
Esas No: 2008/3229
Karar No: 2008/7906
Karar Tarihi: 24.6.2008
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2008/3229 Esas 2008/7906 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : TOSYA ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 11/10/2007
NUMARASI : 2003/20-2007/249
Taraflar arasında birleştirilerek görülen davada;
Davacılar (birleşen dosya davalıları); "davalıdan alacakları 170.000 Alman Markı ve karşılığında ödeyecekleri 52.000 Alman Markı faizin taksitler halinde ödenmesi ve teminat olarak da, davacı M."in 4125 parsel sayılı taşınmazı üzerinde davalı lehine 2.derece ipotek tesisi" konusunda taraflar arasında düzenlenen 2.11.1998 tarihli protokol gereğince davalıya toplam 222.000 Alman Markı bedelli 32 adet bono imzalayarak verdiklerinı; taşınmazda ipotek tesisi için başvurduklarında davalının ipotek yerine borcun teminatı olarak taşınmazın temlikini talep etmesi sonucu, davacı M..."in müzayaka halinde olup, 4125 parsel sayılı üzerinde fabrikası olan taşınmazını davalıya 4.11.1998 tarihinde ve satış suretiyle devretmek zorunda kaldığını; yapılan işlemin Borçlar Kanununun 20 ve 21. maddeleri gereğince geçersiz olduğunu, geçerli olsa bile inanca dayalı temlik olup, borçlarını ödediklerini ileri sürerek; taşınmazın ve üzerine kurulu fabrikanın tüm müştemilatları ile birlikte davacı M..aidiyetinin tespiti ile tapu iptali ve bono bedellerinin tahsilini istemişler, birleşen davanın reddini savunmuşlardır.
Davalı (birleşen dosya davacısı); çekişme konusu taşınmazı davacı M.ten 170.000 Alman Markı bedelle satın aldığını, protokolde belirtilen 52.000 Alman Markının faize ilişkin olmayıp, fabrikanın 26 aylık süre ile aylık 2.000 Alman Markı kira alacağı olduğunu, inanç sözleşmesinin yazılı delille ispatı gerektiğini belirterek, davanın reddini savunmuş, birleşen davasında, 4125 parsel sayılı taşınmazına elatmanın önlenmesi ve ecrimisil isteğinde bulunmuştur.
Mahkemece, inanç sözleşmesine ilişkin iddiaların yazılı delille ispatlanamadığı, davalı karşı davacı H.."ın, 2.11.1998 tarihli protokol uyarınca düzenlenen senetlerden dolayı alacağının bulunmadığı, çekişmeli taşınmazı halen davacılar (karşı davalılar)"ın haklı ve geçerli neden olmaksızın kullandıkları gerekçesiyle, davanın ve karşı davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Karar, davacılar (birleşen davalılar) vekili tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 24.6.2008 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vs. vekili Avukat Ü.T. ile temyiz edilen vekili Avukat M.E.B.. geldiler, duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi .tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:
Dava, inançlı işlem (teminat mukabili temlik) hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, menfi tespit, bono iptali, olmazsa bono bedellerinin tahsili, birleşen dava ve çaplı taşınmaza elatmanın önlenmesi ve ecrimisil isteklerine ilişkindir.
Mahkemece; asıl davada, bonolardan dolayı borçlu olmadığının tespiti isteğinin kabulüne sair isteklerin reddine, birleşen davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacılar M. ve M."ının baba-oğul oldukları, davalı H.. ile aralarında "protokol" başlıklı düzenlenen belge gereğince de, davacıların davalıdan protokolde belirtilen miktar kadar borç aldıkları, bunun karşılığı olarak davacı M. İ.a ait çekişme konusu taşınmazın sicil kaydı üzerine davalı lehine 2.dereceden ipotek tesis edileceği kararlaştırıldıktan sonra borcun ödeme planına bağlandığı, ayrıca alınan paraya karşılık da davacılar tarafından çekişmeye konu edilen ve ödeme planına bağlanan meblağ ve tarihler itibariyle de bonoların tanzim edilerek davalıya verildiği anlaşılmaktadır.
Davacılar, protokol gereğince ipotek tesisi bakımından Tapu Sicil Müdürlüğü"ne gidildiğini, ne varki, davalı tarafından ipotek tesisinden vazgeçilerek, taşınmazın sicil kaydının teminat olarak kendisine devrinin istenildiğini, aksi takdirde anlaşmaya yanaşmayacağını bildirmesi üzerine davacı Mehmet"in çekişmeli taşınmazı satış göstermek suretiyle davalıya intikal ettirdiğini ileri sürerek, eldeki davayı açmışlar ve "protokol" başlıklı belgeyi davalarına dayanak yapmışlardır.
Mahkemece, taraflar arasındaki ilişkinin inançlı işlemden kaynaklandığı kabul edilmekle beraber, davacıların iddialarını 5.2.1947 tarih 20/6 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının öngördüğü belge ile ispatlayamadıkları gerekçesiyle, iptal ve tescil isteğinin reddine karar verilmiştir.
Gerçekten de, taraflar arasındaki hukuki ilişkinin inançlı işlemden kaynaklandığı açıktır.
Bilindiği üzere; inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan , onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.
Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek veya idare olunmak üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar.
Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.
Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır.
Diğer bir bakış açısıyla taşınmazın mülkiyeti inanılana (alacaklıya) geçmiştir. Taşınmazda inanarak satanın (borçlu) mülkiyet hakkı kalmadığı gibi, alıcının bu mülkiyet hakkı üzerinde kurulmuş olan bir rehin hakkından da söz edilemez.
Bu durumda; gayrimenkul rehni bakımından geçerliliği olan M.K.nun 873. maddesinin inanç sözleşmelerine dayalı temlike konu taşınmazlar bakımından uygulama yeri olmadığı da kuşkusuzdur. Nitekim bu düşünce Hukuk Genel kurulunun 23.5.1990 gün ve l990/1-202-315 sayılı kararında da aynen benimsenmiştir.
Bilindiği gibi, inanç sözleşmeleri, tarafların karşılıklı iradelerine uygun bulunduğu için, onlara karşılıklı borç yükleyen ve alacak hakkı veren geçerli sözleşmelerdir. (Borçlar Kanunu mad.81) Anılan sözleşmelerde, taraflar, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini; devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, bu arada tabii ki süresini de belirleyebilirler. Bunun dışında, akde aykırı davranışın yaptırımına da sözleşmelerinde yer verebilirler.Buna dair akit hükümleri de Borçlar Kanununun 19 ve 20 maddelerine aykırılık teşkil etmediği sürece geçerli sayılır. İnanç sözleşmesine ve buna bağlı işlemle alacaklı olan taraf, ödeme günü gelince alacağını elde etmek için dilerse; teminat için temlik edilen şeyi “ ifa uğruna edim “ olarak kendisinde alıkoyabileceği gibi; o şeyi, açık artırma yoluyla veya serbestçe satıp satış bedelinden alma yoluna da başvurabilir. Bu sonuçlar kendine özgü bu akdin tabiatında mevcuttur. Sözleşme ile öngörülen ifa süresi içerisinde, sırf sözleşmeyi imkansız kılmak amacıyla muvazaalı olarak yapılan temliklerin yasal koruma altında tutulamıyacağı izahtan varestedir. Meri hukuk sistemimizde her hangi bir düzenleme olmamasına karşın;inanç sözleşmelerinin ,yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde uygulama yeri bulan kendine özgü bir müessese olduğu, öğreti ve uygulamada kabul edilegelen bir olgudur.
İnanç sözleşmelerinin tarafları arasında,onların gerçek iradelerini ve akitten amaçladıklarını yansıtması bakımından geçerli olduğu;taraflarına Borçlar Kanunu çerçevesinde nisbi haklarını talep etme olanağını verdiği tartışmasızdır.
Burada üzerinde durulması gereken husus,taşınmaz mallar yada şekle bağlı akitlerde inanç sözleşmelerinin ne gibi hukuki sonuç doğuracağıdır. Diğer bir anlatımla,sözleşmede öngörülen koşulların gerçekleşmesi halinde, taşınmaz mülkiyetinin naklinin sebebini oluşturup oluşturmayacağıdır.
Bilindiği üzere; uygulamada mesele,5.2.1947 tarih 20/6 sayılı İnançları Birleştirme kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir.
Söz konusu kararda; eski hukuka göre mümkün ve geçerli olan muvazaa ve nam-ı müstear iddialarının, Medeni Kanunun yürürlüğünden sonra taşınmaz mallar hakkında dinlenip dinlenemeyeceği tartışılmıştır.
Anılan kararda; çeşitli sebep ve amaçlarla bir taşınmaz kaydına gerçek malik yerine başka bir nam ve bir sözleşmede akitlerden biri yerine üçüncü bir şahsın gösterilmesinin mümkün olduğu,bu gibi hallerde vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına yaptığı tasarruflarda olduğu gibi hukuki bir durum veya herhangi bir maksatla üçüncü şahıslardan gerçeği gizleme gayesi güdülebileceği, “kötüniyetli ve haksız gizlemeler”dışında,belirtilen olasılıklara göre açılacak bir davanın, gerçekten, ya mevcut bir hakka dayanarak bir el değiştirme veya bir hakkın korunması niteliğini taşıyacağı; bu durumun da, temsil ve vekalet ilişkisinde ,mülkiyette halefiyet esası olarak kabul edilmiş bir husus olup,halefiyeti düzeltme amacıyla öncelikle mülkiyetin vekile aidiyeti düşünülse bile, temsil hükümlerine aykırı olduğundan bunun korunması ve devamına hükmolunamıyacağı ,zira Borçlar Kanununun “müvekkil vekiline karşı muhtelif borçlarını ifa edince vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına üçüncü şahıstaki alacağı müvekkilin olur” hükmünün bu düşünceyi doğruladığı, öte yandan gerek taşınır, gerek taşınmaz mallara ilişkin olsun nam-ı müstear hadiselerinde, meselenin bir istihkak ve mülkiyet davası niteliğini geçemeyeceğinden, ne resmi senet, ne de şekil meselesinin bahse konu olamıyacağı,meselenin akitte ve isimde muvazaayı kapsamına alan Borçlar Yasasının 18.maddesi kapsamında düşünülmesinin kanunun amacına uygun düşeceğine, değinildikten sonra sonuçta,nam-ı müstear davalarının dinlenebilir ve yazılı delil ile isbatının mümkün olduğuna,hükmolunmuştur.
İçtihadı Bileştirme kararlarının konularıyla sınırlı,sonuçlarıyla bağlayıcı bulunduğu tartışmasızdır.Nam-ı müstear için düzenleme getiren 1947 tarihli kararın, teminat amacıyla temlike dair inanç sözleşmelerini kapsadığı da kuşkusuzdur.Uygulamada anılan sözleşmeler gerek özü,gerek işleyişi açısından,genelde muvazaa ,özelde ise nam-ı müstear başlıkları altında nitelendirilegelmektedir.
Belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararında da değinildiği üzere;inanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları bağlayıcı, diğer yandan,mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi açısından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmelerdir.Bu durumda koşulların oluşması halinde taşınmaz mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı kabul edilmelidir.
İçtihadı Birleştirme kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların isbatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi gereklidir. Bunun dışındaki bir kabul,hem İçtihadı Birleştirme kararının kapsamının genişletilmesi, hemde taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz.
Somut olaya gelince; davacılardan M.in malik olduğu çekişme konusu 4125 parsel sayılı taşınmazın sicil kaydının 4.11.1998 tarihinde ve satış suretiyle davalıya temlik edildiği kayden sabittir.
Öte yandan, taraflar arasında protokol başlıklı belgenin yanı sıra 2.11.1998 tarihinde düzenlenen ve aynı başlığı taşıyan belgede de; " davalı H.T."un davacı M. İ."a vereceği 170.000 Alman Markının H..T.. tarafından 15.11.1998 tarihine kadar ödeneceği, buna karşılık da M.. İ.."ın ilk protokolde öngörülen ipoteğin 3.11.1998 tarihinde gerçekleştirileceği; buna karşın davalı tarafından belirtilen tarihe kadar kararlaştırılan meblağın davacıya ödenmemesi halinde ipoteğin geçersiz kalacağı" öngörülmüştür.
Olayın işleyiş tarzı itibariyle mahkemece tarafların gösterdikleri tanıklar dinlenmiş; özellikle temlik işlemi sırasında işlemi gerçekleştirilen Tapu Sicil Müdürlüğü"nün "davalının ipotek tesisine yanaşmadığı ve verilecek borç karşılığı taşınmazın temlik edilmesi gerektiğini öne sürmesi üzerine, davacılar tarafından mecbur kalınarak taşınmazın sicil kaydının davalıya devredildiğini" beyan ettiği ve birbirini teyit eden tanık beyanları karşısında taşınmazın mülkiyetinin devrinin, teminat mukabili temlik olduğu tereddüde yer bırakmayacak şekilde açıklığa kavuşmuş bulunmaktadır.
Somut olayın, bu özelliğine göre, taraflar arasındaki belgenin taşınmazın mülkiyetinin nakli için değil ipotek tesisi için düzenlendiği gözetildiğinde inançlı işlemin belgesi olarak kabulüne olanak yok ise de; HUMK"nun 292. maddesi uyarınca anılan belge ve muhteviyatının yazılı delil başlangıcı olarak kabulü gerekmektedir. Esasen, mahkemece de tanıklar dinlenilmek suretiyle somut olay ortaya konulduğuna göre, çekişmenin çözümü bakımından davalının, davacılara vereceği paranın ödenip ödenmediği, ödenmiş ise, davacılar tarafından davalıya borç karşılığı ödeme yapılıp yapılmadığının açıklığa kavuşturulması gerektiği tartışmasızdır.
Ne varki, mahkemece bu konuda yapılan araştırma ve incelemenin hüküm kurmaya elverişli olduğu söylenemez.
Hal böyel olunca, kendi edimini ifa etmeyen kimsenin karşı tarafı, edimini ifaya zorlayamayacağı hükmünü içeren Borçlar Kanununun 81.maddesi gözetilmek suretiyle, taraflar arasındaki borç ve alacak ilişkisinin değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, noksan araştırma ve incelemeye dayalı olarak yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.
Davacıların, temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 13.12.2007 tarihinde yürürlüğe giren avukatlık ücret tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 550.00.-YTL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenden alınmasına, 24.6.2008 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.