel gelişme kararıdır.
Aşağıdaki resimde Güneykent’in mevcut yerleşik alanı ile dava konusu planın kentsel gelişme alanı öngörüsü verilmektedir. Şarkikaraağaç örneğinde olduğu gibi Güneykent’te de; gerçekçi olmayan nüfus tahminlerine ve onaylı alt ölçekli planlara dayanarak kentin mevcut yerleşik alanı iki kattan fazla büyütülmekte, bu büyümenin ise mevcut yerleşim alanının çevresinde gelişigüzel bir biçimde, her yönde gerçekleşmesi öngörülmektedir. Kurulumuz, dava konusu planın kentsel gelişme alanlarına yönelik sorunlu yaklaşımının bir sonucunun da bu örnekte ortaya çıktığını düşünmektedir.
18 -3) Isparta İli Gümüşgün gelişme alanlarına itiraz :
Denizli-Afyon-Burdur-Isparta-Antalya Karayolları kavşağında yer alan Gümüşgün gelişmesi dikkatle yönlendirilmesi gereken bir yerleşmedir. Karayolları kavşağında yer alan bu yerleşmenin yakın çevresinde sanayi alanları ve kentsel gelişme alanları öngörülmüştür. Yakındaki havaalanı da dikkate alındığında yerleşmenin hızla ciddi bir büyümeye sahne olması kaçınılmaz gözükmektedir. Buna karşın gelişme beklentilerinin ve taleplerinin dikkatli bir planlama ile düzenlenmesi, doğru yer seçim kararlarının verilmesi gerekmektedir.
Yerleşmenin önemli bir bölümü havaalanının risk kuşakları ve Mania Hattı üzerinde yer almaktadır. 1/100.000 ölçekli bir planda ele alınması ölçeğin gereği olarak zor olan doğru yer seçim kararları arayışı gerekmektedir. Yanlış yer seçim kararlarının bedellerinin büyük olacağı unutulmamalıdır. Bu ölçekte bir planlamada, konumu gereği olarak önemli bir lojistik merkez özelliklerine sahip yerleşmenin gelecekte hangi işlevlerde uzmanlaşmasının yararlı olacağının belirtilmesi yeterli olacaktır.
18 - 4) Isparta merkezin kuzeyinde öngörülen sanayi alanı ve gelişme alanına yönelik itiraz:
Dava konusu plan; 2015-2025 yılları arasındaki 10 yıllık dönemde, Isparta ili toplam nüfusunun 420.000 kişi dolayından 730.000-798.000 kişi aralığına, merkez ilçe nüfusunun ise 235.000 kişi dolayından 294.500-311.000 kişi aralığına çıkacağını öngörmektedir. Diğer bir deyişle, 10 yıllık süre içinde il nüfusunun yaklaşık 1.9 kat, merkez ilçe nüfusunun ise 1.3 kat artacağı öngörülmektedir. Kurulumuz, il geneli için öngörülen nüfus artışının gerçekçi olmadığını merkez için öngörülen artışın ise kabul edilebilir düzeyde olduğunu düşünmektedir. İl geneli için öngörülen ve 10 yıllık dönemde gerçekleşmesi pek mümkün olmayan nüfus artışı kabulünün temel bir sonucu, ilçe ve belde konumundaki yerleşmeler için öngörülen ihtiyaç fazlası gelişme alanları olarak ortaya çıkmaktadır. Isparta merkez yerleşmesi özelinde bu durum, ilçe ve beldelere göre daha sorunsuz ve kabul edilebilir düzeydedir.
Isparta kentinin mevcut yerleşik alanı ve yerleşim dokusu incelendiğinde, kentin yaygın olmayan bir biçimde yerleştiği ve yerleşik alanı içerisinde düşük yoğunluklu bölgeler ile boşluklu yapıların fazla olmadığı görülmektedir. Bu da; kentin yeni gelişme alanı ihtiyacının mevcut yerleşik alan içerisinde karşılanmasının oldukça güç olduğu, yeni kentsel gelişme alanları belirlenmesinin gerektiği sonucunu doğurmaktadır. Bu noktada karşılaşılan önemli bir güçlük ise kentin güneyinde yer alan ve güneye gelişimi engelleyen doğal eşiktir.
Verili koşullar dikkate alındığında, Isparta kentinin gelişebileceği yön olarak üniversitenin yer aldığı kuzey yönü belirginleşmektedir. Dava konusu planda da kentin yeni gelişme alanları kuzey yönünde, ağırlıklı olarak mevcut yerleşik alan ile üniversite arasında öngörülmüştür. Bunun yanı sıra hali hazırda sanayi gelişiminin olduğu Atatürk Bulvarı ile mevcut demiryolu arasındaki alan, küçük ve büyük ölçekli kuruluşların yer alacağı sanayi alanı olarak öngörülmüş, yine bu alanın kuzeyi için de kentsel gelişme alanı öngörüsü yapılmıştır. Kurulumuz, Isparta merkez için ana gelişme ekseni olarak kuzey yönünün belirlenmesinin kaçınılmaz olduğu görüşündedir.
Öte yandan Isparta kentinin kuzeyi tarım toprakları ve tarımsal üretim bakımından zengin bir bölge olup hali hazırda bu bölgede, özellikle Deregümü ve çevresinde yoğun olarak seracılık faaliyeti yürütülmektedir. Dolayısıyla kentin kuzey yönündeki gelişimi ve bu gelişime ilişkin beklenti ve taleplerin dikkatli bir planlama çalışması ile düzenlenmesi gerekmektedir. Bu planlama çalışmaları kapsamında; yer seçim kararları ile yer seçimine konu kullanımların ölçek, yoğunluk ve yapılaşma tipi gibi niteliklerine ilişkin kararların doğru bir biçimde verilmesi gerekmektedir.
Bu çerçevede, alt ölçekli planlama çalışmaları yaşamsal önem taşımaktadır. Dava konusu 1/100.000 ölçekli plan gibi üst ölçekli bir planın, yerleşmelerin makroform gelişimlerinin alt ölçekli planlama çalışmalarında nasıl ele alınıp planlanacağı konusunda yönlendirici olması beklenir. Bu çerçevede, planlama alanı içerisindeki önemli kentsel yerleşmeler özelinde somut strateji, ilke ve esasları belirlemesi gerekir. Kurulumuza göre dava konusu planın önemli bir eksikliği bu noktada ortaya çıkmaktadır.
Dava konusu plan, Isparta kenti özelinde olduğu gibi, yerleşmelerin gelişimi için mevcut eşikler ve koşullar doğrultusunda doğru gelişme yönleri belirlemiş dahi olsa, kentsel gelişmenin koruma-kullanma dengesi çerçevesinde alt ölçekli planlama çalışmalarında nasıl planlanacağı hususlarını belirsiz bırakmaktadır. Bu konuda, dava konusu planın, plan hükümleri arasında yer alan açıklamalar oldukça genel nitelikli olup, farklı planlama bölgeleri için yapılan 1/100.000 ölçekli çevre düzeni planlarındaki hükümler ile oldukça benzer ifadeler içermektedir. Isparta merkezi özelinde kentsel gelişme alanlarının alt ölçekte nasıl planlanacaklarını belirleyen/yönlendiren ilke ve stratejiler plandaki gösterimlere eşlik etmemektedir. Bu nedenle, plan hükümleri arasında yer alan ve kentsel gelişmeye ilişkin gösterimlerin şematik olduğu ve yeni gelişmenin alacağı biçimin alt ölçekte belirleneceği iddiası havada kalmaktadır.
18- 5) Atabey’in güneyinde, İslamköy’de ve Beydere’de öngörülen gelişme alanlarına itiraz :
Bilirkişi Kurulumuz, davacının bu itirazlarının da dava konusu planın, yerleşmelerin gelişme alanlarının belirlenmesine ilişkin genel yaklaşımındaki sorundan kaynaklandığı görüşündedir.
Gerçekçi olmayan nüfus kabulü ile mevcut onaylı imar planlarının veri alınması sonucu ortaya çıkan ihtiyaç fazlası gelişme alanı öngörüsü Atabey yerleşmesi özelinde çok açık biçimde görülmektedir. 2015 yılı itibariyle Atabey’in nüfusu 5.616 kişidir. Dava konusu plan, 2025 yılına kadar Atabey’in nüfusunun 19.000-25.000 kişi aralığına çıkacağını kabul etmekte ve bunun sonucunda kentin yerleşik alanının yaklaşık 2 kat büyüyeceğini öngörmektedir. Kentin bu denli büyümesi, özellikle güney yönünde verimli tarım toprakları ile ekili-dikili alanları olumsuz etkileme potansiyeli taşımaktadır. Atabey yerleşmesi hali hazırda düşük yoğunlukla ve yaygın bir biçimde yerleşmiş, kırsal niteliği baskın bir yerleşme olup, ekili dikili alanlar ile iç içedir. Dava konusu planın, koruma-kullanma dengesini sağlama hedefi bağlamında, Atabey yerleşmesini koruma odaklı olarak ele alması beklenirdi. Oysa dava konusu plan, mevcut imar planındaki kararları veri alıp, bu planlarda gelişme açılan ihtiyaç fazlası alanı kentsel gelişme alanı olarak korumuş, bu yolla da gerçekçi olmayan bir nüfus ve kentsel gelişme öngörüsünde bulunmuştur. Kurulumuz bu durumun, üst ölçekli bir planlama yaklaşımı olarak planlama ilkelerine uygun olmadığı kanaatini taşımaktadır. İslamköy ve Beydere, sırasıyla 898 kişi ve 226 kişi nüfusa sahip köylerdir. İslamköy, sulanan tarım alanları ile çevrili, Beydere ise askeri alan ve orman alanı ile çevrilidir. Yukarıdaki plan görselinde de görüldüğü gibi, her iki kırsal yerleşim için davacının iddia ettiği gibi yeni gelişme alanı öngörüsü bulunmamaktadır. Davacının “gelişme alanı” olarak ifade ettiği itirazı ile ne kastedildiği tam olarak anlaşılamamaktadır. Kurulumuzun bu noktada tespit ettiği bir sorun, dava konusu planda her iki köy için belirlenen kırsal yerleşim alanı gösteriminin gerçek durum ile uyuşmamasıdır. Mevcut köy yerleşik alanlarından çok daha büyük alanlar, planda kırsal yerleşim alanı olarak işaretlenmiştir. Alt ölçekli planlama çalışmalarını yanlış yönlendirmemek bakımından bu gibi alansal gösterimlerde titizlik gösterilmesi gerekmektedir.
18- 6) Eğirdir gelişme alanı ve turizm tesis alanı ile Eğirdir Gölünün güneyinde öngörülen gelişme alanlarına yönelik itiraz :
Dava konusu planda Eğirdir kentinin Eğirdir Gölü güneyindeki kesimde gelişeceği öngörülmektedir. Kentsel gelişme alanlarının öngörüldüğü bu bölge, Eğirdir ve Kovada Gölleri (Kovada Milli Parkı) arasında birbirleriyle ilişkili göl ekosistemleri arasında özel bir bölgedir. Bu bölgedeki yoğun tarımsal kullanım (elma bahçeleri -ki bölgenin önemli iktisadi gelirini oluşturmaktadır) bölgenin yapılaşmasını engelleyen bir imkân olmuştur. Uydu görüntüsünden de anlaşıldığı üzere planda kentsel yerleşim alanı olarak gösterilen bölge, hali hazırda büyük oranda yapılaşmamış bir bölge olup, ekili dikili araziler barındırmaktadır. Öte yandan, Eğirdir- Akşehir Karayolu yönündeki kentsel gelişme ile yol çevresindeki altyapı olanakları, bu bölgede yapılaşma baskısı ve istemi yaratır niteliktedir. Dile getirilen iki göl sistemi arasındaki bu geçiş bölgesinin özellikle Göl yönündeki can alıcı kısmındaki yapılaşmanın, çevresel etkiler açısından olumsuz olduğu çok çeşitli çalışmaların konusu olmuştur. Kurulumuz; Eğirdir ve Kovada Göllerinin ekosistem bütünlüğü bakımından önemli olan bu bölgenin, az düzeydeki kısmi yapılaşmaya rağmen dava konusu planda kentsel yerleşim alanı olarak belirtilmesini yadırgamaktadır.
Kurulumuz, Eğirdir ve Kovada Gölleri arasındaki bölgede gözlenen yapılaşma eğilimini her iki göl sistemi açısından önemli bir tehdit olarak değerlendirmektedir. Dava konusu planının korumaya ilişkin hedefleri düşünüldüğünde, planın iç tutarlılığı bakımından bu bölgedeki yapılaşma baskısını azaltacak önlemlerin alınması beklenir. Oysa dava konusu planın hem kentsel yerleşik alan gösterimindeki özensizlik hem de bu bölgede öngördüğü kentsel gelişme alanları, hali hazırda gözlenen olumsuz gelişmeyi daha da artıracak niteliktedir. Kurulumuz, kentsel gelişme öngörüsünün herhangi bir teknik irdelemeye dayanmaksızın, sınırları özensiz ve abartılı bir biçimde belirlenmiş mevcut yerleşme alanlarına kısmi eklemeler yapılması şeklindeki bir yaklaşımın ürünü olduğu izlenimini edinmiştir. Bu denli hassas bir bölgede planın çok daha duyarlı ve özenli bir yaklaşım geliştirmesi gerekirdi. Dava konusu planda öngörülen kentsel gelişmenin, Eğirdir-Kovada Gölleri arasındaki bölgenin yoğun olarak yapılaşmasına neden olacağı açıktır. Bu da, doğal çevrenin korunması açısından olumsuz olup, planın koruma amaçlarıyla çelişmektedir. Aynı zamanda planın bir tutarsızlığı olarak da ortaya çıkmaktadır.
Kurulumuz, Eğirdir Gölü’nün güneyinde öngörülen turizm tesis alanı için de benzer görüşe sahiptir. Bu kullanım öngörüsü de kentsel gelişme öngörüsü gibi, Eğirdir ve Kovada Gölleri arasında geçişi sağlayan ekolojik koridor niteliğindeki bölgedeki yapılaşma baskısını ve yoğunluğunu arttıracak ve beraberinde bir dizi olumsuz sonuç doğuracak niteliktedir.
18 -7) Isparta İli, Tefenni yerleşmesinin doğusundaki gelişme alanlarına itiraz:
Dava konusu planın kentsel gelişme alanlarının belirlenmesindeki sorunlu yaklaşımı Tefenni yerleşmesi özelinde de ortaya çıkmaktadır. 2015 yılı itibariyle Tefenni ilçesinin toplam nüfusu 10.167 kişi, ilçe merkezinin nüfusu ise 5.629 kişidir. Dava konusu planının nüfus kabullerine göre 2025 yılında Tefenni ilçesinin toplam nüfusu 19.000-22.000 kişi aralığına, merkez nüfusu ise 15.000-18.000 kişi aralığına çıkacaktır. Plan, Tefenni ilçesi merkezi nüfusunun 10 yılda 3 katına çıkacağını varsaymaktadır. Tarımsal nitelikli olup, bu niteliğini koruması öngörülen bir yerleşmenin nüfusunun 10 yılda 3 kat büyümesi, Kurulumuzca gerçekçi bir varsayım olarak değerlendirilmemiştir. Bu nüfus kabulü, onaylı alt ölçekli planlarda gelişme alanı olarak öngörülen alanların, dava konusu 1/100.000 ölçekli planda korunmasından kaynaklanmaktadır. Bu durum dava konusu planın açıklama raporunda; “Tefenni Belediyesi’ne ait 1/1000 ölçekli nazım imar planı, 1/100.000 ölçekli çevre düzeni planı için ilgili kurum ve kuruluşlardan alınmış veriler ve uydu görüntüsü ile çakıştırılmıştır… Çakıştırma sonucunda imar plan sınırları içerisindeki plan kararları 2025 yılı nüfus projeksiyonları göz önünde bulundurulduğunda uygun görülmüş ve 1/100.000 ölçekli çevre düzeni planında plan kararlarına uyulmuştur” şeklinde ifade edilmektedir. Onaylı alt ölçekli planlardaki gelişme kararlarının aynen üst ölçekli plana aktarılması da pek çok başka yerleşmede olduğu gibi Tefenni’de de verimli tarım toprakları üzerinde ihtiyaç fazlası kentsel gelişme alanı öngörüsüne neden olmuştur. Yukarıdaki uydu görüntüsünde de görüldüğü üzere, Tefenni yerleşmesinin özellikle doğu yönünde verimli tarım toprakları ile ekili-dikili araziler yer almaktadır. Kurulumuz, davacının Tefenni kentsel gelişme alanına ilişkin itirazının anlamlı olduğunu düşünmektedir.
18- 8) Isparta İli, Çörten Altınyayla arasındaki gelişme alanına itiraz :
Davacının itirazına konu olan gelişme alanı Altınyayla ilçe merkezi ile Çörten köyü arasındadır. Bu itiraza neden olan husus, Tefenni gelişme alanına yönelik itirazın nedeni ile benzerlik taşımaktadır. Dolayısıyla Kurulumuzun Altınyayla gelişme alanlarına ilişkin değerlendirmesi ile Tefenni gelişme alanlarına ilişkin değerlendirmesi benzer niteliktedir. Altınyayla ilçe merkezi 2015 yılı itibariyle 2980 kişilik nüfusa sahip küçük bir yerleşmedir, Çörten ise 300 nüfuslu bir köydür. Dava konusu plan, 2025 yılı itibariyle Altınyayla merkez nüfusunun 4000-8000 kişi aralığında olacağını kabul etmekte ve kentin onaylı 1/5000 ölçekli nazım imar planı kararlarını aynen korumaktadır. Bu da gerçekçi olmayan bir nüfus kabulü ile ihtiyaç fazlası gelişme alanı öngörüsüne yol açmaktadır.
18 -9) Antalya İli Ekşili için öngörülen kentsel gelişme alanlarına itiraz :
Raporun diğer bölümlerinde dile getirildiği üzere, Ekşili güneyinde yer alan Döşemaltı Belediyesini kapsayan bölge düşük imar planı doluluk oranına sahip bir bölgedir. Buna karşın, gereğinden fazla planlanmış alan sorunu nedeniyle tarımsal toprağın verimli kullanılması sorunlarını yaşamaktadır. Dile getirilen sorun farklı iptal davalarının konusu olmuştur. Bunun bir planlama yanlışı olduğu anlaşılmakla birlikte esas olarak ülkenin iktisadi gelişme politikaları ile doğrudan ilişkili olduğu belirtilmelidir. Ana yol (Antalya-Burdur-Ankara Karayolu) üzerinde yer alan ve önemli kamusal kullanımların öngörüldüğü bölgede spekülatif gelişme arayışlarını anlamak yine de zor olmamakla birlikte tümüyle kırsal niteliklere sahip olan Ekşili’de benzer biçimde gereğinden fazla kentsel gelişme alanı öngörüsünün gerekçesi anlaşılır değildir.
2015 yılı nüfusu 823 kişi olan Ekşili yerleşiminin 2025 nüfusu dava konusu planda 9000-10.000 kişi aralığında öngörülmektedir. Eğilim olarak önemli nüfus artışı beklenmeyen Ekşili’de nüfusun 10 yıl içinde 10 katına, mevcut yerleşik alanın ise 6-7 katına çıkmasının nedeni, mevcut 1/1000 ölçekli uygulama imar planının aynen kabul edilmesidir. Kurulumuza göre dava konusu planın önemli sorunlarından birisi budur. Alt ölçekli planlarda gelişmeye açılan alanların, sadece “arazi yapısına uygun olması” gibi bir gerekçe ile üst ölçekli planlara aktarılması şehircilik ilkeleri ve planlama esasları ile bağdaşmamaktadır.
18- 10) Antalya merkezi ve havaalanı arasında öngörülen gelişme alanına itiraz :
Davacı, havaalanı ile kent merkezi arasında kalan tarımsal niteliği yüksek bölgede öngörülmüş olan kentsel gelişme alanına itiraz etmektedir. Kentsel gelişmeye açılmak istenen bu bölge, Kırcami Bölgesidir. Bu bölge ile ilgili planlama kararı i) tarım topraklarının korunması, ii) ekolojik koridorun sürekliliği ve iii) kentsel riskler açısından değerlendirildiğinde aşağıdaki görüşlere ulaşılmaktadır:
i) Tarım topraklarının korunması açısından;
• Kırcami sahasındaki alanın tamamına yakını sulanan, mutlak tarım alanı niteliğindedir.
• Kentsel kullanma alanları ile çevrilmiş olan bu bölge, 5403 sayılı "Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu"nun 3. maddesine uygun olarak "Sulu Tarım Arazisi" niteliğindedir.
ii) Ekolojik koridorun sürekliliği
• Kırcami Bölgesi, Toroslardan gelen Düden Çayı ve çevresindeki ekolojik koridorun bölgedeki açık alan sisteminin deniz yönünde açılan bir parçası olup korunmasında yarar bulunmaktadır.
• Bu bölgede tarımsal alanların yanı sıra Düden Çayı boyunca açık alan sistemlerinin sürdürülmesi, metropoliten alan içinde açık alanlar sisteminin oluşumuna katkısı ve belirli düzeyde de ekolojik onarım ve koruma-geliştirme açısından sunacağı olanaklar dikkate alınmalıdır.
• Üzerindeki tarımsal üretim nedeniyle yapılaşmamış olan Kırcami Bölgesi, Akdeniz’e doğru ekolojik sürekliliği ve bütünlüğü bulunan Düden Çayı Havzasının sürekliliğine katkıda bulunmaktadır.
iii) Kentsel riskler açısından
• Kırcami Bölgesinin yapılaşmaya açılmamış olması Antalya Havalimanındaki gerek uçuş gerekse yerdeki güvenlik açısından önemli bir olanak olarak değerlendirilmelidir. Bölgenin yapılaşmaya açılması giderek işlevi ve stratejik önemi artan Antalya Havalimanını zaman içinde her yönüyle kısıtlayacaktır. Kırcami Bölgesinde öngörülen yapılaşmanın Havalimanı açısından olası sonuçları dikkate alınmalıdır.
• Bu bölgede bir yapılaşmanın Havalimanının doğal olarak yarattığı ve yaratacağı çevresel kirlilikle doğrudan karşı karşıya kalacaktır. Yapılaşmış alanın kirlilikten etkilenme düzeyinin artacağı belirtilmelidir. Bu konuda anılan plan hükümlerinin “Alt ölçekli planlamalarda, hava kirlilikleri dikkate alınarak; hava akımının etkili olamayacağı bölgelerde, aşırı nüfus yığılmalarını önleyecek biçimde nüfus yerleştirilecek, yoğunluk bölgelemeleri yapılacak, yapı yoğunluğu ve kat adetlerine yönelik düzenlemeler yapılacaktır” şeklindeki 3.3.11. maddesi anımsatılmalıdır. Plan genel yaklaşım düzeyinde kentte hava akımlarının sağlanmasını, hava kirliliğinin yaratılmamasını Planlama İlkeleri başlığı altında öngörmektedir. O nedenle, Kırcami Bölgesindeki kentsel gelişme (yapılaşma) öngörüsünün, havalimanı ile ilişkili olarak yol açacağı çevresel sorunlar dikkate alınarak anılan planlama ilkesi ile tutarsızlık sunmakta olduğu tespit edilmektedir.
• Kırcami Bölgesini de içine alan oldukça geniş bir açık alan sisteminin ya da bir başka deyişle koridorunun varlığı Havalimanı çevresinde oluşan kirliliğin belirli noktalarda sıkışmasını ve toplanmasını engellemektedir. Kent ve Havalimanı arasında kesintisiz bir kentsel gelişme bölgesi yaratılması, çevresel etkiler ve kentsel riskler açısından sakıncalı olacaktır.
Kırcami Bölgesi, Toroslardan gelen Düden Çayı ve çevresindeki ekolojik koridorun bölgedeki açık alan sisteminin deniz yönünde açılan bir parçasıdır.
Sulanan, mutlak tarım alanı, Sulu Tarım Arazisi" niteliğindedir.
Bölgenin yapılaşmaya açılması giderek işlevi ve stratejik önemi artan Antalya Hava Limanını gerek uçuş güvenliği gerekse yerdeki güvenlik açısından olumsuz etkileyecek ve kısıtlayacaktır.
Yapılaşmaya açılmak istenen alan Havalimanının risk kuşakları içinde kalmaktadır. Söz konusu yerdeki bir kentsel yoğunluk, değerli tarımsal toprağın yitirilmesi yanı sıra Havalimanının yeri değişmeyeceğine göre, gereksiz riskler yaratacaktır.
Diğer yandan, Kırcami Bölgesi’nin kentsel gelişmeye açılmasına yönelik planlama kararlarının iptali yönünde çok sayıda Yargı kararı bulunmaktadır. Antalya kentinin gelişme süreçleri içinde, anılan Yargı kararlarındaki gerekçelerin değiştiğini gösteren herhangi bir farklı gelişme durumu gözlenmemektedir. Yeni gelişme alanları öngörülerinde Antalya kenti ve çevresinde gereksinmelerin üzerinde üretilmiş çok fazla imarlı alanın bulunduğu dikkate alınmalıdır.
Bilirkişi Kurulumuz, anılan plan kararının dava konusu Antalya-Burdur-Isparta Planlama Bölgesi 1/100000 ölçekli Çevre Düzeni Planı Kararları ve Uygulama Hükümleri’nde “Planlama Bölgesi’nin önemli unsuru olan verimli tarım topraklarını, orman alanlarını ve hassas alanları korumak, tarım ve ormancılığın geliştirilmesini sağlamak” olarak belirlenen Amaç maddesi ile çeliştiği ve tutarsızlık oluşturduğu kanısına sahiptir.
18- 11) Antalya Havaalanı güneyinde ve doğusundaki gelişme alanına itiraz:
Dava konusu planda gelişmeye açılmak istenen bu bölge, Kırcami bölgesi ile benzer nitelik taşımaktadır. Antalya Havaalanının hem güneyi hem de doğusu tarımsal toprak varlığı ve üretimi bakımından zengin bölgelerdir. Aşağıdaki uydu görüntüsünden de görüldüğü üzere her iki bölgede de Kırcami bölgesinde olduğu gibi seracılık faaliyetleri yoğun olarak sürdürülmektedir. Kurulumuz bu bölgenin gelişmeye ve yapılaşmaya açılmasının hem verimli tarım topraklarının kaybı, hem de Havaalanı uçuş güvenliği bakımından oluşacak riskler nedenleriyle olumsuz olacak kanaatini taşımaktadır. Bölgenin gelişmeye açılması, oldukça verimli ve sulu tarım arazisi niteliğindeki tarımsal toprakların kaybına yol açacak ve Antalya ili tarımsal üretiminde de önemli bir düşüşe neden olacaktır. Bunun yanı sıra, bölgenin yapılaşmaya açılması işlevi ve stratejik önemi giderek artan Antalya Havalimanını zamanla birçok yönden kısıtlayacaktır. Bölgenin hali hazırda yapılaşmaya açılmamış olması, Antalya Havaalanı için gerek uçuş gerek yer güvenliği açısından önemli bir olanak olarak değerlendirilmelidir.
18 -12) Antalya İli, Konyaaltı yerleşmesinin batısındaki gelişme alanına itiraz :
Davacı verimli tarım arazilerinden oluşan ve DSİ sulama projesi içinde yer alan bu bölgenin dava konusu planda kentsel gelişme alanı olarak planlanmasına itiraz etmektedir. İtiraza konu bu plan öngörüsünün irdelenmesinde aynı bölgeye ilişkin olarak yapılaşma öngören alt ölçekli plan kararlarının iptali istemiyle Antalya 1. İdare Mahkemesi’nde açılan davada 28.03.2001 tarih ve E. 1999/455, K.2001/327 sayılı iptal kararına temel oluşturan Bilirkişi Raporuna değinmekte yarar bulunmaktadır.
Anılan raporda, Antalya’nın doğal kaynaklarının sürdürülebilirlik düşüncesi ve anlayışı çerçevesinde değerlendirilmesinin ve kaynakların kentin geleceğine yönelik olarak korunması ve geliştirilmesinin önemine vurgu yapılmıştır. Bu amaca yönelik olarak, Boğaçayı, Çandır, Karaman ve Doyran Çayları gibi Konyaaltı Bölgesinde önemli bir havza oluşturan akarsuların önemli bir doğal kaynak olduğu göz önünde bulundurularak çevrelerindeki mevcut yeşil alanlar ve orman alanları ile flora ve faunası ile birlikte korunmasının gerekliliğine işaret edilmiştir. Raporda, Doyran, Çandır Çayları ile kuzeyden gelen Karaman Çayı’nın birleşmesinden oluşan Boğaçayı Havzası’nın yaklaşık 800 km2’lik bir alanı drene etmekte olduğu belirtilmiştir. Güneybatıda Olimpos Milli Parkı’na, kuzeydoğuda Termessos Milli Parkı’na kadar uzanan bir alanı içeren havzanın Akdeniz Bölgesinin ekolojik bakımdan çok zengin bir kesimi olduğu ifade edilmiştir. Bilirkişi Raporunda, Antalya’daki akarsu havzalarının çevre dengesi gözetilerek korunması, kent içinde kalan kesimlerinin geliştirilerek değerlendirilmesi, Boğaçay, Çandır, Doyran ve Karaman Çayları havzalarının önemi, Boğaçay Havzasının özellikle kuş ve diğer hayvan türleri açısından önemli bir sulak alan olduğu, doğal yapısının korunması gerektiği, kaynaklar üzerindeki yapılaşmanın engellenmesi, suyun korunup Antalya genelinde düzenlenmesi gerektiğine işaret edilmiştir.
Anılan Bilirkişi Raporuna dayanarak, ... İdare Mahkemesi Başkanlığı, bölgede yapılaşma öngören 1/5000 ölçekli Nazım ve 1/1000 ölçekli Uygulama İmar Planlarında sürdürülebilir kalkınma amacı, ekolojik dengenin ve bölgenin doğal kaynak potansiyelinin korunması hedefleri gibi şehircilik esaslarına ve kamu yararına ve hukuka uyarlık bulunmadığına karar vermiştir.
Antalya kentinin gerek turizme dayalı iktisadi gelişmesini gerekse tarımsal zenginliğini borçlu olduğu en önemli değerlerden biri, geri bölgesindeki orman ve su ekolojisi ile deniz ekolojisi arasında ilişkiyi kuran havzaları ve su yataklarıdır. Doğal güzelliklerinin ötesinde, önemli sular kenti bölmemekte tersine iklim, toprak yapısı, bitki ve hayvan varlığı ile çevresel bir değer oluşturmaktadır. Bu önemli suların kent içinde geçtikleri bölgeler en hassas bölgelerdir. Bu havza ve suların korunması kentsel gelişme açısından da önemlidir. Boğaçayı gibi su kanallarının yakın çevresindeki doğal bitki örtüsüne zarar verilmeksizin korunması gereği bulunmaktadır.
Çandır ve Karaman Çayları arasında kalan bölge dava konusu planda Kentsel Gelişme Alanı olarak ayrılmıştır.
Korunacak alanların dikkate alınmaması yanı sıra dava konusu plan herhangi bir mekânsal üst biçim öngörüsü içermemektedir. Üst ölçekte bir düzen ya da sistem geliştirmeyen kentsel gelişme alanları gösterimlerini planlama/tasarım ilkeleri açısından olumlu değerlendirme imkânı bulunmamaktadır.
Korunacak tarımsal alanlar ile kentsel alanlar arasında geçişlerin oluşturulmasında doğal sınırlar önemli imkânlardır. Antalya kentinin kentsel alan sınırlarının oluşumu ve tarımsal alanlar ile kentsel alanların ayrılmasında su öğesi doğal sınır imkânı sunmaktadır. Çandır ve Karaman Çayları kentsel alanın batı yönünde sınırlarının oluşumunda önemli imkânlardır. Bu şekilde belirgin ve düzenlenmiş sınırlar altyapı tesisi, arazinin denetlenmesi ve hizmet sunumu açısından kolaylıklar sağlayacaktır.
Bölgede yapılaşma öngören alt ölçekli imar planlama kararları yargı kararlarıyla iptal edilmiştir. Bilirkişi Kurulumuzca, anılan alt ölçekli plan kararlarının iptal edilmesiyle sonuçlanan yargı kararlarındaki gerekçelerin ortadan kalktığını gösteren herhangi bir veri söz konusu değildir. 12.05.2009 tarihinde onaylanan Antalya-Burdur 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planı ile 29.08.2013 gün ve 496 sayılı kararı ile onaylanan 1/25.000 ölçekli Nazım İmar Planında Tarımsal Niteliği korunacak alanda kalan bölgenin dava konusu 1/100.000 ölçekli planda kentsel gelişmeye açılması anılan yargı kararları ile aykırılık sunmaktadır.
Diğer yandan, Bilirkişi Kurulumuz 1/100.000 ölçekli bir planda kentsel büyümenin biçimini göstermeksizin mevcut kentsel yerleşik alanlar arasında kalan alanların kentsel gelişme alanı olarak öngörülmesini olumlu bulmamaktadır. Kurulumuzca, korunacak alanlar sorununu dikkate almaması yanı sıra herhangi bir mekânsal üst biçim öngörüsü içermeyen ya da bir sistem geliştirmeyen kentsel gelişme alanları gösterimlerin ölçeğin konusu ile de uyuşmadığı düşünülmektedir.
Bilirkişi Kurulumuz, anılan plan kararının dava konusu Antalya-Burdur-Isparta Planlama Bölgesi 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planı Kararları ve Uygulama Hükümlerinde “Planlama Bölgesi’nin önemli unsuru olan verimli tarım topraklarını, orman alanlarını ve hassas alanları korumak, tarım ve ormancılığın geliştirilmesini sağlamak” olarak belirlenen amaç maddesi ile çeliştiği ve tutarsızlık oluşturduğu kanısına sahiptir.
18-13) Antalya İli, Karadayı için öngörülen gelişme alanlarına itiraz :
Dava konusu plan Serik ve Karadayı yerleşmelerinin gelişigüzel bir biçimde her yöne yayılarak büyüyeceklerini ve bu süreç sonucunda birleşeceklerini öngörmektedir. Diğer bir deyişle plan, her iki yerleşim arasında kesintisiz bir kentsel gelişme öngörüsü yapmaktadır.
Karadayı, oldukça düşük bir nüfusa ve son derece dağınık bir yerleşim desenine sahip mahalle statüsünde bir köy yerleşimidir. 2015 yılı itibariyle mahalle nüfusu 2.225 kişiden oluşmaktadır. Verimli tarım topraklarının ortasında yer alan mahallede seracılık ya da örtü altı tarımsal faaliyetlerin yoğun olarak yapılmakta olduğu uydu görüntüsünde açık bir biçimde görülmektedir. Dava konusu plan açıklama raporuna göre Karadayı yerleşim alanının güney kısımları Belek Özel Çevre Koruma Alanı içinde yer almakta, ayrıca yerleşim alanının kuzeyindeki kesimin kısmen Köprüçay Sağ sahil Sulama projesi sınırları içinde bulunduğu ve II. sınıf tarım toprakları içerdiği ifade edilmektedir.
Tüm bu bilgiler, Karadayı mahallesinin, önemli doğal ve çevresel değerler barındıran hassas bir bölgede yer aldığını göstermektedir. Ancak dava konusu planın Karadayı Mahallesi için öngördüğü kentsel gelişme yaklaşımı, mahallenin önemli ve hassas konumu ile bağdaşmamaktadır. Plan, Karadayı mahallesinin 2025 yılı nüfusunu 4000-5000 kişi aralığında kabul etmekte ve onaylı 1/5000 ölçekli nazım imar planının kentsel gelişme kararlarının büyük bölümünü aynen korumaktadır. Böylelikle, hali hazırda sera bazlı tarımsal üretim yapılan ve önemli bir çevre koruma alanının komşuluğunda olan bir bölge yapılaşmaya açılmaktadır. Bu yapılaşma sürecinin, tarım alanları ile özel çevre koruma bölgesine zarar vermeden nasıl yönlendirileceği/yönetileceği hususlarına dair kapsamlı ilke ve stratejiler ise plan kararları/hükümleri arasında yer almamaktadır. Diğer pek çok yerleşme özelinde de gördüğümüz gibi, Karadayı gelişme alanı öngörüsü, dava konusu planın kentsel gelişme alanlarının belirlenmesine yönelik sorunlu yaklaşımının bir başka tezahürü olarak değerlendirilmektedir.
18- 14) Antalya İli, Hasyurt ve Beykonak yerleşmeleri için öngörülen gelişme alanlarına itiraz :
Davacı, dava konusu planda verimli tarım arazilerinde gelişme alanı öngörüldüğünü, koruma-kullanma dengesini kurmak yerine, kentsel gelişme baskılarını gözeten bir yaklaşımın benimsendiğini ileri sürmüştür. Davacı Hasyurt ve Beykonak gelişme alanlarına bu nedenle itiraz etmektedir. Davacının itiraz ettiği kentsel gelişme alanları Kumluca-Finike Planlama Alt Bölgesi’nde yer almaktadır.
Dava konusu plana ait Plan Kararları ve Uygulama Hükümleri 4.5. Maddesinde Planlama Alt Bölgeleri tanımı verilmektedir. Buna göre “Planlama Alt Bölgeleri: Gelişme potansiyeli olan kentsel kullanım alanları ile bunların etkileşim alanlarını ya da sahip olduğu ekolojik değerler açısından korunması ve geliştirilmesi gerekli alanları yada sektörel açıdan gelişme potansiyeline sahip alanları kapsayan ve bütüncül 1/25.000 / 1/5.000 ölçekli nazım imar planı yapılmasının zorunlu olduğu, nüfus, işgücü, sosyal ve ekonomik veriler ışığında gelişme eğilimlerinin belirlendiği bölgelerdir.” Alt bölge tanımında a) gelişme potansiyeli olan kentsel kullanım alanlar ile b) bunların etkileşim alanları, ekolojik değerleri açısından korunması ve geliştirilmesi gerekli alanlar, sektörel açıdan gelişme potansiyeline sahip alanlar belirtilmektedir.
Kumluca-Finike Planlama Alt Bölgesinde Anılan Planlama Alt Bölgesi Kumluca, Çavuşköy, Mavikent, Beykonak, Finike, Sahilkent, Hasyurt, Turunçova, Yeşilyurt yerleşmelerini kapsamaktadır. Alt Bölge içinde Finike ve Kumluca gelişme potansiyelleri olan kentsel merkezlerdir. Buna karşın Finike Ovası korunması gereken tarımsal gelişme potansiyeli yüksek korunması gereken alanları kapsamaktadır.
Turinçgil ve tufanda sebze üretimi bakımından ülke düzeyinde önemli bir üretim merkezi olan (toplam üretimin %25’ine yaklaşan) Finike Ovası, toprak yapısı, suyu ve iklimi ile birlikte önemli bir tarım potansiyeline sahiptir. Ülkede narenciye üretiminde önemli bir paya sahiptir. Ovanın dağlarla kuzey rüzgârlarına kapalı olması en önemli mikroklimatik özelliğidir. Kuzey rüzgârlarından korunan ovada, hemen hemen hiç ısıtmaya gerek kalmamaktadır. Ovanın tarımsal ve ekolojik değeri ve toprak özellikleri çok sayıda bilimsel çalışmaya konu olmuştur. Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nin Ovaya ilişkin çalışmaları örnek verilmelidir. Bunların yanı sıra, yönetim organları tarafından yürütülmüş çok sayıda envanter çalışması vardır. Ova üzerinde en stratejik noktada yer alan Sahilkent ve Hasyurt beldelerinin yerel yönetimlerinin zaman içinde ortaya çıkmış abartılı imar planı çalışmalarının ve yapılaşma taleplerinin yaratacağı tarımsal alan tahribatı gerek akademik gerekse yönetim organı tarafından gerçekleştirilmiş çok sayıda çalışmada dile getirilmiş, yargı sürecine konu olmuştur. İmar gelişmelerinin ovadaki tarımı tehdit eden önemli bir sorun olduğu çok sayıda çalışmada dile getirilmiştir.
Dava konusu plan ile Finike Ovası’nın Sahilkent-Hasyurt bölgesinde bu yerleşmelerden çok daha büyük bir kentsel gelişme alanı yaratılmakta, Finike Ovası’nın sürekliliği bozulmaktadır. Ovadaki tarımsal üretim ile var olan ve Ovanın gerisinde konumlanan bu kırsal yerleşmeler söz konusu kentsel gelişme alanları ile birlikte büyük bir kentsel alana dönüşmektedir. Benzer şekilde Beykonak-Mavikent bölgesinde de Kumluca kentinden çok daha büyük bir kentsel gelişme öngörülmektedir. Bu şekilde Finike Ovası’nın doğu-batı ekseninde sürekliliği ortadan kaldırılmaktadır. Diğer yandan belirtilmelidir ki, dava konusu planda kentsel odaklar durumundaki Finike ve Kumluca kentlerinde bile bu büyüklüklerde bir kentsel gelişme alanı öngörülmemiştir. Ne Hasyurt ne de Beykonak yerleşmelerinde söz konusu kentsel gelişme talebini oluşturacak bir nüfus artışı bulunmaktadır. Bu koşulda, yaratılmak istenen yeni kentsel gelişme alanlarının, dışarıdan bölgeye yönelecek arsa taleplerine dönük olacağı açıktır. Bu ise Finike Ovası’nın hızla ve tümüyle yitirilmesi sürecini başlatacak bir gelişme olacaktır.
Bölgede yapılaşmaya ve tarımsal alanların imara açılmasına yönelik plan kararlarının uzun yıllardır yargı sürecine konu olduğu bilinmektedir. Yapılaşma öngören plan kararları zaman içinde iptal davalarına konu olmuş ve iptal edilmişlerdir.
Dava konusu plandaki kentsel gelişme alanı öngörüsü, yalnızca değerli tarım toprağı kaybına yol açmayacak aynı zamanda tarımsal topraklar arasındaki ekolojik sürekliliği ortadan kaldıracaktır. Bu şekilde bölünmüş bir ovada yapılaşmamış olsa da kalan tarımsal alanların topraklarının niteliğinin bozulması, toprağın hızla kirlenmesi beklenmelidir.
18- 15) Antalya İli, Gazipaşa yerleşmesinin güneyinde ve Koru Mahallesi için öngörülen gelişme alanlarına itiraz :
Kurulumuzun önceki bölümlerde yaptığı değerlendirme Gazipaşa yerleşik alanının güneyinde öngörülen gelişme alanı için de geçerlidir. Dava konusu plan, ekonomik faaliyet olarak tarımda yoğunlaşan ve Gazipaşa muzu gibi özel bir ürünün üretim merkezi konumunda olan bu yerleşme özelinde yüksek bir nüfus artışı öngörmektedir. Bunun nedeni olarak ise turizm sektörüne yönelik ilginin artması verilmektedir. Dava konusu planın açıklama raporundaki bilgilere göre Gazipaşa’nın 2000 yılı nüfusu 44.541 kişidir. 2015 yılı nüfusunun 48.866 kişi olduğu düşünüldüğünde Gazipaşa’nın yoğun bir nüfus hareketliliğine sahip olmadığı anlaşılmaktadır. Oysa dava konusu planın 2025 yılı nüfus kabulü ise 100.000 kişi düzeyindedir. Diğer bir deyişle plan, 2000-2015 yılları arasında yaklaşık 4.500 kişilik nüfus artışı yaşayan kentin, önümüzdeki on yıllık sürede yaklaşık 50.000 kişilik bir ilave nüfusa sahip olacağını kabul etmekte ve kentsel gelişme alanı öngörülerini de bu kabule dayandırmaktadır. Plan açıklama raporunda; Gazipaşa’nın içinde bulunduğu bazı yerleşmelerde, kamu yatırımları ve turizm potansiyellerine bağlı olarak nüfusun mevcut nüfus artış hızına bağlı kestirimlerden daha fazla artacağı ileri sürülmektedir. Kurulumuz Gazipaşa özelindeki yüksek nüfus beklentisinin ve bu beklentiye temel olan bu açıklamanın yeterli ve anlamlı olmadığı kanaatindedir.
Gerçekçi olmayan nüfus kabulü ve onaylı alt ölçekli planlardaki kararların dava konusu planda korunması nedeniyle ortaya çıkan ihtiyaç fazlası kentsel gelişme alanı öngörüsü, Gazipaşa ve çevresindeki tarımsal toprak varlığı ve üretimin niteliği bakımından olumsuz sonuçlar doğuracaktır. Bu aynı zamanda planın bir tutarsızlığı olarak da karşımıza çıkmaktadır. Plan açıklama raporunun ilgili bölümlerinde, Gazipaşa’nın tarımsal niteliğine vurgu yapan şu ifadelere yer verilmektedir:
“İlçede tarım sektörü temel sektör konumundadır. İlçede tarım sektörünün gelişmesi, ilçe tarım alanlarında örtü altı sebze üretimi ve ilçenin adı ile anılan Gazipaşa muzunun yetiştirilmesidir. İlçede özellikle ilçe merkezinde tarım sektörü gelişmiş durumdadır. Bu durumun temel nedeni özellikle ilçe merkezinde tarımsal alanların tarım dışı amaçla kullanılmasının önlenmesidir.”
Görüldüğü gibi dava konusu planda, Gazipaşa özelinde tarım alanlarının tarım dışı amaçla kullanılmasının bugüne kadar önlendiği belirtilerek, bu durumun kentin tarımsal zenginliğinin korunmasını ve geliştirilmesini sağladığı ifade edilmektedir. Bu tespiti yapan bir üst ölçekli planının, tarım topraklarının tarım dışı amaçlarla kullanımını engelleyecek nitelikte kararlar geliştirmesi ve Gazipaşa kentinde gelişme alanı öngörülerini bu tür bir hassasiyet çerçevesinde geliştirmesi beklenir. Oysa dava konusu plan, önemle altını çizdiği durumu tersine çevirecek şekilde, kentin verimli tarım topraklarının ve örtü altı tarım üretiminin yoğunlaştığı bir bölgeyi gerçekçi olmayan nüfus kabullerine dayanarak kentsel gelişme alanı olarak öngörmektedir. Bilirkişi Kurulumuz, oldukça yadırgatıcı bulduğu bu tutumun, üst ölçekli planlamanın mantığına ve şehircilik ilke ve esaslarına aykırı olduğu kanaatini taşımaktadır.
18- 16) Demirtaş tercihli kullanım alanı öngörüsüne itiraz :
Bilirkişi Kurulumuz, 1/100.000 ölçeğindeki bir planda Tercihli Kullanım Alanı gibi bir yönüyle ayrıntılı diğer bir yönüyle de arazi kullanımında esneklik getiren bir öngörünün bu ölçekte bir planlama çalışmasının konusu olmadığı görüşündedir. Diğer bir deyişle, anılan plan kararı ile üst ölçekli planlamanın konusu aşılmaktadır. Bunun yanı sıra, 1/100.000 ölçekteki bir planlama çalışmasında ayrıntılı arazi kullanım kararı geliştirilmesi söz konusu olacaksa bunun belirli bir yerleşme düzeni ya da sistemi içinde öngörülmesi gerekir. Oysa davacının itirazına konu olan Demirtaş tercihli kullanım alanı öngörüsü bu tür bir nitelik taşımamaktadır. Aşağıdaki resimde de görüldüğü gibi bu öngörü; Demirtaş’ın kıyı bölgesinde, belirli bir sistem bütünlüğü taşımadan özel bir durum ile ilişkili olarak verilmiş izlenimi yaratmaktadır. Diğer bir ifade ile bir an için “tercihli kullanım alanı” türündeki bir yer seçiminin üst ölçekli planlamanın konusuna uygun olduğu kabul edilse bile, Demirtaş özelinde bu yer seçimi öngörüsünün herhangi bir planlama ve tasarım ilkesine dayanmadığı gözlenmektedir. Dava konusu planın açıklama raporunda ve hükümlerinde Demirtaş tercihli kullanım alanına ilişkin herhangi bir açıklamaya rastlanılmamıştır. Bu çerçevede Kurulumuz, davacının bu itirazının yerinde ve anlamlı olduğu kanaatine sahiptir.
Demirtaş tercihli kullanım alanı öngörüsü, belirli bir yerleşim sistemi bütünlüğü kaygısı taşımadan özel bir durum ile ilişkili olarak verilmiş izlenimi yaratmaktadır.
Dairemizce planlama alanı dahilinde bulunan alanlarda getirilen fonksiyonlara yönelik ortak yapılan değerlendirmede,
Çevre düzeni planı kararlarının kurumlardan ve arazi çalışmalarından elde edilen veriler, nüfus projeksiyonları ve yerel idarelerin imar planları, bölgesel yatırım kararları, koruma statülü alanlar ulaşım ağları gibi plana girdi sağlayan verilerin değerlendirilmesi sonucunda oluşturulması, dolayısıyla nüfus projeksiyonlarına göre, yerleşim alanlarının belirlenmesi, bu doğrultuda, tarım alanları, orman alanları, meralar, jeolojik açıdan sakıncalı alanların korunması bu tür alanlarda, münferit kentsel gelişme taleplerinin ise plan bütünlüğü gözönünde bulundurularak değerlendirilmesi gerekmektedir.
Genel ilke olarak, plan kararları ile fiziksel çevreyi sağlıklı bir yapıya kavuşturmak, yatırımların yer seçimlerini ve gelişme eğilimlerini yönlendirmek ve toprağın korunma, kullanma dengesini en rasyonel biçimde belirlemek amaçlanır.
Bu amaç çerçevesinde, Çevre Düzeni Planı ölçeğinde hangi usül ve esaslara göre planlama yapılacağı ayrıntıları ile ilgili Kanun ve Yönetmeliklerde düzenlenmiştir.
Davaya konu planın genel hükümler başlığı altında toplanan hükümlerin 5.1. sayılı maddesinde bu planın plan paftaları, plan hükümleri ve plan açıklama raporuyla bir bütün olduğu, alt ölçekli planlar yapılırken bu belgelerin bütününün gözününde bulundurulacağı, 5.2 sayılı maddesinde bu plandan ölçü alınarak uygulama yapılamayacağı düzenlenmiştir.
Çevre düzeni planı ile belirlenen kentsel/kırsal kullanım alanlarının, bu alanların tamamının yapılaşmaya açılacağını göstermeyeceği, bu sınırların ölçeğin gerektirdiği üzere makroformu/ gelişme yönünü gösterecek şekilde - şematik olup alt ölçekli planlama çalışmalarında ilgili kurum ve kuruluşların görüşleri doğrultusunda doğal, yapay ve yasal eşikler çerçevesinde bu planın nüfus kabullerine göre belirlenen alansal büyüklüğü aşmayacak şekilde kesinleştirileceği kuşkusuzdur.
Yine planın 5.17 sayılı maddesinde bu plandan ölçü alınarak uygulama yapılamayacağı, bu plan ile belirlenen kentsel yerleşme alanlarının tamamının yerleşime açılacağını göstermeyeceği, bu sınırların alt ölçekli planlama çalışmalarında ilgili kurum ve kuruluşların görüşleri doğrultusunda ve bu plandaki nüfus koşullarına göre belirlenen alansal büyüklüğü aşmayacak şekilde doğal yapay ve yasal eşikler çerçevesinde kesinleşeceği, 5.22 sayılı maddesinde ise, bu planda kentsel yerleşme alanı olarak tanımlanmış alanlarda eğitim tesisleri, sağlık tesisleri, yeşil alanlar, kamu kurumu alanları, trafo vb. sosyal ve teknik altyapı alanları ile ticaret alanları, konut alanları, küçük sanayi alanları, turizm tesis alanları, konut dışı kentsel çalışma alanları vb. çalışma alanlarının yer alabileceği, yapılanma koşullarının alt ölçekli planlarda belirleneceği, 5.24 sayılı maddesinde kentsel gelişme alanlarının yerleşimlerin makro formunu ve gelişimini şematik olarak belirleyen alanlar olup, planda belirlenen alanın tamamının yerleşmeye açılacağını göstermeyeceği, 9.1.1.1. sayılı maddesinde bu planda kentsel yerleşmeler için hesaplanmış olan nüfus ataması esas alınarak kentsel yerleşim içindeki yoğunluk dağılımının planlama ilkeleri dikkate alınarak alt ölçekli planlarda yapılacağı düzenlenmiştir.
Çevre düzeni planlarının leke plan olmaları nedeniyle uygulama imar planları gibi değerlendirilmeyeceği gerektiğinde şüphe bulunmamaktadır. Nitekim 3194 sayılı Yasanın 8. maddesinin (f) bendi uyarınca kentsel asgari standartların, Bakanlıkça belirlenen esaslar doğrultusunda çevre düzeni planı ile belirlenebileceği, uygulamaya ilişkin kararların yörenin koşulları, parselin bulunduğu bölgenin genel özellikleri, yapının niteliği ve ihtiyacı, erişebilirlik, sürdürülebilirlik, çevreye etkisi dikkate alınarak ve ölçüleri verilerek Bakanlıkça belirlenen esaslara göre uygulama imar planında belirleneceği hüküm altına alınmıştır. Davalı idarece bu çerçevede çevre düzeni planı kararları doğrultusunda uygulama yapılamamakta olup, mevzuat gereği 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planı ile nitelikli tarım alanlarının imara açılmasının söz konusu olmadığı, yerleşim alanlarının yasal, doğal ve yapay eşikler göz önüne alınarak, ilgili kurum ve kuruluşların görüşleri, Bakanlığın uygun görüşü doğrultusunda alt ölçekli plan çalışmalarında kesinleşeceği ifade edilmiştir.
Davaya konu 1/100.000 ölçekli çevre düzeni planının plan notları değerlendiğinde, bu plandan ölçü alınarak uygulama yapılamayacağı, alt ölçekli imar planlarının yapım aşamasında ilgili kurum ve kuruluşların görüşlerinin alınacağı, tarımsal niteliği korunacak alanlarda ise mutlaka ilgili kurumlardan alınan görüşler doğrultusunda yapılaşma olabileceği, çevre düzeni planı ölçeğinde getirilen kullanım kararlarının o bölgenin mutlaka yapılaşacağı yönünde olmayacağı sonucuna ulaşılmıştır.
Dosya içeriğinden, plan araştırma raporunda, planlama bölgesindeki tarımsal toprakların niteliği ve kullanım kabiliyeti ile değerli tarım topraklarının mekânsal dağılımını tespit etmeye ve değerlendirmeye yönelik veri ve bilgilerin toplanmış olduğu, bunların analiz edildiği ve eşik çalışmaları bağlamında dikkate alındığı ve sonuç olarak planlama bölgesi içinde yerleşilebilir ve yerleşilemez alanların eşikler doğrultusunda belirlendiği anlaşılmaktadır.
Diğer taraftan, bölgenin özelliği, nüfus baskısı, yerleşim alanı gibi ihtiyaçlar doğrultusunda, kentlerin gelişme yönü doğrultusunda, şematik olarak yerleşme alanlarının belirlendiği ve yukarıda belirtildiği gibi davacının itiraz ettiği bu alanların mutlaka yapılaşmaya açılacağı anlamına gelmediği açıktır.
Dairemizce genel prensip olarak belirtilen hususlar kabul edilmekle birlikte:
Bilirkişi raporundaki "Şematik gösterimlere konu olan kullanımlar ile bu kullanımların oluşturacakları mekânsal düzenin alt ölçekli planlama çalışmalarına aktarılmasının, planlar arasında kademelenme ve üst ölçekli planların genel fikrinin alt ölçeklere taşınması bakımından önemli olduğu, bunun yanı sıra durumun, yere özel/uygun kararların üretilmesi ve somut yeni verilerin kullanılması ile üst ölçekli plan kararlarının zenginleştirilmesi imkânını da yarattığı, şematik dille gösterilen kullanımların alt ölçekli çalışmalara uygun bir biçimde aktarılabilmeleri ve yere özgü yeni bilgi ve veriler ile gözden geçirilip geliştirilebilmeleri için planlarda yer alacak şematik gösterimlerin yeterli olmadığı bu gösterimlere konu kararların dayandığı yerleşme ve yapılaşma ilkelerinin, planlama esasları, koruma ve kullanıma ilişkin koşullar ve benzeri hüküm ve stratejilerin plan paftalarında ve lejant maddeleri ve/veya plan uygulama hükümleri arasında yer alması gerektiği, bu tür açıklayıcı ve alt ölçekteki çalışmaları yönlendirici ilke, hüküm ve stratejilerin yeterli düzeyde tanımlanmaması durumunda, planda şematik olarak yer aldığı düşünülen kararların belirli bir kesinlik arz ettiği algısı/fikrinin oluşabileceği
-Antalya-Burdur-Isparta planlama bölgesinin, doğal alanlar ve verimli tarım toprakları bakımından oldukça zengin bir bölge olduğu, planlama alanı içerisinde tarımsal niteliği yüksek topraklar, özel ürün alanları, tarımsal üretimde uzmanlaşmış alt bölgeler yanı sıra göller ve bunların oluşturduğu doğal ekosistemlerin yer aldığı, böylesi bir bölge için yapılan 1/100.000 ölçekli çevre düzeni planı çalışmasının, planlama alanı içinde verimli tarım alanları ile yaşamsal öneme sahip doğal alanların ve ekosistemlerin yoğunlaştığı kesimlerde yer alan kentsel yerleşmelere yönelik özel bir yaklaşım geliştirmesinin beklendiği bu özel yaklaşımın temel hedefinin, ilgili yerleşmelerin makroformlarının gelişimi ile yakın çevrelerindeki doğal alanlar ve verimli tarım topraklarının korunması arasında uyum sağlamak olması gerektiği,
-Bu bağlamda, üst ölçekli planlardan beklenen diğer bir temel stratejinin de, tarımsal ve ekolojik potansiyelleri yüksek alt bölgelerde bulunan yerleşmelerin gelecekteki büyümelerini denetim altına alacak uygun önlem ve politikaları belirlemek olduğu, böylelikle, her kentte var olan kentsel yayılma/saçılma eğilimi yerine, kentlerin yakın çevrelerindeki tarım alanları ve doğal alanların korunmasına olanak tanıyacak ne tür büyüme biçim ve yaklaşımlarının uygulanabileceğine açıklık getirilmiş olacağı,
-Oysa dava konusu planın, bu tür bir özel yaklaşım geliştirmediği, planlama alanındaki yerleşmelerin büyüme dinamiklerini mevcut eğilimler çerçevesinde hesaplanan kestirimlerle ele aldığı, dahası, onaylı nazım ve uygulama imar planlarında gelişmeye açılan alanları bu yolla ihtiyaç fazlası alanın kentsel gelişmeye açılması ihtimalini doğurduğu her ne kadar dava konusu planın plan araştırma ve açıklama raporlarında tarım topraklarının ve doğal alanların korunacağı gibi hedefler ve ilkeler belirtilmekteyse de, planın yerleşmelerin gelişimine yönelik kararları bu hedeflerini destekler nitelikte olmadığı, diğer bir deyişle, -en azından yerleşmelerin gelişme alanlarının planlanması açısından- planın ilke ve hedefleri ile mekânsal planlama kararları açısından uyumsuzluk söz konusu olduğu, yönündeki görüşler de değerlendirildiğinde;
Dava konusu edilen alanlara planla getirilen yerleşme alanları leke kararlarının alanın doğal yapısı, gelişme yönü ve büyüklükleri, yer seçimi, alanların özelliği, yasal, yapay ve doğal eşikler, mevcut yerleşimler ve yerleşme alanlarının makraformu gözönünde bulundurulduğunda Isparta Şarkikaraağaç, Güneykent-Keçiborlu, Atabey, İslamköy, Beydere, Eğirdir (gelişme ve turizm alanları) Tefenni, Çörten Altınyayla, Antalya Ekşili, Antalya merkezi ve havaalanı arasındaki bölgede, Antalya Havaalanı güneyinde ve doğusundaki bölgede, Demirtaş tercihli kullanım alanı, Antalya Konyaaltı, Karadayı, Hasyurt, Beykonak, Gazipaşa bölgelerinde getirilen gelişme alanlarında şehircilik ve planlama esaslarına ve kamu yararına uyarlık görülmemiştir.
Bunların dışında; Gümüşgün gelişme alanları, Isparta merkezin kuzeyindeki sanayi ve gelişme alanlarına ilişkin olarak ise, bilirkişi raporunda belirlenen tespitlerin planın eleştirisi ve haklı bir eleştiri olduğu kabul edilebilecek olmakla birlikte, bu hususlar planı kusurlandırır nitelikte görülmemiştir.
Yukarıda yer verilen genel açıklamalar ışığında;
19) Dava dilekçesinde; Sürdürülebilir yaşam adına korunması gerekli doğal alanların insan kaynaklı aktivitelerden zarar görmemesi adına planın bazı bölümlerinin iptal edilmesi gerektiği ileri sürülmüştür. Buna göre;
19-1) Antalya İli Korkuteli Barajı içme suyu amaçlı kullanıldığı halde, koruma kuşaklarının paftalara işlenmediği, bu durumun barajların korunmasını, sürdürülebilirliğini engellediği gibi, gelişme alanlarının barajlara gereğinden fazla yaklaşabilmesine neden olduğu, baraj koruma kuşaklarının işlenmesi ve Korkuteli gelişme alanı sınırlarının koruma kuşakları işlendikten sonra belirlenmek üzere iptal edilmesi gerektiği iddia edilmektedir.
19-1 sayılı iddiaya ilişkin olarak savunmada ; plan paftalarında gösterilsin veya gösterilmesin içme ve kullanma suyu temin edilen kıta içi yüzeysel su kaynaklarının korunmasında Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliği’nin ilgili hükümlerinin uygulanacağı, alt ölçekli plan aşamasında Korkuteli gelişme alanlarına ilişkin olarak; ÇDP Plan Hükümleri 5.17, 5.20, 5.24, 5.56 maddeleri uyarınca uygulama yapılacağından, davacı tarafından ortaya atılan iddialar yersiz olduğu belirtilmiştir.
19-1 sayılı iddiaya ilişkin olarak bilirkişi raporunda ; "Kurulumuz, gerek plan açıklama raporunda gerekse plan hükümlerinde çevre kirliliğine yönelik olarak mekânsal düzeyde yaptırım getiren/gerektiren herhangi bir hükme yer verilmediği ve ilgili yatırımcı kurum ve kuruluşlarla işletmelerin kirlilik konusunda gerekli önlemleri almaları tavsiyesinde bulunulmakla yetinildiği kanısındadır. Bu nedenle, dava konusu planın çevre kirliliğinin önlenmesine yönelik olarak ilgili kamu kurum ve kuruluşlarına görevlerini hatırlatmak ve tavsiyede bulunmanın ötesine giderek mekânsal düzeyde çevre kirliliğini önlemeye ya da azaltmaya yönelik yaptırımı olan önlemler geliştiren bir plan niteliği taşıdığı söylenemez." tespit ve değerlendirmelerine yer verilmiştir.
19-1 sayılı iddiaya ilişkin olarak dairemizce yapılan değerlendirmede ; Bilirkişi raporunda belirlenen tespitin planın eleştirisi ve haklı bir eleştiri olduğu kabul edilebilecek olmakla birlikte, davaya konu planda bu hususa ilişkin ilkelerin belirlendiği, koruma alanlarının tanımlanarak özel hükümler geliştirildiği görüldüğünden bu husus planı kusurlandırır nitelikte görülmemiştir.
19-2) Ramsar Alanı da olan Burdur Gölü'nü besleyen dere ve çayların sularının barajlarda tutulması sonucu göl su seviyesi önemli ölçüde düştüğünden, Burdur Gölü "sulak alan tampon bölge sınırı" içerisinde turizm tesis alanı, kentsel gelişme alanları, üniversite alanı ve OSB önerilen bölümlerin iptal edilmesi ve Burdur Gölü sulak alan ve koruma kuşakları sınırlarının eksiksiz bir şekilde plana işlenmesi gerektiği iddia edilmektedir.
19-2 sayılı iddiaya ilişkin olarak savunmada ; anılan plan hükmü ile yönetim planı yapılıncaya kadar bu bölgelerde ilgili mevzuat doğrultusunda yapılanmaya ilişkin koşulların belirlendiği savunulmuştur.
19-2 sayılı iddiaya ilişkin olarak bilirkişi raporunda ; "Dava dosyasına sayısal olarak sunulmuş olan plan paftası incelendiğinde davacının ileri sürdüğü Sulak Alan Tampon Bölgesi sınırları izlenememektedir. Lejant maddelerinde “Sulak Alan Tampon Bölgesi” yer almasına karşın ilgili paftasında bu gösterime rastlanmamıştır. Ramsar Alanı niteliğine sahip, aynı zamanda ciddi ekolojik sorunlarla karşı karşıya olan Burdur Gölü söz konusu olduğunda anılan sınırlar konusunun ilgili plan paftalarında önemle ele alınması ve gösterilmesi beklenirdi. Plan Hükümlerinin 8.1.2. Maddesinde Yönetmeliğin çıkarılmasından önce faaliyete geçmiş olan OSB’nin Tampon Bölge kapsamında muaf tutulmuştur. Yönetmeliğe uyarlık açısından Tampon Bölgede yer alan Burdur OSB ile ilgili olarak herhangi bir sorun bulunmamaktadır. Buna karşın, Kurulumuzca, %50 kapasiteyle çalışan OSB’de yeni yer seçimlerine izin verilmemesi beklenirdi. Plan Hükümlerinin 9.40.1.3. Maddesi Kurulumuzca Yönetmeliğe aykırı bulunmuştur. Anılan Plan Hükmü ile Özel Hüküm Bölgesi içinde Yönetmeliğin Ek-1 Listesinde yasaklanan faaliyetlere izin verilmekte, Özel Hüküm Bölgesi içinde Plan Hükmü ile yeni yeni muafiyetler yaratılmaktadır." görüşüne yer verilmiştir.
19-2 sayılı iddiaya ilişkin olarak dairemizce yapılan değerlendirmede ; Burdur 1. Organize Sanayi Bölgesi'nin kurulduğu tarihte yürürlükte bulunan 17/05/2005 tarih ve 25818 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe giren, Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği'nin 21.maddesinin (a) fıkrası uyarınca, sulak alan tampon bölgesinde organize sanayi bölgesi ve serbest bölge sanayi alanı kurulmasına izin verilemeyeceği kurala bağlanmış olmakla birlikte, aynı Yönetmeliğin Geçici 1. maddesinde; bu Yönetmeliğin yayımı tarihinden önce faaliyete geçmiş olan işletmelerin, 31/12/2006 tarihine kadar Bakanlıkça istenilen şartları yerine getirmeleri kaydıyla faaliyetlerine devam edeceği öngörülmüştür.
Bu kapsamda, söz konusu Yönetmeliğin Geçici 1. maddesi uyarınca, faaliyetine devam eden Burdur Gölü Sulak Alanı Tampon Bölgesi içindeki Burdur 1. Organize Sanayi Bölgesi'nin dava konusu Çevre Düzeni Planı ile OSB alanı olarak gösterilmesinde mevzuata aykırılık bulunmamaktadır.
Öte yandan, dava konusu Çevre Düzeni Planının onaylandığı tarihte yürürlükte bulunan 04/04/2014 tarih ve 28962 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanan Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği'nin 24.maddesinin (a) fıkrasında da, sulak alan tampon bölgesinde organize sanayi bölgesi kurulamayacağı hüküm altına alınmış olup, bu Yönetmeliğin yayımı tarihinden önce faaliyete geçmiş olan işletmelerin belli şartlarda faaliyetlerine devam edeceğine ilişkin Yönetmeliğin Geçici 1. maddesinin 1.fıkrası, Danıştay Ondördüncü Dairesinin 13/04/2016 tarih ve E:2014/5470, K:2016/2827 sayılı kararı ile iptal edilmiş, söz konusu karar, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 04/04/2019 tarih ve E:2016/4226, K:2019/1544 sayılı kararıyla onanmıştır.
Bu doğrultuda, henüz planlama aşamasında olduğu anlaşılan Burdur 2. Organize Sanayi Bölgesi'nin yukarıda yer verilen Yönetmelik uyarınca, sulak alan tampon bölgesi içerisinde yer alabilmesi hukuken mümkün olmadığından, dava konusu Çevre Düzeni Planının söz konusu OSB alanına ilişkin kısmında hukuka uyarlık bulunmamaktadır.
19-3) Planlama alanı içerisinde yeni golf alanlarının önerilmesinin çevresel ve doğal yaşama ilişkin tehditleri artırıcı nitelikte olduğu, dolayısıyla Perakende‘de golf alanı önerilen bölüm ile Oymapınar Barajı'nın güneyindeki golf alanları önerilen bölümünün iptal edilmesi gerektiği iddia edilmektedir.
19-3 sayılı iddiaya ilişkin olarak savunmada ;1/100000 ölçekli ÇDP'nin onayından önce özel statüye sahip alanlarda onaylanmış planlar geçerli olduğu, söz konusu golf alanlarının "Özel Çevre Koruma Bölgesi" ve "Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi" sınırları içerisinde kaldığı, bu alanlarda getirilmiş olan kullanım kararlarının bu bölgelerde onaylanmış olan plan kararlarından geldiği belirtilmiştir.
19-3 sayılı iddiaya ilişkin olarak bilirkişi raporunda ; "Kurulumuz, dava konusu golf alanlarına ilişkin alanlarla ilgili olarak son derece hassas olan ekolojik dengeleri önemli biçimde etkileyen dava konusu kararları alan Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bu konuda yaptığı veri toplama, analiz ve değerlendirme çalışmaları varsa bunların dava konusu üst ölçek plan raporuna aktarılması gerekir. Bu veriler de incelenerek alınan yeni golf alanları kararlarının çevresel etkileri yanı sıra bölgedeki diğer önemli alanlarla ve bu üst ölçek planla önerilen yeni kullanım kararları ile ilişkileri ayrıntılı olarak değerlendirilmeli ve ortaya çıkabilecek sorunların nasıl çözüleceğine yönelik öneri modeller geliştirilmelidir. Dava konusu olan ve doğal zenginlikleri ve tabiat zenginlikleri açısından önemli olan bu nedenle de plan yapımında son derece dikkat ve titizlikle yaklaşılması gereken bu alanda öngörülen 16 adet yeni golf sahasının gerekçesi bilinmelidir. Sonuç olarak, Bilirkişi Kurulumuz böylesine büyük ve sorunu yatırım kararlarının davalı Bakanlık tarafından da 1/100.000 ölçekli planda aynen onanmasının planlama ilkeleri açısından uygun olmadığı, bunun yerine planlama ve uygulama safhalarını birlikte ele alan bir yaklaşımın benimsenmesinin gerekli olduğu görüşüne ulaşmaktadır." görüşüne yer verilmiştir.
19-3 sayılı iddiaya ilişkin olarak dairemizce yapılan değerlendirmede ; Davaya konu golf alanlarının uluslararası standartlara uygun strateji kararına göre yer seçimlerinin yapılmadığı, ciddi bir araştırmaya dayanmadığı, golf alanların belirlenmesinin tüm planlama bölgesi üzerinde yer alan bir arazi ve araştırma sonucu ortaya çıkmadığı, topografya, su kullanımı vb. verilerin değerlendirilmediği, bu alanlarda getirilmiş olan kullanım kararlarının bu bölgelerde onaylanmış olan plan kararlarından geldiği anlaşıldığından bu hususta şehircilik ilkelerine planlama esaslarına ve kamu yararına uyarlık görülmemiştir.
19-4) Türkiye'de, Ege ve Akdeniz kıyıları başta olmak üzere, turizm sektörü, özellikle doğal zenginliklere sahip alanlarda, kitle turizmi şeklinde gelişmesinin bu zenginliklere zarar verdiğinden, Kumluca-Finike-Kale-Kaş Odaklı Kentsel Gelişme Bölgesinde turizm gelişimine yönelik hiçbir plan hükmüne yer verilmeden, planda, Kaş Limanağzı Mevkii'nde doğal sit alanında turizm tesis alanı öngörülmesinin şehircilik ve planlama ilkeleri ile bağdaşmadığından iptal edilmesi gerektiği iddia edilmektedir.
19-4 sayılı iddiaya ilişkin olarak savunmada ; Kaş Limanağzı Mevkiinin 3. derece doğal sit alanında kaldığı, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu’nun Doğal (Tabii) Sitler, Koruma ve Kullanma Koşulları ile ilgili İlke Kararı çerçevesinde; 2. ve 3. derece doğal sit alanları içerisinde turizm kullanımlarının yer alabilmekte olduğu, bu alanlarda "Antalya Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonu" kararları ve ilgili mevzuat hükümleri doğrultusunda yapılacak olan koruma amaçlı imar planı kararları ile uygulamaların gerçekleştirildiği, dolayısıyla sit alanlarının doğrudan dava konusu plan ile turizme açıldığı iddiası son derece yersiz olduğu savunulmuştur.
19-4 sayılı iddiaya ilişkin olarak bilirkişi raporunda ; "Limanağzı Mevkii Kaş’ın mevcut yerleşik alanından uzakta, hali hazırda yapılaşmamış bir koy niteliğindedir. Alan, 3. Derece doğal sit alanı olup, içerisinde ve komşuluğunda arkeolojik sit alanları bulunmaktadır. Dava konusu planın böylesi bir bölgede, büyük bir alanı turizm tesis alanı olarak öngörmesi akılcı bir planlama tutumu olarak kabul edilemez. Öncelikle bu bölgedeki turizm gelişiminin doğal ve tarihi çevre üzerinde olumsuz etkileri olacağı açıktır. Ayrıca, Kaş kentine kimlik kazandıran bakı ve siluet gibi özgün nitelikleri de bozacağı düşünülebilir. Bunların yanı sıra Limanağzı Mevkii’nin kentten kopuk olması, bu bölgede yapılacak turizm tesislerine altyapı götürmenin maliyetini de ciddi biçimde arttıracaktır.
Söz konusu bölge halen yapılaşmamış doğal alan niteliğindedir. Bu bölgede yapılacak büyük ölçekli turizm tesislerinin, bakı ve siluet açısından olumsuz sonuçları olacaktır.
Bu bilgiler ışığında, Bilirkişi Kurulumuz, davacının Kaş Limanağzı Mevkii’nde doğal sit alanında turizm tesis alanı önerilmesine ilişkin itirazının anlamlı ve yerinde olduğu kanaatine varmıştır." görüşüne yer verilmiştir.
19-4 sayılı iddiaya ilişkin olarak dairemizce yapılan değerlendirmede ; Bilirkişi raporunda yer verilen görüşler doğrultusunda bu hususa ilişkin yapılan düzenlemeyle korunması gereken alanların yapılaşma baskısına maruz kalacağından şehircilik ve planlama esaslarına ve kamu yararına uyarlık görülmemiştir.
KARAR SONUCU:
Açıklanan nedenlerle;
1. Dava konusu 1/100000 ölçekli Çevre Düzeni Planının Isparta Şarkikaraağaç, Güneykent-Keçiborlu, Atabey, İslamköy, Beydere, Eğirdir (gelişme ve turizm alanları), Tefenni, Çörten Altınyayla, Antalya Ekşili, Antalya Demirtaş, Antalya merkezi ve havaalanı arasındaki bölgede, Antalya Havaalanı güneyinde ve doğusundaki bölgede, Antalya Konyaaltı, Karadayı, Hasyurt, Beykonak, Gazipaşa bölgelerinde getirilen gelişme alanları ile Perkakende ve Oymapınar barajının güneyindeki golf alanları, Kaş Limanağzı'nda öngörülen turizm tesis alanı ve Burdur Gölü'ne ilişkin plan kararları ile 5.35, 9.39 sayılı plan hükmünün 1. paragrafında düzenlenen yer seçiminin 50 hektardan küçük alanlarda olması durumunda, çevre düzeni planı düzeyinde ele alınmamasına ilişkin kısmının, 9.7'nin 3. paragrafının oybirliğiyle, 5.36 plan notu bakımından oyçokluğuyla İPTALİNE,
2. Diğer kısımlar yönünden davanın REDDİNE,
3. Dava kısmen ret, kısmen iptal ile sonuçlandığından yargılama giderlerinin yarısı olan …TL nin davacı üzerinde bırakılmasına, avukatlık asgari ücret tarifesine göre hesaplanan …-TL avukatlık ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine, yargılama giderlerinin diğer yarısı olan …-TL ile avukatlık asgari ücret tarifesine göre hesaplanan ,…-TL avukatlık ücretinin davalı idareden alınarak davacıya verilmesine,
4. Artan posta avansının kararın kesinleşmesinden sonra davacının göstereceği hesap numarasına iadesine, artan …-TL keşif avansının davacıya iadesine,
5. Bu kararın tebliğ tarihini izleyen 30 (otuz) gün içerisinde Danıştay İdari Dava Daireleri Kuruluna temyiz yolu açık olmak üzere, 17/12/2020 tarihinde karar verildi.
KARŞI OY : Dava konusu Çevre ve Şehircilik Bakanlığının 27/08/2015 tarihli oluru ile onaylanan Antalya-Burdur-Isparta Planlama Bölgesi 1/100000 ölçekli Çevre Düzeni Planının 5.36 sayılı plan notu "Bu plan kapsamındaki alanlarda, kentsel ve kırsal yerleşme alanları dışında gereksinim duyulması halinde; Toplu Konut İdaresi'ne (TOKİ) tahsis edilmiş alanlarda, TOKİ tarafından üretilecek toplu konut alanlarına ilişkin başvurular, 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanuna tabi alanlara ilişkin uygulamalar ve İlbank Anonim Şirketi Genel Müdürlüğü tarafından 6107 sayılı kanun uyarınca yapılacak uygulamalar bu planın koruma, gelişme ve planlama ilkeleri ve nüfus kabulleri çerçevesinde, bu planda değişikliğe gerek kalmaksızın ilgili kurum ve kuruluş görüşleri alınarak ilgili İdaresince değerlendirilir. Bu doğrultuda hazırlanacak alt ölçekli planlar sayısal ortamda veri tabanına işlenmek üzere Bakanlığa gönderilir. Söz konusu taleplerin kentsel ve kırsal yerleşme alanları içerisinde kalması durumunda ise, imar planı bütünlüğü çerçevesinde ve nüfus kabulü dahilinde, ilgili idaresince alt ölçekli planlarda değerlendirilir." şeklinde düzenlenmiştir.
Söz konusu plan hükmü ile TOKİ ile 6306 sayılı yasaya tabi alanlara ilişkin uygulamalara yönelik her ölçekte plan yapma ve onaylama konusunda verilmiş olan yetkinin kullanımı kapsamında kullanım türlerine ilişkin başvuruların çevre düzeni planı kararları ve nüfus kabulleri çerçevesinde değerlendirileceği şeklinde düzenlendiği, bu doğrultuda hazırlanacak planların sayısal ortamda planın veri tabanına işleneceği, anlaşılmaktadır.
Davaya konu planda kentsel yerleşik alanlar; büyükşehir ve/veya il, ilçe, ilk kademe ve belde belediye sınırları içinde var olan, içinde boş alanları barındıran büyük oranda yapılaşmış alanlardır, kırsal yerleşme alanları ise kentsel yerleşme alanları dışında kalan köy ve mezraları kapsayan, 3194 sayılı İmar Kanununun ilgili yönetmeliği uyarınca köy yerleşik alanı ve civarına ilişkin sınır tespiti yapılmış/yapılmamış ve bu planda sınırları şematik olarak gösterilmiş veya plan ölçeği gereği gösterilmemiş olan alanlar ile 442 sayılı köy kanunu uyarınca belirlenmiş/belirlenecek olan alanlardır." kentsel gelişme alanları ise "bu planın nüfus kabulleri ile ilke ve stratejileri doğrultusunda bu planla kentsel gelişmeye ayrılmış alanlardır." şeklinde tanımlanmıştır.
Plan notu ile planlama bölgesinde kentsel ve kırsal yerleşme alanları dışında kalan (değişik haliyle plan kapsamındaki yetkili idarelere tahsisi yapılmış ve yetkileri dahilinde alanlarda) ancak yine bu planla kentsel kullanıma ayrılan yani kentsel gelişme alanı olarak öngörülen yerlerde TOKİ ya da plan notunda belirtilen idarelerin yetkileri dahilinde olan alanlarda alt ölçekli planlama yapılabilecektir. Nitekim plan notunun devamında da, kentsel+kırsal yerleşme alanları içerisinde kalması halinde de, bu alanların bu plan dışında önceden alt ölçekli planlarla yerleşime açılmış ve fiilen yapılaşmış alanlar olduğu gözetilerek çevre imar bütünlüğü çerçevesinde ilgili idaresince alt ölçekli planlarda değerlendirileceği öngörülmüştür.
Netice itibariyle, bu plan notu ile kentsel ve kırsal yerleşme alanı dışında gereksinim bulunması halinde ancak planda kentsel ve kırsal gelişme alanı olarak belirlenen alanlarda TOKİ ve plan notunda belirtilen idareler tarafından yürütülen faaliyetlerin alan kullanım türleriyle ilgili talep ve uygulamaların belli ölçüler içerisinde ilgili idaresince değerlendirilmesine olanak sağlanmıştır.
Bu durumda yasal yetkiler kapsamında, çevre düzeni planı kararları ve nüfus kabulleri çerçevesinde, TOKİ ve plan notunda belirtilen yetkili idarelerce planlama bölgesi kentsel ve kırsal yerleşim alanları dışında konut üretiminin mevzuata aykırı olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
Açıklanan nedenlerle 5.36 sayılı plan notu yönünden davanın reddine karar verilmesi gerektiği oyu ile kararın bu kısmına katılmıyorum.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.