Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, ortak miras bırakanları H."ın dava konusu 22 ayrı taşınmazı hukuki ehliyete haiz olmadığı dönemde mirastan mal kaçırmak amacıyla ve muvazaalı olarak davalı oğluna temlik ettiğini ileri sürerek tapuların miras payı oranında iptal ve tescilini ,olmadığı takdirde tenkis isteğinde bulunmuştur.
Davalı, miras bırakana ve 1971 yılından beri vasisi olduğu dava dışı kardeşine baktığını, temliklerin muvazaalı olmadığını bildirip, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davacının muvazaa iddiası sabit görülerek davanın kabulüne karar verilmiştir.
Karar, davalı tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla; dava değeri yönünden duruşma isteği reddedildi,Tetkik Hakimi ."ın raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.Dava, ehliyetsizlik ve muris muvazaası hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptal, tescil olmazsa tenkis isteklerine ilişkindir.
Mahkemece, davacının muvazaa iddiası sabit görülerek davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden, toplanan delillerden dava konusu 22 ayrı taşınmazın miras bırakan Hasan adına kayıtlı iken 25.2.1997 tarihinde ölünceye kadar bakma akti ile davalıya temlik edildiği anlaşılmaktadır.
İddianın ileri sürülüş biçiminden davada ehliyetsizlik ve muris muvazaası hukuksal nedenlerine dayanıldığı görülmektedir.
Bilindiği üzere,Yargıtay Hukuk Genel Kurulununun 11.4.1990 gün 1990/1-152-1990/236 sayılı kararında vurgulandığı gibi davada maddi olaylar bakımından bir kaç hukuki sebebin birarada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir yön yoktur.Ne var ki, ehliyetsizlik iddiası kamu düzeninen ilişkin olup resen gözetilmesi gerekeceğinden öncelikle bu iddia yönünden bir araştırma yapılmasında zorunluluk vardır.
Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “ fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “ biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek “ ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. “ hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü “ eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “ yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.
Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21)
Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tesbitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar H.U.M.K.’nun 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mutaalası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.
Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.
Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeler ve yasa hükümleri çerçevesinde bir araştırma yapılarak tüm delillerin birlikte değerlendirilip miras bırakanın hukuki ehliyete haiz olduğunun saptanması halinde ileri sürülen diğer hukuki sebep yönünden sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken ehliyetsizlik iddiasının kamu düzenine ilişkin olduğu gözetilmeksizin bu konuda bir araştırma yapılmadan hüküm kurulmuş olması doğru değildir.
Davalının buna yönelik temyiz itirazlarının kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.’nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine,3.11.2008 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.