20. Hukuk Dairesi 2014/9720 E. , 2015/4632 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :Sulh Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki davanın yapılan duruşması sonunda kurulan hükmün Yargıtayca incelenmesi davalılardan tarafından istenilmekle, süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü:
K A R A R
Davacı; 02.12.2013 tarihli dilekçesinde sınırlarını belirttiği ... köyünde bulunan yaklaşık 7.000 m2 yüzölçümlü taşınmazda zilyet olduğunun tespiti isteğinde bulunmuştur.
Mahkemece, dava edilen yerin 2/B alanında kaldığı, kullanım kadastrosuna tâbi tutulmadığı, tapuda kayıtlı olmadığından davacının tespit davası açmakta hukukî yararının bulunduğu, zilyetliğinin sabit olduğu gerekçesiyle fen bilirkişi tarafından düzenlenen 07.04.2014 havale tarihli rapor ekindeki krokide (A) harfi ile işaretlenen 6.255,65 m2 yüzölçümlü taşınmazda davacının zilyet olduğunun tespitine karar verilmiş, hüküm davalılardan tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, orman rejimi dışına çıkarılan ancak henüz kullanım kadastrosu yapılmamış taşınmazda zilyetliğin tespiti isteğine ilişkindir.
Çekişmeli taşınmazın bulunduğu yörede 3116 sayılı Kanun hükümlerine göre yapılıp 26.08.1949 tarihinde ilân edilerek kesinleşen orman kadastrosu, 2006 yılında genel arazi kadastrosu, daha sonra 6831 sayılı Kanun hükümleri uyarınca yapılıp 21.10.2011 tarihinde ilân edilerek kesinleşen sınırlaması yapılmamış yerlerde orman kadastrosu, tüm ormanlarda aplikasyon ve 2/B madde uygulaması vardır.
Mahkemece verilen karar usûl ve kanuna aykırıdır. Şöyle ki; dosya kapsamından çekişmeli taşınmazın 26.08.1949 tarihinde ilân edilerek kesinleşen orman tahdit haritası içinde iken daha sonra adına orman sınırları dışına çıkarıldığı, 3402 sayılı Kanuna 5831 sayılı Kanun ile eklenen Ek 4. maddesi uyarınca kullanım kadastrosu yapılmadığı anlaşılmaktadır.
Medenî Usûl Hukukunda davacının, mahkemeden hukuksal korunma istemi ile bir dava açabilmesi için, bu davayı açmakta veya hukukî korunma istemekte haklı bir yararının bulunması ile hukuksal yararın, "hukukî ve meşru", "doğrudan ve kişisel", "doğmuş ve güncel" olması gerekir (Hanağası, a.g.e., s.135).
Mülga 1086 sayılı Hukuk Muhakemeleri Usûlü Kanununun yürürlükte olduğu dönemde, öğreti ve yargısal kararlarda, hukukî yarar, "dava şartı" olarak kabul edilmiştir. Bu şart, "dava konusuna ilişkin genel dava şartlarından biri" olup, davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi ve esas hakkında hüküm verilebilmesi için varlığı gerekli olduğundan "olumlu dava şartları" arasında sayılmaktadır. ( aynı görüş, Hukuk Genel Kurulu"nun 24.11.1982 gün ve 1982/7-1874 E.-914 K.; 5.6.1996 gün ve 1996/18-337 E.-542 K.; 10.11.1999 gün ve 1999/1-937 E.-946 K. ve 25.05.2011 gün ve 2011/11-186 E. 2011/352 K. sayılı kararlarında da, benimsenmiştir)
Dava açmaktaki hukuki yarar için; hukuk düzenince kabul edilmiş meşru bir yarar olmalı, bu yarar dava açan hak sahibi ile ilgili olmalı ve dava açıldığı sırada halen mevcut bulunmalıdır. Ayrıca, açılacak davanın ortaya çıkacak tehlikeyi bertaraf edecek nitelikte olması gerekir. Bir kimsenin, hakkına ulaşmak için, mahkeme kararının o an için gerekli olması durumunda hukuki yararın olduğundan sözedilebilir. Bir mahkeme kararına ihtiyaç yoksa hukuki yarardan söz edilemez (Pekcanıtez H., Atalay, O./Özekes, M.: Medeni Usûl Hukuku, Ankara 2011, s.297). Uyuşmazlığın çözümünde, hukukî yarar kavramının tespit davasındaki yansımasının ne olacağının ayrıca irdelenmesinde yarar vardır:
Bilindiği üzere, mahkemeden istedikleri hukukî korunmaya göre davalar eda davaları, tespit davaları ve inşai davalar olarak ayrılmaktadır.
Eda davalarında; bir şeyin yapılması, bir şeyin verilmesi veya bir şey yapılmaması istenmekte iken; inşai (yenilik doğuran) davalar ile de, var olan bir hukuki durumun değiştirilmesi, kaldırılması veya yeni bir hukukî durumun yaratılması istenir. İnşai (yenilik doğurucu) davanın kabulü ile yeni bir hukukî durum yaratılır ve hukuksal sonuç genellikle bir yargı kararı ile doğar.
Tespit davasında, sadece tespit hükmü verilebilir. Tespit davasında verilen karar ile hukukî ilişkinin varlığı veya yokluğu kesin olarak tespit edilir. Diğer bir anlatım ile davalının varlığını inkar ettiği ilişkinin var olduğu veya yokluğunu inkar ettiği hukuki ilişkinin yok olduğu hükme bağlanır.
Bir tespit davasının kabule şayan olabilmesi için, bu davanın konusunu oluşturan hukukî ilişkinin var olup olmadığının mahkemece hemen tespit edilmesinde davacının menfaatinin (hukukî yararının) bulunması gerekir.
Tespit davasında; eda davasından ve inşai davadan farklı olarak, davacının böyle bir menfaatinin bulunduğu varsayılmaz. Tespit davasında davacı, kendisi için sözkonusu olan tehlikeli veya tereddütlü durumun ortaya çıkaracağı zararın, ancak tespit davası ile giderilebileceğini kanıtlamalıdır. Çünkü, tespit davası, hukuki bir durum ya da hak henüz inkar ya da ihlal edilmeden, yani herhangi bir zarar doğmadan açılabildiğinden, menfaatin doğmuş ve güncel olması gereğinin bir istisnası olarak ortaya çıkmıştır.
İşte davacının hukukî ilişkinin derhal tespitinde menfaatinin (hukukî yararının) varlığı için öncelikle davacının bir hakkı veya hukukî durumu güncel (halihazır) ve ciddi bir tehditle karşı karşıya olması gerekir. Bu tehdit çoğunlukla davalının davranışları ile ortaya çıkar. Bu tehdidin davacı için bir tehlike oluşturabilmesi, bu tehdit nedeniyle, davacının hukuki durumunun tereddüt içinde olmasına ve bu hususun, davacıya zarar verebilecek nitelikte bulunmasına bağlıdır (Hanağası, a.g.e., s.133 vd.; aynı ilkeler, Hukuk Genel Kurulu"nun 01.02.2012 gün ve 2011/10-642 E., 2012/38 K. sayılı kararlarında da, benimsenmiştir.)
5831 sayılı Kanun ile 3402 sayılı Kanuna eklenen Ek 4/1. madde gereğince “6831 sayılı Orman Kanununun 20.06.1973 tarihli ve 1744 sayılı Kanunla değişik 2"nci maddesi ile 23.09.1983 tarihli ve 2896 sayılı, 05.06.1986 tarihli ve 3302 sayılı Kanunlarla değişik 2"nci maddesinin (B) bendine göre ... adına orman sınırları dışına çıkarılan yerler, fiili kullanım durumları dikkate alınmak ve varsa üzerindeki muhdesatın kime veya kimlere ait olduğu ve kim veya kimler tarafından ne zamandan beri kullanıldığı kadastro tutanağının beyanlar hanesinde gösterilmek suretiyle, bu Kanunun 11"inci maddesinde belirtilen askı ilânı hariç diğer ilanlar yapılmaksızın öncelikle kadastrosu yapılarak adına tescil… edilir.” hükmüne yer verilmiştir.
Yukarıdaki açıklamalar ve yasal mevzuat ışığında somut olay değerlendirildiğinde, çekişmeli taşınmazın bulunduğu alanda henüz kullanım kadastrosu yapılmadığından davacının hukuki durumunun güncel bir tehlike altında olmadığı, buna bağlı olarak hukukî durumu konusunda bir tereddüt bulunmadığı ve tespit edilen husus ile bu tehlikeyi ortadan kaldırmasının sözkonusu olmadığı açıktır. Mahkemenin tesbite ilişkin hükmünün, bu haliyle hiçbir hukukî değeri de yoktur.Çünkü, çekişmeli taşınmazın bulunduğu alanda 5831 sayılı Kanun ile 3402 sayılı Kanununa eklenen Ek 4/1. madde gereğince kullanım kadastrosu yapılması halinde davacının taşınmazda zilyetliği değerlendirilip bu yönde tespit tutanağı düzenlenip, askı ilânı yapılacaktır. Kadastro tespit tutanağının beyanlar hanesine davacının kullanıcı (zilyet) olduğuna dair şerhin yazılmaması halinde bu yönde askı süresi içinde Kadastro Mahkemesine, askı süresinden sonra genel mahkemelere dava açma hakkı bulunmaktadır. Dolayısıyla ileride eda davasına konu olabilecek bir istek söz olup eda davası açılabilecek hallerde tespit davası açılamaz. Bu durumda davacının eldeki davayı açmakta hukukî yararı bulunmamaktadır.
Hukukî yarar 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun (HMK)’nun 114/h maddesinde dava şartları içerisinde sayılmış olup, mahkemece istek olmaksızın kendiliğinden gözetilmesi gereken usûl kurallarındandır.
Bu nedenle, HMK’nın 114/h ve 115/2 maddeleri gereğince davanın hukukî yarar yokluğundan usûlden reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle; davalılardan Hazinenin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA 26/05/2015 günü oy birliği ile karar verildi.