Taraflar arasında görülen davada;
Davacılar, ortak miras bırakan İ.A.’nun maliki olduğu çekişme konusu taşınmazların kadastro sırasında davalılar adına tespit ve tescil edildiğini davalı T.’a satışı yapılan 130 ada 3 parsel sayılı taşınmazın temliki sırasında murisin akli melekelerinin yerinde olmadığını, murisin yapmış olduğu diğer temliklerin de davalıların baskı ve kandırması ile mal kaçırmak amacıyla yapıldığını ileri sürerek, tapu kayıtlarının iptali ile mirasçılar adına tescil isteminde bulunmuşlar, yargılama sırasında 105 ada 1,117 ada 9 ve 133 ada 13 nolu parseller hakkındaki davalarından feragat etmişlerdir.
Davalılardan T. satışın gerçek olduğunu belirterek davanın reddini savunmuş, diğer davalılar İ.Z. A. ve R. 101 ada 124 ve 125 ada 24 nolu parseller hakkındaki davayı kabul etmişler diğer parseller yönünden davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, davanın kabul sebebiyle kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Karar, davacılar vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü.Dava, ehliyetsizlik ve muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteklerine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişme konusu 130 ada 3 parsel sayılı taşınmaz dışındaki hakkında dava reddedilen 139 ada 1 ve 142 ada 3 parsel sayılı taşınmazların kadastro tespitinde davalı Z.A., 142 ada 2 parsel sayılı taşınmazın da davalı R.adına zilyetliğe dayalı olarak tespit ve tescil edildiği, bu sebeple anılan taşınmazlar yönünden 01.4.1974 tarih ve 1/2 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının somut olayda uygulama yeri bulunmadığı mahkemece gözetilmek suretiyle davanın reddedilmiş olmasında bir isabetsizlik yoktur. Bu yöne değinen davacların öteki temyiz itirazları yerinde değildir. Reddine.
Ancak, davacılar miras bırakanlarının davalı T. A."ya yapmış olduğu 130 ada 3 parsel sayılı taşınmazla ilgili olarak kadastro öncesi satış tarihinde murislerinin ehliyetsiz olduğunu ileri sürerek, eldeki davayı açmışlardır.
Ne varki; mahkemece bu konuda hükme yeterli araştırma ve inceleme yapıldığını söyleyebilme olanağı yoktur. Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “ fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “ biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek “ ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. “ hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü “ eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “ yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.
Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21)
Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tesbitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar H.U.M.K.’nun 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mutaalası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.
Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.
Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeler ve yasa hükümleri çerçevesinde bir araştırma yapılarak tüm delillerin birlikte değerlendirilip sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulması isabetsizdir. Temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün belirtilen nedenlerden ötürü, HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 3.11.2008 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.