Taraflar arasında birleştirilerek görülen davada;
Davacılar, miras bırakanları F."nın yaşlı hasta ve okuma yazma bilmediği halde, birkısım taşınmazları ölünceye kadar bakma akti ile temlik ettiğini ve vasiyetname düzenlediğini ileri sürerek, tapu iptal tescil, vasiyetnamenin iptali ve tenkis isteğinde bulunmuşlardır.
Davalı, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davanın kısmen kabulü ile ölünceye kadar bakma akti ile temlik edilen taşınmazlar yönünden davanın kabulüne, diğer isteklerin reddine karar verilmiştir.
Karar, davalı H.E. tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
Birleşen davalar, tapu iptal tescil, tenkis ve vasiyetnamenin iptali isteklerine ilişkindir.
Davacılar; miras bırakanları Fatma"nın 91 yaşında iken, sinir hastası olup, okuma yazması olmadığı halde, taşınmazlarını ölünceye kadar bakma akti ile temlik ettiğini ayrıca vasiyetname düzenlendiğini ileri sürerek eldeki davayı açmışlar, mahkemece davanın kısmen kabulü ile ölünceye kadar bakma aktine konu taşınmazlar yönünden tapunun iptal ve tesciline yönelik davanın kabulüne ilişkin hükmün, iptal tescil davalısı tarafından temyiz edildiği anlaşılmaktadır.
Dava dilekçesindeki iddianın ileri sürülüş biçiminden diğer iddiaların yanısıra ehliyetsizlik hukuksal nedenine de dayanıldığı açıktır.
Ne varki, ehliyetsizlik iddiasının kamu düzeni ile ilgili olduğu ve re"sen ve öncelikle incelenmesi gerektiği gözetilmeksizin bu hususta bir araştırma yapılmamıştır,
Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “ fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “ biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek “ ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. “ hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü “ eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “ yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır. Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21)
Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tesbitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar H.U.M.K.’nun 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mutaalası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.
Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.
Hal böyle olunca; Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 11.04.1990 tarih ve 1990/1-152-1990/236 Sayılı Kararındada vurgulandığı üzere, davada dayanılan maddi olaylar bakımından birkaç hukuki sebebin birarada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığı ancak hukuki ehliyetsizlik iddiasının kamu düzeni ile ilgili olup, öncelikle incelenmesi gerekeceği gözetilerek hükme yeterli bir araştırma yapılması, miras bırakanın hukuki ehliyete haiz olduğunun belirlenmesi halinde davada ileri sürülen diğer iddiaların araştırılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yetinilerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir.
Davalının temyiz itirazları yerindedir.Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK."nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre öteki hususların şimdilik incelenmesine yer olmadığına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 13.12.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.