Taraflar arasında görülen davada;
Davacı vekili, davacının anlama özürlü olmasından yararlanan davalı M.."nin davacıyı kandırarak aldığı vekalete dayalı olarak davacıya ait ..parsel sayılı taşınmazdaki ..nolu bağımsız bölümü davalı F...e sattığını satış bedelinin ödenmediğini, satış işleminin hile ile alınan vekaletle gerçekleştirildiğini ileri sürerek tapu iptali, tescil olmadığı takdirde satış bedeli olarak 30.000.00-YTL.nin tahsili isteğinde bulunmuştur.
Davalı M..., davacı annesinin kendisini çekişme konusu bağımsız bölümü satması için vekil tayin ettiğini, vekaleten taşınmazı davalı F..e sattığını, satış bedelini davacıya ödediğini; davalı F...ise; iyiniyetle taşınmazı satın aldığını belirterek davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, davacının vekaletin düzenlendiği tarihte fiili ve kavli tasarruf ehliyetine sahip olduğu, davnın kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
-KARAR-
Dava, tapu iptali ve tescili isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davacının resmi akit tarihinde ehliyetli olduğundan bahisle davanın reddine karar verilmiştir.
Gerçektende, davacının Adli Tıp Kurumundan elde edilen rapor gereğince ehliyetli olduğu belirlenmek ve bu olgu mahkemece benimsenmek suretiyle ehliyetsizlik hukuksal nedenine dayalı olarak açılan davanın reddedilmiş olması doğrudur.
Ancak, dava dilekçesinin içeriği ve iddianın ileri sürülüş biçiminden davada ehliyetsizlik hukuksal nedeni yanında vekaletin hile ile alındığı iddiasınada dayanıldığı anlaşılmaktadır.
Vekaletin hile ile alındığı iddiasının aynı zamanda vekaleten kötüye kullandığı iddiasınıda içerdiği tartışmasızdır.Ne varki mahkemece vekaletin kötüye kullanılması iddiası yönünden hükme elverişli olacak şekilde bir araştırma ve soruşturma yapılmış değildir.
Bilindiği üzere;Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar
Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Nevarki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeler kapsar biçimde araştırma yapılması, özellikle davalı vekil Menevşe ile davalı Fatih"in el ve işbirliği içinde hareket ederek davacıyı zararlandırıp zararlandırmadıklarının duraksamaya yer bırakmayacak şekilda açığa kavuşturulması, ödendiği iddia edilen satış bedelinin davacıya ödenip ödenmediğinin belirlenmesi toplanan ve toplanacak olan tüm delillerin birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ve eksik araştırma ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir.
Davacının temyiz itirazları yerindedir.Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 21.3.2007 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.