20. Hukuk Dairesi 2014/7749 E. , 2015/155 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki davanın yapılan duruşması sonunda kurulan hükmün Yargıtayca incelenmesi davacı Orman Yönetimi tarafından istenilmekle, süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü:
K A R A R
Davacı Orman Yönetimi, ... İli, ... İlçesi, ... Köyü 1079 parsel sayılı taşınmazın tapuda davalı adına kayıtlı olduğunu, ancak, taşınmazın kesinleşen orman kadastrosu sınırları içinde kaldığını ileri sürerek, tapu kaydının iptali ile orman niteliğiyle Hazine adına tescili istemiyle dava açmıştır.
Mahkemece, davalı adına çıkartılan tebligatın, davalının ölü olması nedeniyle yapılamaması ve tebligat evrakının iade edilmesi üzerine, H.M.K’nun 114. maddesi gereğince dava şartı yokluğundan davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı Orman Yönetimi tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, kesinleşen orman kadastrosu sınırları içinde kalan taşınmazın tapu kaydının iptali ve tescil ile müdahalenin men’i istemine ilişkindir.
Taraf ehliyeti, davada taraf olabilme yeteneğidir. Taraf ehliyeti, medenî (maddî) hukuktaki hak (medenî haklardan istifade) ehliyetinin medenî usul hukukunda büründüğü şekil olarak karşımıza çıkmaktadır. Medenî hukuktaki “hak ehliyeti“, haklara ve borçlara sahip olabilme iktidarını (yeteneğini) ifade etmektedir. Medenî Kanunun 8. maddesinde, her insanın hak ehliyeti olduğu; bütün insanların hukuk düzeninin sınırları içinde, hak edinmede ve borç altına girmede eşit durumda olduğu belirtilmiştir.
1086 sayılı HUMK’un 38. maddesinde; “Davaya ehliyet, Kanunu Medenî ile tayin olunmuştur” denilmek suretiyle, kimlerin taraf ehliyetine sahip bulunduklarının Medenî Kanuna göre belirleneceği hükmü getirilmişti. Medenî Kanunun 8, 28 47 ve 48. maddelerinde de hak (medenî haklardan yararlanma) ehliyeti hususunda bazı hükümler sevkedilmişti. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 50. maddesinde “Medenî haklardan yararlanma ehliyetine sahip olan, davada taraf ehliyetine de sahiptir” denilmek suretiyle, 1086 sayılı HUMK’dan farklı bir düzenleme getirilmiştir. Buna göre, taraf ehliyeti, medenî hukuktaki hak ehliyetinin usul hukukunda büründüğü şekildir. Medenî hukuktaki haklara ve borçlara sahip olma ehliyeti hak ehliyetini oluşturmakta, gerçek ve tüzel kişiler bakımından geçerli olmaktadır. Bu maddede, gerçek ve tüzel kişi ayrımı yapılmaksızın, medenî haklardan yararlanma ehliyetine sahip olanların davada taraf ehliyetine de sahip olacağı ifade edilmiştir. Buna göre, hak (medenî haklardan istifade) ehliyeti bulunan her gerçek (MK. m. 8) ve tüzel kişi (MK. m. 48), davada taraf ehliyetine de sahiptir.
Tarafların, davada taraf ehliyetlerinin bulunması dava şartıdır (HMK. m.114/1-d). Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler (HMK. m. 115/1). Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder (HMK. m. 115/2).
Gerçek kişiler, yaşadıkları süre içerisinde taraf ehliyetine sahiptirler. Taraf ehliyeti, çocuğun sağ olarak tamamıyla doğduğu anda başlar (MK. m. 8; 28/1) ve ölümle sona erer (MK m.28/1).
Taraf ehliyeti ölümle sona ereceğinden, dava tarihinden önce ölmüş olan kişi adına dava açılamaz; açılmışsa (ve HMK m. 124 hükümlerinin uygulanması da söz konusu değilse) reddedilir. Müvekkilin ölümüyle davaya vekâlet de son bulduğundan, müvekkilin, sağlığında düzenlediği vekâletname ile yetkili kıldığı vekili (avukatı), müvekkilinin ölümünden sonra onun adına dava açamaz.
04.05.1978 gün, 4/5 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere; davadan önce ölen kişiye karşı dava açıldıktan sonra; ölü kişinin mirasçılarına davayı yöneltmek suretiyle davanın yürütülmesi veya ıslah yolu ile dahi davaya devam edilmesi mümkün bulunmamaktadır. Ancak, 6100 sayılı HMK’nın 124. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarına göre “Bir davada taraf değişikliği, ancak karşı tarafın açık rızası ile mümkündür. Bu konuda kanunlarda yer alan özel hükümler saklıdır.” Madde gerekçesinde de belirtildiği üzere bu hükümlerle, davacının davalı tarafın açık rızası ile taraf değişikliği yapabileceği; yani görülmekte olan davanın davalısından bir başka kişiye davayı yöneltip, yeni davalıya karşı yürütmesi imkânı, maddî hukuk esasları çerçevesinde öngörülmüştür. Açık rızadan söz edilmek suretiyle, hâkimin davalı tarafa taraf değişikliği konusunda, rızasının bulunup bulunmadığı hususunu açıkça sorması esası da düzenlenmiş olmaktadır. Hükümet Tasarısında 129. madde olarak yer alan bu maddeye, Tasarının, TBMM Adalet Komisyonunda görüşülmesi sırasında “Ancak, maddi bir hatadan kaynaklanan veya dürüstlük kuralına aykırı olmayan taraf değişikliği talebi, karşı tarafın rızası aranmaksızın hâkim tarafından kabul edilir” biçiminde üçüncü ve “Dava dilekçesinde tarafın yanlış veya eksik gösterilmesi kabul edilebilir bir yanılgıya dayanıyorsa, hâkim karşı tarafın rızasını aramaksızın taraf değişikliği talebini kabul edebilir. Bu durumda hâkim, davanın tarafı olmaktan çıkarılan ve aleyhine dava açılmasına sebebiyet vermeyen kişi lehine yargılama giderlerine hükmeder” şeklinde dördüncü fıkralar eklenmiştir. Bu yeni düzenlemeyle;
- Davacı, davalı tarafın açık rızası ile taraf değişikliği yapabilecek; yani görülmekte olan davanın davalısından bir başka kişiye davayı yöneltip, yeni davalıya karşı davayı yürütebilecektir.
-Maddî bir hatadan kaynaklanan veya dürüstlük kuralına aykırı olmayan taraf değişikliği talebi karşı tarafın rızası aranmaksızın hâkim tarafından kabul edilecektir.
-Dava dilekçesinde tarafın yanlış veya eksik gösterilmesi kabul edilebilir bir yanılgıya (meselâ kısa süre önce işlem yapılmış ya da sadece vekiliyle muhatap olunmuş bir işlemden sonra muhatabın ölmesi hâlinde, mirasçılara değil, ölen kişiye dava açılmasında olduğu gibi) dayanıyorsa (ki yanılma, diğer tarafın davranış ya da işlemlerinden veya hukukî ilişkinin karmaşık niteliğinden de kaynaklanabilir), hâkim karşı tarafın rızasını aramaksızın taraf değişikliği talebini kabul edebilecektir.
- Taraf değişikliği yapılması hâlinde, davanın tarafı olmaktan çıkarılan kimse, eğer hatalı şekilde kendisine karşı dava açılmasına sebebiyet vermemişse, lehine yargılama giderlerine (ve bu arada vekâlet ücretine) hükmedilmeyecektir. Zira, ortaya çıkan durumda bir kusuru olmadığı gibi, aslında muhatap olmaması gereken bir yargılamayla uğraşmak durumunda kalmıştır.
Konuyla ilgili olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 11.09.2013 tarihli ve 2013/14-612 E., 2013/1297 K. sayılı ilâmında da belirtildiği üzere; davacı kendisinden beklenen tüm çaba, özen ve önlemlere rağmen davalının sağ olup olmadığını tespit edememiş ise, ya da tespit edememe durumu bir yanılgıya dayanıyor ve bu durum açıkça dürüstlük kuralına aykırılık arz etmiyorsa, bu dava ilişkisinde, daha sonra da kendilerine karşı dava açılması muhtemel olan mirasçılara, yani gerçek taraflara karşı davaya devam edilmesi mümkün olmalıdır.
Somut olayda ise, tapuda kayden malik olarak gözüken ..."in 29/03/2006 tarihinde öldüğü, Orman Yönetimince ölü davalı aleyhine 26.07.2012 tarihinde dava açıldığı, davalının ölüm tarihi ile davanın açıldığı tarih arasında uzunca bir sürenin geçmiş olduğu gözönünde bulundurulduğunda, Orman Yönetimince hiçbir araştırma yapılmaksızın (bu yönde bir çaba sarfedilmeksizin ve gerekli özen gösterilmeksizin) ölü kişi aleyhine dava açıldığı ve bu durumun da HMK"nın 124. maddesinde belirtilen "maddi bir hata"dan kaynaklandığının veya "kabul edilebilir bir yanılgı"ya dayandığının düşünülemeyeceği gözetilerek, davanın, dava şartı yokluğundan reddine karar verilmesi doğru olup, incelenen dosya kapsamına ve kararın dayandığı gerekçeye göre, yerinde, görülmeyen temyiz itirazlarının reddi ile usûl ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı onama harcının temyiz edene yükletilmesine 21/01/2015 günü oy birliği ile karar verildi.