21. Hukuk Dairesi 2015/10858 E. , 2015/21370 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
Davacı, iş kazası sonucu maluliyetinden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, isteğin kısmen kabulüne karar vermiştir.
Hükmün, davalılar vekillerince temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.
K A R A R
Dava, sigortalının 25.05.1997 tarihinde geçirdiği iş kazası nedeniyle maddi ve manevi zararının giderilmesi istemlerine ilişkindir.
Mahkemece; 23.547,74-TL maddi, 3.000,00-TL"de manevi tazminatın davalılardan tahsiline karar verilmiştir.
Dosya kapsamından, davacı kazalının 25.05.1997 tarihli iş kazasında yaralanarak %11,20 oranında sürekli iş göremezliğe maruz kaldığı, kazanın oluşumunda %75 oranında davalılar, %25 oranında ise davacı kusurunun bulunduğu, Mahkemece verilen 09.11.2006 tarihli “davanın reddine” dair ilk kararın Dairemizin 08.05.2007 gün, 2006/19245 Esas-2007/7809 Karar sayılı ilamı ile bozulduğu, anılan bozma ilamında özetle; davalı tarafça mahkemeye ibraz edilen 04.05.1998 tarihli ibranamede miktar belirtilmeyip bu ibranamenin düzenlendiği aynı tarihte davalı işverence davacıya 30.10.1998 ve 30.11.1998 tarihli her biri 200.00.-YTL."lik iki adet çek verilse de bu ödemelerin maddi-manevi tazminatlar karşılığı mı? yoksa işçilik alacakları karşılığı mı? verildiğinin anlaşılamadığı kabulüne göre değerlendirme yapıldığı, Mahkemece ilgili bozma ilamına uyulması akabinde inceleme konusu 25.03.2015 tarihli kararın verildiği anlaşılmaktadır.
Dosyadaki ihtilafın halli öncesinde usuli kazanılmış hak kavramı ve bunun istisnalarına değinmekte fayda vardır.
Hukuk Muhakemeleri Kanununda “usuli kazanılmış hak” kavramına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır. Bu kurum, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri haline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin yada tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.Hemen belirtelim ki; bir mahkemenin Yargıtay Dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak, yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince hüküm
- verme yükümlülüğü doğar. “Usuli kazanılmış hak” olarak tanımlayacağımız bu olgu mahkemeye, hükmüne uyduğu Yargıtay bozma kararında belirtilen çerçevede işlem yapma ve hüküm kurma zorunluluğu getirdiği gibi, mahkemenin kararını bozmuş olan Yargıtay Hukuk Dairesince de, sonradan, ilk bozma kararı ile benimsemiş olduğu esaslara usuli kazanılmış hakka aykırı bir şekilde ikinci bir bozma kararı verilememektedir (09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı, Hukuk Genel Kurulu’nun 12.07.2006 gün, 2006/9-508 E., 2006/521 sayılı kararı). Mahkemenin, Yargıtay’ın bozma kararına uyması ile bozma kararı lehine olan taraf yararına bir usuli kazanılmış hak doğabileceği gibi, bazı konuların bozma kararı kapsamı dışında kalması yolu ile de usuli kazanılmış hak gerçekleşebilir. Yargıtay tarafından bozulan bir hükmün bozma kararının kapsamı dışında kalmış olan kısımları kesinleşir. Bozma kararına uymuş olan mahkeme kesinleşen bu kısımlar hakkında yeniden inceleme yaparak karar veremez. Bir başka anlatımla, kesinleşmiş bu kısımlar, lehine olan taraf yararına usuli kazanılmış hak oluşturur (04.02.1959 gün ve 13/5 sayılı YİBK). Kazanılmış haklar Hukuk Devleti kavramının temelini oluşturan en önemli unsurlardandır. Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar Anayasanın 2.maddesinde açıklanan “Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve kabul edilemez. Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usuli kazanılmış hak” olgusunun, bir çok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır. Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı (09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı YİBK) ya da geçmişe etkili bir yeni kanun çıkması karşısında, Yargıtay bozma ilamına uyulmuş olmakla oluşan usuli kazanılmış hak hukukça değer taşımayacaktır. Benzer şekilde; uygulanması gereken bir kanun hükmü, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesi’nce iptaline karar verilirse, usuli kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir (Hukuk Genel Kurulu’nun 21.01.2004 gün, 2004/10-44 E., 2004/19 K.). Bu sayılanların dışında ayrıca görev konusu, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı, harç ve maddi hataya dayanan bozma kararlarına uyulmasında olduğu gibi kamu düzeni ile ilgili konularda usuli kazanılmış haktan söz edilemez (Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü-6. Baskı, cilt 5, 2001).
Yukarıda yapılan açıklamalar sonrasında somut olaya geldiğimizde ise her ne kadar Dairemizin 08.05.2007 gün, 2006/19245 Esas-2007/7809 Karar sayılı bozma ilamında dosyada bulunan noter düzenlemeli 04.05.1998 tarihli ibranamenin miktar içermeyip bu ibraname ile aynı tarihte davacıya verildiği anlaşılan iki adet çekin de yargılama konusu iş kazasında oluşan maddi-manevi zararlar nedeniyle mi? Yoksa işçilik alacaklarına karşılık mı? Verildiğinin anlaşılamadığı kabulüne göre Mahkemenin 09.11.2006 ilk karar bozulmuşsa da anılan bozma ilamının maddi hata sonucu bu kabulü içerdiği anlaşılmaktadır. Maddi hataya dayanan bozma kararlarına uyulmasıyla da taraflar yararına usuli kazanılmış hak doğmaz. Eldeki davada taraflar arasında 04.05.1998 tarihli ibranamenin düzenlendiği ve bu ibraname tarihinde davacının iki adet çek aldığı hususları tartışmasızdır. Hal böyle olunca 04.05.1998 tarihli ibranamenin miktar içermediği, ibraname ile aynı tarihte verilen iki adet çekinde ne amaçla verildiğinin belli olmadığı kabulünün hatalı olacağı ortada olup bu ibranamenin davacının Mayıs 1997 tarihli iş kazası nedeniyle maddi-manevi zararlarına karşılık aldığı iki adet çek karşılığı verildiğinin kabulü gerekmektedir.
Bu kabul sonrasında farklı sorunlar çıkmakta olup bunlardan ilki yargılama konusu işkazası nedeniyle 200,00"erTL"lik iki adet çekle yapılan ödemelerin maddi ve manevi zararların tazmininde ne miktarda gözetilmesi gerektiğine dairdir. Bu noktada somut olayda taraflar arasında ortaya konulan açık bir iradenin bulunmamasına göre ödemenin yarısının maddi, yarısının da manevi zararlarına karşılık davacıya verildiğinin kabulü gerekir.
Diğer sorunlar ise manevi tazminatın bölünüp bölünemeyeceği ile davacının maddi zararına karşılık aldığı 200,00TL bedele göre düzenlediği ibranamenin sorumluların borcunu sonlandırıp sonlandırmayacağına ilişkindir.
Bunlardan öncelikle manevi tazminatın bölünüp bölünmeyeceği açıklayacak olursak; hukuka aykırı bir eylem yüzünden çekilen elem ve üzüntüler, o tarihte duyulan ve duyulması gereken bir haldir. Başka bir anlatımla üzüntü ve acıyı zamana yaymak suretiyle, manevi tazminatın bölünmesi, bir kısmının dava konusu yapılması ve kalanın saklı tutulması olanağı yoktur. Niteliği itibariyle manevi tazminat bölünemez. Bir defada istenilmesi gerekir. Yargıtay H.G.K"nun 25.9.1996 gün ve 1996/21-397-637 karar ile 13.10.1999 gün ve 1999/21-684-818 sayılı kararı da bu doğrultudadır.
Bu açıklamadan olarak somut olayda yukarıda değinildiği üzere davacının 04.05.1998 tarihli ibraname ile aynı tarihte aldığı iki adet çekin toplam miktarı olan 400,00TL"nin 200,00TL"sini manevi zararına karşılık aldığının kabulü ve manevi tazminatın bölünmezliği ilkesi bir arada değerlendirildiğinde davacının talep edebileceği başkaca manevi tazminat bulunmadığı ortadadır.
Diğer bir konu olan maddi zarara karşılık verilen 200,00TL ve akabinde bu miktara göre düzenlenen ibranamenin borcu sonlandırıp sonlandırmayacağı hususunda ise; kural olarak tazminat alacaklısına yapılmış ödemenin bu miktar ile sınırlı olmak üzere bağlayıcılığı asıldır. Gerçek anlamda ödemeden söz edebilmek için ise tanzim edilecek miktar ile buna karşılık alınan meblağ arasında açık oransızlığın bulunmaması koşuldur. Ödemenin yapıldığı tarihteki verilerle hesaplanan tazminat ile ödenen miktar arasında açık oransızlığın bulunduğu durumlarda yapılan ödeme ancak kısmi ödeme makbuzu niteliğinde kabul edilebilir.
Buna göre işbu davada davalı tarafından davacının maddi zararına karşılık yapılan 200,00TL"lik ödemenin davacının maddi zararını hangi oranda karşıladığının tespiti için, bu ödemenin yapıldığı tarihlerdeki veriler esas alınarak davacının zararını bilirkişiye hesaplattırmak, böylece 200,00TL"lik bu ödeme zamanındaki tazmini gereken miktar ile buna karşılık ödenen bedel arasında açık oransızlığın bulunup bulunmadığını denetlemek, açık oransızlığın bulunması durumunda maddi tazminata ilişkin 200,00TL"lik ödemeyi "kısmi ifayı içeren makbuz" niteliğinde kabul etmek ve yapılan bu ödemenin ödeme tarihindeki gerçek zararı hangi oranda karşıladığını saptayarak güncel verilere göre hesaplanmış maddi zararından bu oranda indirim yapmak, yapılan 200,00TL "lik ödeme ile bu ödeme zamanındaki verilere göre hesaplanacak davacı zararı arasında açık oransızlığın bulunmaması halinde ise maddi tazminat davasının reddine karar vermek gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamıştır.
O halde, davalılar vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, bozma nedenine göre davalıların sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, temyiz harcının istek halinde davalılara iadesine, 30.11.2015 gününde oy birliğiyle karar verildi.