Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, ortak miras bırakanları M. K. kayden malik olduğu 771 parsel sayılı taşınmazdaki 30/84 payını, mirastan mal kaçırmak amacıyla ½ oranla davalılara tapuda satış göstermek suretiyle temlik ettiğini, gerçekte bağış yapıldığını, temlikten sonra taşınmazdaki payın 4 ayrı bağımsız parsele ifraz edildiğini, 961, 962 parselin davalı N. U. 963 ve 964 sayılı parsellerin ise Ü. adına tescil edildiğini, temlik işlemlerinin bedelsiz ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek, miras payı oranında iptal tescil olmadığı taktirde tenkis isteğinde bulunmuştur.
Davalılar, çekişmeli taşınmazdaki payları bedeli karşılığında satın aldıklarını, gerçek satış yapıldığını, saklı payın ihlal edilmediğini belirterek davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece; temliklerin muvazaalı olmadığı, iddianın kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı tarafından süresinde duruşmalı temyiz edilmiş, duruşma istemi değerden ve gideri bulunmadığından reddedilerek olmakla; Tetkik Hâkimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü.
Dava; muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı iptal tescil, olmadığı takdirde tenkis isteğine ilişkindir.
Mahkemece; davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; tarafların ortak miras bırakanı M. K.771 parsel sayılı taşınmazdaki 54 payını üzerinde bırakarak 30 payını, 07/10/1999 tarihinde satış yoluyla davalılara ½ oranla temlik ettiği, daha sonra taşınmazın bağımsız parsellere ifraz edilerek 961 ve 962 parselin N. U.963 ve 964 parselin ise Ü. adına tescil edildiği anlaşılmaktadır.
Davacı; miras bırakan tarafından davalılara yapılan temlikin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu ileri sürülerek eldeki davayı açmıştır.
Uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsufi-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu Muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve 1-4-1974 tarih ı/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Medeni Kanunun 634, Borçlar Kanunun 213 ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişte miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksi~ toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun içinde ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli. ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arsındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Somut olayda; miras bırakanın davalılardan N.ile aynı evde altlı üstlü oturduğu, ayrıca, miras bırakanın sosyal güvenceli ve varlıklı bir kişi olduğu, sağlığında davalı N.için “…Benimle ilgileniyor ona yer vereceğim “ şeklinde beyanlarda bulunduğu, davalı Ü.ise İstanbul’da ikamet ettiği her iki davalının alım gücüne işaret edecek somut bulgulara rastlanmadığı, temlik sırasında gösterilen bedel ile temlik konusu payların gerçek değeri arasında açık fark olduğu, ödeme savunmasının soyut nitelikte kaldığı anlaşılmaktadır.
Belirlenen bu olgular, yukarıdaki ilkeler çerçevesinde değerlendirildiğinde, miras bırakanın asıl amacının satış değil; bağış olduğu ve mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla hareket ettiği sonucuna varılmaktadır. O halde, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, reddedilmesi doğru değildir.
Kabule göre de; tenkis isteği hakkında olumlu- olumsuz bir karar verilmemiş olması da isabetsizdir.
Davacının, bu yönlere değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerle HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 11.10.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.