Taraflar arasında görülen davada;Davacı, davalı adına tapuda kayıtlı 110 ada 2 parsel sayılı taşınmazın kıyı kenar çizgisi içinde kaldığını, kıyıların devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerden olup, özel mülke konu olmayacağını ileri sürerek taşınmazın kıyıda kalan kısmının tapusunun iptali ile kumsal olarak terkini isteğinde bulunmuştur.
Davalı, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, 5841 Sayılı Yasa ile değişik 3402 Sayılı Yasanın 12/3.maddesinde öngörülen hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi .. .... raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
Dava, 3621 Sayılı Yasadan kaynaklanan tapu iptal ve sicil kaydının kütükten terkini isteklerine ilişkindir.
Mahkemece, hak düşürücü süre nedeni ile davanın reddine karar verilmiştir.
Davalılara ait dava konusu 110 ada 2 parsel sayılı taşınmazın kadastro tespitinin 26.7.1996 tarihinde kesinleştiği eldeki davanın ise, 24.4.2007 tarihinde açıldığı kayden sabittir.
Bilindiği üzere 14 Mart 2009 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 5841 Sayılı Yasanın 2. maddesi ile 3402 Sayılı Kadastro Yasasının 12. maddesinin 3. fıkrasına "bu hüküm iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet veya diğer kamu tüzel kişileri dahil tarafların sıfatına bakılmasızın uygulanır" cümlesi aynı Yasanın 3. maddesi ilede 3402 Sayılı Yasaya bu Kanunun 12. maddesinin 3. fıkrası hükmü devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası ile yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalarda dahi uygulanır" şeklindeki geçici 10.madde eklenmiştir.
Somut olayda kadastro tespitinin kesinleşmesinden itibaren dava tarihine kadar 10 yıllık sürenin geçtiği açıktır.3402 Sayılı Yasanın 12/3.maddesinde öngörülen süre hak düşürücü süre olup, kamu düzeni ile ilgilidir ve mahkemece davanın her aşamasında re"sen gözetilmesi gerekli olumsuz dava şartlarındandır.
Özellikle bu hususlar gözetilerek davanın reddedilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığına göre, davacı Hazine vekilinin diğer temyiz itirazları yerinde değildir.Reddine.
Ancak, hemen belirtilmelidir ki, bir taraf, dava açıldığı andaki mevzuata ve içtihat durumuna göre davasında haklı olup da, dava açıldıktan sonra yürürlüğe giren (geçmişe etkili) yeni bir yasa hükmü ya da yeni bir İnançları Birleştirme Kararı gereğince davayı kaybederse, davada haksız çıkmış olmasına rağmen, yargılama giderlerinden sorumlu tutulamaz.Anılan bu kural yasal ve yargısal uygulamada kararlılık kazanmıştır. (Baki Kuru, Hukuk Usulü Mahakemeleri 5. Cilt, sayfa 5338, dipnot 159; 10. H.D. 21.12.1976, 8770/8739 ve dipnot 160: 5. HD 12.09.1977, 5445/5655 dipnot 161: 10. HD 24.02.1976, 6296/1297) Ayrıca, her dava açıldığı tarihteki koşullara bağlıdır. Öte yandan avukatlık ücreti 04.09.1957 tarih ve 4/16 sayılı İnançları Birleştirme Kararı uyarınca yargılama giderlerinden sayılır. Davacı Hazine, temyiz dilekçesinde sair nedenlerden söz etmek suretiyle bu hususa değinmiştir.
Taşınmazın 28.11.1997 tarih 5/ 3 Sayılı İçtihatları Birleştirme Kararı gereğince belirlenecek kıyı kenar çizgisine göre kıyıda kalması halinde davacı Hazinenin dava tarihinde dava açmakta haklı olacağı dikkate alındığında ve yargılama sırasında yürürlüğe giren 5841 Sayılı Yasa gereğince dava reddedildiğine göre davalının tüm yargılama giderlerinde ve avukatlık ücretinden sorumlu tutulması gerekeceğinde kuşku yoktur.
Hal böyle olunca yerinde uzman bilirkişi kurulu aracılığı ile keşif yapılarak taşınmazın kıyı kenar çizgisine göre kıyıda kalıp kalmadığının saptanması ve oluşacak duruma göre yargılama giderlerinin hüküm altına alınması gerekirken değinilen husus gözardı edilerek yazılı şekilde hüküm kurulması doğru değildir.
Davacı Hazinenin bu yöne değinen temyiz itirazları yerindedir.Kabulü ile hükmün açıklanan nedene hasren HUMK" nun 428. Maddesi gereğince BOZULMASINA, 8.2.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.